| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda Bir Başkaldırı Öyküsü: Aklı Havada
Üstün Akmen



Ahmet Önel, birey toplum ilişkilerindeki trajiği ele alan öykülerinde, sıklıkla ironiye de yaslanarak değişik bir anlatım tadı yakalayan bir yazar. Bakırköy Belediye Tiyatroları, Ahmet Önel’in 1984 Sabahattin Ali Öykü Ödülü’nü alan “Matinede Mükremin (Cem Yayınları/1984)” başlıklı ilk öykü kitabından “Hezarfen'in İbret Dolu Serüveni” öyküsünü almış, alınan öyküyü Ali Yenel “Aklı Havada” adı altında oyunlaştırmış, yetinmemiş yönetmiş, dekor tasarımını da kimseye emanet etmemiş, kendisi üstlenmiş.

Sibel Arslan Yeşilay’ın dramaturgisinde sahnelenen “Aklı Havada”, uçma sevdalısı Hezarfen Ahmet Çelebi'nin (1609–1640) serüvenini konu edinmekte. Kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insanlardan olan Ahmet Çelebi, 1623–1640 yılları arasında saltanat süren Sultan IV. Murat zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirmiş ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında “Hezarfen” unvanıyla tanınmış. “Hezar”ın Farsça kökenli bir sözcük olduğunu ve “1000” anlamına geldiğini, “Hezarfen” sözcüğününse "bin fenli (bilimli)” yani "çok şey bilen" anlamını taşıdığını bilirsek, Ahmet Çelebi’nin bir maceraperest olmadığını anlarız. Ahmet Çelebi’nin, X. yüzyıl Türk âlimlerinden İsmail Cevheri'den esinlenmiş, Cevheri'nin bulgularını iyice inceleyip öğrenmiş, kuşların uçuşunu gözlemlemiş, tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmış bir bilim adamı olduğunu daha iyi kavrarız. Hezarfen, lodoslu bir havada Galata Kulesi’nden kuşlarınkilere benzer kanatlar takıp kendini boşluğa bırakmış ve uçarak İstanbul Boğazı’nı geçip 3358 metre ötede Üsküdar’da Doğancılar semtine inmiş.

Ahmet Önel’in yazdığı öykünün, Ali Yenal’ın Ahmet Önel’den alıp sahneye uyarladığı oyunun özü bu. Ahmet Önel, sistemin yeniliğe kapalılığını, atılımların önüne her daim duvar/lar örüldüğü gerçeğini, özgür düşünce ve bilimin baskıya maruz kalışını kendince ironik bir dil kullanarak uçma sevdalısı bir bilim adamının gözünden masal dünyası ortamında anlatmış. Anlatırken, kafasının içine “güncelleştirme” kurdu yapışmış, öyküye “güncelleştirme” şırınga ederken, 1984 yılında yazdığı öykünün masalsı konusuna o günün sistem eleştirisini değil, tarihten cımbızladıklarını eklemiş. Eser absürt bir eser değil, ama Ali Yenel metni aynen almış, kabul demiş. İyi de, “Muhavere” tablosunda “Kuledibi'nden denize kadar inen bir kalabalık, iyi giyimliler, ak gömlekliler, mor fesliler, pejmürdeler… Asker, sivil polis, başıbozuk ayrıca zaptiyeler... Ayrıca bahriyeliler...” arasına modern giyimli yaşlı teyzeyle Genç Kız’ı acaba neden eklemiş? “Aman... Keseme el attılar, eyvah.../ Yakalayın” replikleri geçerken, Genç Kız’ın çantasının kapkaç edilmesiyle acaba ne demek istemiş?

Anlamıyorum.

Anlamadığım için kendimi bir buçuk saatlik oyun boyunca anlamaya, algılamaya zorluyor, ama giderek sıkılıyorum. Sıkılıyorum çünkü örneğin: “… Ah Evropa. Çalışkan insanlar vesselam, ilim ve fende başlarını almış gidiyorlar. Biz ise maalesef yerimizde sayıyoruz./Savaşlar bizi perişan etti Üstadım. Hele ileride bizi bir Kırım harbi beklemekte ki.../Yahu barutu biz mi bulmuştuk yoksa Çinliler mi?/Aslında ortalığı Japonlar karıştırmış diyorlar. Hele o elektronik makineler. Duyduğuma göre şimdi de elektronik beyin büyüklüğünde bir kibrit kutusu yapmışlar./Acaba ters mi söylediniz Mazlum Çelebi?/Ters mers! Yapmış ya teres oğlu teres.../Ya siz bugünkü gazeteyi gördünüz mü? Şu habere bakın. Çelebi Ahmet adında biri bugün Galata Kulesi'nden atlayıp uçacakmış./Evet... Resmi de var işte. Allah’ın izniyle Galata Kulesi'nden kendimi kapıp koyverdim mi soluğu Üsküdar'da alırım gayrı, diye bir de demeci bulunmaktadır./İyi ama efendim, maksat karşıya geçmekse neden Şirketi Hayriye'nin vapurlarından birini tercih etmiyor” repliklerinde ne güncelleme, ne mizah, ne de ironi var?

1853 - 1856 tarihleri arasındaki Kırım Savaşı’ndan söz ederken Ahmet Önel neyin ironisini yapıyor? “Elektronik makineler”, “elektronik beyin” ne demek, gıdıklama mı? “Tevatür Gazetesi” nereden çıkıyor? İlk Türkçe gazete, devlet yönetiminde 1831'de yayımlanan Takvim-i Vekaî olduğuna göre, Ahmet Önel neyin mizahını yapıyor? Tanzimat döneminde İstanbul Boğazı’nın iki yakasının rağbet görmesini fırsat bilen biri İngiliz, öteki Rus iki şirketin kapitülasyonların kendilerine verdiği haklardan yararlanarak 1837´de bu sularda vapur çalıştırmaya başlamaları sizce sistem eleştirisi mi?

Bunlar benim metinsel eleştirilerim. “Aklı Havada’yı değil de “Hezarfen'in İbret Dolu Serüveni”ni eleştirecek olsam, hiç kuşkunuz olmasın gene bunları yazardım. Mizah, yaşamın güldürücü yönünü ortaya çıkaran sanat türüyse “Hezarfen'in İbret Dolu Serüveni”nde mizah yok. “Hezarfen'in İbret Dolu Serüveni”nde can alıcı noktanın eserin ayrıntıları arasında büyük bir yetenekle gizlenmesi de söz konusu değil. Eser içinde ortaya çıkarılmasına da dayandırılmamış. “Mirim, Evropada tayyare dedikleri bir demir kanatlı servise konulmuştur ki, gayetle lükstür. Biniyorsunuz efendime söyleyeyim, hostesler gazozunuzu getiriyorlar, sonra yukarıya çıkmanızla gazozunuzu yudumlamanız bir oluyor ve derken bir anons kuşaklarınızı bağlayın çünkü gelmiş bulunuyoruz” repliğinde ironi varsa ben de “senfoni”yim.

Sanırım ilk kez rejisörlüğü deneyen Ali Yenal’ın gerek mizansen, gerekse dekor tasarımı açısından yarattığı masal dünyası daha oyun başlar başlamaz Hezarfen’in düşü tablosuyla izleyiciyi çekmeyi başarıyor. Kimin tarafından yazıldığını bilemediğim, sözleri anlaşılamayan şarkılar Can Atila’nın nefis müzikleri eşliğinde oyuna renk katıyor. Görsel bir şölen havasındaki Ali Yenel’in dekor tasarımına Sadık Kızılağaç’ın hepsi ayrı ayrı ve hep beraber birer zevk ürünü kostümleri sahnede görkem yaratarak eşlik ediyor. Sinan Temizalp’in koreografisi bedensel anlatımı yöneltiyor, denetliyor ve gösterimi bütünlüğe dönüştürüyor.

İşin doğrusu, oyuncuların başarı hesaplamasında birini diğerinden ayırmak pek mümkün değil. Hepsi, birer birer ve ayrı ayrı, karakterlerini sürekli yükselen istekler, özlemler, aksiyona çağrılar ve onların içsel-dışsal aksiyonlardaki tüketimlerinden oluşturuyorlar. Tıpkı bir motorun bağımsız, sürekli yinelenen patlamalarının bir otomobilin yumuşak devinimiyle sonuçlanması gibi birbirlerini devindiriyor, adlarının teker teker anılmasını hak ediyorlar. Galata Kulesi’nde Ali Aziz Çölok; Kız Kulesi’nde Dilara Yalçın; Baba Rüstem, Gazeteci, Şeyh-ül İslam ve Haberci’de Çetin Etili; Gazeteci, Genç Adam ve Haberci’de Tugay Mercan; Yaşlı Teyze’de Gözde Ayar; Yaşlı Adam’da Bulut Akkale; Genç Kız’da Pervin Bağdat; Hırsız’da İlkin Tüfekçi, Melek’de Pınar Tuncegil; Simitçi ve Yeniçeri’de Canberk Çetin; Sarhoş ve Yeniçeri’de Fırat Yalçın üstlendikleri karakterlere layıkıyla can veriyorlar. Burcu Özbak’ın keman çalışındaki ses rengini kulaklarım alamadığı için yorum getiremiyorum. Kukla Cevheri’ye ses veren Payidar Tüfekçioğlu’nun sesine dirlik…
Ali Rıza Kubilay’ın isteklerindeki kesintisiz patlamalar dizisi, canlandırdığı IV: Murat karakterinin yaratıcı iradesini aralıksız devindiriyor. Alican Yücesoy, Hazerfen Ahmet Çelebi’nin içsel yaşam akışını çok iyi kuruyor, sanatsal arzu ateşini oyun boyunca koruyor. Yücesoy, repliklerini biriktirmiş olduğu tüm içsel malzemeyle billurlaştırmasıyla özel olarak dikkat çekmekte. Beyti Engin, Sefer Ağa’ya geliştirdiği teatral öğeler eşliğinde derinlik ekliyor, yaratıcı duygularını aktarmak için her şeyi, ama her şeyi; sesini, sözcüklerini, jestlerini, yüz ifadesini mükemmel kullanıyor. Sefer Ağa’nın fiziksel ve psikolojik yönelimlerini çok iyi kavradığı anlaşılıyor.

2010–2011 sezonu tiyatro oyuncu ödüllerinin seçici kurul üyelerinin, bu üç oyuncuyu dikkatle izlemesi, gözlem altına alması gerekiyor.

İSTANBUL’DAN LA SCALA TİYATROSU BALE TOPLULUĞU GEÇTİ
Ben pek anlamam, gençliğimde de pek anlamadım, ama dünyanın gelmiş geçmiş en iyi “progressive” ve “psychedelic” rock grubu olarak tanımlanan İngiliz topluluğu Pink Floyd’un tam on üç eserini “bale” olarak, geçen ay hem de La Scala Tiyatrosu Bale Topluluğu’ndan izledik. “Bilvesile”, Pink Floyd şarkılarının bale eşliğinde sergilenmesine aracı olanın 12 yaşında bir kız çocuğu olduğunu da öğrendik. 1960'ların sonlarında bir Pink Floyd hayranı olan Valentina, ünlü bir koreograf olan babası Roland Petit'ten grubun şarkıları üzerine bir bale yazmasını istemiş. Meusieur Petit önce pek kulak asmamış ama daha sonra (baba kalbi işte) ister istemez kızının isteğini yerine getirmiş.

Roland Petit, İngiltere'ye gitmiş, bir stadyum konserinde grup elemanlarıyla sözleşmiş, sonunda rock müziğiyle bale kompozisyonunu “derdest” etmiş ve "Pink Floyd Balesi"nin dünya prömiyeri 1972 yılında Fransa'nın Marsilya kentinde, üstelik Pink Floyd'un canlı performansı eşliğinde, otuz küsur bin kişinin önünde icra edilmiş. “Pink Floyd Balesi”, o gün bu gündür Paris'ten Tokyo'ya dünyanın pek çok kentinde yüzlerce kez sahnelenmiş. Balenin telif hakları geçtiğimiz yıl İtalyan La Scala Tiyatrosu tarafından satın alınmış.

La Scala telif haklarını alınca, “Pink Floyd Balesi”nin 2010 yılı turne programına İtalya Türkiye Büyükelçisi Gianpaolo Scarante, Milano Belediye Başkanı (aynı zamanda La Scala Tiyatrosu Yönetim Kurulu Başkanı) Letizia Moratti, Milano Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanı Maximiliano Finazzer Flory, İtalya’nın İstanbul Başkonsolosu Gianluca Alberini ve İtalyan Kültür Merkezi’nin “atom karıncası” Gabriella Fortunato’nun yoğun çabalarıyla İstanbul da eklenmiş. Böylelikle “Pink Floyd Balesi”ni La Scala Tiyatrosu Bale Topluluğu’ndan İstanbulluların da izleyebilmesi temin edilmiş.

“Pink Floyd Balesi” İstanbul’da da “Bir Roland Petit Balesi” olarak sahnelendi. Roland Petit dediğinizde üç kez yutkunacaksınız, öyle sıradan bir ad değil! 1933’te 9 yaşındayken Paris Operası Dans Okulu’na başlayan, 1940’te bale dansçısı olan, Madame Rouzane ile Wacker Stüdyosu’nda çalışan, 1943’te (yani on dokuz yaşında) “başdansçı” unvanını alan bir bale erbabı, müthiş bir koreograf. 20 yaşında Paris Operası’ndan ayrılmış, ilk koreografi çalışmasını Paris’teki Sarah Bernhardt Tiyatrosu’nda “Dans Geceleri Balesi” için hazırlamış. Aynı dönemde yerde egzersiz barı kullanımı hareketinin yaratıcısı Brosi Kniaseff ile çalışmaya başlamış. 1945’te, “Roland Petit Les Forains”, “Le Rendez-vous” ve “Le jeune Homme et la Mort” gibi balelerden oluşan Les Ballets des Champs-Elysées (Champs-Elysées Baleleri) topluluğunu kurmuş.

Roland Petit çalışmalarını aralıksız sürdürmüş ve 1948’de Les Ballets de Paris-Roland Petit (Roland Petit’nin Baleleri)’yi yaratmış. Bu topluluk, özellikle Margot Fonteyn için “Les Demoiselles de la Nuit (Gecenin Hanımefendileri)” balesiyle Théâtre Marigny Tiyatrosu’nda sahne almış. 1960’da Notre-Dame de Paris Operası’nı yönetmiş. 1972’de Marsilya’da kurduğu Ballets de Marseille topluluğu, 1981’de Ballet National de Marseille-Roland Petit (Marsilya Ulusal Balesi Roland Petit) topluluğuna dönüşmüş ve dünyaya açılmış. Bugün hâlâ yeni bale çalışmalarına devam etmekte ve San Francisco Balesi, Tokyo Asami Maki Balesi, Buenos Aires Colon Tiyatrosu, Milano La Scala Tiyatrosu, Tokyo K. Bale Topluluğu, Nancy Ulusal Balesi, Napoli San-Carlo Bale Topluluğu, Floransa Operası Bale Topluluğu gibi dünyaca ünlü bale topluluklarında repertuvarını sergilemeyi sürdürmekteymiş.

Eseri izledim ve La Scala Tiyatrosu Bale Topluluğu’nun solo, düet ve grup danslarının Pink Floyd’un hit parçalarıyla mükemmel bir uyum içinde olduğuna tanıklık ettim. Ama ne yalan söyleyeyim, sadece grup danslarını izlemeyi yeğlerdim, zira solo ve düetler pek yavan ve sanki eksik kalmış, koreografisi eksik yazılmış izlenimi yarattı bende! “Hey You”nun giderek artan hayli gergin müziği eşliğinde Sabrina Brazzo ile Eris Nezha’nın romantik düetini sevmedim. “Run Like Hell”deki Marco Messina, Francesco Pio Ricci, Fabio Saglibene, Federico Fresi, Matteo Gavazzi gibi baletlerin “rock’n bale” performansları, akrobatik hareketleri kusursuz ve gerçekten göz alıcıydı, gel gelelim yetinemedim.

Bu arada, bestelerdeki klasik, caz ve avangart unsurları Roland Petit’nin metaforik anlatılarla süslemeyi yeğlememesini anlayamadım. Şarkılardaki sürekli değişim gösterme arayışını, yinelemelerden başarıyla kaçınılmış olması gerçeğini koreografisine uygulamamış olmasına ise anlam veremedim. Petit, koreografinde ısrarla hiçbir şey anlatmak istememiş. Şarkılardaki kimi meydan okuyuşları iyiden iyiye kısırlaştırmış. Topluluğun performans ve vizyonunda da özgünlük, yenilikçilik yok. Bıktırıcı koreografik tekrarlar, dansçıların “eylem içinde eylem”e geçişlerini olanaksız kılmış. “Kişiselleştirme” teknikleri nedense iğdiş edilmiş. Dramatik dans örgüsü hemen hemen yok gibi. Senkronizasyon çok iyi, ama örneğin “When You’re In”de Antonio Sutera ile Alessandro Grillo’nun gösterisinin ve müziğin düş benzeri atmosferi içinde, espri ve dramın aynı anda yansıtılması sağlanamamış. Dolayısıyla, seyircinin algılama ve anlayış kuralları altüst edilmiş.

Bütün bunlara karşın Roland Petit, örneğin baledeki beş ana duruşu öylesine zeki ve kıvamında değiştirmiş ki, alkışlamamak elde değil. “Nobody Home”da Marco Agostino’nun “relevé” denilen bedenin parmak uçlarında yükselişi devinimini ve Gabriele Corrado’nun bacağın dairesel hareketi anlamına gelen “rond de jambe”larını ardı ardına kurgulayarak bambaşka bir yorum, hatta kendince bir ileti bile sağlamış.

Jean-Michel Désiré’nin ışık tasarımıysa sanatsal değeri olan, yapıtın sanatsal değerine sanatsal değer katan ender rastlanılan bir tasarım.

Önünde şapka çıkartırım.

Üstün Akmen
Evrensel


Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 60
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • İstanbul Hatırası - İstanbul Şehir Tiyatrosu (A. Emrah Özdilek) - 1/30/2011
  • İyi Bir Yurttaş Aranıyor - Tiyatro Mıh (A. Emrah Özdilek) - 1/30/2011
  • Dramaturg ve Dramaturgi Olmayınca... : Kadın Sığınağı (Üstün Akmen) - 1/28/2011
  • Gülhane Parkı'nda Bir Gün (Cüneyt İngiz) - 1/27/2011
  • Tıksırıyorum Öyleyse Varım (Yurdagül Yurtseven) - 1/26/2011
  • Selahattin Duman’dan Dumanaltı Aşklar... (İsmail Can Törtop) - 1/26/2011
  • Eğitim ve Tiyatro (Rasim Aşın) - 1/21/2011
  • Yüksek VOLTtaj Hattındaki TİLT (Melih Anık) - 1/21/2011
  • Kent Oyuncuları'nda 50. Yıl Kutlaması: Zorla Güzellik (Üstün Akmen) - 1/20/2011
  • Su Mu Dökeyim Kafanıza? (M. Erkul Eğilmez) - 1/20/2011
  • Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda Bir Başkaldırı Öyküsü: Aklı Havada (Üstün Akmen) - 1/18/2011
  • Hikaye-i Surname 2010 (Cüneyt İngiz) - 1/18/2011
  • Oyun Atölyesi'nin Macbeth Çevirisinden İki Dize ve Tiyatroda Saygı (Melih Anık) - 1/17/2011
  • Ahmet Levendoğlu ve Tiyatro Stüdyosu 20 Yaşında (Melih Anık) - 1/17/2011
  • Haldun Dormen: Keyif Adamıyım Ben (Röportaj) (Onur Şimşek) - 1/17/2011
  • Çocuk Tiyatrosuna Bakışımız (Rasim Aşın, Nurdan Özgür) - 1/12/2011
  • Geçmiş Yılı, Hıfzı Topuz ile Birlikte Paris'te -HAM- Eyledim... (Üstün Akmen) - 1/12/2011
  • Kavuklu'nun Muhtarlığı (Halil Aksoy) - 1/10/2011
  • Ahududu (Komedi Oyunu) (Saniye Demirel'in Çevirisi) - 1/10/2011
  • Salaklar Sofrası (H. Can Utku'nun çevirisi) - 1/10/2011
  • Postmodernist Kültür Üzerine Bir İnceleme (Serkan Fırtına) - 1/10/2011
  • Kenter Tiyatrosu'nda Zorla Güzellik (Metin Boran) - 1/10/2011
  • Tarlakuşu Muydu, Bülbül Müydü Jülyet? (Cüneyt İngiz) - 1/10/2011
  • Sözcükler Can Yücel'i Özler (Yurdagül Yurtseven) - 1/9/2011
  • Tiyatro Gerçek'in Yeni Oyunu: Annem Yokken Çok Güleriz (Arda Aydın) - 1/7/2011
  • Ahmet Cemal, Shakespeare ile Oyun Atölyesi Arasında ve Seyircinin Korunması (Melih Anık) - 1/7/2011
  • Tiyatro Sahnesi ya da Kuaför Lobisi (Gizem İbak) - 1/7/2011
  • Şaha kalkan Küheylan… Kocaeli Şehir Tiyatroları (İhsan Ata) - 1/7/2011
  • Üstün Akmen'den Vanya Dayı ve Marat/Sade Eleştirisi (Üstün Akmen) - 1/7/2011
  • Dışardakiler - Girne Amerikan Üniversitesi Tiyatro Kulübü (Hakan Yozcu) - 1/7/2011
  • 2. Ulusal Mardin Çocuk ve Gençlik Tiyatro Festivali Üstüne Bir Değerlendirme (Burhan Gün) - 1/7/2011
  • Engin'lere Yelken Açmış Bir Grande Dame Oya Palay (Can Murat Yaşar Şengel) - 12/31/2010
  • Öğretmenliğe Dair Bir Oyun: Ben Öğretmenken (Mustafa Acar) - 12/31/2010
  • Benim Bu Tiyatroya Borcum Var (Arda Aydın) - 12/31/2010
  • İşsizler Cennete Gider (Metin Boran) - 12/29/2010
  • 2010'un Son Gününde Vacip Olan Vicdan Muhasebesi (Üstün Akmen) - 12/29/2010
  • Cezmi Ersöz'ün Hesaplaşması: Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk (Üstün Akmen) - 12/28/2010
  • Fenerbahçe'li Alex ve Tiyatro -Sıla-dır (Melih Anık) - 12/22/2010
  • Bana Aşkı Öğreten Şarkıcı İstanbul'dan Geçti: Peppino Di Capri (Üstün Akmen) - 12/22/2010
  • Metafor Denizinde Bir Oyun : Alemdar (Tohum ve Toprak) – İBB Şehir Tiyatroları (Melih Anık) - 12/21/2010
  • Ali H.Neyzi'nin Shakespeare Tercümelerinden Yola Çıkarak (Melih Anık) - 12/21/2010


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    1 Mayıs'tan itibaren her ÇARŞAMBA Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..