Erol Günaydın, Galata Köprüsü'nü bile taklit edebilirdi (10/16/2012)
Son meddahlardan Erol Günaydın, bir kertenkeleyi, bir rakı bardağını bile taklit edebilirdi. Batılı Türk tiyatrosuna alaturka nüvesini kazandırmıştı. Takım elbisesinin üzerine taktığı şapkayla Batılı, anlattığı fıkrayla dibine kadar Karadenizliydi...
Son meddahlardan Erol Günaydın kertenkeleyi, masadaki rakı bardağını, hem de içi boş ve dolu halde, hem de sek ya da sulu içildiği halde, hem de yanında peynir ya da leblebi mezesi olduğu halde ayrı ayrı taklit ederdi. Taklidin sadece sesini duyurmayı beceren insanlar için değil, evrenin tüm sessiz çoğunluğu için de geçerli olduğunu kanıtlamıştı usta… Her şeyin sesi var, sadece son nefesin sesi yok… Her şey taklit edilir, sadece ölüm taklit edilemez… Sonsuzluğa uğurladığımız Erol Günaydın’ı 1979’da tanımıştım. O zaman altı haneli telefonlar vardı, bir perşembe gecesi 47 ile başlayan bir Nişantaşı telefonundan aramıştım ustayı. 12 yaşında bir çocuğun korkusu azdır, korkusuzca sarılmıştım telefona. Yazdığım oyundan söz ettim, arkadaşlarımla oluşturduğum ‘Beş Kafadarlar Kumpanyası’ tarafından sahnelenmeye çalıştığımızı anlattım.
Bugünün meşhur sanatçılarına, menajerlerine anlatamayacağınız şeyler bunlar… Erol Günaydın’a korkusuzca telefon eden çocuğun, tek korkusu büyümek! Nazikçe ‘reddedilse’ o çocuğun hiçbir hayali kalmaz… Oysa, çocuk olarak doğan ve çocuk olarak ölen usta, bir çocuğu terslemeyecek kadar büyüktü. Kertenkele taklidi yapan bir ustadan bir çocuğun hayallerini söndürmesi beklenemezdi değil mi?
Konuşmamızı takip eden cumartesi sabahı, Erol Günaydın’ın kurduğu Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun birbirinden önemli sanatçıları, Zeynep Tedü, Ayla Arslancan, Bülent Kayabaş, Göksel Kortay, Kerem Yılmazer, Yüksel Gözen ve daha niceleri ‘Beş Kafadarlar Tiyatrosu’nun ‘Vay Akıl Fakiri Vay’ adlı yedi dakikalık çocuk oyununu izliyordu. “Kostümleriniz nerede?” dedi Erol Usta. City’s Alışveriş Merkezi’ne dönüştürülmüş Şişli Terakki Lisesi’ne yakın evlerimize dağılıp, babamızın çoraplarını, dedelerimizin pijamalarını toplayıp döndük. Sahne amiri Nükhet Gök son rötuşları yaptı… Ve sahnedeydik. Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun perde arasında yeni çocuklara yaşam hakkı tanınmıştı… Erol Günaydın, telefonu menejerine paslamamış, müsamereyi üst düzey müdürlere sormamış, yeni seslere korkusuzca kulak vermişti. ‘Beş Kafadarlar Tiyatrosu’ olarak iki perde arasında sahneye çıktığımız Akbank Çocuk Tiyatrosu, o zamanlar anne kucağı kadar sevgi doluymuş. O dönem oyunlara ara vermiş Dormen Tiyatrosu’nun önemli isimleri hem sahneden hem hayattan uzak kalmamak için sığınmışlar bu çocuk tiyatrosuna...
Birkaç yıl sonra Erol Günaydın’ı, şimdilerde alışveriş merkezi olmak için yıkılan Taksim Tiyatrosu’nun kulisinde ziyaret ettiğimde, Altan Erbulak ile kurmuş olduğu bu tiyatronun kulisinde, Feydau farslarının ihtişamlı kostümleri içinde yaşadığı hayal kırıklıklarını dinlemiştim. Altan Erbulak ile kurduğu tiyatroyu kapattıktan sonra, Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular’ına da katılarak özel tiyatro alanında savaşmayı sürdürmüş, ancak bence hiçbir zaman çocuk tiyatrosundaki kadar mutlu olamamıştı.
İnce ince alay ederdi 2005’te Müşfik Kenter ile aynı zamanda tiyatroda 50’nci yılını kutlamıştı. O da Müşfik Hoca gibi, 60’ıncı yılı kutlayamadan göçtü ve son yıllarını hastane odalarında geçirdi… Müşfik Kenter yerli oyunları da ustalıkla oynamış, Erol Günaydın’ın Dormen Cep Tiyatrosu’nda başlayan kariyerinde de çok fazla yabancı oyun var. Ama bu iki ustayı yine de alaturka ve alafranga tiyatro biçemlerinin öncüleri diye ayırmak gerek… O, alaturkayı alla Turka olarak hayata geçirebilen büyük bir isimdi... Meddah geleneğindendi... Meddah sözlük anlamıyla, meth edenlere yakıştırılan isim! Oysa, o methetmez, ince ince alay eder, zengin zengin taklit ederdi…Yazdığı ‘Yaygara 70’ oyunuyla Batılı Türk Tiyatrosu’na alaturka nüvesini kazandırdı. Haldun Dormen ona bu fırsatı tanımasaydı, tiyatromuzda alafranga ile alaturka arasındaki yabancılaşma büyür giderdi.
Bugünkü kamplaşmış toplum, komedyenlerine ince taklitten uzak durmayı öğretiyor en önce. Kürt, Arnavut, Yahudi, Ermeni, Laz taklitlerinin azalmasının nedenlerinden birisi de üst kimliklere oynayan komedyenler yüzünden değil mi? Oysa, bir kertenkele hassasiyetiyle, bir rakı bardağının hacminde yapılan azınlık taklitleri, çoğunlukların dışında da bir yaşam olduğunu anlatmaz mı? Meddah geleneğimizde Galata Köprüsü’nü taklit etmek var... Martı sesleri, sarı yağmurluklu balıkçıları, dalga sesleriyle yaşamın ta kendisidir Galata köprüsü... Bugün sayıları parmakla gösterilecek kadar azalan meddahlar günlük yaşamlarında pek az yeri olan Galata Köprüsü’nün taklit edilebileceğini akıllarından bile geçirmiyor...
Büyümeyen çocuktu Sizler onu Çiçek Taksi’den hatırlasanız da benim için ‘Hırsız Polis’ dizisinin Dursun’udur. Sizler onu Disko Kralı’ndan hatırlayabilirsiniz ama, benim için dalga geçilen ihtiyar değil, hiç büyümeyen çocuktur. O, takım elbisesinin üzerine taktığı şapkayla Batılı, rakısını içerken anlattığı fıkrayla dibine kadar Karadenizliydi... Şapkanın bu kadar çok yakıştığı bir başka çocuk adam tanımamışımdır.
Tanıdığım en önemli zennelerden biriydi. Bir ışık huzmesini muhteşem bir aydınlığa dönüştürmek için şarttır zenneler... Beraber yaşama kültürünün devam etmesi için Arnavut, Kürt, Ermeni, Yahudilere değil, onlarla beraber gülenlere, zennelik yaparak mizahta cinsiyetçilik yerine, incelik yaratabilenlere, sözünü sakınmayan meddahlara ihtiyacımız var... Güle güle Erol Usta! Ölüme ağlamasak, galiba yaşama da gülemeyiz... Alıştık meddahların gitmesine! Bize Galata Köprüsü’nde “Rastgele” diyen sarı yağmurluklu balıkçılarının sesini bırak yeter….
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...