İskender Pala: Devlet Tiyatrosu kapatılsın! - Bakan cesur davransın! (1/5/2010)
Türk tiyatrosunun geleneği çok uzun, ama sahneye hasredilmesi çok kısa bir zamanı kapsar.
Daha Orta Asya'dan itibaren bolluk törenlerinde seyirlik sahneler, hayvan benzetmeleri, çoban hikâyelerini meydanlarda oynamaya başlayan insanımız zamanla kukla, meddah, Karagöz, ortaoyunu gibi şarkıların, dansların ve söz oyunlarının yer aldığı tiyatrolar yapmışlar. Bir metne dayanmayan ve Türk insanının mizah duygusundan ilham alan bu seyirlik oyunlar Tanzimat döneminden itibaren Batı etkisi altında gelişerek bugüne kadar sahnelerde sunulmuştur. Tanzimat ile birlikte saraylara tiyatro salonu yaptıran sultanlar hariçte tutulursa bütün bu tiyatrolar hep kendi sanatlarıyla ayakta kaldılar. Tiyatronun ülkemizde önemli yer edindiği Tanzimat ve Meşrutiyet yıllarında da durum aynı idi. Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nden sonra Ermenice oyunlar oynayarak işe başlayan Güllü Agop'un Türk tiyatrosu zamanla Müslüman kadınlara da oyuncu olma kapısını aralayınca sayısız çeviri oyunlarla kuvvetli bir tiyatro rüzgârı esti. Bunlardan bazılarının konusu dini (daha doğrusu Müslümanlığı) aşağılayan, dindar insanlara kara çalan, çokevliliği öne sürerek din adamlarını kötüleyen bir yapıya sahipti. (Bugünün muhafazakâr kesimlerinde tiyatro geleneğinin yerleşmemiş olmasının başlıca sebebi işte budur.) Bu tutum daha sonraları Namık Kemal, Abdülhak Hamid gibi yazarların vatan, tarih, gelenek konularında tiyatro için yerli oyunlar yazma ihtiyacını da tetikledi ve milli tiyatro kendine özgü bir form üretti: Tuluat. Kavuklu Hamdi'lerin Kel Hasan'ların doğal yetenekleri gelenekten de yararlanarak kahvehaneleri tiyatroya çevirdi. Cumhuriyeti kuran kadroların toplumu inşa adına tiyatro açma ihtiyacı biraz da bu ilginin sebebidir. 1927'de Muhsin Ertuğrul yönetiminde ilk defa devlet desteğiyle Darülbedayi (şimdiki adıyla İBB Şehir Tiyatroları) kuruldu. Bunu on yıl sonra Ankara Devlet Konservatuarı takip etti. Bu tiyatrolar halkın istediğinden ziyade halka verilmek isteneni önemsediler. İstanbul'da AK Parti'nin son iki iktidar döneminde, Cumhuriyet'in tiyatroya kazandırdığı salonlardan daha fazla salonu İBB kazandırdı. Muhsin Ertuğrul sahnesi veya AKM yenileneceği zaman "Yıktırmayız!" diye çığlık atanlar bunu görmedi mi dersiniz? Peki sıkıntı neredeydi?
İmkânınız varsa DT ve ŞT'nin repertuarını inceleyiniz. Bunca sahnede acaba kaç yerli oyun vardır? Bu oyunlardan kaçı kendi geleneksel tiyatrosundan beslenmiştir? Kaç oyun bu tiyatroları kuranların (AK Parti iktidarı) kutsal kabul ettikleri değerlere saygılıdır? Muhafazakâr tiyatro seyircisi acaba muhafazakar belediyenin parasıyla sahnelenen oyuna gidebilir mi? Giderse orada maddi veya manevi tacize uğramadan geri dönebilir mi? Peki de, tiyatroya bunca yatırım yapmanın teşekkürü bu mudur? Bakın çevrenize!.. Dünyanın burjuvazi geleneği yerleşmiş iki ülkesi hariç ödenekli tiyatro kalmamıştır. Devlet eliyle maaşlı sanatçılara tiyatro yaptırma âdetinin son güçlü örneği de Sovyetler Birliği ile birlikte çöktü. Ama Türkiye'de hâlâ devletten maaş alarak sanat icra eden veya adı bankamatik sanatçısına çıkmış insanlar var. Şehrin merkezî yerine kümelenmiş olan tiyatrolarda icra-yı sanat ederler, ama varoşlarda (Avcılar'da, Pendik'te, Tuzla'da vb.) kurulan sahnelere gitmek istemezler. Varsa yoksa Harbiye-İstiklal Caddesi arasında dönen bir hayat. Sanatı halka yaymak onlar için yalnızca bir slogandır. Bu durum, özel tiyatrolarında ayakta kalmaya çalışan diğer sanatçılar için haksız rekabet ortamı yaratmaz mı? Peki onların eksiği DT veya ŞT kadrolarında yer almak üzere torpil bulamamak mıdır? Devletin onları desteklemek için ayırdığı bütçe ihtiyaçlarının ne kadarını karşılamaktadır?
Ben iktidar veya yönetimin tiyatroya karışmaması gerektiğinden, ideoloji ile sanatın ayrışmasından yanayım. Onun için sözünü ettiğim taraflı repertuara rağmen tiyatronun yaşaması için hep mücadele vermişimdir. Nitekim dünyanın bütün ülkelerinde artık yerel ve merkezî yönetimler tiyatrolara eşit uzaklıkta durmaktadırlar. Güdümlü bir tiyatro özgür olmaz çünkü. Bu uygulama ülkemizde de başlatılabilir. Bu hükümet tiyatroları emirle sanat icra eden memur sanatçılık düşüncesinden arındırabilir. Tiyatroları on yıllık, onbeş yıllık süreçlerde, kademeli olarak, mesela her yıl ödeneğin yüzde 10'unu kısarak, binalarını da mekânları ve kurumlarıyla birlikte içinde çalışan meslek örgütüne devredecek şekilde sivilleştirebilir. Sonra da onları özel tiyatrolar gibi destekler. Sonuçta, on yıl sonra şehirdeki bütün tiyatrolar özel tiyatrolar gibi sanat üretmeye başlar. Bu da bir rakabet ortamını doğurur. Böyle bir durumda, DT veya ŞT bünyesinde sanat üretmekte gönülsüz davrananlar dizi filmleri bırakıp üstün sahne performanslarını göstermeye başlayacaklardır. O zaman repertuar da arz-talep dengesine göre kendiliğinden oluşur, oyunlar boş salonlara oynanmaktan kurtulur, modern Türk tiyatrosu atılım yapar. Bunlar olunca da 'Muhafazakârlar tiyatrodan uzaktır!' diyenlerin haklı mı, haksız mı oldukları da, şimdi sanat diye sahnelenen oyunların çıtasının ve ratinginin nerede durduğu da kendiliğinden ortaya çıkar. Tiyatroları dönüştürecek bir Kültür Bakanı aranıyor?
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...