Bildiri: DÜNYA TİYATRO GÜNÜ (2012/Ankara) (3/26/2012)
Dünya Tiyatro Günü, her yıl 27 Mart’ta ülkemizde de kutlana gelen bir gün. Ülkelerin (ulusların) evrensel boyutta bir araya gelmelerine yol veren anlamlı günler var. İnsanların dil, din, ırk ve benzeri ayrımların, ayrıştırmaların üstesinden gelmek için gösterdikleri çabanın var ettiği günler. 08 Mart, 01 Mayıs, 01 Eylul, 10 Aralık. Ve benzer çabalarla anlam kazanacak yeni günler…Kutluyoruz, kutlayacağız.
Hangi günü neden kutluyoruz? Nasıl kutluyoruz? O günlerin içeriğinde var olan mirası, bugünün koşullarında yeterince değerlendirebiliyor muyuz? O günlerin içeriğine, amaçlarına uygun yeni hedefler ortaya koyabiliyor muyuz? Yanıtlamamız gerekir. ( Bu yanıttır, o anlamlı günlerin ‘statüko’nun daralan kalıpları içinde ‘zoraki merasim’ düzeyinde geçiştirilen günler olup olmadığını ortaya koyan.)
Bilindiği gibi, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, 1962 yılından buyana uluslar arası boyutta kutlanıyor ve her yıl bir tiyatro bildirisi hazırlanıyor. ( 1978 Yılından buyana bu bildiriye ulusal boyuttaki bildirilerle katkı sağlanıyor.)
Bu bildirilerin tümünde de kültür, sanat, tiyatro kavramları ile dünyamız ve gelişim üzerine görüşler dile getiriliyor. Hepsinde de daha güzel bir dünya için insanlık uyarılıyor. Ulusal renklerin hepsi, dünyayı daha güzel kılmak adına birbiriyle kucaklaşıyor. Yaratılmak istenilen, gelişimi istenilen dünyanın merkezinde ‘insan’ var.
Oysa, emperyalizm (kapitalizm), bu ‘insan’ı yok sayıyor. İnsanlık tarihinin daha güzel, daha yaşanılır, daha aydınlık ve sömürüsüz bir dünya için var ettiği düşüncelere, değerlere saldırı sürüyor. Özgürlük, bağımsızlık,barış, enternasyonalizm kavramları unutturulmaya çalışılıyor. Sömürü her boyutta sürüyor. Emek sömürülüyor. Sağlık sömürülüyor. Kaynaklar sömürülüyor. Yaşam satın alınır ‘mal’ haline dönüştürülüyor.
Emperyalizmin (kapitalizmin) bu boyuta ulaşmasında elbette küresel sermaye var. Elbette silah var.Bu insanlık suçuna karşı duruşun, karşı koyuşun örgütlü bir mücadele gerektirdiği açık. Ancak bunun böyle sürüp gitmesinde, ülkemizde de 12 Eylul’den buyana görülen zafiyette, dağınıklıkta kültür-sanat sarmalının günahı yok mu? Emperyalizme, üretim ilişkilerinin farkına varılmadan, kapitalizm es geçilerek karşı durulur mu?
Emekten yana var edilen düşüncelerin, projelerin, programların çarpıtılmasında,içinin boşaltılmasında, erozyona uğratılmasında sanat alanının, yani ‘tiyatro’ nun piyasa ekonomisinin cazibesine, dalgasına kapılmasının rolü yok mu?
Özgür yaratıcılık ne kadar olanaklı? Sanatsal yaratıcılık ve üretim için gerekli alt yapıdan, veya bu olanaklardan tiyatrolar ,hangi sınırlılık içinde, ne ölçüde yararlanıyor. Devlet hangi ölçülerde neye, neden sınır koyuyor? Sponsorluk ne demek? Sermayenin müdahalesi nasıl işler? Tiyatrocunun yaratıcılığı es geçilerek, sadece becerisinin, emeğinin pazarlamasının yolu nasıl döşeniyor? Merkezi hükümetin ve yerel yönetimlerin olanak yaratmada, alt yapı sağlamada, destek vermede, piyasa anlayışının dışında , bir sorumlulukları yok mu? Yoksa bu karlı bir iş değil mi? Kaç belediye bu işe gerçekten inanıyor? Valiliklerin ‘teşvik’ ve ‘yasak’ anlayışındaki orantısız güçlerine ne demeli? Sanatsal yaratı, sanatsal üretim ve metalaşma üzerine sözümüz yok mu? Var elbet. İşte onun için varız. Buradayız. Ve Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyoruz.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...