Amerika'da oyunculuk yaparken "kendi toprağından hikayeler anlatma" isteğiyle Türkiye'ye dönen Selen Uçer, hedefinin kalıcılık olduğunu söylüyor.
Boğaziçi Üniversitesi kimya bölümünü bitirdikten sonra “Ver elini Amerika” diyen Selen Uçer, Roosevelt Üniversitesi’nde burslu olarak oyunculuk ve tiyatro alanında yüksek lisans yaptı. Çeşitli tiyatrolar ve operalarda önemli rollerde oynadı, doğaçlama komedi grupları ile çalıştı. 2002’de New York’ta prestijli off-Broadway (yenilikçi, küçük tiyatro) tiyatrolarından biri olan, Ensemble Studio Theatre’da stajyer oyuncu olarak sahneye çıktı. Amerika’da yabancı sanatçı olarak kalmaktansa, kendi dilini konuştuğu ülkesinde kendi gerçeğiyle, kendi toprağının hikâyeleriyle yüzleşmesi gerektiği düşüncesinden hareketle Türkiye’ye döndü. Pişman olmadığını özellikle söylüyor. Ümit Ünal’ın Ara filmindeki rolüyle Altın Koza Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Uçer, DOT’da sahnelenen Böcek oyununda da kendini gösterdi. Sert bir duruşu var Uçer’in. “Dokunanı yakarım” der gibi bakıyor. Konuştukça farklı taraflarını da tanıyoruz Uçer’in. Sert duruşu, bir bakıma koruma kalkanı gibi. Yavaş yavaş indiriyor kalkanlarını. Ara filmi ve Böcek oyunu gibi sivri, derdi olan ve derdini gerçeklikle insanı savunmasız çarpıştıran anlatımlarla seyirciye sunan iki yapımda rol alan Uçer’e yaşama karşı duruşunun da bu denli sert olup olmadığını soruyoruz. “Bu bir tercih tabii. Yaşama karşı böyle bir tavır takınmış değilim. Ama yenilik isteyen biriyim. Yeni ve farklı olanı tercih ederim” diyor. Uçer; ne yapmak istediğini gayet iyi biliyor; hedefi kalıcı olmak. Düğün Şarkıcısı’nda rol alan Uçer’le yaşamını ve yeni projelerini konuştuk.
Hikaye anlatıcıları
Türkiye’de eğitim aldıktan sonra Amerika’ya gittiniz. Peki nasıl gelişti bu süreç? Neler yaşadınız?
Boğaziçi Üniversitesi’nin bitirdikten sonra Akademi İstanbul’da bir süre Işıl Kasapoğlu’nun atölyesinde çalıştım. Boğaziçi Üniversitesi Oyuncularıyla da çalışıyordum. Ama bir şeyleri okumak, daha farklı bilgileri de almak, işin başka açılarını da görmek istedim. Oradaki master programlarından birini burslu olarak kazandım. Masterı bitirirken Chicago’daki bir takım küçük tiyatrolarda oyunculuk yaptım. Bir yandan günlük bir işte çalışıp yaşamımı sürdürürken diğer yandan Ensemble Studio Theatre’da stajer oyuncu olarak sahneye çıkıyordum. Sonra kendi yazdığım ve oynadığım oyunu yarı Türk yarı Amerikan oyuncularla birkaç kez sahneledim. Amerikan rüyasıyla büyüyen kuşaktan bir gencin Amerika’ya gelerek gerçeklerle yüzleşmesini konu alıyor oyun. Türkiye’de de ilgi çekti hatta.
Peki sonra? Neden döndünüz Amerika’dan?
Hayatında ne yapmak istediğine bakıyorsun. Bir oyuncu olarak kendi dilimi konuştuğum bir yerde emek harcamam, öyle bir yerde bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Yazar oyuncu olarak artist vizesine başvurmuştum. Çıkacaktı ama orada yabancı sanatçı olarak kalmak istemedim. Önce ülkemde ne yapmak istiyorsam yapmayı istedim. Gittiğimde de öyle düşünüyordum zaten. Önce kendi gerçeğinle yüzleşmen lazım. Önce kendi toprağının hikâyeleriyle yüzleşmen lazım. Sonra ortak yapımlar olabilir.
Dönerek bir şey kaybettiğinizi düşünüyor musunuz?
Türkiye’de işleyen süreçten insan zaman zaman demoralize oluyor. Ama ben hiçbir zaman kalsaydım diye düşünmedim. Başka türlü bir hayat seçimi o.
Şuan yazdığınız bir oyun var mı?
Kendimi oyuncu olarak ifade ediyorum. Zamanı gelecektir diye düşünüyorum. Bir senaryom var ama henüz değerlendirmeyi düşünmüyorum.
Kendi toprağınızdan beslenerek mi yazdınız?
Yazdığım hikâye; İstanbul gibi bir şehirdeki yaşamla ilgili. Bununla ilgili projeler de geliştiriyorum. Ben oyuncuları hikâye anlatıcıları olarak gören biriyim. Biz hikâye anlatıcılarıyız. Sinemada da çok inandığın bir hikâyeye birşeyler katıyorsun ve onun bir parçası oluyorsun. Benim de anlatmak istediğim bir hikâyem var. Tabi ki yaşadığım ortamdan gelen verilerden yola çıkarak, kültürel olandan, politik olaylardan, ülkede gelişen hallerden beslenerek yazacağım.
Zuhal Aytolun