| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Melih Anık'tan Haluk Bilginer'e Cevap: Evet ! -Kutsal-a Dokundu ! Melih Anık Evet ! “Kutsal”a Dokundu ! Hakkari ,Edirne, Diyarbakır veya Van’dan ya da ülkemin İstanbul’a ve de Oyun Atölyesi’ne uzak bir yerinden, çocuklarını annesine teslim edip , günlerce öncesinden biletini alıp sırf “ 7” yi seyretmek için program yapan ve bu heyecanı içinde duyarak yola çıkan bir tiyatro severin ,tiyatronun kapısında, babası öldüğü için kendisine “ikram” edilen oyuncunun k..ı İle kalakalması nasıl bir durumdur? Bir aile arası anlaşmazlığı çözmek için müştereken sevilen oyuncuyu seyrederek öfkeyi yumuşatmak isteyen bir aile, tiyatro kapısında oyuncunun aklına ilk gelen “ikram”ı ile karşılaşsa; Uzun sürmüş bir nekahatten çıkan biri kapısına geldiği tiyatroda hiç beklemediği “ikram”ı görse; Zor geçmiş bir ameliyattan çıkan doktora “ikram”ı paketleyip tiyatro kapısında verseler ; Çok sevdiği bir varlığı kaybeden biri inzivadan çıktığı gün, avunmak isteyip kapısına geldiği tiyatroda teselli beklerken o malũm “ikram”ı alsa ; Verilen bir ödevi yapma ya da “büyümüş” olma heyecanı ile ilk kez gittiği tiyatro kapısında anlamadığı bir “ikram”ı bulsa bir genç kız ; Evliliklerin,nişanların,buluşmaların yıl dönümleri ile doğum günlerinde tiyatroyu seçenler kapıda "o" "ikram" ile karşılansalar; Ya da çok keyifli bir anın cilalanması için oyuncunun oyununda buluşmayı programlamış bir arkadaş grubu ,kapıda hiç de tercih etmeyecekleri bir “ikram” ile ağırlansalar ne olurdu acaba? Tiyatro teselli eder , avutur , şefkatle sarar ,unutturur , coşturur, birleştirir, aydınlatır ; bunu bize armağan eden de oyuncudur diye bilirdik biz . Çünkü öyle gördük “efsanelerimizden”! Ama derdini, öfkesini,sevincini,heyecanını,umudunu paylaşmaya gelenlerin duygularını hissedemeyen , hatta hiç düşünmemiş ; tiyatrodan yardım istemeye gelmiş olmaları ihtimalini dikkate almayan bir oyuncu ile karşı karşıyayız. “Mesleğin kutsallaştırılması” üzerinden gerçekleri, alkış toplamak adına sofistçe çarpıtıyor. Tüm değerlerin anlamını yok eden pervasız ifadelerle , başkalarının hassasiyetini duymadığını söylemekten çekinmeyen , dünyasını kendisi üzerine kurmuş, kendini beğenmiş , nobran ve ağzı pis bir oyuncu bu ! Tek başınayken ancak dibini aydınlatan mum ışığını, yanındaki gölgelere bakarak “nova” sanmışız. Tiyatro gibi insanı anlama ve anlatma sanatını yapan bir oyuncunun duyarsızlığıdır konumuz. Kendini odağına koyduğu bencil bir dünyanın titremeyen yüreğidir. Zihnimizin “kutsal” sandığında itina ile sakladığımız biri firar ediyor. Asıl budur içimizi yakan. Biz onu içimiz titreyerek seyrederken o bize inşaat demiri , inşaat kerestesine bakar gibi bakmış meğerse. Biz ona bakarken , onun kendi içi acırsa, bizi bırakıp gideceğini bilememişiz meğerse. O bizim elimizden tutar , teselli eder , fırtınanın içinden geçirir sanmıştık oysa. Sesimizin çıkmadığı anda o, ses verirmiş gibi gelmişti bize. Biz tesellimizi onda bulurken onun tesellisi değilmiş mesleği. Salt kendine batan dikeni hisseden bir “taklitçi” imiş meğerse. Bir dilim börek ,bir tabak makarna, bir tahta sandalye verir gibi Hamlet , Makbet ,Timon vermiş bize. Ne oyun öncesi “hissetmiş” ne de oyun sonunda ürpermiş sanatın çoşkusu ile. “Oyun oynamış” bize …. Bundan sonra meselâ Shakespeare’i nasıl seyredeceğiz ondan? Dudaklarından dökülen sözlerin samimiyetine nasıl inanacağız? Duruşuna, bakışına nasıl güveneceğiz ? İnsanı anlamayan, insanı nasıl anlatır? İnsanı anlamayan, insana nasıl destek olur, toplumu aydınlığa çıkarır ? Biz komşumuzda hasta varsa radyomuzun sesini kıstık, kendi ölümüzü unuttuk, onunla paylaştık kederi . Çünkü önce yaşam gelir . Sanmıştık ki oyuncu , seyircisini, komşusu gibi görendir, onu avutandır , göz yaşlarını silendir, derdini paylaşandır,yüreklendirendir,yol açandır. Bizimki ise k..ını yediriyor. Acısı ile baş edemiyor . Başka çağrışımlara yol açan müstehzi ve saldırgan bir ifadeyle başkasının “Kutsal”ı ile eğleniyor ! Hem de lafını tartmadan “’YAVŞAK’ la ilişkiye girip, salyalar akıtan” diye niteliyerek. Bir de kalkmış dil uzatıyor “efsanelerimize”. Kimse efsane olmaz ki kendi başına. Efsanelerimizi biz yarattık. Hem de diziler ve dizi şımarıkları yokken, internet yokken , sanal kahramanlar yokken, karanlık salonlarda tek başımıza. Onlar “şişinmediler” biz efsaneyiz diye! Sırça köşklerinden ahkâm kesmediler. Nasıl göründüler ise ‘o’ydular. Bugünü , onlara borçlu ülkem! Değillerdi ama , kötü oyuncular olsa ne yazar ! “Adam”dılar her şeyden önce! Heyhat ne günlere kaldık! “Usta”sı(?) k.. yediren toplumda insan kargayı özlüyor ! Baktı ki sağ duyunun sesi onu altına alacak , “k..ımı yesin herkes” demişken hemen “ben seyirciye demedim”e sığındı. Bir kere yerinden çıkan çıktığı yere sokulamıyor ki ! Vahim olan ise , sözleri taraftar bulmakta ama aslında dostluk, vefa, doğruluk, fedakârlık ,kutsal gibi insanî değerlerin altını oymakta , sarsmakta, mesleği ayrıştırmakta, yerle bir etmekte, fırsat avcılarına imkân vermektedir. İnsanî değerlerin sarsılması, tiyatronun özü ile çelişmektedir ve bu düşüncede olanların bu mesleği neden yaptıklarını ve bizim de onları niçin seyretmekte olduğumuzu sorgulamamıza neden olmaktadır. Tiyatro , kol gücüyle yapılan ve sonuçları mekanik olan bir iş değildir , zihinseldir , akıl ile kavranır, ruh ile anlaşılır. Kahraman, korkak, cesur, hain, arsız, yalancı, tiyatro ile çakılır zihinlere. Bu keresteye çakılan çivi gibi değildir meselâ. Söz değerini , hareket anlamını oyuncu ile yerine ulaştırır. Oyuncu çekiç değildir meselâ. Durup dururken çekiç olmaya özenip , kendince tabu saydığı putları yıkma hevesinde olan bu anlayıştan , kendi koyduğu kurallara uymasını , alnında ışığı hissetmesini ve de -kendisinin değilse- çocukları korumasını , sorunlar karşısında baş kaldırmasını bekleyebilir miyiz ? Toplumda sebep olduğu yıkımlara aldırmayanların “kahramanlıklarının”(?) yararlı olmadığı ortadadır. Ama ortaya çıkan gerçek şudur ki post modern toplumun yarattığı bir tür insan, kendisi ile başlayan ve biten bir dünyanın ürünü olarak hayatımızı işgal etmektedir. İnsanın elini kolunu bağlayan baba acısı ise eğer , bu acı kaç günde biter ? Ertesinde gene perde açılacaksa bu ucuz kahramanlığa ne gerek var ? Yoksa bu türün en derin acısı bir, iki günlük müdür ? Babanın cenazesi de layıkıyla omuzlanabilir , dünya ile ilgili sorumluluklar da yerine getirilebilir. İnançsızsanız ölümün önünde adam gibi , inançlı iseniz İlahi takdirin önünde kul gibi durmayı bilmeniz yeter ! Tiyatronun “farklı bir hayat tarzıymış” gibi algılamasının müsebbibi(sebep olan) bizzat “ruhunu ratinge satmış” oyuncular ve onların ipe sapa gelmez sözleridir. Ölüm karşısında yapılması gereken onca şey varken k..ını yedirmek mi gelir insanın aklına ? Dünyadaki cehennemi her gün yaşayan milyarlarca insan var. Dünyanın bir yerinde şu anda, şu anda, şu anda binlerce insanı yok ediyorlar. Onların çektiği , baba acısından daha da acı değil mi ? Ve tiyatrocunun görevi acıya, zulme inat direnmek değil midir ? Bir derginin kapağında şakağa saplanmış maça aslı , joker bakışlı poza mı hapsedilmiş yaşam ? Neredesin ey oyuncu , iki parmak arasında fırlatılmaya hazır kupa asında mı? Kalabalık bir kadrolu oyunda herkesin “patron” kadar hakkı var mıdır k..ını yedirmeye? Her oyuncu için iptal edilir mi oyun ? İptal edilen gösteriler için yevmiyeler ödenecek midir ? Yoksa oyuncular telâfi oyunları mı oynayacaktır ? Patron k..ını yedirdiği için sarkan programın bedelini kim öder? Tiyatromuzda belli bir süre içinde belli sayıda performans anlaşması yapılmakta mıdır? Tiyatromuzda ciddiyet ve kurumsallaşma olmadığı ve de işleri tıkırında gittiği için bazıları, kendilerinin k.. yedirme lüksleri(!) vardır diye düşünmekte herhalde. Tiyatro sanatının başlangıcından bu yana yüzlerce yıllık süren tarihinde , kol gücü ile beyin gücü arasındaki farkı idrak edememiş oyuncu bizde çıktı . Onun sayesinde(!) Shakespeare’in mezar kazıcısı ile babamın mezarını kazan arasında fark olmadığını anlamış oldum(!) Babamın mezarcısı, çalışmazsa kendi emeğini , yevmiyesini feda eder ama mezar kazılır gene de..(kazıldı da) Shakespeare’in mezarcısı oynamazsa Hamlet’in, Ophelia’nın, Kral’ın,Leartes’in yevmiyesi , programları ve de seyircilerin hayâlleri ,sevinçleri, zamanları çalınmış olur. Kolay demogojilerle avlanan insanların alkışları , ancak bir süre daha götürebilir aymazları. Gerçek tecelli ettiğinde anlaşılır. Ve kader, insanı söyledikleri ile sınar. O ana kadar ucuz kahramanlıklara prim vermemek , söyleneni ve söyleyeni ciddiye almamak en iyisidir. Kendi putuna dokunulunca, onu “efsane” haline getirmiş bir cemaatin “ayaklandığı” sözde put kırıcısının(?) , tabu yıkıyorum diye ortaya fırlamasına kim inanır ve fincancı katırlarını ürkütmekten başka işe yaramayan beyhude çıkışlarla sansasyon yaratmasının , kapak olmasının yararı var mı? Kendi putunu kıramayan, “menü”sünü kendine saklasın ve dokunmasın efsanelere. Melih Anık http://melihanik.blogspot.com/ Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet tuncay özinel - ( 9/24/2010 ) müthiş bir yazı! gerek kendi adıma ,gerekse Türk tiyatrosu adına sizi kutluyor ve teşekkür ediyorum. Gülin BALIKCIOĞLU - ( 9/24/2010 ) Muhteşem bir cevap olmuş, teşekkürler. Gregor Samsa - ( 9/24/2010 ) Melih bey, Haluk Bilginer in sözleri niye dokundu bu kadar... Niye etkiledi kimilerini bu kadar... Adam ustayım, duayenim diye ortalıklarda böbürlene böbürlene dolaşmıyor ki... Ne bu öfke... Sadece düşüncelerini söylüyor, isim vermeden... Bu ülke ajitasyonları çok gördü... İnkar mı edeceğiz... Herkes usta, herkes duayen oldu... Yalan dolandan ibaret kariyerler... Hayatı boyunca tek karakteri canlandıran, artık ilk çağ da kalmış tiyatro anlayışlarına diyecdek çok söz var... Haluk Bilginer az bile demiştir... Hem söyledikleri yüzde yüz doğru tespitlerdir... Mesleği putlaştıran ve değerini putlaştırarak azaltan çok insan var bu meslekte... Bunu cümle alem bilir... Cevap verenlere bakıyorum hep o tayfadan... Babam, annem öldü sahneye çıktım, çıkarım sözleri, sonra ben aç karna tiyatro yaptım sözleri boş laflar... Bu kadar kendini ve yaptığın işi önemsemek niye... Hayat akıp giderken sahneye çıktım diye böbürlenmek niye... Git acını yaşa... Böyle boş şeylere artık tiyatroda değil hiçbir sanatta yer yok... Hele hayatta hiç yok... Haluk Bilginer sonuna kadar doğru tespitlerle bir konuşma yapmıştır... Artık tiyatro da ve diğer sanat alanlarında at gözlüklülere yer yoktur... Dar bakış açılarına yer yoktur... Haluk Bilginer eleştiriyi değil koskoca bir alkışı haketmiştir... Bu konuda söylenecek çok şey varda, ben bu kadarı ile kalayım... Yaman Tüzcet - ( 9/24/2010 ) Boşverin Bilgineri de; şu yukarıdaki sözler içimizi ne kadar çok ısıttı! Ne kadar da çok gereksinim duyarmışız bizim bize anlatılmamıza... Hani bir oyun sonrası bizi izleyen bir yakın dostumuzun kulağına eğilip usulca -Nasıldım?- diye sormak gibi, ondan -Çok iyiydin!- diye bir yanıt almak gibi bir yazı Melih Anıkın eşsiz güzellikteki yazısı...Unutun Bilgineri... Yeri gelince bu kadar hassas ve yeri gelince de çetin savaşlar verebilen tiyatro emekçilerinin onurlandığı sözlerdir yukarıda söylenenler... Çok güzel, çok yerinde.... mert güven - ( 9/24/2010 ) harikasın melih anık !!! sadece kendini haklı sandığı için haksız olduğunu düşündüklerine yavşak demeyi hakkı olarak gören, jeanne darcta oynudığı Tanrı rolünden bir türlü çıkamamış olan haluk bilginere selam olsun... Tahsin Konur - ( 9/24/2010 ) Melih Anıkın satırlarına katılmamak benim açımdan olası değil...Ancak, bu güne kadar yaptığı nitelikli işlerle anılan ve saygın bir oyuncu olarak tanınan Bilginerin, kimbilir hangi -yavşak- bir anında yaptığı bir yanlışlık nedeniyle, bir anda toplu bir linç kampanyasına hedef olması beni üzüyor...Bence, Bilginere hem kendisini, hem mesleğini, hem de meslektaşlarını yeniden değerlendirecek bir zamanı ve fırsatı tanımak gerekir... İnsanoğlu hata yapabilir. Sanatçı da, ruhunda fırtınalar oluşabilen bir insan olduğuna göre, en azından geçmişinde yaşadığı ve topluma olumlu huzmelerini yansıttığı parlak başarıları nedeniyle, asgari bir hoşgörü, anlayış ve zaman tanımayı hak ediyor denilebilir... Halit Yılmaz - ( 9/24/2010 ) Anca burdan boyle cevap verirsiniz. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmıs. ADam cıkmısıyosa sahneye sizene ? Adama bir soru sorulmuş cevabını doğallıkla vermişler. Sizene ? Burdan boyle cok sey biliyormus gibi ahkamlar kesmek ne kadar sacma. Digerleri gibi ego mu yapıyor ? Magazinde mi geziyor ? Para mı sacıyor görgüsüzce ? Fazil Say yavsak dedi diye , haluk bilginer dedi diye meydanı bosmu sandınız sözde yazarlar ? burak tekin - ( 9/26/2010 ) sorulan sorulara tabiki cevap vercek ama herşeyin bir adabı vardır sorun sadece konuşmak cevap vermek degil burdaki sorun tamamen kendini begenmişliktir bukadar usta bu elştiriyi yapıyosa bu konuşmayı yapan kişin durup bir düşünmesi lazım ayrıca tuzu kuru olan kişiler böyle atıp tutarlar birdiziden ayda 180 bin tl kazanırsa orda rehin kaln insanlarıda küçümser tabiki emre sahin - ( 9/27/2010 ) Aklı fikri ileri, duygusal, Oyunculuk ya da tiyatroculuk yeteneği kesfedilmemiş, kamuya mâl olamamış bir kasap ile oyuncuyu, insan olarak, nerde ne kadar ayıracaksınız... Haluk Bilgineri bu kadar aşağılamaya hakkınız yok... Yaptığı işlerle alay etmeye hakkınız yok... Öyle bir durumda herkes sahneye çıkmalı, çıkmayana ise tu kaka, zaten de beş para etmez oyuncu gibilerinden şeyler demeye ise hiç ama hiç hakkınız yok... Bu yazı mı? Bastan sona duygusallaştırılmış demagoji... Ramazan Aydın - ( 9/28/2010 ) melih anıkın içinde bulunduğu ruh hali ve kişilik -hizaya getirmeye- çalışan, baskıcılıktır. Haluk Bilginer bir linç olayının kurbanı yapılmak istenmektedir. Bunu beceremeyeceğini Ali Poyrazoğlu ve avanesi (melih Anık vb) çok iyi biliyorlar. Çünkü gerçek kimsenin gizleyebileceği yerde değil, ve onun üzerine kimse örtemez. Haluk Bilginere dil uzatanların hepsinin mesleklerine dair suistimalleri er geç açığa çıkacaktır. Tiyatro üzerindeki vesayetten kurtulmanın zamanı çoktan geçiyor. Eğer Haluk Bilginere yapılan linç, Türkiye tiyatrosunun kurucu diliyse bu kısır ve verimsiz ortamda değil tiyatronun yaşaması, varolması bile mümkün değil. O nedenle çapsız saldırgan dilinizi kınıyorum Ali Poyrazoğlu ve avanesi(Melih Anık vb)... Melih Anık - ( 10/3/2010 ) SayınTuncay Özinel , Sayın Gülin Balıkçıoğlu , Sayın Yaman Tüzcet , Sayın Mert Güven, Sayın Tahsin Konur , Sayın Burak Tekin, Yorumlarınızla yazıya anlam kattınız , güç verdiniz , var olun . Sayın Tahsin Konur, Haluk Bilginer daha önce de -Sıraselviler Cumhuriyeti- polemiği ile çıkış yapmıştı. O zaman onu efsane haline getirenler savunmasını yapmak için çok çaba harcadı. Doğrusu o günlerde bu üslubun nereden kaynaklandığını merak etmiştim şimdi anladım , imam –cemaat meselesi . Belli aralarla Haluk Bilginer kendini göstermek istiyor. İlk vukuat değil yani. Ayrıca Haluk Bilginer yeni yetme bir çocuk değil ki ! Ama seçtiği konular ona yakışmıyor(kendisi ve bazıları yakıştırıyor olsa da) , hele ülkenin o kadar derdi varken! Sayın Halit Yılmaz, Konuyu anladığınız hususunda kuşkudayım. Sizin için açayım. Olay Kutsala mı dokundum dan çıkıyor. Eğer kutsal diye bir kavram varsa ( ki var) kimse bir başkasının kutsalı ile dalga geçemez , ona dil uzatamaz , kutsal diye bellenen ne kadar saçma olursa olsun. Gösterilecek hoş görü ve destek olayı başka noktalara taşır. Kutsalı yıkma denemesinin , sığlığı , cehaleti ve de dil bilmezliği gösterdiğine inanırım. Münasip dili bilmeyen ve kutsalı anlamayan (inanması gerekmiyor) bir insanın ise tiyatro sanatı ile uğraşması yadırgatıcı değil midir ? And dağlarındaki bir köy kilisesinde cola , kutsal ; Maximo, kutsaldır. Size saçma gelebilir ama gerçek bu ! Hayat , kutsal ve sanat arasındaki bağı(isterseniz ilişki deyin) bazı toplumlar çözmüş ; biz ise çözemeyenlerdeniz. Hem de bu topraklar üzerinden geçmiş ve derin izler bırakmış onca uygarlığa rağmen. Konu derin ve çok boyutlu .. Yoruma cevap kapsamında bu kadarı yeterlidir diye düşünüyorum. Ama özellikle sanatçı aydınların bu üçleme üzerinde çooook düşünmeleri gerekir. Ondan sonra Sanat mı kutsal, hayat mı kutsal? tartışması daha dolu dolu yapılabilir ve anlamlı olur. Sayın Emre Şahin, Kimse aşağılanmıyor, kimseyle alay edilmiyor. Siz yazımdan bunları mı anladınız ? Haluk Bilginer üzerine yazdığım hiçbir yazıyı okumamışsınız sanırım. Az bilgiyle bu kadar olur! Yazım hakkında başka başka şeyler de söylenebilir ama duygusallaştırılmış demogojiyi siz bulmuşsunuz ! Demagoji ; halkın isteklerine, önyargılarına ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışıdır. Yunanca demos (halk) ve agogos (liderlik yapmak) kelimelerinin birleşiminden türemiştir. Genellikle üstün bir hitabet ve propaganda yeteneği gerektirir. Çoğunlukla dindarlık, milliyetçilik gibi popüler kavramları kullanarak ve bunlara bağlılığı sömürerek yapılır. Demagoji yapan kişiye -demagog- denir. Beni övüyor musunuz yeriyor musunuz anlayamadım . Yazımı okuyup yorum yapma çabanız ile kendimden iyimser olmaya başladım(?). Demogoji ön yargılar, duygular, korkular ve beklentiler üzerinden yapılır . Duygusallaştırılmış nitelemesi ise gereksiz olmuş. Üslupta duygusallık , ifadeyi güçlendirmek için yapılır çoğu kez , demogojiyi değil. Ama gerçek şu ki sizi ikna edememişim ki iyi bir demogoji yapamamışım demek ki! Sayın Ramazan Aydın, Psikolojik tahlilimi bir yazı kapsamında yapabilmeniz ne kadar şaşırtıcı ve ne kadar vahim ! Umarım yazmadan önce uzun uzun düşünmüşsünüzdür. Avaneyi , Kafadar olarak mı yardakçı olarak mı kullanıyorsunuz bilmiyorum.(Uzun hurma ağacı demediğinizi yazınızın gelişinden anlıyorum.) Merak ettiğim , ben bu işi bilerek mi yapıyorum bilmeyerek mi ? Bu işi yapmak içim Ali Poyrazoğluyla tanışık olmam gerekli mi değil mi ? Onun benden haberi var mı ? Biz bir ekip miyiz ? Daha başka kimler var aramızda ? Linç istediğimizi ama beceremeyeceğimizi bildiğimizi tahlil etmişsiniz. O zaman neden eyleme kalktık(?), sizce ? Şunu bilin ki tiyatro üzerinde vesayet hisseden hiç kimse o işi yapamaz , Haluk Bilginer de. Bence bu konuda,-olmayan lince- değil olanlara bir el atsanız. Önce kendi üslubunuza sinmiş olandan başlamayı dener misiniz ? Gregor Samsa Sen insanlıktan çıkıp böcek olmuştun değil mi? Bir de kendi olmayı beceremeyecek kadar sanalsın ! Seni nasıl ciddiye alayım da cevap vereyim! Abdülgani Yıldırım - ( 10/20/2010 ) Melih bey eger uygun görürseniz bir fotografınızı istiyoruz. Yeni hayranlarınız olarak. İstanbuldanda olsa yşamaya çalıştığımız hakkariyi telaffuz etmeniz güzel. Her konuda magdur edildik bir sen kalmıştın ajitasyon yapmayan, sende yaptında rahatladık. Allah razı olsun senden. Lafı bıraksın herkes maval okumayıda. Bizim burada birçok şeye ihtiycımız var eğer buraları düşünmek gibi bir derdiniz varise bir dhaki sefere neler olduğunu yazayım. Sizlerde en azından işe yarar birşeylerle meşgul olursunuz |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|