| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
KOZALAR - İBBŞT Enis Bulca "Gidelim buralardan, dayanamıyorum!"Bir değişiklik yapıp oyunun sonundan başlamak istiyorum bu eleştiriye (ki yüreği kaldıramayacak olan şimdiden okumayı kesip başka sayfaya geçsin). Şunu gözünüzün önüne getirin: Cılız bir alkışa üç defa selam verilmiş, perde yavaşça - niyeyse - gitmemekte ısrar eden üç oyuncunun üzerine üzerine kapanırken sahnenin gerisindeki projeksiyon perdesinde Nazan Öncel'in o çok sevdiğim şarkısının klibi seyircinin hislerine tercüman olmakta: "Gidelim buralardan, DAYANAMIYORUM!" Şimdi filmi geriye, yaklaşık bir saat 15 dakika öncesine sarıyorum: Oyun Program KitapçığıOyun başalamadan elime aldığım program kitapçığının kapağında üç "havalı" kadın var. Şıpıdık ama şık terlikler, kocaman sallantılı takılar, uçuşan etekli elbiseler ve annemin songençliğinin saç stilleri: Pek 1970'ler üç kadın... Umursamaz ve kendini beğenmiş bir eda ile kötücül bir örümcek ağının önünde (veya üzerinde) yürüyorlar. Genel hava bu: Umursamazlık. Sizi bilmem ama "koza" denince benim aklıma gelen ilk çokayaklı küçük yaratık ipekböceğidir. Ha bir de yün yumağına da koza dendiğini duymuştum (ki oyunda boool bol bu yumaklardan kullanılmış. Hem de ne amaçla! Azzz sonra). Ama örümcekler de koza örermiş. Hem de yuvasını yapmak için. (Ha bu arada, örümcek, ağ falan demişken. Artık şehir tiyatrolarının broşürlerine internet web adreslerini yazmasının zamanı gelmedi mi sizce de?) İç sayfaların ilkinde üç güzel oyuncumuzun resimleri emeği geçenlerin adlarını süslüyor. Burada yazanları aynen yukarıdaki künyeye aldım. Şimdi, lütfen elinizi vicdanınıza koyup söyleyin: Verimli çalışan bir kurumda, bir perdelik ve üç oyunculu bir oyunda toplam 22 kişinin "teknik" işlerde adı geçer mi? Cehaletimi mazur görün ama, üç tane ev hanımının bir ev ortamında (üstelik minimalist ve hatta stilize bir ev ortamında) canlandırıldığı bir perdelik bir oyunda iki ayrı aksesuar sorumlusu ve üç ayrı sahne teknisyeni ne iş yapar? "Kostüm realizatörü" ünvanına ise söyleyecek söz bulamıyorum. Tasarımı yapılan giysiyi kumaştan üreten kişiye bizim dilimizde adıyla sanıyla "terzi" deniyor. Üçüncü iç sayfada ise yönetmenin özgeçmişi, oyun hakkındaki yorumunu belirten birkaç cümle ve katkıda bulunan diğer sanatçılara bir teşekkür var. Kalan iki dış sayfada ise yine üç güzel oyuncumuzun fotoğrafları var. (Şu ana kadar farketmedinizse söyleyeyim: broşürün yarısı üç oyuncunun fotoğrafları ile işgal edilmiş durumda. Aslında oyunda broşüre koyacak başka da bir şey yok sayılır ya.) Dekor, Kostüm, Aksesuar, IşıkPerde açıldığında 4 kapıdan girilen ve arkasında kocaman bir projeksiyon perdesi bulunan bir oda görülür. Ev sahibesinin (1.kadın) birkaç dokunuşu ile içinde tıka basa yün yumakları (kozalar) bulunan cam sandıkların tepesi kaldırılarak kanepe, koltuk haline gelir ve ortam bir evin salonuna benzer. Sahnenin iki yanında bırakılan ve ikişer kapının açıldığı koridorlar "evin" diğer odalarına gider gibi görünür. Duvarlar örümcek ağını çağrıştırması beklenen (ama daha çok çılgın bir çamaşırcının ıslak çarşafları kuruması için mancınıkla duvara fırlatması sonu oluşan bir yapıya benzeyen) beyaz buruşuk kumaşlarla örtülüdür. Kapı eşiklerinin üzerinde seyirciden gizlenmeye çalışılmış ama başarılamamış makrame ip-ağlar görülür (Oyunun etkileyici olması beklenen son planında sadece üç tanesi oyuncular tarafından kullanılacakken niye dört kapılı bir misafir odası tasarlanmıştır, bilinmez). Daha ilk anda karşımıza çıkan bu görüntüden aslında oyunun genel durumunu özetlemek mümkün : İşe yarayabilecek bazı ince fikirler var ama uygulama bunu kaldırmıyor. Mesela menteşeli "koltuk arkalıkları" oyuncuların ufak bir çarpmasıyla yerinden kurtulup kapanabiliyor ve ilüzyonu bozuyor. (Dekor tasarımcısına ve "realizatör"üne selamlar). Sahnenin orta gerisindeki projeksiyon perdesi, oyunun (ve sanırım yönetmenin yaklaşımının) gereği olarak dış dünyayı anlatmakta kullanılan televizyon ve (misafir iki kadının da içinden geçerek geldiği) dış dünyaya açılan kapı olarak iki farklı anlamda başarılı bir biçimde tasarlanmış. Kostümler ve aksesuarlar frapan ama rüküş duruşlarıyla ve ayrıca taşıdıkları 1970'ler havasıyla oyuna tematik katkı açısından başarılı. Ancak üç oyuncunun da kostümleri (özellikle 3.kadını oynayan oyuncunun kloş etekli, dekoltesi derin elbisesi), kendilerinin kâbusu, salondaki erkek izleyicilerin ise rüyası haline geliverdi. Oyunun sonuna doğru bol bol seyirciye cepheden yere yüzükoyun yatmaları gereken oyuncular, ellerinde tuttukları yün yumaklarıyla dekoltelerini kamufle etmeye çalıştılar (Bkz fotoğraflar). Çabaları o kadar barizdi ki, hallerine acıdım (Eh o zaman kostüm "realizatör"üne de selamlar). Oyuncuların tüm oyun boyunca ördükleri şal, dizdikleri boncuk vb. şeylerin, insanoğlunun toplumsal açıdan ne kadar umursamaz olursa olsun üretmeye duyduğu ihtiyacının simgesi olarak algılamayı tercih ediyorum. Aksi takdirde boşluk doldurması ve oyuncuların ellerinin boş kalmaması için yönetmen tarafından oyuna montajlandığını düşüneceğim ki bunu yapmak istemiyorum. Simgelerin ağırlıklı kullanıldığı oyunda üç kadının yün kozalarını kendilerini hapsettikleri ağlarını yaratmada kullanmaları başarıyla uygulanmış bir ayrıntı. Ancak dünyevi ihtirasları simgeleyen objelerden sadece "kürk" hakettiği gibi kullanılmış. 2.kadının şalı ve çantası ile 1.kadının değerli tahvilleri içine koyduğu çanta aksesuar olarak biraz zayıf kalmış. Işık tasarımı ve uygulaması oyundaki başarılı ögelerden. Sahneyi evin odalarına ayırmakta dekora çok yardımcı oluyor. Oyundaki kadınların kendi aymazlıklarının karanlığına gömüldükleri anlar, ev sahibesi 1.kadının çocuklarının kaçtığı delikten gelen umut ışığı, oyunun geneline hakim olan fazlaca simgesel anlatıma uygun ve iyi uygulanmış... Eser, Reji ve OyunculukAdalet Ağaoğlu, edebiyatımızın üretken yazarlarından biri. Kendisini bir romancı olarak daha fazla beğendiğimi söylemeliyim. Çoğu eseri toplumcu bakış açısını yansıtır. "Kozalar", bu yaklaşımını fazlaca gözümüze sokan bir anlatımı içeren bir oyunu bence. Absürd bir tarz içine "başöğretmen edasıyla" konmuş didaktik cümleler ve çoğu zaman zor anlaşılan simgesel ögeler, bir perdelik olmasına karşın oyunu sıkıcı bir hale getiriyor. Anlatılmak istenen konu her ne kadar derin olsa da oyunun içerdiği dramatik malzeme maalesef aslında bir skeç sergileyecek kadar anca var. Bir de oyunun yazıldığı dönemdeki "haberler"in ve kadınların kozası dışındaki dünyada yer alan olayların o zamanki haliyle neredeyse aynen korunması, eserin mesajının günümüze taşınmasını zorlaştırıyor. Eldeki malzeme bu olunca oyunu hareketlendirmek, açmak ve seyircinin ilgisini canlı tutmak yönetmene düşüyor. Ancak yönetmen tam tersine muğlak simgelere ve oyunda ikinci planda kalması gereken dış ses ve projeksiyon görüntülerine yüklenerek daha da fazla muamma yaratıp seyircinin ilgisini dağıtmış (Bu arada şunu söylemekte fayda var: Küçük İskender, İskender Pala, Umur Talu ve Gaye Boralıoğlu'nun seslendirdikleri kendi metinleri ve Emre Buga'nın okuduğu haberlerle zenginleşen ekran üzerindeki görüntüler, gerek teknik açısından gerekse içerdikleri özgünlük ve canlılık açısından gerçekten oyunun önüne geçiyordu). Özellikle yönetmenin dikkat dağıtan sahne kullanımına takılmış durumdayım: Neden ana alandan çıkan oyuncular sahnenin sağına soluna gidip cepheden hareketsiz poz veriyorlar? Niye oyuncular sürekli birbirlerinin yoluna çıkıp birbirlerini çekiştirip trafiği aksatıyorlar? Sahnenin yarısını kaplayan yerdeki boncuk işi çok mu gerekli? Oyunun sonunda oyuncular birbirlerini yün kozalarıyla hapsettiklerinde perde bunun üzerine kapansa daha etkili olmaz mıydı? İlle ortalık geçici olarak karartılıp kapı eşiklerinin üzerine gizlen(eme)miş ağlara oyuncuların asılması gerekli miydi? Oyunun temposu da bana sürekli tekleyen ve acemi bir şoför tarafından kullanılan eski model bir otomobili hatırlattı: Dur, kalk, dur, kalk, kornaya bas uyansınlar, sonra gene dur, kalk, dur kalk! Oyuncuların durup durup seyirciyi süzmesi veya bağırıvermesi, seyircide istenen duygusal tepkiyi bence hiç mi hiç uyandırmıyor. Ben oyunun ilk temsillerinden birini izledim. Oyuncular sanki bazı şeyleri tam oturtamamışlardı. Dekorla ve birbirleri ile etkileşimlerinde bir tedirginlik seziliyordu. Birbirlerinin laflarının üzerine çıkmalar, dil sürçmeleri, tekrarlamalar oldu. Yine de haklarını yemeyeyim, bu metin ve bu rejiyle iyi iş çıkarıyorlar. Özellikle 2.kadını oynayan Oya Palay tecrübesini hissettiriyor. 3.kadını oynayan Şenay Saçbüker ise oyuna enerjisini en fazla katan oyuncu. Özetle:İstanbul Şehir Tiyatroları her sene en az bir tane hayal kırıklığı yaratan oyunu repertuarına almayı başarıyor. Bu da onlardan biri. Biraz daha canlandırılırsa ve temposu artırılırsa belki izleyiciyi memnun edebilir ama tek perdelik olduğundan 50-55 dakikada biten bir oyun da verilen bilet parasına değmiyormuş gibi görünebilir. Ancak bu haliyle çıkışta en az on-onbeş seyircinin "Bir oyunun tek perde olduğuna hiç bu kadar sevinmemiştim" dediğine tanık oldum. İlgililerin bilgisine sunarım. Yazan : Adalet Ağaoğlu Oyuncular: Enis Bulca Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|