Yıllar önce çocukken, Eminönü-Florya arası tren yolculuğu yapmıştım. Fakat hayalimdir uzun bir tren yolculuğu yapmak… Yolculuk esnasında pencereye doğru yüzünüzü çıkarır ve uçsuz sarıca tarlalara bakar ve dağların eteklerinden yayılan kekik kokulu rüzgârı derince çekip nefesinize eklersiniz.
Deniz kıyısında bir tren istasyonu... Denizin çocukları martıların keskin sesleri ve yolları aynı bilete kesişen farklı kültürden iki insan… Urfalı köylü Yadigâr ve köyde doğmuş, şehirde büyümüş bir şehirli ve zamanın içinde kaybolmuş insanların öykülerini yazan bir yazar Züleyha… Yadigâr dokuz çocuk sahibi ve geçinmek için gelmiş İstanbul’a… Lâkin istediği gibi gitmemiş yaşantısı… İstanbul’da yaşamanın zorluğunu yaşayanlardan biri o da… İkisi karşılaştıklarında sohbete Yadigâr başlar fakat Züleyha ilk başta pek oralı olmaz… Sessizce elindeki bulmacasını çözmeye devam eder. Yadigâr’ın ısrarlı konuşmalarına Züleyha daha fazla dayanamaz ve karşılık vermeye başlar. Züleyha’nın dalgınlığının, suskunluğunun sebebi sohbet sırasında ortaya çıkar. En yakın arkadaşı haksız yere “siyasi suçlu” olarak idama çarptırılmıştır.
“her gün asılacağım diyordu fakat hep gülüyordu.”
Oyunda geçen kedi-aslan hikâyesi dünyanın o kadar da adil olmadığını çok güzel anlatıyor. Yani ormanın kralı aslanken, kedinin önüne büyük tepside yemek konulması ve aslanın önüne küçük tepside yemek konulması ve aslanın kükremelerine kimsenin tepki vermemesi… Kısacası “hakkı olanın hakkını alamaması” durumu…
Züleyha’nın yazar olmasındaki sebep içindeki benliği araması… Bazen insanlar çok mutlu görülebilir oysa iç benliklerinde çokça hüzün barındırıyor olabilirler… İç benliğe ulaşabilmek ise her şeyden önce kendimize karşı dürüst, samimi ve barışık olmamızdan geçiyor sanırım… Böylece kişi kendisiyle rahatlıkla yüzleşebilir ve bu iç benliğini karşısındakilerle rahatlıkla paylaşabilir. Acıyla, hüzünle içimizde biriktirdiğimiz duyguların bizi olumsuz yönde etkilemesine izin vermeden, iç benliğimizle yüzleşip bunu dış benliğimize çıkarıp, iletişim yoluyla insanlarla paylaşabilmek… Konuşarak ya da yazarak rahatlamak… Ve hayata karşı çalpara balığı gibi sabırlı olabilmek…
“herkes bir bilinmeze gidiyor önemli olan evrene yepyeni gözlerle bakabilmek…”
Oyun Analizi
Yazan: Arslan Kaçar (Konu bildiğimiz bir konu… Sade, anlaşılır ve kısa olması da seyirciyi sıkmıyor.)
Yöneten: Ali Karagöz (Yönetim iyiydi özellikle ilk başta duyacağınız çello sesi sizi alıp götürüyor.)
Sahne Tasarımı: Zühal Soy (Kendimi trendeymişim gibi hissettim.)
Kostüm Tasarımı: Sabahat Çolakoğlu (Yadigâr’ın kostümü çok etkileyiciydi. Özellikle mendili ve kravatı..)
Efekt: Mustafa Emin Duman (Trenin, martıların ve denizin dalgalarının sesi güzel ayarlanmış, oyunda en çok başarılı bulduğum bölümdü efektler...)
Oyuncular: Arslan Kaçar (Bizlere yabancı olmayan bir karakteri güzel oynamış. Tiyatro dili süper...),
Perihan Savaş (Oyunda karakterin duygusallığını ben hissedemedim… Ve bir ara sesini duyamadım yani sesini iyi ayarlayamamıştı. Zamanla daha iyi olacağını düşünüyorum.)
H.Samet Hafızoğlu (Oyunda fazla yer almamasına rağmen deli rolünü çok güzel oynadı.)
Orcan Dönmezer (Oyunda en çok beğendiğim bölümlerden biride müzikti. Çellosuyla güzellik kattı.)
Ve oyunda geçen, en çok beğendiğim cümle…
“Kalabalığın beyni yoktur… Katliamlar nasıl oluyor sanıyorsun…”
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...