Dön Baba Dönelim, Bir Forma Dönüşelim: HANS YA DA HEIRI
Üstün Akmen
18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde İsviçreli Martin Zimmermann (1971) ve Dimitri de Perrot (1977)’nun zekâ ve espri güçleriyle süsledikleri “Hans ya da Heiri”sini izledik. İkiliyle özdeşleşen, sözü ve müziği olmayan şaşırtıcı bir gösteriydi bu. Dans, hareket tiyatrosu, sirk gösterisi arasında gidip gelen bir oyundu, küçük detaylara ve farklılıklara vurgu yapılıyordu. İnsan bedeninin, dramatik anlatımda metin kadar, hatta metinden daha fazla etkin olduğuna işaret ediliyor, kıstırılmışlık duygusu ve insanların birbirlerine benzemesinin oluşturduğu sorunlar ele alınıyordu. Sonuç olarak, Zimmermann ve de Perrot, giz perdesini aralamaya, gizli olanı açığa çıkarmaya uğraşıyordu.
HERŞEY TERSYÜZ
Bana göre, Tiyatro Festivali’nin “yabancıları” arasındaki en “gösterişli” yapımlarındandı “Hans ya da Heiri”. Sahneye yerleştirilen 360 derece dönebilen kocaman bir ev, hem oyuncuları hem de kavramları tersyüz ediyor, insanın diğerlerine benzemek ve biricik olmak arasındaki karmaşasını sahneye aktarıyordu. Bir anlamda sahne içinde sahne kurulmuştu ve böylece sahnedekilerin iç dünyalarıyla dış dünya arasındaki ilişkinin zıtlığı simgeleniyordu. Her şey sürekli ters yüz edildi. Dansçılar, olanaksızlığın içindeki olanakları arıyordu. Yapımın artistik yönü, oyuncuların akrobatik performansları bir yana dekorla, objelerle yaratılan ve de sözcüklerden çok, sesle, imajlarla ifade edilen dünya izleyiciyi doğal olarak büyüledi.
DÜRTÜLERİN HAREKET FORMUNDA İFADESİ
Zimmerman’ın da bizzat dâhil olduğu ekipte, kendisi gibi sirk kökenli sanatçılar Dimitri Jourde, Gaël Santisteva, Mélissa Von Vépy, Methinee Wongtrakoon ile dansçı ve pilates eğitmeni Tarek Halaby yer alıyordu. Dimitri de Perrot, yeni teknoloji vinil 33⅓ devirli plakları aracılığıyla sahnede canlı olarak yarattığı tınılar ve müziklerle Zimmermann’ın koreografisine eşlik etti. Önündeki efekt panelindeki elektromekanik anlamda ses üreten enstrümanlarla elektronik öğeler üretti. Zimmermann’ın koreografisiyle duyuların ayırtına varılmıştı ve duygusal dünyalar bedenlerde yaratıcı eyleme dönüştü. Düşünsel, duygusal, fiziksel dürtüler yaratıcı eylemle alt metni yarattı. Oyuncular, dürtülerinin bedenlerindeki ses, hareket, düşünce, imgeleme, duygu, nefes gibi tüm olanaklarını cömertçe kullandı. Devinimler, hissedilir biçimde giderek soyut bir forma dönüşüyordu. Dürtülerin bir hareket formunda ifade edildiği gözlemlendi ve dürtüler giderek metinle birleşti. Anlaşıldı ki, her şey metin ve karakter ilişkisini destekleme amaçlı bir çalışma içindi. Karakterin bedeni, duygu dünyası, düşünme biçimi deneysel yollarla incelenmişti. Sonuç olarak, metni ve diğer oyuncularla ilişkiyi destekleyecek kendiliğindenlik “enselendi”.
HAREKET/METİN İLİŞKİSİ
Oyuncuların her biri bedenleriyle düşünmeyi öğrenmişti. Çoğu yerde sanırım hazır metin yoktu, ama oyuncu metnini kendisi oluşturdu ve oluşturduğu hareket biçimi-metin ilişkisini başarıyla dengeledi. “Hans ya da Heiri”, yaratıcılığın teknik bilgiyle desteklendiği ve bununla beraber hareket/metin ilişkisine ağırlık veren performansa yönelik bir çalışmaydı. İleri seviye beden-duygu ilişkisi öne çıktı.
“Hans ya da Heiri” gösterisi, bir anlamda kendini anlatma fenomeniydi, oyuncular kendilerini (hiç kuşkum yok) pek güzel anlattı, anlatımların yanı sıra “hapsolma” endişesi de sahneye pek güzel yansıdı.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...