Kültürel Meselelerimiz - 13: Kültür ve devlet (İskender Pala) (1/13/2010)
Türkiye'de çok partili dönemlerin kültür politikaları hemen hemen hiç değişmez. Seçim öncesi parti programlarını incelerseniz muhtemelen aynı türden cümlelerle karşılaşırsınız.
Somut ve köklü uygulamaları önermek yerine mevcudu korumaktan söz ederler. Sağ partiler biraz daha muhafazakâr, sol partiler biraz daha atılımcı ruhla yaparlar bunu ve hepsi de kültüre kendi ideolojilerine göre şekil vermekten bahsederler. Biri gelenekçi, diğeri yenilikçi anlayışını diğerinin alternatifi görür ve ikisini birleştirmek imkânsızlaşır. Böyle bir kültür anlayışının, iktidar partisinin güdümünde halka dayatılan bir kültürü doğuracağı aşikardır. Oysa Türkiye'nin uzun zamandır insanı ve toplumu kapsayan, toplumsal hayata yön verecek bir kültüre ihtiyacı vardı. Evet, kültürün yüzü geriye dönüktür, kültür adamı kendini geçmişle anlamlandırır ama bunun geleceğe yönelik de bir uygulaması olmalıdır. Atalarımızın nasıl yaşadıklarını ve neler ürettiklerini bilmek yetmez, onun güzel yanlarını geleceğe yürürken beraber taşımak gerekir. Bu bağlamda kültür donuk bir malzeme değil, aktif bir cevherdir. Kültürü dondurursak ona ideoloji üstü bir dokunulmazlık katmış oluruz ki bu kültür ile ideolojiyi ayrıştırmak demeye gelir. Oysa ideoloji kültürden ayrı değildir. Her kültür içinde bir ideoloji üretebildiği gibi her ideoloji de kültür üretebilir. Cumhuriyet ideolojisi kendi kültürünü üretmek için çaba sarf ederken devlete, kültürü belirleyen ve sahiplenen bir rol biçmişti. Daha sonraki hiçbir parti bu şablonu değiştirmek istemediği için kültürü bir bütün halinde muhafazaya yöneldi. O zamanlar kültür, milleti millet yapan en önemli göstergelerden biri olarak görülüyordu ve halkı, bütün aykırılıklarına rağmen topyekun bir bünye haline o getiriyordu. İşte bu yüzden sağ veya sol partiler hep kültürü korumaktan söz ettiler. Bu yüzden kültür adına alınan pek çok karar siyasi oldu, dönemin şartlarına göre el altından kültüre müdahale ile yeni bir şekil vermek gerekti. Bunun tabii sonucu olarak kültür adına alınan kararlar Kültür Bakanlığı'ndan ziyade mesela YÖK veya MGK tarafından da alınabildi. Yalnızca siyaset değil, bürokrasi de kültürel alana müdahale etmekten çekinmedi. Bunun yarattığı hoşnutsuzluk ortamı iktidarlarda kültüre müdahale azmi doğurdu. İktidarlar değiştikçe önceki iktidarın kültür politikaları değiştirilip yerine onun tersi politikalar uygulanmak durumunda kalındı. Zamanla ortada kültür diye bir şey kalmadı. Kültür mevhum bir varlık haline getirilince de iktidarlar onun içini kendi fikirlerine göre doldurur oldular. Kimisi opera, bale, senfoni orkestrası ile, kimisi sıradan bir yayıncı gibi kitap basarak veya radyo ve televizyon kurarak kültürü yaymaya çalıştı. Oysa devletin memurları tarafından yönetilen, atanmış sanatçılar tarafından icraat yapan bir bale, senfoni, radyo veya televizyon ileri ülkelerde çoktan terk edilmişti. Sonunda kültür, sığ ve basit bir zemine sıkışıp kaldı. Bunun sonucu olarak da şimdi artık insanların kültürsüzlüklerinden söz eder olduk. Yüzyıllardır akan ırmağı çorak vadilerde yitirdik ve su diye kıvranmaya başladık.
Sovyetler Birliği'nden sonra dünyada kültürü devlet eliyle yöneten hiçbir ülke kalmadı. Bir tek Türkiye bu konuda ısrar ediyor. Ne sanatçıların maaşlı memur olduğu, ne de kültür ve sanatı atanmış müdürler ve memurlarla yöneten bir ülke var artık. ŞT, DT veya CSO'da bankamatik memuru olan bir sanatçı bu ülke sanatına ne katkı sağlar, kendi ürettiğinin geliriyle ayakta kalamayan bir sahne sanatı acaba ne kadar sanattır ve ne kadar yaşayacaktır? Hangi filmin destekleneceğine, hangi özel tiyatronun ne kadar ödenek alacağına, kütüphanelere hangi kitabın satın alınması gerektiğine devlet karar verirse buna kültürel demokrasi denilebilir mi?
Peki çare nedir? Bize göre ilk şart Kültür Bakanlığı'nın buyurgan bir bakanlık olmaktan çıkarılması, milletinin sahip olduğu bütün kültürel değerlere eşit uzaklıkta duran ve onları desteklemeyi kültür politikası olarak algılayacak bir yapıya büründürülmesi gerekir. Kamuya ait orkestralar, tiyatrolar vb. (binalarıyla birlikte) sanatçı örgütlerine devredilse, kültürel ve sanatsal etkinlik yapacak bütün kişi ve kurumlar (sanat değeri taşımak koşuluyla) bütçeden belli miktarda yardım/ödenek almaya başlasalar sizce de kültürel alana çeşitlilik ve canlılık gelmez mi? Çeşitlilikten korkmanın bir anlamı yoktur. Böylece kültürel ve sanatsal etkinliklere kalite gelir, sanat adına yarış başlar. Devlet desteği alan klasik kültür ucuz popüler kültürün önüne geçebilir.
Dünyanın her yerinde devlet klasik kültürden yanadır ve geçmişinden kaynaklanan yüksek kültürü üretmek için ödenek ayırır. Klasik olan pahalı ve meşakkatlidir. İdeolojiler klasik kültür karşısında eşit konumdadır ve hepsi tarafından kabul görür. Bir millete ait kültür de böylece yeniden üretilmeye başlar. Zamanla STK'lar da klasik kültüre yönelip yatırım yaparlar, kısa sürede taşlar yerine oturur. Biri gelenekçi, diğeri yenilikçi anlayışını diğerinin alternatifi olarak gören anlayışlar ve kültürün üzerindeki sağ, sol gölgesi ancak böyle kalkar. Bize göre bu kültürel harmanı hasat etmek AK Parti iktidarının başarıyla uygulayacağı yeni bir açılım konusudur.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...