| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Devletin tiyatrosu olmaz ulusun tiyatrosu olur (11/27/2007) Devlet Tiyatrosu sanatçısı Ahmet Levendoğlu, devletin tiyatronun ve sanatın önünü açması gerektiğini belirtiyor. Yılların tiyatrocusu Ahmet Levendoğlu, Devlet Tiyatroları’na döndüğü Inishmaan’ın Sakatı ile sezonun en çok konuşulan tiyatro oyunlarından birine imza atmış oldu. Levendoğlu ile ödüller alan oyunu, Devlet Tiyatroları’nın durumu ve Türkiye’de tiyatro yapmak üzerine konuştuk. Uzun yıllar aradan sonra Devlet Tiyatroları’nda bir oyun sahnelediniz. Nasıl gelişti bu ilişki, biraz anlatır mısınız? İstanbul Devlet Tiyatrosu’ndan bir oyun sahneleme çağrısı aldığımda koşullarımı öne sürdüm ve yapacağım oyunu benim seçmem ve çevirmem konusunda anlaştık. Uygun gördüğüm bir sahnede gösteriminin yapılması kaydıyla önerilen görevi kabul ettim. Ama tabii bütün bu koşulların kabul edilmesi, sıkıntı yaşamadığımız anlamına gelmiyor. Çok açık olarak, çok büyük sıkıntıların yaşandığını söylemem gerekiyor. Benim ve tüm kadronun bunun yönetsel, İstanbul Devlet Tiyatrosu yönetimine bağlanabilecek bir nedenle olmadığını düşündüğümüzü de baştan söylemeliyim. Yönetsel değilse nedir o zaman sorun? Bu oyun planlandığı tarihten beş kez ertelemeye uğrayarak perdesini açabildi. Bunca yıldan sonra geldiğim Devlet Tiyatrosu’nda, üzülerek gördüm ki açıklar ve eksikler çok büyük sorunlara dönüşmüş. Biz tekniği oturtmuşken Genel Müdürlük bize oyunun bütçesinin karşılanamayağını söyledi, tabii altı hafta sonra söylendi bu bize. Altı hafta sonra mı? Evet altı hafta sonra. İki üç gün durdu provalar tabii, yeni çözüm üretimi için. Sonra bu kadar süre çalışılmış, prova edilmiş bir oyunun temel sistemini altı hafta sonra değiştirmek diye bir şey olamayacağı için biçim olarak aynı şeyi koruyup hidrolik unsurdan vazgeçildi. Bütün bu yaşadıklarımızın devlet destekli bir kurum tiyatrosunda yaşanması gerçekten sadece yetersizliklerle açıklanamaz. Bunun altında başka şeyler yatıyor olmalı diye düşündürdü bizi. Bütün bu sıkıntılara rağmen başarı ile kotarılmış bir oyun var. Bu başarı nereden geliyor? Sıkıntılara ek olarak şunu da söylemeliyim, haksızlık olsun istemem. Elemanların sayısal yetersizliği ve kimi teknik elemanların da yaptıkları işte deneyimsiz, genç kişiler olmaları gibi bir dezavantaj var. Ancak İstanbul Devlet Tiyatrosu yönetiminin baştan sona bu büyük eksikliklerin ve engellerin aşılması doğrultusunda çaba içinde olduğunu belirtmem gerekir. Yakalanan başarı durumuna gelince; tiyatroda temel unsur, oyuncunun varlığı ve performansıdır. Bütün ekip bütün sıkıntılara karşın çaba ve azimlerini diri tuttu, oyuna ve gruba inandı, sanırım başarının temel dayanağını bu inanç ve özveri oluşturuyor. Oyununuza seyircinin ilgisinin yanında görsel ya da yazınsal medyada da pozitif eleştiriler vardı... Evet, eleştiri sayılabilecek sanıyorum yirmi beşe yakın yazı var. Bu artacaktır, gelecek sezonda da olacaktır. Uzun zamandır en azından benim tanık olmadığım bir şey yaşandı. Oyun, ilk gösterimden başlayarak mayıs ortasındaki son gösteriye kadar hemen hemen hep kapalı gişe oynadı. Baştan sona , yüzde doksan beş dolayında dolulukla oynayan bir oyun oldu. Ama bundan da öte sevindiren şey, izleyicinin bir bölümünün oyunlardan sonra kapıda bekleyerek sanatçı kadroyla iki laf etme istediği içinde olmasıydı. Eskilerde, özellikle Ankara’da Devlet Tiyatrosu’nun ilk dönemlerinde görülen manzaralardı bunlar. Ben İstanbul’da uzunca süre buna tanık olmamıştım. Inishmaan’ın Sakatı kısa zamanda farklı dalda 8 ödül aldı. Bu ödüller ne anlama geliyor sizin için? Ödül özendirici bir şeydir. Kesin olarak bir şeyin en iyisi olduğunu belirlemez, çünkü o tür ölçüt yoktur. Ama bir oyun dikkat çekici ölçüde fazla sayıda ödül almışsa, demek ki orada bir şey vardır denilebilir, genel mantık içinde düşünürsek. Inishmaan’ın Sakatı’ndan çıkarak daha genel konulara geçersek,uzun yıllar özel tiyatro yaptınız. Türkiyede özel tiyatro yapmanın koşulları kalkıyor mu ortadan, yorumunuz nedir? Türkiye’de özel tiyatro yapmak birçok bakımdan iyiden iyiye zorlaşıyor artık. İlk akla gelen parasal yetersizlik, salon yetersizliği, parasal yetersizlik doğrultusunda kadrolaşma olanaksızlığı... Bunları saydıktan sonra gerisini sen de getirebilirsin. Üç önemli ögenin sağlanması neredeyse mucizelere bağlı bir durum ise onu izleyen öteki zorluklar da tabii kendiliğinden geliyor. Konuştuğum bütün tiyatro sahipleri ,yönetmen ve yazarlar seyirci sıkıntısından yakınıyorlar, sizce Türkiye’de seyircinin tiyatroya ilgisi azalıyor mu? Şöyle bir yanlış egemen bakış açısı var ve çok yaygın olarak yazılıp çiziliyor. Türkiye geneli için de söyleniyor bu ama özellikle İstanbul için, bir dönemin tiyatrosunun yaşadığı bir altın çağ vardı; işte o kalmadı, tümüyle yok oldu, bitti gitti deniyor. Pek çok açıdan doğrudur; evet, tiyatroya ilgi azalıyor ama bu, tiyatro seyircisinin bittiği anlamına gelmiyor benim için... Bundan otuz beş yıl öncesinde tiyatro salonları bakımından, bugün neredeyse tümü yerle bir edilmiş, pasaja dönüştürülmüş, alışveriş merkezi yapılmış türlü türlü yer vardı. Ama izleyici de terk etti gitti, öldü saptamasına ben katılmıyorum. Var, İstanbul’da izleyici var. Ve sayıları çok az da olsa bir artış göstermekte. Bunun, bundan on yedi yıl önce, biz Tiyatro Stüdyosu’nu ilk kurduğumuz yıllarda, o dönemlerde kemikleşmiş bir seyirci; olabildiğince her şeye gitmek isteğinde, derdinde olan bir iki yüz elli-üç yüz bin kadar seyirci olduğu söyleniyordu o dönemde. Ve istatistiklere bakarsak bunun bir parça da olsa artmış olduğunu görüyoruz. Seyircisiz bir kent değil İstanbul. Ama çok büyük dengesizlikler var. Devletin, kendi eliyle yapması gereken şey, belki özel tiyatrolara ölçütü olmayan ya da çeşitli nedenlerle keyfileşen yılda bir para vermek yerine, ortadaki eşitsizlikleri kaldıracak bir program, bir anlayış sürdürmektir. Bu belki daha doğru olur. Devlet kesimi diyor ki, ‘bunu geniş kesimlere sağlayabilmemiz için bilet fiyatlarımızı çok düşük tutmamız gerekiyor’. Ama resmin bütününe bakarsak, özel tiyatronun bilet fiyatları kendi gereksinimlerini karşılamak zorunluluğu nedeniyle, devletinkinin dört ya da beş katı ise kendiliğinden büyük bir uçurum oluşturulmuş oluyor. Devletin bu yoldaki katkısı bu iki farklı kutbu yakınlaştırmak doğrultusunda olsa daha isabetli olur. Türkiye’de Devlet Tiyatroları kurumsal olarak çok tartışıldı. Siz bir oyuncu ve yönetmen olarak bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Devletin görevi sanat üretiminin önünü açmaktır. Ben bunu çok uzun bir zamandır, daha Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılmadan, yani yirmi beş yıl öncesinden beri söylüyorum. Devlet taraf olmamalıdır. Burada bir ayrıcalık yapılmamalıdır, benim tiyatrom diye bir evladın elinden tutulmamalıdır. Dolayısıyla en baştan işin kimliği yanlış konmuştur. Devletin tiyatrosu olmaz, ulusun tiyatrosu olur. Kendine en yakın olan ulusun tiyatrosuna, en iyi örnekleri vermekle yükümlü olan tiyatroya, belki biraz daha destek verir. Ama devlet adını verdiği zaman ayrımcılık yapmış olur. Bu benim tiyatrom derse, ötekiler de başkalarının çocukları; ne yaparlarsa yapsınlar anlamına gelir bu. Devletin tiyatrosunun olmasındaki sakınca, demin söylediğimiz bütünleştirmek yerine ayrımcılığa götürmesi; ikincisi de Türkiye’nin siyaset yapısında devletin adını taşıdığı için o kurum zaman zaman -ki geçmişte bunu çok yaşadı- devletin tiyatrosu kimliğinden iktidardaki hükümetin tiyatrosu kimliğine bürünür ister istemez. Kendi içinde ne kadar dirense de... Altmış yıla yaklaşan yaşamı boyunca Devlet Tiyatrosu pek çok kez (hükümetleri bırakın) bir tek baştaki bakanın keyfi tutumuyla doğrudan doğruya hükümetin tiyatrosu konumuna getirilmeye çalışıldı. Sanat yönetmenliğini yaptığınız Tiyatro Stüdyosu, 17 yıldır varlığını sürdürüyor, neler yapıyorsunuz? Bu yıl etkinliğimiz olmadı. İlk kezdir bu, on yedi yılda ilk kez. Bunun da bir nedeni, benim Devlet Tiyatrosu’nda bir proje yapmamdır. Ama asıl etken şudur; şimdi sanırım tiyatrolara devlet desteğinin yirmi beşinci yılı oldu: Özel tiyatrolara devlet desteğinde gecikmeler hep oluyordu ama gecikmeleri 31 Aralık’ın ötesine taşıma cesaretini kimse gösteremedi bugüne kadar. Bu kusuru bu bakan ve bu bakanlık bile bile işledi. Tiyatro Stüdyosu’na pay ayrılmış mıydı? Ona geliyorum. Biz bu yıl oyun gerçekleştiremedik, çünkü bakanlık, mart ayı ortasına kadar hiçbir tiyatroya ödenek vermedi. Açıkcası bu yıl bakanlık, sorumluluğunu yerine getirmemiştir ve özel tiyatroların zaten çok güç koşullarda sürdürdüğü yaşamına bu yıl bir de böyle bir darbe vurulmuştur. Bu bir suç değil mi normalde? Öyle denebilir. Bakanlık özel tiyatrolara olan sorumluluğunu yerine getirmemiştir. Bundan bir çekince de duymamıştır. Gariptir ki bu, orada burada yazılıp çizilmedi, konu bile edilmedi. Yürüyüşler, karşı çıkışlar falan da yapılmadı. İşte bu bir Türkiye fotoğrafıdır. Bugün Türkiye’de tiyatro sanatının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yazarlık, oyunculuk, reji, genç yetenekler, gösterim teknikleri vs. bağlamında... Gösterim teknikleri açısından, teknik yetersizlikler nedeniyle çok geriden geliyor. İleri teknoloji dediğimiz şeyi Türkiye henüz sahnelerine taşıyamadığı için böyle bir teknolojinin sahneye yansımasından söz edemiyoruz. Genel anlamda bir izleyici birikimi var. Türkiye’de tiyatroda oyuncu birikimi diye bir şey vardır. Ve bunların hepsi okullardan yetişme değildir, okuldan yetişme olmayan ve doğru noktalara gelmiş, başarılı işler yapmış oyuncular da vardır. Oyunculara oranla daha az ölçüde olduğunu söylemek gerekirse de yönetmen olarak doğru işler, başarılı işler yapanlar da vardır. Sayısal yeterlilikten söz edilebilir mi, o ayrı konu. Yaşama tutunan yoksulları anlatan bir oyun Inishmaan’ın Sakatı özel olarak seçilmiş bir oyun muydu? Neyi hedeflediniz bu oyunla ya da anlatmak istediğiniz neydi teatral ve düşünsel olarak? Öncelikle yazar Martin McDonagh, dünya tiyatrosuna bir yıldırım gibi düştü bundan on-onbir yıl önce. Gerçekten birdenbire dünyayı sallayan bir tiyatro yazarı ortaya çıktı. Bunun yaşam öyküsel yanı da çok ilginç. İrlandalı ana babadan olma ama Londra’da doğmuş bir yazar, dolayısıyla her iki ulusal kimliği de taşıyor. İrlanda halkı öyle bir halk ki, bin yıllık İngiliz boyunduruğu altında hâlâ kültürel kimliğini büyük ölçüde koruyabilmiş. Ama kültürel kimliğini koruyabilmiş iken en az onun kadar belki daha da önemli olan dilini koruyamamış, sonunda bu bakımdan teslim olmuş bir toplum. Oyunun en çok şu özelliği beni etkiledi demeliyim: İnanılmaz yoksulluklar ve yoksunluklar içinde yaşayan bir ada topluluğu. Her şeyden kopuk, oyun broşüründe de anlatıldığı gibi bundan otuz beş yıl öncesine kadar elektriği bile olmayan, uygarlık dediğimiz şeyin nimetlerinden son zamanlara kadar tümüyle uzakta kalmış, üretimi olamayan bir ada. Toprak yok çünkü, ada taş; toprak ancak bir yerlerden getiriliyor, elle bir yerlere konuluyor, onun içinde de işte ola ola patates yetişiyor. Bir de inek ve koyun yetiştiriliyor. Patates, inek ve koyunla yaşamak zorunda olan bir ada insanı. Yazarın bize anlattığı bu ada insanları -Inishmaan ve Inishmore Adası insanları- tüm bu inanılmaz yoksulluklara ve yoksunluklara karşın, kendi aralarındaki kavgalara, didişmelere karşın yaşama tutunmasını çok iyi bilen insanlar. Hem izlek olarak hem dramatik açıdan beni en çok etkilemiş olan ve çekmiş olduğunu söyleyebileceğim şey budur. Oyunda bir halkın yaşama kültürünü kendi otantik özelliklerini koruyarak sahnelediğiniz gözleniyor, oyunun hem izlence boyutuna hem de bir kültürün derli toplu aktarımına özen gösteriyorsunuz ve ortaya masal tadında bir seyirlik gösteri çıkarıyorsunuz. Daha çok neyi vurguladınız yorumunuzda? Doğrudur. Otantik olanı koruma kaygısı tabii ki olmuştur. İşin özenle üzerinde durulan yanı olmuştur. Zaten o otantik şey yakalanmazsa bu insanlar eksik kalır, yarım kalır. Anlatılması amaçlanan şey otantizm getirilmeden anlatılamaz. O otantizme inandığımız an bu insanları kabul ederiz ve ondan öte severiz. Bu insanları bir kere ben çok seviyorum. Bütün oyuncular da çok seviyor. Bu uzun çalışmaların sonunda hemen hemen hepsinde, bir fırsat olsa da hep birlikte bu iki yüz elli kişinin yaşadığı, çorak, bozuk, verimsiz, üretimi olmayan adayı gidip görsek, birkaç gün kalsak diye istekler doğdu, hâlâ da var. Yani o insanlar kendilerini sevdiriyor, çünkü gerçek insanlar ve yaşama tutunan insanlar. Ve birikimlerinin peşinde, eğlencesinden de vazgeçmiyor. Ne olabilir o eğlence? İşte sakat biri için o eğlence, ineklere bakmak oluyor. Ondan da vazgeçmiyor, yani ineğe bakma işini günde birkaç kez yapıyor. O onun eğlencesi. Yazarın bakışındaki o yan da çok önemlidir. Aslında oyunu ada üzerinde geçirirken o Hollywood’daki sefil otel odasına bir sahnelik bir değişim, bir atlama yapmayı gerekli görüyor. Yalnızca İngiliz boyunduruğu değil Amerikan emperyalizmine öykünme ve istek unsurunu da kaçırmamak gerektiğini düşündüğü için onu getiriyor. Söyleşi: Metin Boran
kaynak: www.tiyatroevi.com Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|