| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Levent Kırca Röportajı: Hükümetlere kafa tutmuş adamım ölüme de eğilmem! (Ayşe Arman) (9/16/2015) Hükümetlere kafa tutmuş adamım ölüme de eğilmem! 13.09.2015 Pazar - AYŞE ARMAN "Neeee?! Karaciğer kanseri mi! Levent Kırca mı!" O, benim kahramanlarımdan biriydi. Ben de, 'Olacak O Kadar"la büyüyen kuşaktanım. Ortaokul yıllarımda hayranlıkla izlerdim, bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük mizahçılarından biri olduğuna inanıyorum. Zaman zaman fevri çıkışlar yaptığını düşünmeme rağmen severim ve o dik duran haline hep saygı duyarım. Zekidir, birikimlidir ve bir sürü ilke imza atmıştır ve 25 yıl televizyonda yaptığı 'Olacak O Kadar'la bu ülkede çığır açmıştır. İşte o adamın karaciğer kanseri olduğunu eski eşi Oya Başar'dan öğrendik. "Başucundan ayrılmıyoruz!" dedi. Ardından, Levent Kırca'dan "Kimse nemalanmasın hastalığımdan!" diye bir açıklama geldi. Ben de aradım onu. En yumuşak haliyle demesin mi, "İyi de ben Oya'yla hiç görüşmedim ki! Başucumdan ayrılmamak ne demek? Görmedim bile onu. Başımda olan bir tek insan var, o da Aslı. Borçlarımı ödeyen de o, kemoterapide elimi tutan da, buzdolabıma et, süt koyan da... Ama bütün bunların önemi yok. Gel, ne istiyorsan konuşalım..." Bu röportaj beni çok sarstı. Bilinmesini isterim ki; bu artık, eski eş, yeni sevgili meselesi değil; burada amansız bir hastalıktan ve ölümden söz ediyoruz. Kimseyle polemiğe girme derdi yok, zaten hali de yok. Müthiş bir sanatçı Levent Kırca. Çok zor yürüyor ama yorgun haline rağmen esprilerini şimşek gibi yapıyor, bence çok cesur şeyler de anlatıyor. Ara ara gözlerim doldu o anlatırken. Eviyle tiyatrosu arasında birkaç bina var fakat artık sahnede duramadığı için tiyatro da yapamıyor. Ama birlikte gittik, bize gösterdi. Fotoğraflarda da iyi görünmek için büyük çaba harcadı. Onu saygıyla selamlıyorum. Salı günü de, neden kanser olduğunu anlatacak... Öncelikle çok çok geçmiş olsun. Siz bir sürü şey yaşadınız. Bunu da atlatırsınız ve sağlığınıza kavuşursunuz... - Teşekkür ederim güzel dileklerin için. Ama çok da iyi değilim. Ölecekmişim gibi hissediyorum. Karaciğer kanseri olduğum için böyle hissediyor olabilirim, kim bilir belki de iyileşebilirim... Ama zaten insanın kendini düşünme zamanı mı şimdi, baksana ortalık yangın yeri. Onlar da önemli, sizin başınıza gelenler de. "Neden ben?" diyor musunuz? - Hayır hiç! Oysa etrafımda, "Allahım niye böyle oldu? Neden beni buldu? İnşallah ölmeyeceğim, herkes bana dua etsin!" diyenleri görüyorum. Onların hastalıkla yüzleşmesi böyle, saygı duyuyorum. Ama ben hastalığıma böyle yaklaşmıyorum. Belki de devrimci bir kültürle büyüdüğüm için, "Öleceksek de öleceğiz" diyorum. Ölüm de bir haktır değil mi ama? Ölümü de hak etmek gerekir. Ben hak etmeye çalışıyorum. O da güzel bir şey. Doğumu yaşıyoruz, ölümü de hakkıyla yaşamak lazım. Böyle düşünüyorum. Ağır oldu bu söyledikleriniz! Biz bunları genelde konuşmayız... - İyi de sadece ben değil ki, hepimiz ölümü yaşayacağız. Ölüm de bir güzellik. Bir müziğin sonu, bir oyunun, bir eserin sonu gibi bir insanın sonu... Finali güzel yaşamak lazım. Ağlayıp sızlayıp dövünüp onu rezil etmemek lazım. Bir de, 65 yaşına gelmişim. Çok rasgele de gelmemişim. Okumuş, yazmış, çizmiş, üretmişim. Hayata katkıda bulunmuşum. İnsanları güldürmüşüm, kendi çapımda eğitmişim. Şanı-şöhreti görmüşüm, bunu taşıyabilmişim, çoluğum çocuğum olmuş, hayatıma birbirinden değerli insanlar girmiş, insanlar beni sevmiş, mutlu olmuşum. E, 65'te ölmezsem, 75'te öleceğim... Siz zeki bir insansınız. O zaman hesaplaşma daha mı çetin oluyor? - Benim annem, Cumhuriyet Halk Partisi'nin aktif üyesiydi ve öğretmendi. At sırtında okullara giden öğretmenlerden. Devrimci ve ilerici bir kadındı. Fikirlerinden ve yazılarından dolayı, ikide bir gözaltına alırlardı. Armut dibine düşüyor tabii. Ben de gençlik yıllarımda Ankara Sanat Tiyatrosu'nda, Ankara Birlik Sahnesi'nde oynadığım oyunlardan ötürü, polise çekilir, gözaltına alınır, işkence görürdüm. Bizim zamanımızda öyleydi. 17-18 yaşında çocuktum bunları yaşadığımda. Filistin askısına alırlardı. Yani ellerimizi arkadan bağlarlar ve havaya asarlardı. Havada, iki saat, üç saat ters asılı kalırdık. Ayaklarımıza copla vururlardı, sonra da tuzlu suda yürütürlerdi ki ayaklar şişmesin. Bir de k.çımıza cop sokarlardı. O zamanın en yaygın, en fena işkencesi buydu. Halktan yana tavır koyduğumuz için, devrimci olduğumuz için bunlar bizim başımıza gelirdi. Benim böyle bir geçmişim var. Kimse kusura bakmasın copu biz k.çımızda hissettik. 65 yaşındayım, hâlâ bağırsaklarım düzelmedi. O copun üstüne koyarlar ve döndürürler sizi. Diyeceğim o ki, ben oralardan geldim. Kanser olmanızı, yaşadığınız üzüntülere, sıkıntılara mı bağlıyorsunuz? - Bundan kimsenin haberi yok ama ben 2000 senesinde de kanser oldum. Kan kanserinin bir türü. Doktorum bana, "Bundan ölmezsin" dedi. Ben de sordum, "Sebebi stres mi? Bir şeyleri kendime dert ettim diye mi oldu?" "Alakası yok! Bu tamamen piyango!" dedi. Ama şu anda yaşadığım karaciğer kanseri, iki buçuk ayda oluşmuş. Yine sordum, "Bu da piyango mu?" diye. "Yok" dedi bu sefer, "Stresten ve sıkıntıdan olmuş!" Sizi bu kadar strese sokan neydi? - Her şey bir arada. Yasaklanmalar, ekonomik problemler, kişisel dertler üst üste geldi. Televizyona çıkmam, program yapmam engellendi; e nereden para kazanacağım, neyle yaşayacağım? Onurlu bir adamım, gelmişim 65 yaşına. Süleyman Demirel cumhurbaşkanıyken bana devlet sanatçısı unvanı vermiş, sonra bu iktidar geri almış... E insan bunlara sıkılmaz mı, kafaya takmaz mı? Gezi olaylarını onayladığım gerekçesiyle, devletin özel tiyatro desteği kesilmiş. Bu da, yılda ortalama 100 bin lira gibi bir para. Hadi ona da eyvallah. Bir Audi arabam vardı, onu sattım, geldim Kadıköy'de bir salon kiraladım. Boş bir depoyu tiyatro haline getirdim, 200 bin lira da borçlandım. Ve oynuyordum oyunu. 12 ödül aldık. Ağustosun ortasına kadar full oynadık. Kanser teşhisi kondu, ben hâlâ oynuyordum. "Oynayacağım" dedim doktora, "Oyna" dedi. Biliyormuş demek ki kadın, üç gün sonra benim sahnenin orta yerinde kalacağımı. Öyle de oldu. Şiştim sahnede. Müsaade istedim seyirciden. Söylediniz mi sahnede, kanser olduğunuzu? - Evet. Çünkü sahnede hafif dengem bozuluyordu. Benim için beni sarhoş zannetmeleri, kanser olmamdan daha kötü. Gerçek neyse bilsinler. Sevgiliniz Aslı Hanım fark etmeseydi kanser olduğunuzu, bilmeyebilir miydiniz? - Evet. Çünkü karaciğer kanserleri, son raddeye kadar renk vermeyebiliyormuş. Peki o nasıl anladı? - Bilmiyorum, hissetti herhalde. Altı yıldır gözümün içine bakıyor. Bu kadar zorluğa neden tahammül ediyor bilmiyorum. Büyük bir sevgiyle bağlıyız birbirimize. Muhtemelen nefesimin yetmediğini fark etti. "Doktora gidelim" dedi. Ben "Boşver Allah aşkına" dedim. Ama zorladı beni. Doktor birtakım tahliller istedi ve sonra, "N'apmışsın bu karaciğere" dedi. Halbuki üç ayda bir kontrole gidiyorum, ne olduysa üç ay içinde olmuş. Peki sonra? - Değerler o kadar yüksekti ki, hemen devlet hastanesine attım kendimi. Çünkü sigortam var. Özel hastaneye verecek param yok. Ama şunu da ifade edeyim, devlet hastaneleri pek çok özel hastaneden iyi. Bana da iyi bakıyorlar. Doktor, "Karaciğer kanserisiniz!" deyince ne geçti aklınızdan? - Hiçbir şey. İnsan tırsmıyor mu? - Hayır. Tuhaf bir şekilde bu sefer kabullendim. İlk kanserimde afallamıştım. İnsan olgunlaşıyor, dik durmayı öğreniyor. Gerekirse de ölürüm, onu da saygıyla karşılarım. Ölümden korkmuyorum yani. Bunu da söylemiş olayım. Ben ölüme de eğilmem. Ölmesini de bilirim. Bu önemli bak, adam gibi ölmeyi de bilmek lazım. Bunlar adam olmanın gerekleri. Hayatta dik durmayı başarmış, hükümetlere kafa tutmuş devrimci bir adam olarak, yine dik duracağım. Bu dönemin sizin için, diğer dönemlerden farkı ne? - Ben pek çok hükümet gördüm, pek çok siyasetçinin parodisini yaptım. 'Olacak O Kadar' programı o kadar halka mal olmuştu ki, ertesi gün, bir gece önce canlandırdığınız bakan telefon açar, tebrik ederdi. Bayıldığından değil ama ne kadar çağdaş ve komplekssiz olduğunu gösterebilmek için. Tayyip Erdoğan ise, eksik olmasın, programı hemen yayından kaldırttı. Bana açılmış beş tane davası var. Bir tanesinde, onu ölümle tehdit ettiğim iddia ediliyor. Yok artık... - Evet. Bodrum'da yazlıktayım. Sattım şimdi oraları. Komik bir manzara. Polis evin etrafını sarmış. Taşların, duvarların arkasına gizleniyorlar filan. Zannediyorlar ki ben de pencereden onlara ateş edeceğim. Neyse sonra eve gelip aldılar beni. Polis diyor ki, "Abi, biz seninle büyüdük!" Benimle resim çektiriyor. Karısı demiş ki, "Resimsiz gelirsen akşam eve sokmam seni!" Sonra savcılığa gittik, savcının sorusu, "Öldürmeyi düşünüyor musunuz?" Ben de, "Başlangıçta düşünüyordum. Sonradan vazgeçtim. Onu Allah'a havale ediyorum" dedim. Tabii komik, anlatırken insanları güldürüyorum ama çok da acı aslında. Anadolu'ya turneye gidiyorum, adam bana salon vermiyor. Otele gidiyorum, otele almaya korkuyor. E bunlar insanı kanser etmez de ne eder! Her türlü gelirini kesmişler, salon vermiyorlar, nereye gitsen polis apar topar seni alıyor, sağlık muayenesine götürüyor, sonra savcıya ifade vermeye... Turnelerde mi oluyor? - Genelde turnelerde. Öyle dizayn ediyorlar. E bunlar beni üzdü. Ama diyeceksin ki sadece bu mu? Mutlaka kişisel, ailevi sorunlar, ekonomik sıkıntılar, salonun borçları, evin kirası, tiyatronun kirası gibi şeyler de var... Usta 500 lira alacağı için kapıya dayanıyor. Tamam haklı ama işte bazen insanda 500 lira bile olmuyor. Günde 20 kere arıyor. Bir 10 gün müsaade et. Bir sürü şeyi Aslı halletti, bana çaktırmadan kapattı borçları, buzdolabıma et ve süt koydu, o kadar destek oldu yani. Sadece sevgilim, hayat arkadaşım değil, gerçekten kötü gün dostu. Başımda sabahlayıp, gece yarısı ilaçlarımı veren de o. Kemoterapiye götürüp, orada elimi tutan da... Kendinize acıdığınız oluyor mu? - Hiçbir zaman acımadım. Yanlışlar yapmadım mı? Yaptım. Yanlış yapmazsam zaten insan olmam ki. Ben, bazen en sonda söylenecek şeyi ilk başta söylerim, fevri davranabilirim, kastımı aşan şeyler de söylemiş olabilirim. Ama özür dilemesini de bilirim. 'Neden ben?' demek 18'inde can veren şehitlere haksızlık Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi. Hastaneye ziyaretine gittim. Hiç unutamam, pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı, "Neden ben?" diye. Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım. "Neden ben?" demek, bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor. 18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması? Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor? Yok bunların açıklaması. Kemoterapiye, sosyal sigortalar hastanesinde, herkesle birlikte giriyorum, küçücük çocuklar görüyorum. Onlar acı çekerken benim şikâyet etmem, "Ölmek istemiyorum. Gitmeyeceğim, kazık çakacağım!" diye tutturmam ayıp değil mi? Bu son olaylar çok sarstı beni, her an ağlayabilirim. Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu? Yanlış anlama, bu politik bir konuşma değil. Bunları ölüm döşeğinde söylüyorum sana... Oya ile bir derdim yok Aslı'ya yapılan haksızlığa üzülüyorum Eski eşiniz Oya Başar, "Levent'in başucundan ayrılmıyoruz" dedi... - Evet, dedi ama doğru değil. Ben Oya'yla çok uzun zamandır hiç karşılaşmadım, hiç görüşmedim. Peki niye böyle söylüyor? - Bilmiyorum. Bir kötü niyeti yoktur. Ama söylediği doğru değil. Bu süreçte, oğlum Umut birkaç kere kemoterapide yanımdaydı o kadar, onun dışında yanımda olan tek kişi Aslı. Başından beri. Nikâhlı olmasak da "Son eşim" dediğim Aslı varken ve inanılmaz bir emek sarf ederken, onu yok sayıp, "İlk günden beri biz başındayız! Her gece onun yanındayız!" denmesi doğru değil. Bir de Aslı'ya haksızlık. Yoksa benim Oya'yla bir derdim yok. İki çocuğumun annesi, benim için üzülmüştür de fakat bir kere bile görüşmedik. O da muhtemelen gelmek isterdi ama geç haberi oldu. Gelmedi. Zaten Aslı benim başımda, benimle yeteri kadar ilgileniyor. Ben de, "Kimse hastalığımdan nemalanmasın!" dediğinizde sinir olmuştum size, insan iki çocuğunun anası ve eski karısı için böyle mi söyler diye... - Ben Oya'yı kastetmedim. Ama her şey için koşturan, kemoterapide el ele benimle oturan, bütün sağlık işlerimi eline alan, borçlarımı ödeyen, kalan zamanımı benim için yaşanılır kılan bir kadını da kimseye ezdirmem. Tekrar ediyorum, Oya'yı çok uzun zamandır görmedim bile. Neden o lafı etti, anlamadım. Ama onu da üzmek istemem. Yeteri kadar derdimiz var şu anda zaten. Oya Başar ısrarla gelmek istedi de siz mi hayır dediniz? - Yok hayır. Gelse mesela şimdi, birazdan kapıyı çalsa, ne yapacağız, başına su mu dökeceğiz? İsteseydi gelirdi. E nasıl olur gelmez? - Oğlumuz geldi. Aynı şey mi? - Ben kimseyi suçlamaktan yana değilim. Bunlar biraz hassas mevzular. Oğlum Umut telefon açtı dedi ki, "Baba, annemi çok sıkıştırıyorlar, senin kanserinle ilgili sorular soruyorlar. Annem bu konuda ne desin istersin?" "Madem bu hale gelmiş, o zaman söylesin" dedim. Yani hastalığımı bütün gazeteler Oya'nın ağzından duydu. O arada, "İlk günden itibaren, her gün Levent'in yanındayız" da demiş. Talihsiz bir açıklama olmuş. Ama artık "O ne dedi", "Bu ne dedi"yi bırakalım. Hep aynı klişeler... SENİ ÇOK İYİ GÖRDÜK, SEN BİZİ GÖMERSİN! Bazı arkadaşlarımı görünce duygulanıyorum, hatta ağlıyorum. Yanıma gelenler hep aynı klişeleri tekrarlıyor, "Seni çok iyi gördük!" Ne diyecekler? Onların işi de zor. Ama bir süre sonra komik oluyor. Çünkü bakıyorsun peş peşe gelen üç kişi de aynı cümleyi kuruyor: "Harika görünüyorsun. Sen bizi de gömersin! Daha dur bakalım nereye.." filan. Jübile yapmam Bir ayakta durabilsem, çıkıp oyun da oynarım ama ayakta duramıyorum. Yürüyemiyorum. Şu koltuğa gidip orada oturuyorum, sonra yatıyorum. Genelde de yatıyorum. Ama bunlar normal. Birileri ölecek, birileri yaşayacak. Ölmek zorundasın ki, başkaları doğsun. Hayatın diyalektiği bu. Ben yapacağımı yapmışım. Yaşadığım sürece de mücadele ederim. Yaşarsam, bir-iki oyun daha koyarım. Ama tiyatromu güzel yaptım, onu görmeni istiyorum. Hemen alt katta. Oraya bir okul da yaptık. Ücretsiz bir okul. 250 öğrencimiz var. Gençlerle bildiklerimi paylaşmak istiyordum. Öğrencilerimi filmde de oynattım. Ama filmi dağıtmıyor kimse. Elimizde donumuz, torbamız dolaşıyoruz kapı kapı. Tiyatrom benden sonra da devam etsin istiyorum. Bülent Demir'e devrediyorum, çok sağlam çocuktur Bülent. Başından itibaren beni hiç yalnız bırakmayan kişidir. "Jübile yapar mısın?" diye soruyorlar. Yapmam, prensip olarak bana aykırı. Zenginlerden bilet karşılığı para toplamak istemem ama tiyatromuza bağış yapmak isteyen olursa da başımızın üstünde yeri var. İsteyen istediği katkıda bulunabilir. Mesela bir işadamı dostum, biraz maddi yardımda bulundu, buradan teşekkür ediyorum kendisine. İsmini verirsem vurur beni, keşke verebilsem. Onun ve Aslı'nın sayesinde ustaların paralarını filan ödeyebildim. O iş, adamı arkadaşım aradığında da, bir güzel ağladım. İnsanlar size iyilik yapınca ağlıyorsunuz. Bu bile Allah'ın lütfu Zeki Alasya o kadar telaşla öldü ki, dört gün içinde öldü çocuk. Şu benim yaşadığım şeyleri yaşayamadı, gözlemleyemedi. Bunları ancak ölüm döşeğinden gözlemlersin. Bu bile Allah'ın bir lütfu. Etrafına bakabiliyorsun, sevgiyi görüyorsun. Babamla 35'imde tanıştım Peki bir şey söyleyeceğim, Oya Hanım'la sizinki çok uzun yıllara yayılan bir ilişki. İki kere nikâh kıydığınız bir kadın, iki çocuğunuz var, birlikte büyük bir tutkuyla çalışmışsınız. İnsan bu kadar kopma noktasına nasıl gelir, nasıl yabancılaşır, kanserken bile nasıl görüşmez? - Ama hayat bu. İnsan yabancılaşıyor. En yakınına bile. "Bu muydu her şeyi paylaştığım insan?" diyorsun. Karşılıklı olarak diyorsun. Beni, babamla 35 yaşında tanıştırdılar. Nasıl yani? - Babam, İsviçre'de akademide bir profesördü. Heykeltıraş ve ressam. Hiçbir zaman bir baba-oğul ilişkimiz olmadı. 35 sene sonra kapımıza geldiğinde, annem Cüneyt Gökçer geldi zannetmiş. Geldi, beni uyandırdı ve "Cüneyt Hocan geldi" dedi. Gördüğün gibi annem de yabancılaşmış! Annem olayın farkına sonra vardı. Bizi tanıştırdı, "Oğlum, bu senin baban" dedi. Tokalaştık. Babam da "Sarılmayacak mısın?" dedi. Dedim ki, "Valla hiç içimden gelmiyor. Çünkü siz benim için herhangi bir adamsınız şu anda!" Sanatçı genlerim babamdan. Makyaj yapmalarım, heykele merakım filan hep ondan gelmiş. Röportajın 15 Eylül'de yayınlanan 2. bölümü Cumhuriyet'e sahip çıktım 15.09.2015 Salı HAYATIN en acıklı anlarında bile insanı güldürmeyi başarabilen bir sanatçı o... Röportaj esnasında bir ara, tiyatrosuna iniyoruz, sokakta herkes durduruyor, birlikte fotoğraf çektirmek istiyor. Hiç kimseyi kırmıyor Levent Kırca. Esprisini de patlatıyor: "Kızım, iki gün sonra gelin, morgda da çektiririz! Gömünceye kadar vaktiniz var, kefeni açarsınız bir selfie çekersiniz..." 25 sene "Olacak O Kadar" yaptınız... Sonra ne oldu? - Evet, tam 25 yıl yaptık! Mizahın çıtasını yükselttik. Yıllarca çalıştığımız kanalları birinciliğe taşıdık. Önce bizi yere göğe koyamadılar. Sonra bir gün geldi, istemediler... Neden? - Çünkü onlara problem yaratmaya başladık. Varlığımızla, daha sıradan komedilerle para kazanmanın önünü kesmiş olduk. Yavaş yavaş bizi yok etmeye çalıştılar. Yok edecekler ki, çıtayı tekrar aşağı çekebilsinler. Sonunda da programı toptan yayından kaldırdılar. Suçlu sistem mi yani?... - Aynen öyle. Bıraktığımız zaman ilk 5'teydik. Ben iddia ediyorum, iki hafta önceden reklamını yaparak, eski "Olacak O Kadar"lardan 70 dakikalık bir kolaj verelim, şimdi bile ilk 3'e gireriz... Yani size ilgi azalmadı mı? - Hayır efendim! Sizi göz önünden uzaklaştırırlarsa, sonunda unuttururlar da! Bize yaptıkları da bu. Oysa ayıptır söylemesi ben kendimi biraz Charlie Chaplin gibi hissediyorum. Benim mesela, internette 25-30 sene önceki bir skecime giriyorsun, tıklanma rekoru kırıyor. "Demokrasi apartmanı" diye bir şey yapmışım, Tayyip Erdoğan'ı oynamışım. O zaman henüz belediye başkanı düşün. Herkes yorumunda, "Levent Abi, sen oradan bugünleri nasıl gördün?" diyor. 'KAFAMA HAMAMBÖCEĞİ ATTILAR' Peki mizahınızla insanlara örnek olabiliyorken, neden çıplak siyasete girdiniz? - Yasaklıysan nerede mizah yapacaksın! İlle de televizyon mu olması lazım? - Televizyonda sizi 70 milyon seyrediyor. Tiyatroda 200 kişi. Ben mesela bir film yaptım, güzel de oldu. Ama dağıtmıyor şirketler. Oysa içinde en küçük politik bir şey yok... Bütün bu anlattıklarınızda sizin hiç mi hatanız, günahınız yok! - 100 tane şey çekerler, 99'unda meleksindir. Bir tanesinde, bir yerde bağırmışsındır, sabah akşam onu gösterirler, sen de izleyenin gözünde agresif olursun! Aslı'yla oturuyoruz bir yerde, yemek yiyoruz. Bir paparazzi geldi. İnanır mısın, bir hamamböceği bulmuş bir yerlerden, geldi başıma attı. Ben titiz adamım, hoşlanmam, huylanırım. Ben de daldım ona. Gece gündüz bunu, "Gazeteci dövdü!" diye verdiler. E tabii öncesini bilmeden, o şekilde izlersen haberi, "Ama Levent Kırca da çok itici oldu!" dersin. Belediye başkanlığı adaylığı peki... O ne alaka? - Bak Ayşecim, memleket işgal altındadır. Cumhuriyetimiz tehlike altındadır. Bugün bu ülkede Anayasa hiçe sayılmaktadır. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, "Ben bu Anayasa'yı kabul etmiyorum!" dediği için hukuk, guguk olmuştur. Zaten halkın yüzde 75'i hukuka inanmıyor. Bu ülkede, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin şerefli, onurlu paşalarını Ergenekon deyip hapishanelere tıktılar. Erdoğan da buna sebep olanlardan biriydi. Sonra, "Paralel devlet!" deyip, Cemaat'i karşısına alıp, bu olaylardan sıyrılma gayreti içerisine girdi. O dönem, yüz küsur gazeteci sırf gerçekleri yazdıkları Atatürkçü ve cumhuriyetçi oldukları için hapishanedeydiler. 'DURUŞMALARDA GAZ YEDİM' Siz de gittiniz o duruşmalara... - Aynen öyle. Oralarda gaz da yedim, dayak da yedim, itildim, kakıldım. O insanların karıları, çocukları ağlıyorlardı. Ben şu hastalık çıkana kadar, bunları sahnede sergiliyordum, adı da "Dımdızlak"tı. O dönem, insanların yanında olmak gerekiyordu. Olduk. Bizim mücadelelerimiz de çıkardı onları. Ben o dönem, Şule Perinçek'le orada koştururken tanıştım. Polis bizi tartaklarken. Onların verdiği mücadeleyi gözlerimle gördüm. Hayranlık duydum. Ve dedim ki, "Ben de size katılmak istiyorum". Tamam, çok kısa bir süre içinde politikanın bana göre olmadığını gördüm ama onlar, "İstanbul Belediyesi seçimlerinde bizi temsil et! Bunu bizden esirgeme" deyince, kıramadım. Yoksa ben de biliyordum ki, belediye başkanı seçilmem filan mümkün değil... HAMİŞ Levent Kırca röportajı üzerine, beni Oya Başar aradı. Üzgündü. Kırca'nın hastalığını basına, kendisinin duyurduğunu fakat "Yardımına yine ilk Oya Başar koştu!" ibaresinin daha önce haberi yapan gazetecinin yorumu olduğunu söyledi. O, böyle bir şey dememiş. Fakat yalanlama ihtiyacı da hissetmemiş. Ben de, "Keşke doğru olmadığını söyleseydiniz! Hiçbirimiz müneccim değiliz, sizden bir açıklama gelmeyince doğru kabul ettik" dedim. Haliyle bu meseleyi röportajda Kırca'ya sordum, o da Oya Başar'ın böyle bir laf etmediğini bilmediği için, şu an birlikte olduğu kadının hakkını savunmak adına- "Biz Oya'yla hiç görüşmedik. Hastalığımın başından beri yanımda olan Oya değil Aslı'dır" dedi. Bu da Başar'ı üzmüş. Sanki aile olarak Levent Kırca'ya sahip çıkmıyorlar gibi bir izlenim yarattığı için. Ama görüşmediklerini o da kabul ediyor. Oya Hanım, benim değer verdiğim bir sanatçı. Bunları ısrarla yazmamı istediği için yazıyorum. Ben kendisine, eski eşinin, röportajda onun hakkında kesinlikle olumsuz bir şey söylemediğini söyledim. Ama Oya Başar yine de kırgındı. Kendisinin de 6 yıldır kanser olduğunu ama kimseyi ajite etmek istemediği için bunları anlatmadığını söyledi. Levent Kırca'ya bunca yıl iyilikten başka bir şey yapmadığını da ekledi. Çocuklarıyla her zaman ona destek olmaya hazır olduğunu söyledi. Tabii ki o da çok üzülüyor eski eşinin hastalığına ve bir an evvel iyileşmesini istiyor. Mesele daha derin, ama ben aile içi tartışmalara dahil olmak istemediğim için konuyu daha fazla uzatmıyorum. NE AKİL OLDUM NE KAHVALTILARA GİTTİM Bugün ben ölüyorsam, şunu bilerek ölüyorum: Ben dik durmasını bildim, Cumhuriyetime sahip çıktım, hep Atatürkçüydüm, hep de öyle kaldım, yandaş olmadım. "İki konser, iki tiyatro yapar, iyi para alırım" demedim. Bunların kahvaltılarına gitmedim. Bunlar önemli meziyetler. Ben akil makil de olmadım. Bu tezgâhlarının hepsi, Cumhuriyet'i yıkma tezgâhlarıdır. AYŞE ARMAN HÜRRİYET Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|