Biz bu ülkenin özel tiyatroları, ama ne yazık ki hak ettiği değeri göremeyen ve kendisini hiç de özel hisetmeyen yalnız insanları, evsizliğin, yuvasızlığın, kültür üretecek bir kuruma sahip olamamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz.
Yıllarca Anadolu’da düğün salonlarında, okul salonlarında oynarken, ne amaçlı olduğunu anlamadığımız çok amaçlı salonlarda yepyeni kültür merkezlerinin kültürsüzlük politikaları yüzünden çürütüldüğü ve çürük beyinlerin geleceğe hiç de aydınlık bir Türkiye bırakmayacağını sezinledik, derdimizi kimselere anlatamadık.
Hesabımızı bütün hükümetlere soruyoruz, dün neler yaşandığını, devletin, siyasi erkin sanatı bir oyuncak veya ruhsatlı tabanca olarak gördüğünde kaç ustamıza tetik çekildiğini, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada neler yaşandığını çok iyi biliyoruz. Dün mutsuzduk, bugün umutsuz belki ama gelecek kuşaklar için hesap sormak zorunda olduğumuza inanıyoruz.
Bugün, yarının hesabını sormak için buradayız.
Bizler Türkiye’nin nice kültür merkezlerinde politik oyunlara kurban gittik, bazen salonlar tahsis edilse de, ışık sistemleri tahsis edilmedi…. Hep karanlıkta kaldık.
Karanlıkta bırakıldık, çünkü yalnız kalmamız, karanlıkta kalmamız, izleyicilerimizi karanlıkta bırakmamız istendi.
Biz, bugünden ümit kestik.
Turnelere gittiğimizde, bırakın kültür merkezlerinde ağırlanmayı, şüpheli şahıs ilan edildik….Halen nüfus kağıdı, ikametgah senetlerimizi göstererek persona non grata, istenmeyen kişiler
olarak görülüyoruz.
Bugün halkın vergileriyle ayakta duran ödenekli tiyatrolar bir yandan 50 kuruşa tiyatro yapıyorlar, bir yandan bütçe açıkları olduklarını iddia edrerek bizlerden fahiş kiralar talep ediyorlar, sesimizi soluğumuzu kesmeye çabalıyorlar.
Atatürk Kültür Merkezi’nde hiçbir zaman oynayamayacağız belki ama burada oynanan oyunlara da alet olmayacağız.
Ruhumuzu satmamak için sanatımızı düğün salonlarında icra etmeye alıştık bizler ama dünyanın kültür başkenti olacağı masalı anlatılan İstanbul’u merkezsiz, Türkiye’yi kültürsüz, gelecek kuşakları Atatürk’süz bıraktırmayacağız. Yorgun, yalnız, iletişimsiz kalmış ruhlarımız direnemese de, bedenlerimizle direneceğiz dozerlere!
Büyüklerimiz mutlaka daha güzel bir kültür merkezi düşünmüşlerdir bizler için. Onlar bizleri çok severler. Ama globalleşeme hikayelerinde, bir köşesinde fast food büfesi, öteki köşesinde otopark mafyası, bir kenarcağızında fotoğraf çeken Japon turistler, öteki tarafında kendi dilini, kültürünü anlamaktan aciz olarak, kendilerine dayatılmış sözümona medeni bir dünyayı Japon Japon seyredenlere hediye etmeyeceğiz Atatürk Kültür Merkezi’mizi!
Taşı toprağı altın Taksim meydanı için edilen her duaya amin demeyin lütfen! Önce halkevleri, sonra halk eğitim merkezleri, sonra Atatürk Kültür Merkezleri….
Hesabımızı bütün hükümetlere soruyoruz, dün neler yaşandığını, devletin, siyasi erkin sanatı bir oyuncak veya ruhsatlı tabanca olarak gördüğünde kaç ustamıza tetik çekildiğini, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada neler yaşandığını çok iyi biliyoruz. Dün mutsuzduk, bugün umutsuz belki ama gelecek kuşaklar için hesap sormak zorunda olduğumuza inanıyoruz.
Bugün, yarının hesabını sormak için buradayız.
Buldozerler önce bedenimizi, sonra eylemci ruhumuzu çiğneyecektir mutlaka. Bugün buradaki kalabalık zaman içinde belki artacak, belki de azalacaktır. Eylem yaptık da ne oldu, yıkanlar yıkar, tarihte hep böyle olmuştur diyenler, bizi yalnız bırakanlar da çıkacaktır.
Bir binanın arkasından ağıt yakılır mı diyenler, siz daha modernini hak ediyorsunuz diyen sevimli yenilikçiler, boğaz köprüsünü de istemediniz ama şimdi trafik sorunları şıp diye çözüldü deyip egzoz dumanı edebiyatı yapanlar vesaire vesaire.
Tarih, kazananların hikayesini yazar çoğunlukla Ancak uygarlık, ülkesini, kentini, kültürünü peşkeş çekenleri çok kötü cezalandırır.
Ey uygar Türk halkı, bugünkü çağrımızı duy. Biz Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasını değil, Meclis binasının kısmen (en azından vekil odaları) modernleştirilerek, Ankara’ya yeni bir kültür merkezi inşa edilmesini hak ediyoruz. Gelin, yarından itibaren bunu tartışalım.
Nedim Saban