| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Yüksel Aksu anlatıyor: "Dondurmam Gaymak" (12/5/2006) Yüksel Aksu'nun ilk filmi "Dondurmam Gaymak", festivallerdeki başarısının ardından Türkiye'yi Oscar yarışında temsil etmek üzere seçildi ve şimdi de gösterime giriyor. Filmin genç yönetmeni Aksu, "Dondurmam Gaymak" filmiyle hedeflediklerini anlatıyor. De Sica'nın herkesin oyuncu olabileceğine işaret eden bir epigrafıyla açılan "Dondurmam Gaymak" filminin hikâyesi de referanslarla dolu. Dondurmam Gaymak'la Yeni Gerçekçilik arasındaki asıl bağ, filmin yalnızca taşra insanını konu alan bir hikâye anlatmakla yetinmeyip, taşra hayatını da hikâyesine ve üretim pratiğine dahil etme konusunda büyük bir çaba göstermesinden kaynaklanıyor. Birkaç profesyonelin dışında, tamamen yöre insanlarından oluşan bir ekiple çekilen film; bu insanların şivelerini, geleneklerini, gündelik kaygılarını ve mizah anlayışlarını da 'anlaşılma' kaygısı gütmeden, tavizsiz bir şekilde perdeye taşıyor. Türkiye'yi Oscar yarışında temsil etmek üzere seçilmesiyle üzerindeki iyice iyice artan "Dondurmam Gaymak" filminin yönetmeni Yüksel Aksu, aşağıdaki söyleşide, "Dondurmam Gaymak" filmiyle hedeflediklerini anlatıyor.
Filmin ilk gösterimi 25. İstanbul Film Festivali'nde yapılmıştı, fakat vizyona oradaki gösteriminden çok sonra giriyor. Bu, sizin tercih ettiğiniz bir şey miydi? Arada dağıtımla ilgili nasıl gelişmeler oldu? Biz filmi daha önce, geçtiğimiz yıl vizyona girecek şekilde tamamlamayı düşünüyorduk ama ekonomik nedenlerle geciktik. İstanbul Film Festivali'ndeki ilk gösteriminde Jüri Özel Ödülü aldı biliyorsunuz, festivale gelen Gerard Depardieu de filmi çok beğendi ve bir açıklama yaptı. De Sica'ya benzetti ve dünya sinemasının bu tür filmlere ihtiyacı olduğunu söyledi. Tüm bu gelişmeler filme olan ilgiyi artırdı. Dağıtımcılarla da bir sorun yaşamadık, hemen Özen Film'le anlaştık. Başlangıçta, filmde yıldız bir isim olmadığı için "entelektüel film" muamelesi yapıyorlardı, ama izledikten sonra fikirlerini değiştirip 50 kopyaya çıktılar. Güzel de bir takvim verdiler bize. İstanbul'da ve Adana'da aldığımız ödüllerden sonra, şimdi Oscar aday adayı olarak seçilmesinin de etkisiyle vizyonda ilgi göreceğini düşünüyorum. Ben elimden geldiği kadar açık yapmaya çalıştım filmi; üstü örtük bir anlatım tercih etmedim, çok fazla metaforlara yer vermedim. Ben filmimin kendisinin star olmasını istiyordum, yapımıyla, oyuncularıyla, tarzıyla? Kimseyle dalaşmak istemiyorum ama artık konuya, hikâyesine bile bakılmıyor filmin. Ben başlangıçtan beri filmin şöyle bir yere oturmasını istiyordum: Hem seyirlik bir tadı olsun, hem de bu tadı yaratmak için sinema sanatının gereklerinden ödün vermesin. Yüzeyselliğe düşmeden, hem seyirlik olan, hem de kendi içinde entelektüel tadları olan bir film yapmaya çalıştım. Hazır değinmişken, filminizin Oscar'daki şansıyla ilgili görüşlerinizi de soralım. Orada ne tür çalışmalarınız olacak? Kurgu aşamasındayken Hermes Film ortak olmuştu, yoksa film montajdan çıkamayacaktı. Hermes Film'in, bu konularda çok profesyonelce çalışan bir ekibi var, vizyonları çok geniş. Orada onlar bir PR çalışması yapacaklar ki bu adaylıktan sonra Oscar'ın daha ziyade bir PR çalışması olduğunu öğrendik. Ben, duygusal bakıyor olabilirim ama, film dikkate alınırsa, küçümsenmezse, orada şansı olacağına inanıyorum. Çünkü Dondurmam Gaymak, dünyanın unuttuğu şeyleri ifade ediyor bence: naiflik, doğallık, sahicilik, hakikilik ve sıradan insanın da estetik bir değer üretebileceği? Bilindik taşra algısını kıran bir film. Bilindik taşra algısı nedir, şiddet, kavga, kan davası, vs. Bunun yanında genel olarak oryantalist bakış açısını da kıran bir film yaptığımızı düşünüyorum; tespihli, şalvarlı, nargileli köylüler yok bu filmde. Bunun dışında da, 11 Eylül'den sonra, tamamen İslamcı teröristlerden oluşan bir Ortadoğu coğrafyası algısı var. Halbuki bu coğrafya, özellikle de Anadolu coğrafyası, pek çok medeniyete beşiklik etmiş, kültürel açıdan çok zengin. Bu zenginlik, sokaktaki insanların gündelik hayatlarına da sirayet ediyor ki bu sirayetin bizim filmimize de yansıdığını düşünüyorum. Filmde genel olarak bir Türkiye panoraması verdiğimizi düşünüyorum. Filmde doğrudan oralı insanlar oynadığı için, yurtdışında da ilgi çekecektir. Oyuncular filmi izlediklerinde nasıl bir tepki verdi? Eleştirileri oldu mu? Onlar çok memnun hallerinden. İkinci filme ne zaman başlayacağız dediler. Zaten eleştirecek bir gözle bakmıyorlar. Genelde kendilerinin gösterdiği performanstan çok memnunlar ve filmi çok sahiplendiler. Öylesine bir filmde oynadık gibi değil, bizim filmimiz gibi hiseediyorlar. Filmi imece usulü yaptığımız için herkes yönetmen kadar filmin sahibi gibi hissediyor kendini. Çocuklardan ve kadınlardan bazıları sinemasever oldular, hiç film kaçırmıyorlar ve izledikleri filmleri daha farklı bir gözle değerlendiriyorlar. Açı ne demek, montaj ne demek öğrendiler... Bir filmin arkasında yatan emeğin önemini kavradılar. Hatta içlerinden biri, "artık televizyonda bir film varken zap yapmıyorum" dedi. Biraz interaktif bir şey onlar için, oyuncular ama kendilerini oynuyorlar.. Filmin ele aldığı meselelerle, dondurmacı karakteri üzerinden yükselen global kapitalizme değinmesi, taşrada geçiyor olması, bu 'gerilla' tarzı, imece usulüyle çekilmiş olmasıyla çok iyi örtüşüyor. Filmin hikâyesi gerektirdiği için mi böyle yapım şekli tercih ettiniz, yoksa bundan sonra da bu yapım anlayışında filmler çekerek mi yolunuza devam edeceksiniz? İlk tesptinize katılıyorum. Aslında az önce bahsettiğim teknik aksaklıklar filmin üslubunu bütünleyen, besleyen bir etki yapıyor. Hafif arızalı estetik, Brecth'in aestetik dediği şey. Gıcır gıcır sesler, gıcır gıcır görüntüler, gıcır gıcır oyunculuklar bu filme çok da gitmezdi zaten ve ben o tür filmleri çok da sevmiyorum. Biz bu film için sürekli organik tarım yaptık diyoruz. Organik tarım yapınca armut mutlaka yamuk yumuk olur, öyle ideal şekilde bir armut ya da kocaman bir şeftali elde edemezsiniz; ama lezzeti iyidir, içindenh ufak kutlar filan çıkabilir ama lezzetini garanti edebilirsiniz. Bizim film de böyle biraz. Zaten dekupajda ben mümkün olduğu kadar geniş resimler kullanmaya çalıştım, çok ataksiyonlu, komplikasyonlu mizansenler kurmamaya çalıştım, kurmamam gerekirdi ve kuramazdım da zaten. Çünkü komplikasyonlu mizansenlere o oyuncuları sığdırmaya çalıştığınız zaman mutlaka oyununda, sahiciliğinde bir zaifiyet oluşurdu. O yüzden mümkün olduğu kadar fars tarzında, kalabalık ve curcunalı mizansenleri ve daha alaturka bir estetiği tercih ettim. Bundan sonraki çalışmalara gelince... Benim daha ilk filmim bu, nasıl bir üslup geliştireceğimi zaman gösterecek. Amakendimi tekrar etmeye de niyetim yok. İkinci ve üçüncü filmlerimde farklı şeyler deneyeceğim. Hep şuna inanırım: Bir şeyin biçimini içeriği belirler. İçerik kendi biçiminin kendi belirler. Bu proje bir dionizyak film çıkardı ortaya, belki yeni film daha apollonyan olacak, daha kontorllü, daha tasarlanmış bir şey olacak. Hikâye kendi biçimini kuruyor. Film hem hikâyesiyle, hem de araya yerleştirdiğiniz, benzincide çalışan gencin Bisiklet Hırsızları'nı izliyor olması, filmin De Sica'dan bir alıntıyla başlaması gibi referanslarla, doğrudan Yeni Gerçekçilikle ilişkileniyor. Böyle doğrudan bir bağ kurmanınzın nedeni ne? Yeni Gerçekçilik sete çıkarken benim şiarımdı. Bu söyleşide Brecht'ten bahsetme nedenim, bu iişn kuramını en iyi onun yapmış olmasından; yoksa onların entelektüel akrabalıkları vardır. Tabii ki Zavattini ve Yeni Gerçekçiler de, Sovyet Devrimci Sinemacıları, peşi sıra da Fransız Yeni Dalgası, aynı paradigmanın varyasyonları Filmi izleyen kimi insanlar yöre aksanından dolayı altyazılı olması gerektiğini söylüyor ki zamanında, Yeni Gerçekçliğin ilk filmlerinden olan, Visconti'nin Sicilya'da geçen filmi Yer Sarsılıyor'dan sonra da benzer bir tartışma olmuştu. Siz hiç filme altyazı koymayı düşündünüz mü? Yöreci aydınlar vardır, bir omuz attın mı milliyetçi olursun, ben o değilim. Buradaki yerellik vurgusu, yeni tanımlanmış yerellikle ilgili. Biz de başta altyazılı yaparız diye düşünmüştük, ama genelde filmdeki diyaloglar anlaşılıyor, altyazı yabancılaştırı diye vaz geçtik bundan. Ama yaptığımız ön gösterimlerde daha büyük oranda anlaşılmadığı sonucu çıksaydı altyazılı yapacaktık. Bu haliyle yüzde 20 bir iskonto var filmin diyaloglarının anlaşılırlığında; ama bu da politik bir tavır benim için. Filmde kullanılan Ege lejçesi çok orijinal bir Türkmen lehçesidir aslında ve muhtemelen on sene sonra artık kullanılmıyor olacak. 1979'da İtalya'da Kültür Bakanlığı yerel şivelerin yok oluşuna karşı önlem alıyor. Biliyorsunuz o yerel şivelerin yok oluşu, ulusal dil politikalarıyla ortaya çıkan bir şey. Şimdi o ulusal diller bile İngilizce'nin etkisiyle yok olmak üzere... Yerellik çok anlam ve önem kazanıyor. Ben de filmi yaparken "anlamazlarsa anlamasınlar" diye düşündüm. Sonuçta Türkçe altyazılı filmler de, çeviri eksiklikleri ve aynı anlamı yaratmanın zorluğu nedeniyle tam anlaşılmıyor. Bizim filmimizde de beden dili, gestuslar anlatır diye düşündük; mevzunun tamamı anlaşılıyorsa problem yok, her şey tam olarak anlaşılmasa da olur diye düşünüyorum. Filmde şive olmasa da, sahnelerde sürekli yüksel sesli konuşmalar ve bağrışmaların olması biraz yorucu olabiliyor. Sizin filmin bu yanının izleyenleri rahatsız edebileceğine dair bir endişeniz oldu mu? Oldu ki filmin öyle yorucu bir yanı var gerçekten. Ama ben bir sanatçı olarak doğru söylemek zorundayım. Toplumsal gestus dediğimiz, toplumsal tavır dedğimiz şeye inanıyorum. O yörenin insanı gerçekten böyle bıcır bucur, yüksek sesle ve bol konuşan, bir toplum. O gestusun ortaya çıkabilmesi için böyle çekmek durumdanydım. Kuzey toplumları gibi sessiz bir toplumu konu alsaydım öyle yapardım. Orada manasız muhabbetler de oluyor, bir cümleyle anlatılabilecek şey beş cümleye de çıkıyor. Oradaki toplum, konuşma toplumu. Senaryo aşamasındayken, kendi aramızda "acaba çok mu diyalog var" diye konuştuk. Ben çok diyalog olmasının sinematograiyle bir çelişki içerdiğini düşünmüyorum. O, son on beş-yirmi yılın anlayışı. Sinema eşittir minimum diyalog gibi bir denkleme inanmıyorum. Tüm İtalyan sinemasına baktığınızda çok konuşan bir sinema olduğunu görüyorsunuz, filmlerin altyazısını takip edemezsiniz ki o filmler İtalyan toplumunu yansıtır. Bizim bölge de öyle, çok konuşan bir toplum ve o haleti ruhiyeyi ancak çok diyalogla yaratabiliyorsunuz. Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|