| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Metin And'la yıllar önce yapılmış bir söyleşi : Türk Tiyatrosunun Türkiye Ve Dünyada Yeri (10/6/2008)


Sayın Metin And, sizce Türk Tiyatrosu'nun dünyadaki yeri nedir? Yeterince tanınıyor mu? Var mı böyle bir tiyatro?

 

—Türk tiyatrosundan söz edilince iki ayrı şey düşünmek lazım. Bir bize özgü, bizim yüzyıllar boyu geliştirdiğimiz, adına toptan Geleneksel Türk Tiyatrosu dediğimiz bir tiyatro var ki, bu yazarsız bir tiyatrodur ve daha çok doğaçlamaya dayanır.

 

Bunun içine Karagöz, meddah, ortaoyunu, kukla ve daha başka şeyler, hatta eskiden var olan sanat dansı girer.

Bu yanıyla bakıldığında Avrupalılar Türk tiyatrosuna büyük ilgi gösteriyorlar. Nitekim sözgelimi karagözcülerimiz ülkemizde is bulamıyorlar -çocuklar da Karagöz'den hoşlanmıyor, tabii büyükler hiç hoşlanmıyor- buna mukabil onlar Japonya'ya, Ingiltereye gittiklerinde büyük ilgi görüyorlar. İnsanlar dili anlamamalarına rağmen büyük ilgi gösteriyorlar Karagöz'e. Ben buna özellikle Japonya'da tanık oldum. Karagözcülerimiz onbir büyük tiyatroda Karagöz temsilleri verdi. Biletler paralıydı ve tiyatrolar tıka basa doluydu. Dili anlamadıkları halde Karagöz'e gülebiliyorlardı Japonlar. Çünkü Karagöz'ün yapısı evrensel, edebi metne dayanan tiyatronun ise bu sansı yok. Çünkü dil bir engel oluyor. Müzik gibi değil. Sinema bir Ölçüde ve ağır olduğu, görüntüsü kuvvetli olduğu için seyredilebiliyor. Fakat hiçbir yabancı, dili bilmiyorsa Türk tiyatrosundan zevk alamaz.

 

Hatta bu dil isini daha da ileri götürebiliriz. Söyle ki eski çağlara ait bir oyun, ayni dili konuşan bugünün seğiricisi için bile bir engel teşkil ediyor. Bir örnek vereyim: Ben uzun yıllar önce Shakespeare'den bir oyun seyrettim."Kuru Gürültü". Bunu sahneleyen yönetmen ise Zefirelli. Zefirelli bakmış Shakespeare'nin o gün kullandığı sözcükler bu gün de var ama artik başka anlamlarda kullanılıyor ve ayni sözcükleri bugün kullansa Shakespeare artik başka anlamlara gelmiş olacak, onun için Shakespeare'i İngilizceden yine İngilizceye çevirmeye karar veriyor. Ancak Shakespeare büyük bir sair olduğu için bunu da ancak bir sair yapabilir düşüncesinden yola çıkıp çeviri isini büyük İngiliz sairi Robert Greas yapıyor.

Anlatmak istediğim, edebi metin her zaman tiyatro için bir engel. Tiyatro aslında görmek, bakmak demek. Hâlbuki günümüzde özellikle Türkiye'de bakılan, seyredilen bir şey yok. Daha çok dinlenilen bir şey var. İki aktör karşılıklı konuşuyor. Görsel hiç birsey yok. Bunu Avrupa için de söyleyebilirim. Oysa bazı tiyatro adamları edebi metni geri plana itip görselliği ortaya çıkarıyorlar ki, doğrusu da bu. Yani göz kulaktan üstündür. Hatta yalnız göz olabilir. Böyle tiyatrolar da var.

 

Tiyatro'nun onüç dili var. Birincisi sözlü dil, sonra sözlü dilin üstünde tonlama dili var.

Bunla ilgili bir anımı anlatmak isterim. Ben Galatasaray Lisesi'nde okuduğum yıllarda, her yıl Fransa'dan gruplar gelip okulda temsiller verirlerdi. Bir yılda gelen aktörlerden biri Fransızlarca kutsal sayılan bizde de masalcı olarak bilinen ünlü sair Lafonten'den ünlü Karınca ile Ağustos Böceği Masalı'nı okurken öyle tonladı ki, karıncanın çalışkanlığı ile alay edip, ağustos böceğinin ise sanatçı tarafını öne çıkardı. Metnin kelimesini değiştirmeden sırf tonlamayla rolleri tamamıyla tersine çevirdi. Bu da tonlamanın çok büyük bir silah olduğunu gösterir.

 

Daha sonra Kinetik adini verdiğimiz aktörün hareketleriyle ilgili dil geliyor. Gözler, yüz ifadesi, basın boynun oynaması, kollar, bacaklar ve bütün vücudun hareketi baslı basına bir dil oluşturuyor. Bu dili Avrupa sahnelerinde de, tabii vücutlarını eğitim sırasında ve sonrasında geliştirmedikleri için Türkiye sahnelerinde de pek göremiyoruz. Bu dili kullanamıyorlar.

 

Daha sonra makyaj, saç sakal geliyor ki, bu da ayrı bir dil. Bunlar karakteri ortaya çıkaran öğelerden. Kostüm. Aktörün elinde taşıdığı aksesuarlar da çok önemli katkılarda bulunuyor. Bir bastonla çok şeyi ifade edebilirsiniz. Nitekim Doğu tiyatrosuna bakarsak yelpaze kullanıyorlar, onla dans ediyorlar ve yelpazeyle pek çok şeyi ifade ediyorlar. Mendil de öyle. Hatta mendil bizde bir iletirsim aracıdır. Eskiden, Osmanlılar zamanında da bu böyleydi. Köyde kırsal kesimde bugün bile bu böyledir. Yani bir mendilin rengiyle, tutulusuyla karsısındaki erkeğe veya başka birine bir mesaj gönderebilir. Bu bakımdan bu tür objeler önemlidir. Bu objeler bazen bir çağı da belirtebilir. Mesela bir İngiliz piyesinde bir enfiye içildiğinde o aristokratça içilmelidir.

 

Sonra kalıcı bir dil olan dekora da değinmek lazım. Dekor denilince illa boyalarla, tahtalarla yapılmış bir dekor anlaşılmamalı, bomboş bir sahne de bir dekor olabilir.

 

Bununla ilgili olarak aktörün dışındaki dilleri söylüyoruz. Mesela ışıklar. Işıklarla çok şey yapılabilir günümüzde. Vurgulanmak istenen şeyler aydınlanabiliyor, diğer taraflar karanlıkta kalıyor. Işıkların renkleriyle puslu, sisli hüzünlü atmosferler yaratılıyor.

Ayrıca işitsel ögeler var. Sahne efektleri, ses efektleri ve müzik...

 

Sonra bir de insanla insan arasında, insanla dekor ve eşyalar arasında ve aktörle seyirciler arasındaki mesafeler de bir dil oluşturuyor. Sözgelimi şurada oturuyoruz. Uzaktan bakan birileri konuştuklarımızı hiç duymadan bile. Orada oturanlar ahbap ama iki kişi daha hararetli konuşuyorlar diye anlam verebilir. Perde açıldığı zaman sahnede bir aile oturuyorsa, seyirci oyuncular hiçbirsek söylemeseler de onların ilişkilerini çıkarabilir. Bu progsemik dedikleri antropolojinin vardığı bir sonuç ve gayet kuvvetli bir dil bu. Yani Kinetik ve Progsemik dediğimiz harekete ve mesafeye dayalı iki dil daha çıktı ortaya.

 

Bunlardan da anlaşılıyor ki tiyatroda çok kuvvetli bir dil var ve bütün bunların kuralları da olması lazım ama bizde aktör hareket deyince konuştuğu şeyi vurgulamak için kullanılan bir şeymis gibi algılıyor, hâlbuki hareketten kasıt bu değil, Zeki Müren şarki söylerken kalbim dediği zaman elini kalbinin üstüne koyar, sözleri bir tür oynar, bunun hiç bir kıymeti yok iki defa ayni şey vurgulanmış oluyor. Buradaki kastedilen hareket sözün söylemediği şeyleri ortaya çıkaran hareket. O bakımdan çok önemli. Tiyatroda sözden vazgeçebiliriz ama görsellikten vazgeçemeyiz. Sinemada da bu böyle. Burada önemli bir problem genellikle Avrupa tiyatrosu özellikle de Türk tiyatrosu bakımından şu, çok edebi metne bağlı kalınıyor. Bunun için de tiyatro bir konuşma tiyatrosu olarak gözüküyor.

 

Temalar da aslında Evrenselliği olmayan temalar. Örneğin Ibsen'in Hortlaklar diye bir oyunu var. Oyunun sorunu Frengi hastalığı. Ibsen o zamanların bu korkunç hastalığını bir sosyal sorun olarak koymuş. Bu oyunla ilgili yazdığım eleştirimin baslığını "Penisilin öncesi bir oyun" koydum. Yazarlar da evrensel konuları islemiyorlar. İlle de toplumsal bir mesaj, toplumsal bir oyun. Bunlar da Ibsen'in oyununda olduğu gibi geçici oluyor. Yazarların islemesi gereken konular çok evrensel olmalı tiyatroda. İlk insandan bu güne kadar olan insanin evriminde daima önemli olan, insanin evrenle hesaplaşmasıdır.

 

Bu genel bilgilerden sonra Türk Tiyatrosu'na dönelim isterseniz. Sizin uzun yıllardır Türkiye'de tiyatro oyunu izlemediğiniz söyleniyor. Bunun sırrı nedir?

 

Evet, yaklaşık 12 yıldır Türkiye'de tiyatroya gitmiyorum. Sebep şimdiye kadar anlattıklarımda yatıyor. Yani yapıla gelen tiyatrodan sıkılıyorum. Bu yurtdışında da pek farklı değil, durum öyle. Ama söz konusu bizim tiyatromuz olduğuna göre bizde haydi haydi öyle.

Görmeye değer bir şey olmadığı sürece, tiyatro metni iyi bir metinse -benim düşünceme göre- ben bu metni alırım, gider evimde okurum ve tiyatroda sahnelendiğinden çok daha iyi hayal ederim metni. Belki hayalimde tiyatrodaki figürleri çok daha iyi hayal edebilir, çok daha iyi giydirebilirim.

Aslında bizde ve Avrupadaki en büyük eksiklik şu: Her sanat eserinde anlamına kolayca varılamayan bir taraf, bir eğrilik vardır. Bu anlam arama esere bir açık biçim kazandırıyor. Örneğin bir Picasso'yu izlerken onu anlamaya, çözmeye çalışıyoruz ama her şeyi yerli yerinde bir peyzaj izlerken orada hiç efor sarf etmiyoruz. Tiyatro ve Sinema'nın konusu da insan. Bizim tiyatroda da insanları tüm ayrıntılarıyla giydiriyorlar, hiçbir ekonomi yok, duvarlarda tablolar, masalarda biblolar, her şey yerli yerinde. Böylece seyirci pasif duruma düşürülüyor. Hiçbir yorum yapamıyor. Verileni kabul etmek zorunda. Ben bu doğada bir insan değilim. Ben her şeyin biraz karanlıkta kalmasından yanayım. Eşyalar filan bu kadar açık seçik olmasın. Onu biz çözelim, yaratalım. Yani seyirci yaratsın. Günümüz sineması bunu yapıyor. Bazı filmlerde bunu izlemek mümkün.

 

Sayın And, isterseniz sinemaya hiç girmeyelim bu söyleşimizde. Türk tiyatrosuna dönelim yine. Dışardan da olsa izlediğiniz kadarıyla, gördüğünüz hiçbir olumlu şey yok mu?

 

Ürünler olsa olsa oyun metinleri olabilir. Yoksa bizim aktörlerin dünya tiyatrosuna getirdikleri hiçbir şey yok. Yetişiş tarzları bir kere kötü. Üstelik bir aktörün dışarıda nasıl oynadığı pek tanınmaz. Bizimkiler dışarı turnelere giderler filan ama yine onları oralarda yaşayan Türkler ya da hatır için gelmiş bazı yabancılar seyreder. Aslında başka İslam ülkeleri, mesela Tunus, Fas, Cezayir'de, oradaki yazarlar iki dilli olduklarından olsa gerek -Mısır'da öyle- ürünleri Avrupa'da el üstünde tutuluyor. Bu bizim oyun yazarları için böyle değil. Aslında iyi oyun da aranıyor her yerde. Ama önemli olan zaten metin değil. Ben oyun metnini tiyatronun yaratıcısı olarak görmüyorum. Yani edebiyat tiyatronun yaratıcısı değildir. Öyle ki, şiirin yaratıcısı sairdir; resmin yaratıcısı ressamdır. Bu mantıkla tiyatronun yaratıcısının da tiyatrocu olması lazımdır. Bu eskiden böyle olmuş. Mesela Antik Yunan Tiyatrosu'nda Sophokles, Euripides gibi insanlar pek çok şeyi birden üstlenmişlerdir.

 

Ben sizi sıkıştıramayacağım galiba. Hiç mi olumlu bir şey yok? Yani: "Bak şu grup fena değil mesela" diyebileceğiniz görsel açıdan da bir şeyler sunan hiç bir tiyatro yok mu?

 

Yok... Hiçbir şey yok... Yalnız duyduğum kaderiyle birtakım gençler kendi aralarında bu yönde birtakım denemeler yapıyorlar. Benle de gelip fikir alışverişinde bulunuyorlar.

Özel tiyatrolar zaten daha çok geçim derdinde. Tiyatrolarını yaşatma çabasındalar, dolayısıyla onların her yaptığına ben saygıyla yaklaşıyorum.

Ama Devlet Tiyatroları'nın hiçbir riskleri yok, her şeyleri Türkiye ölçülerinde devletçe karşılanıyor ve ben bunlardan artik ümidimi kesmiş durumdayım. Ben bunların bırakalım dünya tiyatrosuna, Türk seyircilerine bile söyleyecekleri hiçbir şey olduğunu zannetmiyorum.

 

Dışardan bakıldığında tiyatroculuk iyi para getiren, toplumda saygınlığı olan bir meslek görünümünde. Ne diyorsunuz?

 

Tiyatro seyircisine bağlı bir olay. Simdi eskiden çok ilgi vardı tiyatroya Türkiye'de. Zamanla tiyatrocular bu seyirciyi bozdular. Seyirci de bir bakıma tiyatroculara sırt çevirmiş durumda.

Salonlar boş değil. Bunu söylemek istemiyorum ama kalite önemli. Çünkü seyirci ve tiyatro birbirlerinin tamamlayıcıları. Yani seyirci iyi olursa tiyatro iyi, kaliteli oluyor. Tiyatro kaliteli olursa, seyirci kaliteleşir. Bu kopukluk göze çarpmaya başladı. Hâlbuki böyle bir şey yoktu. Bu fark giderek daha da büyüyor.

Benim tek arzum, yazar olmasın demiyorum, ama tiyatrocular da olsun. Sinemaya girmeyelim diyorsunuz ama ben yine de değinmek istiyorum. Sinema, tiyatroya göre daha yeni bir sanat. Ama boynuz kulağı geçer derler. Sinema da tiyatroyu geçti. Çünkü sinemada bir yaratıcı var. O da yönetmen. Orda da senaryo dediğimiz bir metin var ama film tamamıyla rejisörün kontrolü altında. Hatta öyle rejisörler var ki, metni de kendileri yazıyorlar.

 

Ama artik tiyatroya ihanet etmeye başladınız...

 

—Hayır, bunları tiyatroyu çok sevdiğim için söylüyorum. Tiyatro da bu yolu tutarsa eski gücünü kazanır diyorum. .

 

Yani tiyatro reji ağırlıklı mı olmalı?

 

—Hayır, ama tiyatrocu ağırlıklı olmalı. Yani burada iki unsur var. Birincisi seyirci, ikincisi oyuncu. Oyuncu derken, onun içine rejisör de giriyor. Ya oyun yazarı tiyatrocu olmalı, ya da oyun yazarı bir tiyatrocu kadar tiyatroyu bilmeli. Bizde pek öyle birileri yok. Yahut da söz ve fikirlerini dikte ederek oyuncularla yazmalılar. O zaman iyi netice alınabilir.

Artık müzelik olan eski klasiklerin oynanmasına gelince burada da dikkat edilmesi gereken şeyler var. Bunları yepyeni bir şekilde, tozlarını silkeleyerek ele almalı. Sahneye konulacak bir metin artik dokunulmazlığı olan kutsal bir kitap değildir. Üzerinde çalışmalar gerekir. Tiyatrocu onu istediği gibi evirip, çevirip, değiştirip o şekilde sahneye koymalı. O zaman bu tiyatro bir canlılık kazanabilir.

 

Bir de günümüzde üzerinde çok konuşulan, araştırılan bir konu var: Tiyatroda "Interkültürel" unsurlar. Simdi tiyatroda uzun zaman Bati tiyatrosundan yararlanıldı. Uzak doğuya kadar gidiyor bu yararlanma işi. Simdi ama bu çark artik tersine dönmeye başladı. Simdi Batı, Doğu tiyatrosundan yararlanmaya başlamış durumda. Mesela Amerikalılar, Avrupalılar Japon tiyatrosunu, Hint tiyatrosunu çok iyi tanıyorlar, oralara öğrenci gönderiyorlar aktörlük eğitimi için. Yani aktörün ön plana çıkması. Aktörün tüm vücudunu, bakışlarını kontrol edebilmesi önemli. Doğu bu konuda önemli.

Benim gezdiğim Japonya, Çin oyuncu okullarında bunlar öğretiliyordu. Amerikalı bir gencin Çin tiyatrosunu öğrenmesine tanık oldum. Yani günümüzde artık bütün bu kültürler birbirlerine yaklaşıyorlar. Nitekim benim birkaç yıl önce İngilizce olarak yayımladığım kitabim bu konuyu ele almakta. Adını Türkçeye "Kavşaktaki Tiyatro" olarak çevirebiliriz. O kitapta eksen Türk kültürü olmak üzere, tiyatroyu bu interkültürel açıdan ele aldım. Hititler, Sümerler gibi eski uygarlıklardan günümüze bir köprü olduğu gibi, değişik coğrafyalar arasındaki kültürel farklılıkların üzerinde kurulmuş gösteri sanatları. Aralarında ortak biçim özellikleri var.

 

Bugün Türkiye'nin geçmişindeki tiyatro da çok önemlidir. Mesela İtalyan Dario Fo oyunlarında yüzde doksan beş oranında İtalya Commedia De'l Arte Halk Tiyatro sanatından yararlanır. Bu oran bizde yüzde bir bile değildir. Böyle miraslardan yararlanmasını bilmiyor, onları küçümsüyoruz. Oysa o zamanlar kullanılmış öyle yöntemler var ki, oradan hareketle yepyeni modern bir tiyatro kurulabilir.

Bizimkiler batının dümen suyuna gittikleri için bir bakıyorsunuz, Bertolt Brecht modası çıkıyor. Bu bir furya oluyor. Üstelik Bertolt Brecht'i de iyi Almanca bilmeyen birileri -onun iyi bir sair olduğunu unutarak- tutup çeviriyor. Çevirenlerin çoğuca Fransızcadan filan çalakalem çeviriyor. Bertolt Brecht'in sadece sosyalist biri olduğu öne çıkarılıp, onun çok iyi bir tiyatro adamı, çok iyi bir sair oluşu ikinci plana atılıyor. Bu bakımdan bizde daha çok taklitçilik hâkim. Taklitçilikle de hiç bir yere varılamaz... Ne içerde, ne dışarda yerimizi alabiliriz.

 

Bilmiyorum, tiyatroya niye gitmediğimi anlatabildim mi? SIKILIYORUM...

O koltukta bir ömür geçirdim ben. Artık uykum geliyor o koltukta, çünkü sahnede bana heyecan verecek hiçbir şey göremiyorum.

 

Metin And

 

Prof. Metin And çeşitli gazetelerde on beş yıl tiyatro eleştirmenliği yaptıktan sonra. Ankara'da Üniversite'de hocalığa başladı.

"Ben aslında hukuk okudum gençliğimde. Londra'ya bu konuda doktora yapmaya gittim. Konumda: Uluslarası Ticaret Anlaşmaları gibi bir şeydi. Gözümü ilk defa orada açtım. Her gece tiyatro, bale, operalara gider buldum kendimi. Tezimin ortalarına geldiğim bir sırada, bir gece geç vakit kendi kendime "Ben bunları niye yapıyorum?" dedim. Ve attım tezi. Üniversiteye haber bile vermedim. Kendimi bu konuda yetiştirmeye başladım. Geçen yıl kırk besinci kitabimi yayınladım ki, bu kitaplarımın çoğunu doğrudan İngilizce kaleme aldım. Ayrıca çeşitli dillerde de makale olarak binin çok üzerinde yazım yayınlandı. Geçen yıl 17 Haziran'da da emekli oldum. Bu ayni zamanda benim doğum günümdü. Böylece benim iki doğum günüm olmuş oldu. Su sırada sekiz kitap üzerinde çalışıyorum ve hepsi tamamlanmak üzere. Artik üniversitede ders vermek istemiyorum. Yeni kurulan Türkiye Bilimler Akademisi TÜBA'ya üye seçildim."

 

Kaynak: http://home.snafu.de/hayati/tiyatro.htm#metin

Paylaşan : Ümran İnceoğlu



Paylaş      
Yorumlar

Bu Haber Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 986
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 


    Güncel Haberler     En Çok Okunan Haberler
Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
Hangisi Karısı, 5. Sezonunda!
    Tüm Haberler

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Haberler
    Bu haberin yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer haberler aşağıda listelenmiştir...

  • Kocaeli Şehir Tiyatroları Ekim-Kasım Programı (10/8/2008)
  • oyun atölyesi Ekim programı (10/7/2008)
  • Bakırköy Belediye Tiyatroları perdelerini 2 Ekim’de açtı ! (10/7/2008)
  • Oyuncu Tayfası yeni sezonda Bir Tavsiye Mektubu adlı oyunu oynuyor (10/7/2008)
  • Tiyatro Kedi Ekim Programı (10/7/2008)
  • Antalya Sanat Tiyatrosu Kuruldu (10/7/2008)
  • FKM Tiyatrosu Ekim Ayı Oyun Takvimi (10/7/2008)
  • Talimhane Tiyatrosu Ekim Programı (10/7/2008)
  • Kuranderde Kalanlar'da bu haftanın konusu Tiyatro ve Performans (10/7/2008)
  • Haldun Dormen : Kalitesiz diziler tiyatroya ilgiyi artırdı! (10/6/2008)
  • Metin And'la yıllar önce yapılmış bir söyleşi : Türk Tiyatrosunun Türkiye Ve Dünyada Yeri (10/6/2008)
  • Dostlar Tiyatrosu, Sivas '93 ile Avrupa Turnesi'ne başladı (10/6/2008)
  • Mersin Şehir Tiyatrosu, Sait Hopsait'i sahneliyor (10/6/2008)
  • Küçük İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin kültür ilçesi olma hedefinde emin adımlarla ilerliyor (10/6/2008)
  • Su Gösteri Sanatları Sahnesi, Sakıncalı Piyade ile tiyatro sezonunu Mersin'den Selamlıyor (10/6/2008)
  • Tiyatro Cef Soner Olgun'un yazdığı Letafet adlı oyunla Ekim sonunda sezonu açıyor (10/2/2008)
  • İzmit Şehir Tiyatroları Oyuncu Sınavı ve Toplum Gerçekçi Oyun Yazım Yarışması (10/2/2008)
  • Metin And Vefat Etti ! (10/1/2008)
  • Özel tiyatro desteği için ek süre tanındı (9/28/2008)
  • Mısır'da tarihi tiyatro binası alevlere teslim.. (9/28/2008)
  • Çocuklarla Yaratıcı Drama Atölyeleri (9/28/2008)
  • Tiyatro Z, 8 Ekim de sahnesini açıyor (9/28/2008)
  • Semaver Kumpanya Kış Dönemi Oyunculuk Kursu 11 Ekim’de Başlıyor (9/28/2008)
  • Akçatepe Sanat Merkezi Açıldı (9/28/2008)
  • Beckett / Hikmet, Ekim'de Fransız Kültür Merkezi'nde (9/28/2008)
  • İsrailli Tiyatro Topluluğu BenLBen Türkiye'de (9/28/2008)
  • Bu Sen Değilsin, Ekim'de Halis Kurtça KM'de (9/28/2008)
  • Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu, Cyrano de Bergerac'ı oynuyor (9/28/2008)
  • Tiyatro Anadolu, Ekim ayınca perdelerini açıyor (9/28/2008)
  • Adana DT, yeni sezonu açtı (9/28/2008)
  • Paul Newman öldü (9/28/2008)
  • Koç Holding, bu yıl 60 bin çocuğu daha tiyatro ile buluşturacak - Sizinkiler Turnesi 11 Ekim'de İstanbul'da başlıyor ! (9/25/2008)
  • Devlet Tiyatroları, 1 Ekim'de 57 oyun ile perdelerini açıyor ! (9/25/2008)
  • Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Deli İbrahim adlı oyunun prömiyerini 24 Ekim'de yapacak (9/25/2008)
  • E.S.E.K. JR Sonunda Kuruluyor ! (9/25/2008)
  • Bil Sanat Akademisi Oyunculuk Atölyesi ve Tiyatro Oyunculuk Eğitimi kayıtları başladı ! (9/25/2008)
  • 13. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali, 11 Ekim Cumartesi günü başlıyor (9/23/2008)
  • Selen Uçer : Bizden hikayeler anlatmak istiyorum (9/23/2008)
  • Metin Zakoğlu Tiyatrosu, Hayrola Karyola adlı oyunla Ekim ayında Kulis Oda Sahnesi'nde (9/23/2008)
  • Sevenleri Hadi Çaman’ı anlattı (9/23/2008)
  • Tiyatrokare'de Yeni Sezon (9/23/2008)


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    1 Mayıs'tan itibaren her ÇARŞAMBA Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..