Mizahı Bugüne Çağırmak - Ali Erdoğan Söyleşisi
Birgün
TACIM AÇIK
1983 yılında Ankara Halk Tiyatrosu’nda başladığı oyunculuk kariyerine, Hastane ve Yasemince gibi televizyon dizlerinde metin yazarı kimliğini de ekleyen Ali Erdoğan gülmece ve şiir kitaplarıyla beslediği mizah aşkını her daim canlı tutuyor. Televizyonun yaratıcılığı kısıtlayan, işin niteliğine bakmayan işveren tavrı nedeniyle uzun süredir ekranlara uzak olan Erdoğan en iyi ifade alanı olarak gördüğü tiyatroda oyunlarını sürdürmekte. Sahnede mizahı dilediği kadar ve özgürce kullanma hakkına sahip olduğunu söyleyen tiyatrocu, hicvin temel dayanaklarından ‘taşlama’ ve sorgulamaya sevk eden ögelerin dışarıdan gelen güdümlemeler sonucu, günümüzde yerini daha yavan bir mizah anlayışına bıraktığının altını çiziyor.
»Televizyon için mizah yapmanız nasıl gelişti? Tiyatrodan televizyona geçiş, TRT’ye yazdığım skeçlerle başladı. Bu sayede Zeki-Metin’le tanıştım. Onlar 1967’den Deve Kuşu’nun kapanmasına kadar hep politik hiciv yaptılar. Bu yönleriyle önemli bir referans sağlamışlardır bana. İyi skeç yazdığımı fark ettiklerinde, yerine omurgası daha sağlam, dramatik bir şeyler yazmamı istediler. Bu sayede Hastane dizisi geldi. Mizah o zaman çok farklı algılanıyordu, insanlar gördüğüne çok daha seri ve uygun reaksiyonlar gösteriyordu. Gündelik hayatla politika iç içeydi. Günümüzdeki gibi kısıtlamalar yoktu. Bir fikir vardı. Fikre karşı bir fikir daha vardı. İki karşıt fikir yeni bir fikri doğuruyordu ya da birini çürütüyordu. Şimdi fikirsizlik hakim. Fikirsizliğin olduğuna dair bir fikrimiz dahi yok. Suyun üstü ile ilgilenmemizi istiyorlar. Suyun altında bizim sıkıntılarımız, korkularımız, pişmanlıklarımız var. Suyun üstünde sadece komik var.
»Mizah dışarıdan gelen yönlendirmelerle kendini kısıtlar mı? Tersine gücünü bu çelişkilerden almaz mı? Hayatta da var bu, televizyonda da gazetede de. Televizyonda reyting, gazetede tiraj, sinemada hasılat, tiyatro da gişe var, hayatta ise mal mülk reytingi var. Her şey reyting hesabı ve satış üzerine gidiyor. Satış üzerine kurulu olunca size çok fazla seçenek bırakmıyor. Eğer ürününüzü vitrine koymak istiyorsanız yapmak istediğiniz şey satıştır. Satın alınsın derdinde değilseniz, ben bildiğim doğruları dile getiririm diyorsanız, o zaman vitrine koyma şansınız çok azalıyor. Seslenmeniz gereken kitle lokalize oluyor. Ürünün kalitesinden çok yarattığınız talebin fazlalığıyla ölçülen, değerinden çok ederine bakıldığı bir dönem. Bu şartlanmışlık mizahın tesirini de azaltıyor.
»Günümüzde televizyon sizin için verimsiz bir ifade alanı mı? Birebir olmasa da evet. Bugüne kadar, suyun altını gösteren işlere bulandık. Hiciv ve kabareler yaptık. Bu alan artık sadece tiyatro sahnesinde var. Tiyatro sahnesi de lokal kalıyor. Diğer işler bana sipariş gibi geliyor. Bu demek değil ki sentez yaratılmasın. Benim hoşuma giden bir şeyi vitrine koymanın koşullarını yaratmaya ortak olacak yapımcının da bu senteze yanaşması. Komedilerde, bir insanın kusuruna gülüyoruz ama bizim yaptığımız işlerde sadece bir insanın kusuruna gülmüyoruz. Toplum dönüp kendine gülüyor. Toplumun dönüp kendine güldüğü şeye de mizah diyoruz. Televizyon artık beni heyecanlandırmıyor. İşlerin birbirinin ikizi sipariş işler olduğunu görünce iştahla izleyemiyorum. Komedi dizileri arasında herhangi bir tercih yapmamız mümkün değil zira komedi yok. Çünkü komedinin hakkını veren insanları küstüren bir televizyon anlayışı söz konusu. Şablon adını verdiğimiz hazır işler ya da sit-com gibi anlık komedilerle yaratıcılık rafa kalktı. Daha hayata yakın, daha hayatın içinden konuları bulma konusunda çok yaratıcı değiller. Bu hazırcılık aslında televizyonda bir verime dönüşemiyor.
»80’lerden günümüze mizahın yorumlanmasında fark var mı? 90’larda hicivden destek alan komedi dizileri revaçtayken, sit-com’lara geçişin temelinde yatan nedir? Dünyanın giderek koca bir süpermarkete dönüştürülme çabası olarak yorumluyorum. İnsanlar artık müşteri konumunda. Tüketsinler sonra da gidip ölsünler... Bu da kullan-at esprisinin içine hapsolduğundan insanlar daha hafif tüketebilecekleri bir mizah istiyorlar. Tüketerek tükenen bir hayat tarzı içerisindeyiz. Kendileri ile yüzleşmek istemiyorlar, kaçıyorlar. Teknolojinin ürettiği son model bir ürünü aldığınız zaman, o dakikadan itibaren teknoloji onun bir üst modelini oluşturmak için çabalar. O hıza yetişemezsiniz. Geriye dönüp baktığınızda koskocaman bir denizi ıskaladığınızı, kendinizi bir akvaryumun içine kapattığınızı görüyorsunuz, süs balığı gibi. Mizahın ayaküstü tüketilip tüketilen kelime esprilerinden ibaret olmasının sebebi de bundandır. Toplumsal hayatta karşıtlıkların içinde barındırdığı çelişkileri gösteren, o çelişkiler üzerinde insanları düşündürmeye sevk eden hikayeler oluşturmak mizahçının asli dayanağı olmalı. Bu yüzden geçmiş mizahı bugüne çağırmak için uğraşıyorum. Neden, çünkü, insani olan bütün duyguları yok etmeye çalışıyorlar. İnsanlar yalnız ve birbirlerinden dağılmışlar. Nerede bir araya geliyoruz biz? Oy sandığının başında, seçilmişlerin arasından birini seçiyoruz. Nerede bir araya geliyoruz? Güneş tutulacak da bir araya geleceğiz, isli camlarla güneşe bakacağız. Onun dışında nerede bir araya geliyoruz?
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...