| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Gaziantep Tiyatrosu'nda Ca­hit Sa­raç'lı yıllar (Fevzi Günenç) (4/11/2009)


 

Ankaralı yaşamımda Batı Sitesinde otururdum. Yıl 1982… Şimdiye dek oturduğum evlerden en sevdiğim evdi. Yaşadığımız evleri yalnızca konforlu, kullanışlı olduğu için sevmeyiz.

Evler, komşuları güzel olduğu için seviliyor asıl. Batı Sitesindeki evimi ressamların, tiyatrocuların, yönetmenlerin evleri kuşatmıştı, o yüzden sevmiştim.

Bahçemize bakan karşı evde Devlet Tiyatrosundan İstemi Betil otururdu. İlk eşi ressam Tunc Ay’dı. İkisi de akşamcıydı. Akşamcı olmayan var mıydı ki zaten orada? Bitişiğimdeki ev yine devlet Tiyatrosu oyuncularından Yıldıral Akıncı’nın eviydi.

Sıkça buluştuğumuz dostlardan biri de Cahit Saraç’tı. Eşi Saadet’i alıp sık sık bize gelirdi. Her seferinde elinde dolu bir file olurdu. Filenin içinde muhakkak meyvelerin arasına saklanış bir 70’lik bir rakı bulunurdu.

Tiyatrocu komşular benim evde bir araya gelirdi Cahit’in her gelişinde. O yıllarda TRT’de seslendirme Yönetmenliği yapıyordu Cahit. Lakabı “Baba” idi. Gerçekten bir aile gibiydiler. İstemi ile Yıldıral da onun olmazsa olmaz seslendiricilerindendi.

“Karagözüm Yıktın Yine Perdeyi” oyunumu o yıllarda yazmıştım. Amacım Karagöz’ü perdeden sahneye indirmekti. Tiyatrocu dostlarım pek benimsemişti bu düşüncemi. Yazma konusunda gereksinme duyduğum yazılı metinler bulmakta yarışmışlardı sanki.

Karagözün kısa tarihin, anlattığım, başlıca tiplerini tanımladığım bu oyunu Devlet Tiyatrosuna göndermiştim. Kabul görüp Altındağ sahnesinde oynanmıştı.

Cahit de bir süre önce aynı tiyatroda yönetici olarak çalışmıştı. Gaziantep Şehir Tiyatrosu kapatılıp da açıkta kalınca başkente göçen arkadaşım Altındağ sahnesinde hem Müdür hem yönetmen olarak görev üstlenmişti. Cahit bu, sahneye çıkmadan edebilir mi? Elbette ki aynı zamanda oyunculuk da yapmıştı orada.

Hani tiyatrocular için “mektepli-alaylı” deyimi vardır ya, Cahit bu sınıflamaya girmeyen tek tiyatrocu olmalıydı. Çocukluğundan itibaren hem kendini yetiştirmiş, hem de okulunda okumuştu bu işin.

KARAGÖZCÜ HAYALİ CAHİT ÇOCUK

Yıl 1946 Cahit Saraç 7 yaşında. Karagöz oynatıcısı Hayali Cahit Çocuk, evde büyüklerin olmadığı zamanlarda kız kardeşi Eser ile birlikte mahallenin bütün  çocuklarını toplayıp gösteriye hazırlanır.

Eser’ in kestiği biletlerle numaralı alçak kürsülerdeki yerlerine yerleşen mahallenin çocuklarına gösteriden önce bir ön konuşma yapar bizim Küçük Hayali.

Avluda hamam olarak kullandıkları yerin camlı penceresinden yapılacaktır gösteri. İçeride uygun ışıklar vardır. Vurulduğunda sesler çıkartan büyük bakır banyo kazandan efekt olarak faydalanılır.  

Karagöz oynatıcısı Hayali Cahit Çocuk kartondan kestiği, alaca bulaca boyadığı karagöz tiplerini ustaca hareket ettirir. Bunları gülünç sözlerle konuşturur. Çocukların attıkları kahkahalar onu mutlu etmeye yeter.

10 YAŞINDA DEDE OLUP SOKAK TİYATROSU YAPTI

Ben Cahit’in tiyatroya 12-13 yaşlarındayken tanığı olduğum provalarla başladığını sanırdım. Meğer o, tiyatroya 9-10 yaşlarındayken başlamış. Bunu şu günlerde açtığı, http://sarac.cahit.googlepages.com adresli sitesinden öğreniyorum. Daha fazlasını bilmek isterseniz bu siteyi gezmelisiniz.

Arkadaşımın bu siteden öğrendiğim en çocukluk yıllarındaki tiyatroculuğuyla ilgili bir anısını özetleyerek sizinle paylaşmak isterim.

“Güz mevsimi yağmurlarının  başladığı günlerde  sokaklarda Çömçe Gelin oyunu oynardık. Gelinin tahta iskeletini hazırlayarak yaşıtımız kızlara verirdik. Kızlar bunu giydirir, kuşandırır, başına bir gelin başı yakıştırırdı. 

Gelinin boynuna bir Çömçe (tahta kaşık) asardık. Çömçe gelinin sağ elinden bir erkek, sol elinden bir kız arkadaşımız tutardı. Sonra arkasındaki gurupla şen şakrak maniler söyleyerek yürüyüp  mahallemizde oturan ailelerin  kapısını tek tek çalar, isteklere başlardık.

Çömçe gelin ne ister

Bir kaşıkcık yağ ister.

Çömçe gelin ne ister

Birazcık şeker ister…

Çömçe gelin tuz ister, simit ister, salça ister. Komşular bu oyunda kendi çocukluklarını bulur, bize istediklerimizi fazlasıyla verirdi. Biz de topladıklarımızla bir arkadaşın evine gider orada yağlı köfte yoğurur, helva yapardık.

Yiyecekler hazırlanıp tadıldıktan sonra yeniden sokağa dökülürdük. Ben elimde değnek,  karnıma ve sırtıma  birer yastık koyup, başıma bir atkı sardıktan sonra “Dede” olur, topluluğun önünde göbek atıp coşkuyla oynayıp zıplarken birden yere yıkılır sözüm ona ölürdüm.

Karım rolünü üslenmiş olan kız arkadaş “Nine‘’ olarak ağlar, sızlar ağıtlar söylerdi. Sonra da hazırlanmış olan yiyeceklerden benim yani ölmüş dedenin ağzıma birer kaşık verilirdi. Ben de yemeğin etkisiyle birdenbire dirilir, çevreme şaşkın şaşkın bakardım. Dirildiğimi gören herkes sevinir, eller çırpıp oynardı. Oyunun başındaki şenlik aynı şekilde devam ederdi.”

12-13 YAŞINDA OYUN SAHNELEYEN TİYATROCU BİR ÇOCUK

Onun çocukluk yıllarındaki tiyatro uğraşının tanığıyım. Yıl kaçtı? 50’lerde filan olmalıydık. 12-13 yaşlarında çiçeği burnunda delikanlılardık. İkimiz ilk kez Halkevi’nin karşısındaki Milli Eğitim Bakanlığı Yayınevinde karşılaşmıştık.

Vitrinde gördüğüm bir kitabı almak için içeriye girmiştim. Başta Yunan klasikleri olmak üzere dünya yazarlarından oyun kitapları yayınlarde Milli Eğitim Bakanlığı.

Sık sık uğrar buradan kitaplar alır okurdum. Diyalog halinde yazılmış olan bu yapıtları okurken tiyatro oyunu izlemekten aldığım tadı alırdım. Adı “İp” miydi yoksa İbsen’in bir oyunu muydu o gün almak istediğim kitap tam olarak anımsayamıyorum.

Yayınevinin Müdürü Hüseyin Gül amcaya vitrini göstererek kitabın adını söylemiştim. O da raflara bakmış, bulamayınca vitrindekini çıkartıp bana uzatmıştı.

İlk kez orada karşılaştığım al yanaklı, tombul çocuk araya girmişti. Sesi kırıktı.

“O kitabı ben alacaktım…” demişti. Göz göze gelmiştik. Gülümsemiştim ona. O da gülümsemişti ister istemez.

“Bu kitabı almam şart değil,” demiştim. “Ben başkasını da alabilirim. Bunu sen al.”

Nasıl sevinmişti! Üst üste teşekkür etmişti. Artık arkadaştık. Yayınevinden birlikte çıktık. 50 metre kadar ötede, Şehitler Anıtının karşısındaki Sağlık Müzesine gitmiştik.

 O zamanlar müze değildi o yer. Boş bir dükkândı. Tiyatro çalışmaları yapan delikanlılar nasılsa ele geçirmişlerdi burayı.

Bir zamanlar ben de başka bir yeri ele geçirmiştim. İlkokul beş öğrencisiyken, Sakarya İlkokulu son sınıftan sıra arkadaşım Servet Buyuran’la…

Halkevi’ne bağlı adına “Kaman” denilen yerdi. Komün’ün farklı söylenişi miydi acaba Kaman? Kütüphane gibi kullanılırdı orası, DP Halkevini kapatmadan önce. Halkevi’nin şubesi gibi bir şeydi.

Halkevi kapatılınca buranın da kapısına kata kilit vurulmuştu. Oysa ne güzel okuma yazma kursları açılırdı erişkinler için orada. Kitap, gazete, dergi okumaya gelirdi insanlar…

Servet 12-13 yaşına bakmadan okuduğu Sait Faik öykülerine özenir, öyküler yazardı. Tek okuru da bendim. Yazdıklarından “Su sesi” adlı öyküsünü o kadar çok sevmiştim ki, “Neden ben böyle güzel bir şey yazamıyorum,” diye ağlamıştım.

Bir gün elinde bir tiyatro oyunuyla çıkagelmişti Servet. “Emiş’le Memiş”ti oyunun adı. Kendisi yazmıştı. Bunu oynamaya karar verdik ama çalışma yapacak yer yoktu. Aklıma Kaman geldi. Evimize yakındı. Arka sokaktaki penceresinden girmiştik. Günlerce gidip gelip çalışmıştık o oyuna. Ustasız çıraklardık…

İlkokulda da lisede de çalışkan bir öğrenciydi arkadaşım. Ailesi “Mühendis olacaksın!” diye sıkıştırmasaydı, sanırım iyi bir yazar olacaktı. Ailesine uydu, metalurji mühendisi oldu.

Sonradan Sağlık Müzesi olan yerde, çocukluktan gençliğe ilk adımını atanlardan oluşan iki gurup, tiyatro çalışırdı. Kısa zamanda hepsiyle de dost olmuştum. Gurubun birinin başında Cahit Saraç vardı, öbürünün önderi Mustafa Bakkaloğlu’ydu.

Mustafa, güldürü türü oyunları seviyordu. O nedenle Prof. Baha Dürder ile Haydar Ediskun ikilisinin Özyürek yayınları arasında yayınlanan, kim bilir kaç kuşak tarafından oynanan oyunlarını seçiyordu. Sonraları aynı yayınevi benim de bir çok kısa oyunumu içeren 4 piyes(!) kitabımı basacaktı.

Cahit, Bakkaloğlu’nun aksine klasik oyunlara ilgi gösterirdi. Bunların ilki bir Moliere oyunu muydu acaba? Yoksa Stainbeck’in Fareler ve İnsanlar”ı mıydı?

Bakkaloğlu, geleneksel Türk oyunlarını yaşatmaktan yanaydı. Oynadıkları oyunlara çok şey katardı. Örmeğin bir dişçi müşterisinin dişini çekmek için kazma, kürek, maşa, marangoz kerpeteni, testere vb kullanarak izleyenleri gülmekten kırıp geçirirdi.

Onun ekibi, çocukluk yıllarında birlikte yola çıktıkları arkadaşlarıyla yolları birbirinden ayrılmadan yıllarca birlikte tiyatro yaptılar. Kimlerdi bunlar? Adları aklımda kalanları sayabileceğim ancak:

Cabir Tekin, Hüseyin Döler, Feyzi Dişçi, Ali Emre, Ömer Eğitmen, Sabahattin Kazanaslan…

Gaziantep Şehir Tiyatrosu ile özge tiyatrolarda, kişisel girişimleriyle ramazanlar boyunca oynadığı oyunlarla Hüsnü Alan da orta oyunu geleneğini sürdürerek üstün performans gösterenlerdendi.

Gaziantep’imizin bu iki tiyatro adamı, sanatlarını kentimizde değil de İstanbul’da yapsaydı, sanırım ki İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Ferhan Şensoy vb önemli tiyatro adamına nasip olan simgesel “altın kavuk” onların başında da yerini alırdı.

CAHİT SARAÇ’IN ÖZ YAŞAM ÖYKÜSÜ

Yeri gelmişken Cahit Saraç dostumun öz yaşam öyküsünü burada araya sıkıştırmalıyım. Onunla ilgili anılarımızı bundan sonra sürdürürüz yine.

20.8.1939’da Gaziantep’in Kale altı semtinde doğdu “Antep savunması”nda “Telgrafhane”nin olduğu yerda açılan Şehit Şahinbey ilk okulunda okudu. Orta okulda Milli Eğitim Bakanlığınca yayınlanan klasik tiyatro yapıtlarının yaman izleyicilerindendi. 

O yıllarda Moliere’ in Cimri; Friedrich von Schiller’in Wilhelm Tell adlı oyunlarını sahneye koydu. Shakespeare’in Othello dramında oynadı. Daha lise öğrencisiyken bile okul dışında tiyatro sevgisini yaygınlaştırmak için olağan üstü çabalar gösterdi. Gaziantep Kültür Derneği Başkanı Avukat Hulusi Yetkin’in ısrarı ile Gençlik Tiyatrosu’nu kurdu, çevre illere turneler düzenledi. 

’Gaziantep’e  bir Turist geldi oyununu yazdı, sahneledi, oynadı. Büyük beğeni ile izlenen bu oyunu futbol sahalarına kadar soktu.

Oğuzeli Küçük Karacaviran köyünde öğretmenlik yaptığı yıl Milli Eğitim Müdürlüğünün izni ile köy seyirlik oyunlarını tanıtıp sevdirdi.

Lise öğreniminin bir bölümünü Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesinde okudu. Bu dönemde Eugene O’ Neill ‘ in “Araya giren garip Oyun” ile “Altın” adlı oyunlarını sahneledi.

Arkadaşlarının ısrarı üzerine kaydını Malatya lisesine aldırdı. Burada da bir çok oyunda oynadı. Halk Eğitimde tiyatro kursları düzenledi.

Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi Gazetecilik Bölümünde Burhan Felek ve Haldun Taner’in öğrencisi oldu. 3’üncü sömestrde İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarının açtığı oyuncu sınavını kazandı.

Türk tiyatrosunun büyük ustası Muhsin Ertuğrul’un teşviki ile Theater Wissenscaft (Tiyatro İlimleri sahneye koyuculuk bölümünde okumak üzere Almanya da Köln üniversitesine devam ederek profesör Badenhausen’ in en başarılı öğrencileri arasına girdi.

Üniversitenin de onayını alarak akşamları Köln Şehir Tiyatrosunda çalışmalarını sürdürdü. Bu arada Almanca konuşarak Almanya’da III. Richard, Don Carlos, Dr.Faustus gibi bir çok oyunda oynadı. 

1967 de Fernando Rojas ‘ın yazdığı Celestina adlı oyunu hazırladı. Bu oyun Doğu Berlin’de festivalin en iyi oyunu seçildi. Aynı dönem içinde on ay İ. Polley Teknik Film Şirketinde rejisör olarak çalıştı.

1968 yılında yurda döndü. Askerliğini K.K.K. Ordu Film Merkezinde yaptı. Burada 501 numaralı hücre adlı filmin tamamlanmasından sonra terhis olup tekrar Almanya ya döndü. Bir süre Reji çalışmaları yaptıktan sonra asıl hizmet vermesi gerektiğini düşündüğü Gaziantep’e döndü.

Gaziantep Belediye Şehir Tiyatrosu için inşaatından başlamak üzere çalışmalara başladı. 1971 yılında başladığı Gaziantep Belediye Şehir Tiyatrosu Müdürlüğü boyunca sayısız oyun sahneye koydu.

Muhsin Ertuğrul Cumhuriyet Gazetesinde onun için yazdığı yazılarda tüm şehirlerin Gaziantep’i izlemesini salık vererek işte size’’ Bölge tiyatrosu olarak başarılı bir örnek’’ diye övgü dolu yazılar yazmıştı.

Cahit Saraç’ın Gaziantep Şehir Tiyatrosunda sahneye koyduğu oyunlar: Fadik Kız, Teneke, Keşanlı Ali Destanı, Öfkeli 12 Adam, Aslan Asker Şvayk, Kerpiç Memet, Sırça Kümes, Müfettiş(Düzenbaz), Cephede Piknik, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım Nafile Dünya vb…

Saraç kendi koyduğu oyunlar dışında ayın belli günlerinde değişik tiyatroları: Kenterler, Ulvi Uraz, Devlet Tiyatroları, Meydan Sahnesi, Türk Yazarlar Birliği Tiyatrosu gibi saygın tiyatroları davet ederek Gaziantep seyircisinin değişik oyunlar izlemesi için olağan üstü uğraşılar verdi.

Ciddi tiyatro geleneğini sürdürmeyi ilke edinen ve birbirinden güzel oyunlar sahneye koyan Saraç, ilkelerine uymayan emrivakileri kabul etmeyerek üç yıl çalıştıktan sonra istifasını verip GŞT’den ayrıldı.

Saraç, kendisine önerilen Ankara Altındağ Devlet Tiyatrosu Müdürlüğünü kabul ederek başkente yerleşti. Burada birkaç yıl çalıştıktan sonra 1976 da girdiği Ankara T.R.T Film Seslendirme Müdürlüğünde yıllarca “Seslendirme Yönetmeni” olarak çalıştı. Birçok dizilere, sayısı yüzlerle anılabilecek filme imzasını atarak 2004 yılında Emekliye ayrıldı.

NAKIP SİNEMASINDA İKİ OYUN

Biz yine dönelim onun daha çocukluk yıllarında başlayan tiyatro etkinliklerine. Cahit Saraç’la Mustafa Bakkaloğlu’nun gurupları iki zıt kardeşti sanki. Uzun yıllar birbirlerinden kopmadan, ayrı havalarda çalan oyunlar hazırladılar. Hazırladıkları oyunları Dernek Başkanı Hulusi Yetkin’in gözetimiyle Kültür Derneği Gençlik Tiyatrosu etkinlikleri olarak Nakıp Sinemasında oynadılar.

Bu gösterilerin ilkinde, en ön sı­ra­da yer alan se­yir­cile­rin­den­dim. Oyunla ilgili broşür şöyleydi:

Oyun: PARA DELİSİ                                                                

Yazan :  Yunus Nüzhet Onat

Sahneye Koyan : Cahit Saraç
Cimri (Mestan) ……………………  Cahit SARAÇ                      
Mestanın oğlu Ali…………………. Mustafa ELAGÖZ            
Mestanın karısı (Hatice)……….…  İzzet GÜLPINAR
Dr.Mansur (Mestan’ın kardeşi)..... Salman ÖZÇALIŞKAN
Salamon………………………,……. Mahmut TÜRKMEN
Tahsildar …………………………..  Sabahattin KAZANASMAZ
KERİM ………………….………….   Tekin OKÇU
Mestan’ ın Ruhu…………..……      Asım TUTÇU
Salamon un ruhu…………….…     M.ümtaz ZİREK
Melek…………………………….….  Fikri   ÖZTAN
Mansurun  arkadaşı………………. Ahmet BAYAZ
ZEBANİ……………………………… Ahmet TAŞAR

Birin­ci per­de­yi iz­le­dik. Bir ara Ca­hit elini ken­di en­se­sin­de şap­la­ta­rak ha­ya­li bir sine­ği av­la­dı, izleyenleri gül­dür­dü.

Unu­tul­du bu sı­ra­dan esp­ri. Aslında Cahit böyle esprileri banal bulur, kullanmazdı ama o gece kimbili hangi amaçla yapmıştı bunu.  Da­ha güzel şey­ler de yap­tı oyun­cu­lar sonra.

Şimdi sıra Bakkaloğlu gurubunun oyunundaydı. Onların oyununun adı “Berber Vakkas’tı adı. İki oyun ara­sın­da ken­dile­rini kut­la­mak için sah­ne ar­ka­sı­na koş­tum. Gör­düğüm man­za­ra­ya güle­yim mi, ağ­la­ya­yım mı şaş­tım.

Bak­ka­loğ­lu, Ca­hit’in üs­tüne üs­tüne atı­lı­yor, ya­ka­sı­nı tut­ma­ya ça­lı­şı­yor, bir yan­dan da ha­ya­li sinek av­la­ma sah­ne­sıni anım­sa­ta­rak, ba­ğı­rı­yor­du. ‘Esp­rimi çal­dın, esp­rimi çal­dın!..’ Cahit’se gülüp gülüp gidiyordu.

Bu iki gurubun Sağlık Müzesinden sonraki aşamaları, birlikte Sanat Sevenler Derneğini kurmalarıydı. Sadece çiçeği burnunda delikanlıların derneği değildi bu dernek. Aralarında o yıllarda kentimizde görev yapan Çalışma Müdürü, Çalışma Müfettişi gibi tanınmış şairler, edebiyatçılar vardı.

Dernek için kiralanan yer, o sır­alar­da Kâ­mil Ağa­ya ait Gül Sa­zının arkasındaki bir bölümdü. İlginç bir rastlantı, burası daha sonra Gaziantep Şe­hir Tiyat­ro­su olarak inşa edildi. Cahit Saraç, Elvan Atay, Süleyman Kılıç gibi tiyatro aşıkları, uzun sayılabilecek dönemler boyunca burada etkinliklerde bulundular.

Elvan Atay ile Süleyman Kılıç dönemlerini da ayrı birer yazı konusu yapacağımdan bu iki önemli tiyatro komutanından burada uzunca söz etmeyeceğim.

PROVA PENCERESİNDEN TÜRKİYE TV’LERİNE, SİNEMALARINA

Cahit’le arkadaşları burada oynayacakları oyunun provasını yaparken odanın penceresine oturup, onları ilgiyle izleyen bir çocuk vardı. Kim bilir hangi hülyalar içindeydi çocuk… “Bir çocuk rolü çıkar mı? Onu da bana verirler mi” umuduyla hiçbir çalışmayı kaçırmazdı. Nasılsa hiçbir zaman ona göre bir rol çıkmadı. Ama yıllar sonra o çocuk Türkiye genelinde öyle bir rol üstlendi ki, başarısı tüm ülkeyi sardı.

Kendine emek verip, yaşıyla birlikte sinema, tiyatro tutkusu, bilgisi, becerisi de büyüyen o çocuk, Ülkemin TRT’den gururla izlediği “Ku­ru­luş… Cum­hu­riyet… dizile­rinin yö­net­me­ni Ziya Öz­tan oldu.

O dönemde Turgut Özakman’ın “Güneş’te 10 Kişi” oyununu mu hazırlıyordu acaba Bakkaloğlu gurubu da?.. Bu oyunu çok severim. Güneş adlı gazetede çalışan mesleğine saygısı, yurduna, ulusuna sevgisi olan idealist on gazetecinin, reklam verilerini kesme tehdidiyle gazeteyi istedikleri platforma çekmeye çalışanlarla savaşını anlatan bir oyundu.

Her iki oyundaki bütün roller de erkeklerindi. O zamanlar bayan oyuncu bulmak zordu. Geldiğimiz bugüne bakıyorum da mutluluk içinde gülümsemekten kendimi alamıyorum. Günümüzde oyunlarda oynamak isteyen bayanların sayısı erkeklerinkinden fazla da onun için.

NELER GELDİ BAŞLARINA O MARAŞ TURNESİNDE!

O yıllarda bu gruplar tur­ne­ye çık­ma aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Cahit’in ekibi daha gözü kara davranıyor. En ya­kın il olan Ma­raş’tan iş bağlıyorlar.

Cahit’le arkadaşları Para Delisi adlı oyunla Turnaya çıkmaya karar verir.

Ömer LÖK ve yardımcısı Durdu Saydam  profeyonel müzisyen olmalarına karşın bu oyunu seslendirmek için karşılık beklemeksizin ekibe katılmıştır.

Ahmet Bayaz, Mahmut Türkmen’le oyunun tekstlerini alarak Kahramanmaraşa hareket eder. Orada oyunun oynanacağı sinemanın kiralanması, emniyetten izin alma, Belediye hoparlöründen oyunun duyurusu, afişlerin dağılması gibi önemli işleri çözümler, aynı günün akşamı  da döner.

Ahmet orada Arif Erenler adında bir Öğretmen ile tanışmış. Arif aynı zamanda yerel bir gazetede muhabir olarak çalışıyormuş. Çevreyi iyi tanıdığından bizimkilere çok yardımcı olmuş.

Ertesi günü oyunun müzik işlerini üstlenen Ömer Lök çok samimi olduğu bir otobüs sahibine durumu anlatmış. Hatır için benzini karşılayacak bir ücretle ekibi Kahramanmaraş’a götürecekler. Her şey tamam. Dekorlar yüklendi herkes ilk kez turneye çıkmanın heyecanını yaşıyor.

Öykünün gerisini Cahit’ten dinliyoruz:

“Otobüsten iner inmez bizi gazeteci-öğretmen Arif Erenler  karşıladı. Her şey hazırdı. Bir an evvel salonu ve sahneyi görüp yerleşmemiz gerekiyordu. Öyle de yaptık. Bir aksaklık olmadı. Arif kendi çevresi için aldığı biletlerin ancak kırk tanesini satabilmişti. Karşılığını hesaplayıp gişe işlerini üslenen ekibimizdeki Mahmut Türkmen’e hemen ödedi.

Oyunu oynayacağımız Yıldız Sinemasının karşısında Öğretmenler Lokali var. “Birer çay içeriz, atmosfer değişikliği de iyi gelir,” düşüncesiyle tüm ekip oraya gittik.

Sadece bende değil, hepimizde “Bilet satışları ile durumu karşılayabilir miyiz?” kaygısı hakim. Biz bu kaygılar içinde sinemaya dönerken bir delikanlı yanıma yaklaştı. Benim tiyatro ekibinden olup olmadığımı sordu. Olumlu yanıt alınca anlatmaya başladı. Tiyatroyu çok seviyormuş ama ailesi buna karşıymış. Tiyatro Eğitimi almak ve  bu mesleğe katılmak için neler yapmak gerektiğini merak ediyormuş. Acaba kendine yardımcı olabilir miydik?

Adı Ertan’mış. Çok saygılı davranıyordu. Türkçesi o kadar akıcı, berrak oyunculuğa o kadar yatkın bir kişiliği vardı ki, duygularımı salkıyamadım. O da tiyatroya karşı saygısını saf niyetlerini açığa vurmakla yetiniyordu..

“Benim de size bir yardımım olabilir mi?” diye sordu. Kapıda görevli olan Mahmut Türkmen arkadaşın oyunda görevli oluşu ve makyaj olayını da düşünerek onu strese sokmamak için kapıda bilet kesici olarak durabileceğini ve bu konuda yardımcı olabileceğini söyleyince razı oldu.

Oyun başlamasına çok az kalmış. Oyuncular kendilerini fark ettirmeden gizlice perde yanından salona bakıyorlar. Bakamayanlar birbirlerine seyirci durumunun nasıl olduğunu soruyor. Çok güzel!.. Arkadan bir kaç sıra eksik kalmış. Olsun. Olacak o kadarı. Yüzler gülüyor…

Perde açıldı, her şey yolunda gidiyor.  

Oyun alkışlarla bitti. Hepimizde bir sevinç… Alkışlar alkışlar…perdeyi defalarca açıp açıp kapattık. Seyirciler gitmiyor. Yerinden kalkan yok. Sonra hep birden .”Dansöz dansöz dansöz!..” diye tempo tutulunca birbirimizin yüzüne bakıp öylece donup kaldık.

Bize Kahramanmaraş’ta canla başla  yardımcı olan Öğretmen Arif’i kulise çağırdım. “Arif bey ne istiyor bunlar?

Arig üğzgün. “Kahramanmaraş seyircisini böyle alıştırdılar, Olay çıkarabilirler. Şaka değil… Patırtı çıkmadan ne yapabiliriz, onu düşünelim.”

Bütün ekip şok olmuştuk. Arif hemen atıldı “Şansımızı deneyeceğiz,” dedi. “İnşallah Müşir Bey yerindedir. Mahmut benimle gelsin” Mahmut ile birlikte telaşla çıkıp gittiler. Aradan on dakika geçmeden Arif Kulise daldı “Tamam hallettim…” diyordu. Yanındaki kadın mantosunu yan sahneye acele asınca, üzerindeki hazır kostümü ile bir dansözle karşılaştık.

“Müzik hazır mı?” Müzik Şefimiz Ömer’de gözlerimiz. Ömer çaresiz, bize baktı, sonra isteksizce müzik elemanlarını başına topladı.

Arif perdeyi yırtarcasına açıp. Seyircilere:

“Huzurlarınızda Dansöz Semra!” diye takdim edip hemen tekrar içeri girdi.

Olup bitenlerin şaşkınlığı içindeydik. Arif açıklama yapma gereği duydu. Hemen yüz adım ötede arkadaşı Müşir’ in Pavyonu varmış. Patrona, “Başımıza böyle böyle bir iş geldi,” diye anlatınca Müşir Bey “Telaşlanacak ne var bunda Arif” diye omzuna elini atmış “Programı biten Semra gitsin, halletsin.”  

“Abi bunlar gencecik çocuklar. Hepsi öğrenci, idealist tiyatrocular. Ücreti karşılayamazlar,” deyince Müşir “Senden para isteyen mi var!” demiş. Arkasından da “Tanrı belasını versin bu bizim seyircilerin!” diye homurdanmış!

Dansöz hanım beşer dakikalık iki değişik kıvrak oyun ile programı bitirip alkışını aldıktan sonra üzerine Mantosunu geçirip hepimize gülümseyerek çıkıp gitti. Biz de üzerimizdeki oyun kostümlerimizi çıkarıp makyajlarımızı sildikten sonra hesaba oturduk.

Kuruş kuruş hesap ettikten sonra eldeki paranın sadece 190 lira olduğunu gödük. Sinemanın sahibi de yanımızda anlaştığımız ücret olarak. 175 lirasını bekliyor. Hemen parasını veriyoruz. elde kaldı 15 lira! hepimizde bir şaşkınlık var. Hesapta yanlışlık olmasın? Salon dolu idi. Nasıl olur?..

Tiyatro aşkı ile dolu Ertan isimli genç geldi aklıma. Sahi neredeydi o? Kafamda şimşekler çaktı Ancak o zaman uyandım. Dolandırılmıştık. Yapacak bir şey yoktu, Gecenin saat biri. Gaziantep’e araba da bulunmaz  o saatte.

Cebimizde otele verecek para bile yok. Arif gene bize moral veriyor: “Ayıp yahu, bizim ev ne güne duruyor?.Haydi doğru bize gidiyoruz.”

Sabah güneşi üzerimize doğmadan uyanıyoruz. Nasıl yorulmuşuz. Daha yeni yeni fark ediyoruz Eşyalarımızı toparlayıp Garaja gidiyoruz. Yol parasını borçlanıyoruz Arif’e.

İSTANBULU EZBERLİYORUZ CAHİT’LE

Cahit Saraç bu serüvenden sonra sadece Lise Tiyatro kollarınca hazırlanan oyunlarda oynayacaktır. Çocukluk, ilk gençlik yıllarının tiyatro serüvenleri sona ermiş, yüksek okulda öğrenim görme dönemi başlamıştır.

Cahit bir süre İstanbul’da Üniversitesinde okudu

O günler­de Ben İstanbul’da öğretmenlik yapıyorum. Sık sık buluşuyoruz. İs­tan­bul so­kak­la­rı­nı ez­ber­liyo­ruz. Yanımızda Cahit’in kadim arkadaşı Baha Targün de var. Spor içim diyor ama belli ki tasarruf için her gün yürüye­rek gitip geldiği me­sa­fe­le­ri an­la­tı­yor Cahit.

İstanbul kazan biz kepçe… Kâbe’yi ziyaret eder gibi, tiyatrolarını dolaşıyoruz İstanbul’un. Fatih Tiyatrosu’ndan çıktık. Gülüşerek yürüyoruz. Yağmur yağıyor. Okumaya aldığımız gazeteyi bölüşüyoruz. Başımıza tutup yağmurluk yapıyoruz onu.

Yağış, hamura döndürüyor yağmurluklarımızı. Olacak gibi değil. Bir bankanın saçağı altına sığınıyoruz. Bankanın bekçisi ne aradığımızı soruyor bize. Bir yalan atıyoruz. Tiyatro yazarı Ahmet Kutsi Tecer’in evini aradığımızı söylüyoruz.

Yüzü ışıklanıyor bekçinin “Ben biliyorum evi,” diyor. Canım, saf Anadolu çocuğu. Bankayı beklemeyi bırakıp önümüze düşüyor. Bir sokak ötedeki bir eve götürüyor bizi. Zili de kendi eliyle çalmıyor mu?

“Sen git artık, teşekkür ederiz,” diyoruz. Niyetimiz o gidince hemen tüymek. Bekçi gitmez de gitmez. Sanki kutsal bir emaneti teslim edecek komşusu tiyatro yazarına.

Soğuk terler döküyoruz biz. Ne diyeceğiz şimdi kapı açılırsa? Neyse ki kapı açılmıyor. Evde yok ev sahibi. Bir kez daha teşekkür ediyoruz bekçiye. “Bugün kısmet değilmiş,” diyoruz. “Evi öğrendik ya, biz sonra yeniden geliriz.”

Böyle yaramazlıkları çok Cahit’in. Orta okul yıllarında iken, Lise bahçesinde kümes hayvanları besleyen öğretmenleri Sacit beyin tavuk yumurtalarını aşırır arkadaşlarıyla. Bununla da kalmaz bir gün tavukları da götürürler.

Kendilerine zayıf not vermesin öğretmenlerden biri, yandı! O gün muhakkak cezalanacaktır o öğretmen. Cezası gece boyunca evinin kapısının zilinin çalınıp kaçılmasıdır. Hem de bir kez değil, üç kez değil, beş kez… Sonunda sinirinden ağzı köpürecek, zilin kablosunu söküp atacaktır öğretmen.

İstanbul serüvenimiz bitmiyor. Ben Çatalca’nın Hisarbeyli köyünde öğretmenlik yapıyorum. Her hafta sonu İstanbul’dayım. Arkadaşlarla buluşuyorum.

İstanbul Be­le­diye Konservatuarının aç­tı­ğı tiyat­ro sı­na­vı­na giriyo­ruz bir gün. Ca­hit, arkadaşı Ba­ha Targün, Ba­ha’nın iki kız kardeşi, ben… He­pimiz de ka­za­nı­yo­ruz na­sıl­sa. On­lar giriyor kon­ser­va­tua­ra. Ben vazgeçemi­yo­rum kö­y öğ­ret­men­liğim­den.

BABASI ONU MAKİNE MÜHENDİSİ OLSUN DİYE ALMANYA’YA YOLLADI…

İstanbul’daki fakülte yıllarından sonra yine Gaziantep’tedir Cahit. Babası Şakir Saraç’ın bir ideali vardır. Oğlunu mühendis olarak görmek… Bunun için hiç bir fedakârlıktan kaçınmayacaktır. Bütçesini aşsa bile onu Almanya’ya “mühendislik tahsil etsin” diye yolcu eder. O yıllarda Şakir baba, Şıra hanında esnaftır.

Yıllarca yolunda giden işer çağın gereği insanların artık kuru üzüm, kuru incir, sucuk, bastık, yün, gibi ürünlerden uzaklaşmaya başlamasıyla bozulacaktır. Cahit’le zaman zaman uğradığımız, hanın ikinci katındaki ekmek teknesini yürütme savaşından uzun yıllar vazgeçmeyecektir Baba.

Cahit, Avrupa’da dört yıl okur. Mühendislik öğrenimi görür ama Makine mühendisliği, inşaat mühendisliği değildir bu. Tiyatro mühendisliğidir.

Avrupa dönüşü askerliğini de yapıp baba evine dönen, baş göz edilip yurt yuva sahibi yapılan Cahit Saraç’a artık uygun bir iş gerekmektedir. Bu iş için ya başkenti ya İstanbul’u seçecektir. Ne var ki, kader oyna bir sürpriz hazırlamıştır.

Gaziantep dışına giderek aileden kopmasına gerek yoktur. O yıllarda belediyenin tiyatro inşaatı başlamıştır. Buraya uygun bir yönetici aranmaktadır. Bu iş için de Cahit Saraç biçilmiş kaftandır.

Cahit artık Gaziantep Şehir Tiyatrosunun hem müdürü hem yönetmeni hem de oyuncusudur. Alel-acele bir kadro oluşturur. Zamanın profesyonel oyuncularına taş çıkartan bu amatör kadroda profesyonel olarak çalışmış tek kişi Dilaver Uyanık’tır. Dilaver’i o yıllardaki parmak ısırtan oyunlarından anımsayamazsanız,  Zerda dizisindeki Zerda’nın babası rolünden muhakkak anımsarsınız.

Bu güzel insan, Gaziantep Şehir Tiyatrosu dağılınca başkente giderek TRT’de seslendirmede çalışmış, daha sonra İstanbul’a göçerek bir çok filmde önemli rollerde oynamıştır. 1938 yılında doğan Dilaver, yakalandığı kansere yenik düşerek 27 Ağustos 2004 aramızdan ayrıldı.

Gaziantep tiyatrosunun kendisine daha çok ihtiyacı vardı. Onun da Gaziantep tiyatrosu için uzun düşleri vardı. Gidişi bizleri acıya boğdu.

Cahit Saraç döneminde başarı gösteren öbür Şehir Tiyatrosu oyuncularını şöyle sıralayabiliriz:

Hüseyin Demirdelen, Fatih Yücel, Güler Akarçay, Hüsnü Alan, Celal Uçar, Ali Çavaz, Necati Kürümlüoğlu, Sabiha Tokat, Hüseyin Akkaya, Mithat Kaleoğlu.

Bayan oyun­cu bul­mak­ta zor­la­nı­lan uzun dönem hâlâ yaşanmaktadır o yıllarda da. Bu ne­den­le ken­di eşine ve­riyor ba­yan rol­le­rin­den birini Müdür bey. Oyun başarı ile sürüyor. Her şey yo­lun­da gö­rünüyor. Bir ak­şam te­lâş­la be­ni arı­yor Ca­hit.

“Aman Fevzi, Gül­ten’i (eşim) al, tiyat­ro­ya gel! İve­di!..”

Ne olup bit­tiğini an­la­ya­ma­dan ko­şu­yo­ruz tiyat­ro­ya. An­lı­yo­ruz ki, o ge­ce Ca­hit’in eşinin, an­ne­siy­le ba­ba­sı­nın tiyat­ro iz­le­ye­si tut­muş. “Bizim damat neler yapıyor, bir görelim,” demiş olmalılar. Tu­tu­cu mu tu­tu­cu bir aile. Kız­la­rı­nın sah­ne­ye çık­tı­ğı­nı an­la­sa­lar par­ça­lar­lar onu da, kocasını da...

Rol küçük za­ten. Ez­ber­len­me­si ge­re­ken faz­la bir şey yok. Gül­ten teks­te bir iki göz atı­yor, ha­zır ol­du­ğu­nu söy­lüyor. Rast­lan­tı­nın bu ka­da­rı da ol­maz ar­tık. O ge­ce Gül­ten’in an­ne­siy­le ba­ba­sı­nı da se­yir­ciler ara­sın­da gör­mez miyiz?

Bu kez Gül­ten’de atı­yor mu şa­fak? Za­ten Cep Tiyat­ro­su de­ne­memiz­de bir hay­li pa­pa­ra ye­mişiz on­lar­dan... Ca­hit bu­na da çö­züm bu­lu­yor. Gül­ten’in oy­na­dı­ğı sah­ne­de ışık­lar iyice kı­sı­lı­yor.

Gül­ten yüzünü se­yir­ciye dön­me­den oy­na­ma­ya ça­ba gös­te­riyor. Ney­se ki bir so­run çık­ma­dı o gece. An­ne­siy­le ba­ba­sı onu ta­nı­ya­ma­dı mı, yok­sa ta­nı­dı da hoş­gö­rülü mü dav­ran­dı­lar, an­la­ya­ma­dık.

Bir ara kayıpeder Kemal Aldaş, kayın valideme eğilip fısıltıyla soruyor.

“Bayan rolünü oynayan kız bizim Gülten değil mi Şakire?”

Suçumuza ortak oluyor kayın validem. Ayıbımızın üstünü örtüyor.

“Beee, ne Gülten’iymiş anam… Senin gözlerin çatallamış.”

“Tuhaf, ne kadar da benziyor.”,

ORALOĞLUNA DAR OLDU GAZİANTEP ŞEHİR TİYATROSU

Arada bir konuk tiyatrolar da paylaşıyor Gaziantep Şehir Tiyatrosu sahnesini. Bunlardan biri de Lale Oraloğlu Tiyatrosu olmuştur. İstanbullu yıllarımdan iyi tanırım Oraloğlu’nu. Kaçırmamışımdır hiçbir oyununu. Kötü Tohum. Karanlığın İçinden, Büyükbaba, Polyanna, Çocuklar ve Büyükler, Noktacık, Kadınlar I-ıh derse adıyla dilimize aktarılmış olan Aristophanes'in Lysistrata’sını, Anna Frank’ın Hatıra Defrerini kim bilir kaç kez izlemişimdir. Avuçlarımı patlatırcasına ayakta alkışlamışımdır onu.

Ne var ki Lale hanımın Gaziantep’e gelişi amaçlıdır. Bir taşra kasabası olarak gördüğü Gaziantep’e kapağı atıp burada maaşına bakarak rahat etmektir niyeti.

Bunu gerçekleştirebilmek için Başkan Esat Kaya Turgay’la görüşmeler yapıp olur almış. Oraloğlu’nun en büyük şanssızlığı Ga­zian­tep tiyat­ro­ se­ver­le­rine. Bol bal­dır ba­cak gösterili bir Fran­sız bul­var skeci ile gelmiş olmasıydı.

Eğer İstanbul’daki, sanat camiasının takdirlerin kazanan oyunlardan biriyle gelseydi, karşısında değil, yanında olurduk. Sanatçının Gaziantep izleyicisini müstehcen sayılabilecek bir oyun sunarak horlamasına isyan ediyoruz. Oyun ge­ce­si, gös­te­rid­en son­ra­ bir açık otu­rum düzen­liyo­ruz. La­le ha­nı­mı ara­ya alı­yo­ruz.

La­le ha­nım açık otu­rum­da çok kö­tü ol­du. İs­te­ğin­den vaz­geç­ti. Er­te­si gün, Be­le­diye Baş­ka­nıy­la bile ve­da­laş­ma­dan ekibini alıp git­ti.

Ga­ziantep Be­le­diye Şe­hir Tiyat­ro­sun­da hem müdür­lük, hem oyun yö­net­men­liği yap­ma­yı sür­dür­dü Ca­hit Saraç. Gö­re­vin­den ayı­lır­ken yap­tı­ğı jes­ti ben ya­pa­maz­dım doğ­ru­su:

Ço­cuk­lu­ğun­dan be­ri birik­tir­diği 1000’i aş­kın oyu­n ile tiyat­roy­la il­gili kita­bı­nı Gaziantep Şehir Tiyatrosu’na ba­ğış­la­dı. Şimdi hiç birisi or­ta­­da yok o kitap­la­rın. Keş­ke ba­ğış­la­ma­say­dı da ken­disin­de kal­say­dı...

Devlet Tiyatroları, Cahit’in Ankara’da da oyunlar sahnelemesi için Gaziantep Belediyesinden onay istediği yıl Gaziantep Şehir Tiyatrosu kapatıldı. Bunun üzerine Devlet Tiyatrolarının teklifini kabul eden arkadaşımız başkente göçtü. Onun Gaziantep’te Tiyatronun geliştirilmesi için önemli projeleri vardı. Ne yazık ki kendisine bu fırsat tanınmadı. Kaybeden Gaziantep oldu.

 Cahit, bir süre Devlet Tiyatrolarının Altındağ Sahnesi Müdürlüğü ile yönetmenliğini yaptı. Daha sonra girdiği TRT Ses­len­dir­me Yö­net­me­nliğinde uzun yıllar çalıştı. Buradan emek­liye ay­rıl­dı.

Şimdi İzmir’in şirin bir tatil beldesindeki yazlık evinde anılarını yazarak, tiyatrosoz emekliliğin buruk keyfini çıkartıyor.




Paylaş      
Yorumlar

Bu Haber Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 360
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 


    Güncel Haberler     En Çok Okunan Haberler
Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
Hangisi Karısı, 5. Sezonunda!
    Tüm Haberler

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Haberler
    Bu haberin yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer haberler aşağıda listelenmiştir...

  • Tiyatro Z'de bu hafta (4/13/2009)
  • Ankara'nın 60 yıllık Sanat Kurumu yakıldı (4/13/2009)
  • 25. Genç Günler'de Atölye Çalışmaları (4/13/2009)
  • İstanbul Spontanite Tiyatrosu, 4 Mayıs'ta Afife Jale Sahnesi'nde (4/13/2009)
  • İstanbul Modern'de 4 gün boyunca Çocuk Şenliği (4/13/2009)
  • Tiyatro Eleştirmenleri Melih Gökçek'ten Hesap Soruyor (4/12/2009)
  • TİMİS Oyuncuları'ndan; Saatleri Ayarlama Enstitüsü (4/11/2009)
  • Eskişehir Şehir Tiyatroları'nın Yeni Projesi, Okuma Tiyatrosu (4/11/2009)
  • İstanbul Devlet Tiyatrosu, Anadolu Yakası'nda (4/11/2009)
  • Gaziantep Tiyatrosu'nda Ca­hit Sa­raç'lı yıllar (Fevzi Günenç) (4/11/2009)
  • Oyun Sahnesi Tiyatrosu'ndan Boyacı (4/11/2009)
  • Mersin Lisesi Tiyatro Topluluğu Cimri'yi oynadı (4/11/2009)
  • Devlet Tiyatroları 60. Yılda 60 Sahne Hedefine Hızla İlerliyor (4/11/2009)
  • Kadıköy Sanat Tiyatrosu'nda Striptiz ! (4/9/2009)
  • Kıbrıslı Mağusa Sanat Tiyatrosu, Terminal adlı oyunla Kadıköy'de (4/9/2009)
  • Ustalara Saygı Toplantısı, Ferruh Doğan için... (4/9/2009)
  • Tiyatro Anadolu'dan; Beş Para Etmez Varyete (4/9/2009)
  • İstanbul Devlet Tiyatrosu, Üsküdar Tekel Sahnesi Açılıyor (4/9/2009)
  • Lions Tiyatro Ödülleri, Samsun Sanat Tiyatrosu'nun Diriliş oyununu ödüllendirdi (4/8/2009)
  • Kürt Tiyatrosunda farklı bir grup, farklı bir oyun, farklı bir deneyim (4/8/2009)
  • Muhabir, Anadolu'yu Dolaşıyor (4/8/2009)
  • Persona Tiyatrosu; And God Said - Ve Tanrı Dedi Ki adlı oyun ile 28-29-30 Mart'ta Garajistanbul'da (4/8/2009)
  • Koç Üniversitesi'nde Tiyatro Festivali Başlıyor! (4/8/2009)
  • Altınok Tiyatrosu, Nisan 09 Çocuk Oyunları Şenliği (4/8/2009)
  • Meydan-ı Sühan Oyuncuları, Çene Yarışı ile İzmir'de (4/8/2009)
  • Ve Sanat Tiyatrosu Sahnelerde... (4/8/2009)
  • Kuranderde Kalanlar'ın bu haftaki konuğu; Sezai Altekin (4/8/2009)
  • 25. Genç Günler Kapsamında Ayça Telırmak Anısına Liselerarası Tiyatro Buluşması Gerçekleşecek (4/8/2009)
  • Samsun Devlet Tiyatrosu açıldı (4/7/2009)
  • Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri 2008-2009 için adaylar belli oldu ! (4/15/2009)
  • Yastık Adam, Türkiye'de (4/7/2009)
  • Bir Şehnaz Oyun, TRT'de (4/7/2009)
  • Küçükçekmece Cennet Kültür ve Sanat Merkezi - Nisan 09 Tiyatro Oyunları Programı (4/7/2009)
  • Şehir Tiyatroları'nda Çizgi Roman Atölyesi (4/7/2009)
  • Kendi Gök Kubbemiz (Mehmet Nuri Yardım) (4/8/2009)
  • Yahya Kemal’e Şehir Tiyatroları’nda Sansür! (Mehmet Nuri Yardım) (4/8/2009)
  • Tiyatro Simurg Bartin Festivali'nde (4/6/2009)
  • Kralın Istanbul’da son oyunu (4/6/2009)
  • Şehir Tiyatroları’nın Ortak Projesi Mucize (Miracle) Seyircisiyle Buluşuyor (4/6/2009)
  • Sahnetozu Tiyatrosu'ndan Bir İlk Daha (4/6/2009)


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    1 Mayıs'tan itibaren her ÇARŞAMBA Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..