Zürih Balesi'nin Müziksel Görselliği: … Ve Rüzgardan Sakındı
Üstün Akmen
Dramatik bale prodüksiyonlarıyla ünlenen, klasikten çağdaşa çok geniş bir repertuara sahip olan Zürih Balesi’nin deneyimli ve teknik açıdan kusursuz dansçıları, Bach’ın Çello Süitleri eşliğinde belleklerden uzun süre kazınamayacak bir performansla, 40. İstanbul Müzik Festivali kapsamında sanatseverlerle buluştu. Zürih Balesi’nin iki gösterisinden, benim izleme olanağını bulduğum ilkinde, Heinz Spoerli, koreografisini Bach’ın Sol Majör 1, Mi bemol Majör 4 ve Do minör 5 numaralı viyolonsel süitleri üzerine hazırlamıştı. 1999 tarihli “… Ve Rüzgârdan Sakındı/Und Mied den Wind) başlıklı bu çalışma, rüzgârla biçimlenen bir hareketler panoramasıydı.
BACH’IN FARKLI DUYGULARI
Bu panoramada toprak, su ve ateş elementleri işlenmişti. Fırtınaların ve sakin rüzgârların neden olduğu hava akımı içinde, dansçıların devinimleri kimi zaman dalga dalga yoğunlaştı, kimi zamansa kasırgalaştı. Hem hareketler, hem Sergio Cavero’nun sahne tasarımı, hem de Martin Gebhardt’ın mükemmel üstü ışık düzeni fevkalade soyuttu. Müzik ve koreografinin uyumundan, Spoerli’nin Bach’ın tınılarını doğrudan harekete dönüştürmediği, devinimi müzikle yoğurduğu anlaşıldı. Müzik, Spoerli’nin elinde görselleşmişti. Çellist Claudius Herrmann, Bach’ın her üç süitinde yer alan farklı duyguları her bölümde geliştirdi, alladı pulladı dansçılara gönderdi.
KALIPLAŞMIŞ VE ÖZGÜR DEVİNİMLER
Spoerli, “… Ve Rüzgârdan Sakındı”yı sanki tiyatro oyunu gibi tasarlamış, tiyatro metni gibi yazmış, ancak sözlerle değil, müzik eşliğinde, dans ve hareketlerle anlatmayı yeğlemişti. Önemli öğe elbette danstı. Dansçıların, hareketlerinin estetik güzelliğiyle izleyicileri büyülemek ve dans sırasında duyumsadıklarını aktarabilmek gibi başlıca iki temel kaygısı vardı. Duygu ve davranışlarını hem kalıplaşmış hareketlerle ve hem de hiçbir kurala bağlanmaksızın, serbest hareketlerle seyirciye aktardılar. Öyküyü mimikleri aracılığıyla anlatılırlarken, danslarını asla kesintiye uğratmadılar.
KULAĞIMDAKİ SES DEMETİ
Dansçılar, danslarını mimikleriyle iç içe harmanladılar. Gözümüzün önünde resimler canlandırıp, kulaklarımızda müzik dışı sesler oluşturdular. Örneğin, Bach’ın müziği eşliğinde öyküyü kavramam, Çellist Claudius Herrmann’ın bestecinin duyumsadıklarını bana iletmesi yoluyla kolaylaştı, Hermann kulağıma bir ses demeti taktı. Daha gösterinin hemen başındaydık ki, 4/4’lük ölçüde arpejlerin ördüğü Prélude ile birlikte Şinasi Tepe’nin yeni kitabından (“Denizler ve Yağmurlar”-Artshop/Nisan 2012) dizeler kulağıma fısıldandı: “eğil başım, efildesin asi rüzgâr/toylar, kulunlar tepişirken erguvan/zamanı renkten renge girdi gece/yedi şehir yıkansın uykusundan/yedi yerden süzülsün zakkumlar”.
Sonrasında yerimde dineldim.
Dansçıların devinimlerinin, müziğin ve şiirin yardımıyla parçadan bütüne bir olgu yaratarak içime sızdığını, sindiğini sezdim.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...