O ilk selamlaşma, tanışma anı, ilk adım hiç unutulmuyor. Merdivenin ilk basamağı gibi adeta. Oradan başlıyor, onun üstüne kuruluyor her şey, bütün o yaşanmışlıklar. Sonrasında ne gelişirse gelişsin, tanışılan o ana dönüp bakmadan edemiyor insan.
Yaşananlar iç açıcıysa, güzelse minnetle, insan yüreğini azaltıcıysa üzüntü ve isyanla dönüyoruz o başlangıç anlarına. Ama muhakkak ki dönüyoruz. Benim şu sıralar kalbimin olanca ağırlığıyla döndüğüm gibi.
***
Bir basın açıklaması sırasındaydı, tiyatro konulu bir basın açıklaması. Bir kenarda oturmuş, avucumdaki not defterine bir şeyler karalıyordum.
“Tiyatro konulu o yazıları yazan siz misiniz,” diye bir soru sordu biri. Hafif dil üstü. Başımı çevirip baktım: Uzun boylu, sarışın, bir parça durgun bakışlı, her haliyle sıradışı olduğunu ele veren genç oyunculardandı. Trabzon Devlet Tiyatrosu’na yeni gelenlerden.
Henüz tanımıyordum onu. Adının Mesut Yüce olduğunu söyledi. Elimde olmadan aynı durgun ifadeyle cevaplar vermiştim ona. Anlayacağınız, atak bir selamla, cümleyle başlayan kaynaşma anlarından biri yaşanmamıştı.
Yazılarımı takip ediyor olması, sıfır egosuz oluşu hoştu. Giderek iyi dost olduk onunla. Bilmem neden, bir başlangıç selamının ardını getirmekte ısrar eden iki dost. Naif yaklaşımlıydı. Sevgi bir yana, aramızda kendini hissettiren kocaman bir saygı vardı hep.
Kalbinin, beyninin içindekileri paylaşıyordu benimle, yapmak istediklerini. Kültürel yazılar yazan biri olarak desteğimi istiyordu. Yo, cümlelere vurup istemiyor; samimiyetine inandığım için ben elimden geleni yapıyordum.
Anlıyordum onu, davası olan bir adamdı. Etrafına, gelişmelere karşı son derece duyarlıydı. Çabalarıyla, niyetiyle, eyleme döktükleriyle farkını koyuyordu ortaya. Giderek her anlamda dahil etmişti kendini bu şehre. Ne güzel, ne sevindirici şeydi bu!.. O yanını sezinledikçe daha da çok önemsemiştim onu, dostluğunu.
Sevgili Mesut Yüce, Trabzon’da geçirdiği yıllarda sayısız oyunda rol aldı. Sırasıyla kaleme aldığım oyunlardı. Özellikle “Ayak Bacak Fabrikası” ve “Şiddet Market” adlı oyunlarda belleklerden silinmeyecek denli iyi performans sergiledi.
Dünyaya, insana dair olumsuzlukların tek nedeni olan kapitalist sistemi, çürütüp zarar verdiklerini iyi çözmüştü. Hep bir şeyler yapmak istiyordu bu konuda.
Üstlendiği rollerle, muhalif yazılarıyla müdahale etmek istiyordu hayata; çirkinlik, olumsuzluk adına nesi varsa… Hiç basite kaçmadan, bireysel duyguların kıskacına kendini kaptırmadan yapıyordu ne yapıyorsa.
Oyunlarda rol almak yetmedi ona, benim de önerimle özel tiyatrolara el attı. Daha özgür hareket edecek bir alandı orası. Toplumsal sorunları irdeleyen oyunlar sahneledi. Oyunculuğunun yanı sıra çok iyi bir yönetmen olduğunu da kanıtladı. O anlamda da Trabzon’da önemli bir iz bırakarak gitti İstanbul’a. Ne yazık ki sonun başlangıcı oldu ona orası.
***
Dedim ya naifti, mutsuz oldu İstanbul’da, hastalandı. Konuşuyordum onunla, iyiye gidiyordu son günlerde. Fakat onu yaralayan, omzuna ağır yük gibi gelen duyarlılığına yenik düştü sonunda. Ünlü repliğindeki gibi “namussuzum gidicem buralardan” dedi ve ölümü seçti. Kapitalist hayatın bütün yüklerinden, sancılardan sıyrılmak adına belki de.
Bir araya gelince olanca yüreğimizle kucaklaştığımız can dostum; allak bullak ettin, çook üzdün beni, seni sevenleri... Işığın bol olsun gittiğin yerde!.. Sahnedekinden daha bol!..
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...