| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği, İskender Pala'ya tepkili (1/14/2010) PROF. İSKENDER PALA’YI YÜREKLİ BAKAN ARAMAK YERİNE, BAKAN OLMAYA VE ÖDENEKLİ TİYATROLARIMIZI KAPATMAYA DAVET EDİYORUZ! Bir dönem İ.B.Kültür İşleri Daire Başkanlığı ve İstanbul Belediye Başkanı özel danışmanlığını da yapmış olan Prof. İskender Pala, “Kültür Meselelerimiz” başlıklı yazı dizisinin “Kültür ve Tiyatrolar” alt başlıklı ve 05.01.2010 tarihi ile Zaman gazetesinde yayınlanan 12. Bölümünde, “tiyatro meselesini” yorumlarken pek çok yanlış, yanılgı ve yanıltmaya neden olarak, ödenekli tiyatrolarımızın (İBŞT ve DT’nin) kapatılabilmesi için “yürekli bir bakan aranıyor” diyerek, toplumumuzda ciddi bir endişenin kaynağı olmuştur. Söz konusu yazısında Türk Tiyatro Tarihi’ne ilişkin çok ciddi maddi hatalar yaptığı gibi, günümüze dair bilgi ve değerlendirmelerde de, ciddi anlamda, kötü niyet içeren yaklaşımlara sebep olmuştur. Öncelikle Türk Tiyatro Tarihi konusunda, ödenekli sanat kurumları hakkında kolayca ulaşabilecek bilgiler konusunda, böylesine büyük hatalar yapmak, uzman olarak görülen bir şahsiyete yakışacak bir durum değildir. Eğer İ.Pala, İstanbul Belediye Başkanına ve Ak Parti iktidarına yakın bir isim olarak bu yazı dizisini hazırlamamış olsa, bir tür beyin jimnastiği olarak görülebilir ve karşısında da o şekilde durulabilirdi ama meselenin bir beyin jimnastiğinden daha çok, bir tür Ak Parti iktidarının sanatsal manifestosu izlenimi oluşturmasından dolayı, toplumumuzda ciddi bir endişeye sebep olmuştur. Bu endişe nereden mi kaynaklanmaktadır? İ.Pala’ya ait yazı, ciddi bir şekilde baştan aşağı yalan-yanlış bilgiler ışığında kaleme alınmış bir yazıdır. Kendince tiyatronun doğuşundan, günümüze dek uzanan, ülkemiz ve coğrafyasının tiyatro yolculuğuna kısa bir özet sunmaktadır ama yanlıştan göz gözü görmez haldedir. Bunlara değinerek zamanınızı almayı hiç istememekle birlikte, İ.Pala’nın tiyatro konusundaki yetersizliğini gözler önüne sermesi bakımından kısaca değinmekte fayda var. Neymiş onlar? Güllü Agop'un “Ermenice oyunlar” oynaması mı? Yanıltan yanılgı! Hiçbir vakit Ermenice oyunlar oynamadığı gibi vaktiyle Müslüman olup, Güllü Yakup efendi adını almış ve Osmanlı sarayında yıllarca tiyatro hizmeti sunarak hayatını Müslüman bir kişi olarak sonlandırmıştır. Güllü Agop’un “Müslüman kadınlara oyuncu olma kapısını aralaması mı?” Cehalet! Sadece ve sadece saray tiyatrosunda, izleyiciler bölümüne, kadınların da tiyatroyu izleyebilmeleri için bir kafes yaptırabilmiştir. Tiyatroyu yalnızca erkeklere mahsus bir izlence olmaktan çıkarabilmesi bile önemli bir hadisedir. Sahneye çıkan ilk kadın olan Afife Jale ise Güllü Yakup’un öldüğü yıl doğmuştur. “Tuluat” tiyatrolarının doğuşunu, Namık Kemal sonrasına bağlayışı mı? Cehaletin daniskası! Darülbedayi'nin kuruluş tarihi olarak verdiği 1927' ise, cehaletin son perdesi! Ödenekli tiyatrolar için "dünyada bu model kalmadı". Cehaletin son haddi! “İstanbul'da AK Parti'nin son iki iktidar döneminde, Cumhuriyet'in tiyatroya kazandırdığı salonlardan daha fazla salonu İBB kazandırdı” aldatmacası ise sadece kendini ve yandaşlarını bağlayan bir gözbağcılığıdır. Tanzimat ile birlikte çeviri oyunlarla kuvvetli bir tiyatro rüzgârının estiğini gözden kaçırmayarak, muhafazakâr kesimin tiyatro geleneğinden uzaklaşmasının nedenini ise, bu çeviri oyunların konularının “dini (daha doğrusu Müslümanlığı) aşağılayan, dindar insanlara kara çalan, çok evliliği öne sürerek din adamlarını kötüleyen bir yapıya sahip” olması olarak tanımlıyor. Bu tür oyunların başında olsa olsa, Moliere’in Tartuffe’ü gelir. Bildiğiniz üzere Tartuffe’ün konusu, dindar geçinen bir parazitin, insanların dini duygularını kullanarak onların sırtından geçinmelerini anlatır. Bahsi geçen dönemlerde Ahmet Vefik Paşa Moliere’in birçok oyununu (buna Tartuffe de dahil) adapte eder ve tiyatro yoluyla bu tür softaların maskelerinin düşürülmesine yardımcı olur. O gün de, bugün de İskender Pala’nın muhafazakâr (Müslüman) diye tanımladığı insanların kimler olduğuna varın gelin siz karar verin. Gerçek Müslüman’ın alkışlamaktan asla çekinmeyeceği bu tür oyunları “Müslüman’lığı aşağılayan oyunlar” olarak göstermesinin altında yatan neden, aslında sonunda varmak istediği “tiyatroları yıkma” düşüncesini inandırıcı kılma kılıfından başka bir şey değildir. “Tiyatroları yıkmak” binaları yıkmak değildir yalnızca. İçindeki düşünceyi, fikri ve o fikrin insanları özgür kılma gücünü, ülküsünü yıkmaktır. Bu yıkımı gerçekleştirmeye payanda olacak düşüncelerini ise, ödenekli tiyatroların (İBŞT ve DT) repertuarlarında yerli oyunların azlığından, muhafazakâr insanlara hizmet edecek oyunların yoksunluğundan, muhafazakâr insanların bu tiyatrolarda kendilerini tacize uğramış şekilde göreceklerinden dem vurarak desteklemekte. Hâlbuki her iki ödenekli tiyatronun da repertuarları %70’e varan oranlarda yerli oyunlardan oluşmakta ve dahası insanları ayrım gözetmeden kucaklamak amacı gütmektedir. Herkesin bildiği üzere, DT bu yıl 60.yılını kutlamakta ve 60.yılı onuruna “60 yerli yeni oyun” sloganıyla yola çıkmış ve bunun üstesinden de fazlasıyla gelmiş durumdadır. Ha, bu 60 yerli oyunun içinde İ.Pala’ya ait oyun olmayabilir, bu da normaldir. Çünkü İ.Pala iyi bir tiyatro yazarı olmadığını ziyadesiyle kanıtlamıştır. Nasıl mı 1535 yılında yazılmış bir devasa şiiri eğip büküp ortaya çıkan metnin Şehir Tiyatrosu’nun gazetelere üç beş kutu ilan bile veremediği, program dergilerinin, afişlerin oyun kalktıktan sonra basılabildiği bir dönemde, altın varaklı, format dışı kocaman broşürlerle, belediyeye ait billboardlarla, üst geçitlere asılan bannerlarla tanıtımının yapıldığı, Şehir Tiyatrosu’nun neredeyse asırlık eğilimleri hiçe sayılarak, sonsuz sınırsız olanaklarla dışarıdan sanatçıların istihdam edildiği bir oyunun müellifi kimdir? Bu işten ne kazanmıştır? Bu müellifin adının geçtiği oyun neden Şehir Tiyatrosu’nun öteki oyunlarından “daha” eşit (!) muamele görmüştür? Bu oyun, “Leyla ile Mecnun” adı altında İBŞT’de zoraki yaratılmış bir oyundur. Neden mi zoraki? Başkanı olduğunuz bir kurul düşünün. Ve bu kurulda jürisiniz. Bu jürinin başkanı olduğunuz alana yarışmacı olarak katılabilir misiniz? Bu etik midir? Sadece yarışmacı olmakla kalmıyorsunuz ve yarışmanın birincisi seçilerek, bütün devletin imkânlarını da kendiniz için seferber ediyorsunuz. İşte İskender Pala’nın tiyatro alanındaki tek başarısı ve becerisi budur. Aslında bu bir suçtur. Bu suçun tarifi yasalarda belki yoktur ama ya vicdanlarda? Mevkiin sağladığı nüfuzu kaybedince, varlığının ispatını nereden kuracak ve nereden medet umacaktır? Elbette kamuoyunu yanıltacak yazılardan, sığındığı muhafazakâr kesim ve bugünkü siyasal iktidardan. Muhafazakâr bir kesime hitap eden bu şahsiyet, meseleyi muhafazakâr oyunların azlığına, muhafazakâr insanların bu tiyatrolarda maddi ve manevi tacize uğradıklarını söyleyerek, bu kurumları töhmet altında bırakarak bunu yapacaktır. Bu tehlikeli oyunu ne için mi oynayacaktır? Bu tiyatrolardan haksız yere nemalanmasının önü kesildiği için elbette. Bu, muhafazakâr oyun yazarı olarak, her iki ödenekli tiyatronun repertuarında yer bulamayarak bir hayal kırıklığının dillendirilmesiyse bunu gayet iyi anlarız. Ya da bir ideolojinin sanatsal alana zorla kabul ettirilme çabalarıysa bunu da anlarız. Ama tüm bunlardan ötürü, kötücül bir düşünce ile bu kurumlara kara çalmayı, hedef göstermeyi, onları yok etmeyi asla anlayamayız. Bakın başkaca neler söylemekte İskender Pala: “Kaç oyun bu tiyatroları kuranların (AK Parti iktidarı) kutsal kabul ettikleri değerlere saygılıdır?” Birincisi, İBŞT ve DT’yi Ak Parti iktidarı kurmamıştır. Sizin tiyatro tarihi konusunda ne denli cahil olduğunuz ortaya çıktı ama sizi okuyanların da bu kadar cahil olabileceğini nereden çıkardınız? İkincisi, Ak Parti’nin kutsal kabul ettiği değerler de ne ola ki? Bizim, tümümüzün, toplumumuzun kutsal değerlerinden bir farkı mı vardır bu değerlerin? Ama “kutsal değerlerden” kasıt, devletin olanaklarını kullanarak bir partiyi, bir ideolojiyi memnun etmekse, bunu kültürün ve sanatın dışında aramalısınız. Ya da ideolojinizin dayatılmasını öngören oyunları isteme şekli bu olduğu taktirde, bunun hangi türden bir ruh halinin yansıması olduğunu sormadan edemeyiz. İşi bu kadarla bırakmayarak, daha da ileri götürmekten çekinmiyor İ.Pala. “Muhafazakâr tiyatro seyircisi acaba muhafazakâr belediyenin parasıyla sahnelenen oyuna gidebilir mi?” Nasıl bir cümle bu? Bu nasıl bir cüret!? Bu para hepimizin parası! “Muhafazakâr belediyenin parası” ne demek? Bu ayrımcılık değil de ne şimdi? Halkı kin ve nefrete yöneltmek değil de nedir bu? Bu anayasal bir suçtur! İstanbul belediyesinin başına bir belediye başkanı seçildiğinde, o belediye başkanı, sadece yandaşlarının başkanı mıdır, yoksa tüm İstanbul’un mu? Halkın vergileri toplanırken, nasıl ki muhafazakâr ya da ilerici diye ayrıma tabi tutulmuyorsa, hizmet verilirken de eşitlik ilkesi asla zedelenmemelidir. Zedelendiği taktirde de orada “adalet ve kalkınmadan” söz etmek mümkün müdür? Bu mudur demokrasi? Muhafazakâr insanı yaratmanın, muhafazakâr yazarı, izleyicisini ve tiyatrosunu yaratmanın koşulu bu mu? Tiyatro aracılığıyla muhafazakâr insan yaratılabilmiş midir? Tarihte bunun bir örneği var mı acaba? Velev ki, muhafazakârlığın en üst sınırında duran, Türkiye dışındaki Müslüman ülkelerde muhafazakâr tiyatro ve yazarları kaç tanedir? Ve bu tiyatrolar, yazarları özgür müdür? Ya da onların repertuarları hangi oyunlardan oluşmaktadır? Kimdir bu muhafazakâr yazarlar ve tiyatro adamları? Neden onların adlarını hiç duymuyoruz? Neden bir muhafazakâr yazar olarak oyunlarınız o ülkelerin dillerine çevrilerek, o ülkelerin tiyatrolarında yer bulmuyor, bulamıyor? Yoksa oyunlarınız yeterince muhafazakâr gelmiyor ve beğenmiyorlar mı? Ya da onların oyunları neden dünya tiyatro yazınında hiç mi hiç anılmıyor? Tiyatro doğası gereği diyalektik ve evrenseldir. Değişir, değiştirir, dönüştürür. Hep değişimden ve dönüşümden yanadır. Kısacası ilerici ve devrimci bir mabettir tiyatro. İyisi mi ne siz kendinizi kandırarak bu muhafazakâr aklınızla bu mabede sığınmaya kalkın, ne de bu mabedi başka bir mabede dönüştürmeye yeltenin. Kısacası mabetleri karıştırmayalım. Her mabedin ayini farklıdır. Birini diğerine uygulamaya sakın ha kalkmayın; zira kusar. Bırakın taş yerinde ağırdır. İktidarın ardına gizlenerek sanatsal alanları kıstırmaya, kışkırtmaya çalışmak, iktidarın yaptırım gücünü kullanarak sanatı ve sanatçıyı sindirmeye çalışmak ters tepecek bir yoldur. Derhal bu tehlikeli yoldan dönün. Kısmaya, kıstırmaya çalıştığınız her alan üzerinize bir çığ gibi gelir ve sizi de, sizinle birlikte olanları da ezer geçer. Elbette ödenekli tiyatroların bir yenilenmeye ihtiyacı vardır ama bu yenilenme, muhafazakârlaştırmak adına değil, daha fazla özgürleştirme adına yapılmalıdır. Ülkemiz dışında örneği yok dediğiniz ödenekli tiyatroların batıdaki benzerlerine baktığınızda, ülkemizdeki gibi, siyasal iktidarlara göbeğinden bağlı yapılar olmadığını görürsünüz. Siyasi iktidarların arka bahçeleri gibi, iktidar sahiplerinin yandaşlarına göre sanat üreten yapılar değil, özgür ve özgün sanatın gereklerini yerine getirmek üzere yapılandırıldıklarını görürsünüz. Bu tür kültürel kurumlar özelleştirilemez. Eğitim, sağlık, güvenlik ve kültür bir sosyal devletin olmazsa olmazlarındandır. Nasıl ki, orduyu, polisi, eğitimi, sağlığı özelleştiremezseniz, kültürü de özelleştiremezsiniz. Hele ki, İstanbul’un 2010 Avrupa kültür başkenti olmaya soyunduğu şu günlerde, kendini muhafazakâr aydın sınıfına koyan siz ve sizin gibi şahsiyetlerden beklentimiz, sanatı siyasal iktidarlarla birlikte kıstırarak amorf hale getirmek yerine, sanatın, sanatçının önünü açacak hamleler yapmanızdır. Hulasa, ayrımcılığı tetikleyen, kültürel aşınmayı ve yozluğu pekiştiren bu tür yazılardan kaçınmanızı salık veririz. Siyasal iktidarın akıl hocalığına soyunduğunuz izlenimi veren bildirilerinizin siyasal iktidar tarafından dikkate alınmadığını bilmek en doğal hakkımızdır. Değilse bir bakanın işe yaramazlığını savunacak denli fütursuzlaşan sizi, ödenekli tiyatroları kıstırarak, sözünü denetim altında tutacak ya da kapatacak yürekli bakan aramak yerine, bakan olmaya ve yapabiliyorsanız tiyatrolarımızı kapatmaya davet ediyoruz! HAŞMET ZEYBEK İŞTİSAN İSTANBUL ŞEHİR TİYATROLARI SANATÇILARI DERNEĞİ Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|