| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Nazlı Sevda Kürşat Ural KONU: Cumhuriyet. TEMA: Bağımsızlık, özgürlük, yurtseverlik ekseninde, Cumhuriyet’imizin kuruluş değerlerinin özgün yorumları amaçlanmaktadır. HİKÂYE: Kurtuluş savaşı gazisi Mehmet Bey, Doğu Karadeniz de Hamurlu köyünde eşi Fatma hanımla birlikte yaşamıştır. İki oğul, dört torunları olmuştur. Oğulları farklı şehirlerde yaşamaktadırlar. Mehmet Bey 1980 darbesinden sonra vefat eder. İki oğlu babalarının mevlidi için köye gelmişlerdir. OYUN İSMİ: Nazlı Sevda KİŞİLER: MEHMET- 1900 doğumlu, Kurtuluş savaşı gazisi FATMA- 1905 doğumlu, Mehmet’in eşi CEMAL- 1905 doğumlu, Mehmet’in kardeşi NUR-U NİSA- 1908 doğumlu, Cemal’in eşi, Paşa kızı KEMAL- 1931 doğumlu büyük oğul, Köy Enstitüsü mezunu YAŞAR- 1935 doğumlu, küçük oğul HABİB- 1905 doğumlu, köyün hocası KEMALETTİN SAMİ- Mehmet’in Kurtuluş savaşında kumandanı HASAN- Kemal’in Köy Enstitüsünden arkadaşı ŞAHİN- Postacı SIRRI – Onbaşı HİLMİ- Teğmen AYŞE- Öğrenci MURTAZA- Köylü MUHTAR GAZİ ŞEVKİ JANDARMA I JANDARMA II SÜLEYMAN PERDE I SAHNE I (1980 darbe sonrası Doğu Karadeniz de bir orman köyü. Postacı, Mehmet beyin evinin kapısına gelir. İçeride hocanın kuran okuduğu duyulur.) ŞAHİN- Fatma nene! FATMA- (Kapının eşiğinde yöresel şivesi ile ) Buyur evladım. ŞAHİN- Fatma nene başın sağ olsun. Allah çocuklarına ömür versin. FATMA-Sağ olasın evladım. Dostlar sağ olsun. Takdiri ilahi. Hayırdır ne vardı? ŞAHİN- Böyle acılı bir gününde kapını çaldım. Ama herhalde pek hayır değil. FATMA- Olur mu yavrum işini yapıyorsun sen. Hayırdır inşallah. Ver bakayım neyin nesiymiş bu mektup? ŞAHİN- İki mektubun var Fatma nene. Biri mahkeme celbi. Diğerinde partinin mührü var zarfta. FATMA(Mektupların birini okur)- Ben ne diyeyim şimdi. Mehmet’im öleli kırk gün olmuş, partinin öldüğünden hala haberi yok anlaşılan. Mahkeme kâğıdından bir şey anlamadım sen bakar mısın evladım ne olduğuna? ŞAHİN- Bakarım tabi Fatma nene. FATMA- Cumhuriyet bayramını kutlayan bir kart yollamışlar Mehmet’ime. Sen söyle Şahin. Ben ne diyeyim bu adamlara? (Şahin başını öne eğer) FATMA- Kemal, gel oğlum gel. KEMAL(İçeriden seslenir)- Ne oldu ana? FATMA(Ağlar)- Gel de bak şu mektuplara Kemal. Gör memleket ne hallere geldi. KEMAL(Kemal’de kapının eşiğine gelir)- Şahin hoş geldin. Ama hoş bir haberle gelmedin anlaşılan. FATMA(Dizlerinin üstüne çömelir)-Gazi Mehmet’im öleli kırk gün geçmiş. Senin arkadaşın, o aklıevvel kaza reisi olacak adam babanın Cumhuriyet bayramını kutluyor. Sütü bozuk kepaze! Birde mahkemeden mektup gelmiş anlamadım neyin nesidir? KEMAL- Ver bakayım ana şu mektuplara. KEMAL(Mektupları okur. Öfkeyle)- Ana ben meydana iniyorum. Gününü görecek o deyyus. Siz devam edin mevlide. Ben gece dönerim. YAŞAR(Yanlarına gelir)- Ana hayırdır. Ağabeyim nereye gidiyor sinirli sinirli? FATMA- Meydana iniyorum dedi ve gitti oğlum.(Mektubu uzatır) Bak evladım bak. Sende oku da gör başımıza geleni. Bu nasıl kindir? YAŞAR(Mektupları okur)- Anacığım bana bir şey deme valla. FATMA(Yazması ile gözyaşını siler)- Sen ne diyorsun Yaşar’ım? YAŞAR- Babamla her zaman ters düştüm ben biliyorsun ana. Beni babamda, ağabeyimde sürekli eleştirip suçladılar siyasi görüşümle ilgili. FATMA- Öyle deme, baban seni çok severdi Yaşar’ım. YAŞAR- Koskoca babamın düştüğü duruma bak hele yazık ama. İnsan bu kadar mı ilgisiz, alakasız olur böyle emektar parti üyesine karşı. Rahat durmamış birde tarla ile ilgili dava açmış üçkâğıtçı adam. FATMA- Bunlar hep o Süleyman’ın başının altından çıkıyor. Kasıtlı yapmıştır. YAŞAR- Babam hem kurtuluş savaşı gazisi, hem de partisine yıllarca emek vermiş bir üyesi. Çok acı çok. Babam bunu hiç hak etmedi ana hem de hiç. Mahkeme celbine ne demeli? Tarla ile ilgili dava içinde babamın ölmesini beklemiş akbaba. Ben de iniyorum meydana ana. FATMA- Dur Yaşar, evladım. Dur hele bir. Ağabeyin bakar çaresine. Sen içeri geç. Bak havada kararıyor hem. Habib hocayı yolcu edeceksin daha. YAŞAR- Gördün mü ana? Her zaman olduğu gibi büyük oğlun asıl işi, küçük oğlunda sıradan işleri yapıyor. Hep de böyle oldu bu evde zaten. FATMA- Yok Yaşarım olur mu hiç? ( Mevlit biter. İçeridekiler başsağlığı dileyerek dışarı çıkarlar) YAŞAR- Babamın yaptığını sende yaptın. Neyse.(İçerideki hocaya seslenir) Habib hocam gidelim mi hazırsan? HABİB- Tamam Yaşar ben hazırım evladım, gidelim haydi hava kararmadan. FATMA- Oğlum sakın ola ki Habib hocaya yolda mektuplardan ve mahkemeden bahsetmeyesin. Tamam mı? YAŞAR- Niye ki ana? FATMA- Yok evladım yok. Gerginlik olmasın diye. Hemen hiddetlenme. YAŞAR- Söyleyeyim de anlasın oğlunun bitmek tükenmek bilmeyen koltuk sevdasını. Babama olan gizliden gizliye kinini öğrensin işte. Habib hoca köyümüzün, hatta çevre köylerin en demokrat hocası olduğunu bilmez misin? FATMA- Orası öylede boş ver sen yinede söyleme evladım. YAŞAR- Cumhuriyetini seven, devletine sahip çıkan halkçı hocalardandır Habib hoca. Görsün, cumhuriyetin bekçisi bildiği partinin dostuna nasıl değer verdiğini. Ayrıcada oğlunun can dostu babama olan nefretini de görsün ana. FATMA- Ah oğlum! Peki, sen bilirsin. Gençliğinde de hep böyle kendi bildiğini okurdun sen. Mehmet’im hep içine atardı sizlerin bu deli dumrul hallerinizi. YAŞAR- Ana tamam bak Habib hoca geliyor onun yanında da söylenme şimdi. FATMA- Üzülürdü. Ama söylemezdi. Belli de etmezdi. Ama ben…(Habib hoca yanlarına gelir) YAŞAR- Hocam senin o üçkâğıtçı oğlun yine yaptı yapacağını. HABİB- Yaşar evladım ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Ne yapmış ki Süleyman? YAŞAR- Postacı Şahin biraz önce cumhuriyet bayramını kutlayan tebrik kartı getirdi partiden, yanında da oğlunun açtığı davanın mahkeme celbi. HABİB- Yaşar ne bayramı, ne tebriki evladım? Ne mahkemesi? Ne diyor oğlun böyle Fatma Hanım? YAŞAR(Öfkelenir)- Bir parti üyelerine bu kadar mı duyarsız olur ya? Kendi köyünden, babasının can dostuna hem de. Ardından da yememiş içmemiş planlamış gibi tarla için dava açmış birde. Yazıklar olsun valla senin şu üçkâğıtçı oğluna. Yazıklar olsun. HABİB(Yaşarın uzattığı mektubu okur)- Yapma ya! Bu oğlan hepten sapıttı. Kemal bu yüzden mi apar topar ayrıldı evden. Umarım meydanda dalaşmazlar. YAŞAR- Evet meydana indi. Bilmiyorum yapar mı yapar valla! (Yaşar hocayı avluya kadar yolcu eder ve eve geri döner. Hava kararır. Salona geçer.) YAŞAR- Ana ne yapıyorsun odada? Ağabeyim hala gelmedi. İster misin şimdi partide Süleyman’ı dövsün? Hem de herkesin içinde. FATMA- Yok Kemal yapmaz öyle şey. Doğrudur esip gürler şimdi. Allahtan arkadaşları vardır orada. Araya girerler. YAŞAR- Umarım söylediğin gibi olmuştur ana. Ben biraz uzanacağım. (Yaşar odaya girer uzanır divana. Annesi divanın kenarına çömelir. Sandığı açıp içindekileri karıştırır.) YAŞAR- Ah anacığım ah! En sonunda dayanamadın açtın babamın sandığını. FATMA- Ne yapayım oğlum kolay mı? Onca yıl geçti aradan. YAŞAR- Çocukluğumdan hatırlarım. Babamı, her zaman oturduğu şu köşede elinde küçük bir deftere bir şeyler karalarken görürdüm. Hiç unutmam bir keresinde tuvalete kalktığında gizlice masada bıraktığı o defterini karıştırmıştım. El yazısı olduğu için okuyamamıştım. Çocuk aklı işte. Az daha yakalanıyordum babama. FATMA- Görüyor musun bak! O defter işte. Evliliğimizin ilk zamanlarından beri elinden hiç düşürmediği o defter. YAŞAR- Vay be! Bu defterin içinde kim bilir neler vardır. (Fatma defterin kapağını açar. Biraz okuduktan sonra defteri duvara doğru fırlatır. Ağlar.) YAŞAR- Ana! Ne oldu? Niye fırlattın o defteri şimdi? (Yaşar, divandan doğrulur ve yerdeki defteri alır.) YAŞAR- Anacığım ağlama ne olursun? Ah baba! Öldükten sonra da yaptın yapacağını güzel anama. FATMA- Okudun mu Yaşar? Benden önceki sevdalısı Canan’dan Mehmet’imde kalan yürek sızısını! Canan! Ona yazmış bu defteri. Ona. YAŞAR- Öyle ya. İlk yaprakta Canan’a diye yazmış. Ama bilmez misin babamın yaşarken tek sevdalısı sendin anacığım. Gençliğinde sevdalandığı bir kızdır işte. FATMA- Yok oğlum yok. Öyle değil. Sen nereden bileceksin ki Canan’ı. YAŞAR- Sen biliyor muydun Canan’ı? FATMA- Evet. İlkokulu birlikte okuduk, aynı sınıftaydık Canan’la. YAŞAR- Anacığım, babamın gençliğinde yazdıkları seni neden bu kadar öfkelendirdi anlayamadım. FATMA- Ah evladım ah! İçimde sönen o kor, şimdi nasıl için için yanmaya başladı, bilemezsin. YAŞAR- Çok büyütmüyor musun ana? FATMA- Olanları bilsen böyle demezdin. (Yaşar yerde oturan anasının yanındaki divana çömelir.) FATMA- Mehmet, köyün en yakışıklı delikanlısıydı. Köyün birçok kızı onunla evlenebilmek için Allaha dua ederdi. Babanla Canan cepheye gitmeden öncede büyüklerin rızasıyla nişanlanmışlardı. Bense onu uzaktan seviyordum ve sevdiğim usul usul ellerimden kayıp gidiyordu. (Dış kapı açılır. Yaşar doğrulur ve odadan çıkar.) YAŞAR- Ana dur hele bir ağabeyim geldi galiba. Bakıp geliyorum hemen. (Kemal kapının önünde öylece Yaşar’a bakar.) YAŞAR- Ağabey ne oldu anlatsana? KEMAL(Güler)- Ne olacak, Süleyman’a haddini bildirdim işte? YAŞAR- Umarım herkesin içinde adamı dövmemişsindir. KEMAL- Boş ver ya. O üçkâğıtçıyı mı düşünüyorsun? Ne hali varsa görsün. YAŞAR- Gel içeriye geçelim anamla konuşuyorduk. (Odaya girerler) FATMA(Çömeldiği yerden kalkar)- Oğlum bir şey demeden fırtına gibi çekip gittin. Ne oldu de bana? Bir delilik yapmadın inşallah? KEMAL- Bir şey olmadı ana. Tasalanma, hak ettiği dersi verdim.(Açılmış sandığı görür) Siz de boş durmamışsınız bu arada. YAŞAR- Yok bir şey ağabey. Anam işte can sıkıntısından sandığı karıştırıyordu. FATMA- Can sıkıntısı ha! Canan sıkıntısı desen daha doğru olur Yaşar’ım. Gel Kemal gel. Sende Yaşar’ım geçin oturun şöyle. YAŞAR- Anamda anlatmaya yeni başlamıştı ki sen geldin ağabey. KEMAL-(Şaşırır)- Ne anlatıyordun ana yarım kalan ne? YAŞAR- Babamın gençlik sevdalısı Canan’ı anlatıyordu ağabey. FATMA- He ya sevdalım Mehmet’imi, Mehmet’imin sevdalısı Canan’ı anlatıyordum. Babanız cepheye gitmeden nişanlanmıştı Canan’la. KEMAL- Vay be babama bak sen. Anam babamın ilk sevdalısı diye bilirdim hep. İşin doğrusu bu ya! Canan’ı duymuştum ama babamla nişanlandığını bilmiyordum. FATMA- Mehmet cepheden mektup yazardı. Babam köyün muhtarı olduğundan cepheden gelen mektuplar önce ona gelirdi. Oda asker anasına babasına elleriyle verirdi. Mehmet’in ana ve babasına, Canan’a yazdığı mektupları babamın odasına gizlice girip ilk ben okurdum. YAŞAR- Ana gerçekten mi? FATMA- Cepheden anasına yazdığı şiiri ezberimde hala. Güzel hatırını sual ederim İki ellerinden candan öperim Ne bir derdim ne de kederim Asker ocağına geleli ana Üstüme pek uydu elbise kaput Sıla gibi kokar burnumda barut Ben şehit olurum istemem tabut Cenklerde yapılsın düğünüm ana Talime başladık avcı eriyim Emsalim içinde pek ileriyim Canımı veririm Türk askeriyim Ne vermem bu vatan uğruna ana Askerlik oğluna mirastır dünden Ustadan farkım yok daha bugünden Söz açma evden düğünden Kendimi vatana verdim ben ana YAŞAR- Ağabey babamın ozan yönü olduğunu hiç bilmiyordum vallahi. KEMAL- Sen onu anlamaya çalışmadın ki hiç. Kafanın dikine gittin. Onunla kavga etmeyi tercih ettin. Çevresine hep gücendirdin onu. Yalan mı? (Yaşar susar) FATMA- Babanız askerde kumandanın yazıcısıydı. Doğrusu bu ya onun mektuplarını okudukça ondaki vatan sevgisini daha iyi anlıyordum. Hele yemin törenine yazdığı destan vardı ki hayran olmamak elde değildi. Açıldı törenle alay sancağı Güneş gibi parlar sırma saçağı Sandım ki tutuşmuş vatan ocağı Ana bugün işte asker düğünü Borular çalıyor akıyor nurla Kale düzenini aldı taburlar Binbaşılar çıkmış destan okurlar Baba ben unutmam bu büyük günü Bayrağa sarılmış ortada masa Erler ant içiyor el basa basa Helaktir bu anda her kim uymasa Ama duyulacak oğlunun ünü Albayın sözleri kalbimi sardı Sanki yüreğimde bir aslan vardı Bana dünya dar kâinat dardı Kardeş korkma açık ordunun önü Karada denizde gökte her yerde Her zaman hazırım sulhta seferde Yurt için ölmeye ben en ilerde Ana içtim andımı tuttum bu yönü KEMAL- Bu dörtlükleri Süleyman’a ezberletmeli ana. Ama hiç merak etme yaptığı hatayı ömür boyu unutmayacağı bir ders verdim hayduda. FATMA- Oğlum delirtme insanı. Söylesene ne yaptın Süleyman’a? YAŞAR- Evet ağabey söyle ya artık. KEMAL- Sabah ola hayrola. Yarın herkes konuşur meydanda sizde duyarsınız. FATMA- Mehmet’imin onbaşı olduğu zamanı anlatan o mektubunu okurken Canan’a olan sevdasını unutmuş, bu yiğidin şahlanışına bende kanat çırpmıştım bir serçe misali. Ana bugün benim terfi yem geldi Akranlar içinde onbaşı oldum Ana tümenlerden terfi yem geldi Yüz erin içinde onbaşı oldum Bölük hazırlandı selam durdu Yüzbaşı çıkardı ortaya beni Terfi yemi dikti sırtıma vurdu Onbaşı yazdırdı bu aya beni Ana tutacak oğlun elbet sözünü Süngüyle oyacak hasmın gözünü Güldürecek senin melek yüzünü Ana o gün için onbaşı oldum Ana cennet gibi bu güzel ilke Ecdattan kalmadır Türkoğlu Türk’e Gönlümü verdim vererek ben Atatürk’e Açtığı yoldan onbaşı oldum. YAŞAR- Onbaşı olmak da çok mühim bir şey sanki. Onbaşı herkes oluyor askerde. FATMA- Oğlum deme öyle. Babanız sonra imtihanla çavuş oldu. Eskiden çavuş olmak her baba yiğidin harcı değildi. Erbaşların arasında imtihan yapardı subaylar ve şimdilerde olduğu gibi torpil dediğiniz şeyden olmazdı o zamanlar. Savaş zamanı. Alnının teriyle çavuş olunurdu. KEMAL- Bakma ana sen Yaşar’a boş konuşur bazen bilmez misin? Nasıl yatarak askerlik yaptığını anlatsın bize(Güler). Sakıncalı piyade. YAŞAR(Bozulur)-Ağabey ayıp olmuyor mu? FATMA- Evladım tamam üstüne varma. Sonra Canan’ı komşu köyden çolak bir oğlana istediler. Canan istemese de babası başlık parası iyice olduğu için kızını vermeye niyetliydi. YAŞAR-Vay be adama bak ya. Kızını cepheye giden birisiyle nişanlıyor, sonra da o askerde düşmanla savaşırken kızını başka bir oğlana veriyor. Yazık be. FATMA-Mehmet’ten uzun zaman mektup alamadık. En son mektubunda birliğinin ön mevzilerde göreve alındığını yazmıştı. Daha sonra ordudan bir mektup geldi. Şehit olan askerlerin ismi vardı bu mektupta. Bağrıma bir hançer saplanmıştı sanki. O anı hiç unutamam. Mehmet’imin ismi de şehitlerin listesindeydi. YAŞAR- Tabi, Canan’ın babasına gün doğdu. Şimdi kızını rahatça verebilir o çolak oğlana. FATMA- Nereden bilebilirdik ki şehit listesinde hata yaptıklarını. Ben aylarca Mehmet’imin yasını tutarken, Canan’ı o çolak oğlana verdiler. KEMAL- Ana kimdi o çolak oğlan. Biz tanır mıyız? FATMA- Bilirsiniz, bilirsiniz! Ama boş ver oğlum. Ne yapacaksınız? YAŞAR- Aşağı yukarı babamın yaşlarındadır değil mi ana? Kurcala ağabey biraz hafızanı ya. Senin de tanıdığın biri. KEMAL- Vallahi tanıyamadım. Sonra ne oldu? Ne zaman anlaşıldı babamın ölmediği. FATMA- Canan komşu köye gelin gitti. Aylar sonra bir gün babamın odasını temizlerken gözlerime inanamadım. Mehmet’imin el yazısı ile bir mektup. Gözlerimi ovuşturup tekrar baktım mektuba. Evet, Mehmet’imin el yazısı ve onun mektubuydu. Bu olamazdı. Açtım hemen mektubu. O yaşıyordu. Mehmet’im yaralanmıştı cephede. Hastanede yatmıştı geçen bu zaman içinde. O anı unutamam. Dünyalar benim olmuştu.(Sesi titrer) KEMAL- Anam benim. Canım anam. Babamın gerçek sevdalısı sensin ana. Bunu sakın unutma. Canan’a baksana babamın şehit olduğunu duyar duymaz boyun eğmiş babasına. Ama sen. FATMA- Hastanede yaralı yatarken Mehmet’im yine içindeki vatan sevgisini dökmüştü mektubuna. Hastane komutanı büyük paşadır Doktorlar hastaları güzel yaşadır Hastanın karnından derdi boşaldır Doktorun kimse kadrini bilmez Hava bozdu şimdi şimşek çakıyor Hastanın yarasından kanlar akıyor Doktorlar hastaya güzel bakıyor Doktorun kimse kadrini bilmez Akşam oldu güneşte batar Hasta derki yarama bıçaklar batar Doktorlar hastaya teselli satar Doktorun kimse kadrini bilmez Kiminin bacağı kırık kimisi hasta Kiminin başı ağrır kimi yasta Bin vapur geliyor kendisi posta Gurbet elde öksüz kaldım ne çare Bazısı zatüre bazısı verem Kimisi istiyor murada erem Kimisi istiyor sılayı görem Gurbet elde öksüz kaldım ne çare Gezdim hastaneyi bir kapı açtım İçeri girince kendimden geçtim Meğer merhum yatarmış bilmeden düştüm Gurbet elde öksüz kaldım ne çare FATMA-Mehmet’imin mektubunu okuyunca önce inanmadılar. Ben önceki el yazma mektuplarını gösterince ikna oldular.(Fatma’nın gözleri kapanır.) Çok geç oldu. Sabaha erkenden bostana gidilecek daha. KEMAL-Ana ben uyuyamam valla meraktan. YAŞAR-Ağabey ısrar etme istersen. Bak anacığım çok yoruldu. Uyuyalım. Yarın devam eder kaldığı yerden. Ama her şeyden önce babamla anam nasıl evlenecekler. Onu çok merak ediyorum bende. Hem sen Süleyman’a ne yaptın anlatmadın hala. FATMA- Tamam. Yaşar’ım. Yarın devam ederim anlatmaya. (Sahne kararır. Sabah olur. Kapının gürültüsüyle uyanırlar) —Fatma nine. Fatma nine. Aç kapıyı. FATMA(Kapıyı açar, İki jandarma karşısında durur.)-Hayırdır oğlum. JANDARMA-Kemal ağabey evde mi? Hakkında şikâyet var. Bizimle karakola gelmesi lazım. FATMA- Ne karakolu oğlum? Ne yapmış ki Kemal? JANDARMA- Fatma nine dün meydanda olanlar hakkında bir şey bilmiyorsun galiba. Kemal ağabey size anlatmadı mı? FATMA-Yok oğlum bilmiyorum. Anlatmadı bir şey. JANDARMA- Oğlun Belediye Başkanı Süleyman beye saldırmış. YAŞAR-Ağabeyime bak sen. Yarın öğrenirsiniz dediği buydu demek.(Güler) KEMAL(Kapıya gelir)-Ben de sizi bekliyordum gidebiliriz. FATMA-Evladım neler yaptın sen? Ne gerek vardı bunlara. KEMAL-Ben hazırım gidelim de verelim ifademizi. (Jandarmalar Kemal’in kollarına girer ve uzaklaşırlar) FATMA-Ah oğlum ah! YAŞAR-Ana endişelenme ifadesini alır bırakırlar ağabeyimi. Merak etme. (Sahne kararır) SAHNE II (Mehmet beyin evi, Kemal içeri girer) FATMA-Oğlum ne dediler karakolda? Gerçekten dövdün mü Süleyman’ı? KEMAL-Komutana ifade verdim ana. Ne yani o Süleyman olacak deyyus yaptıklarıyla mı kalacaktı? Evet dövdüm. Herkesin ortasında bir güzel patakladım. YAŞAR-Ellerine sağlık ağabey. İyi yapmışsın birde benim için vursaydın. KEMAL-Hadi geçelim odaya anacığım. Düşünme sen bunu önemli bir şey yok. Hem dün yarım kalmıştı. Unuttum sanma. Sen de kaldığımız yerden devam et anlatmaya babamı. Babamla nasıl evlendiğinizi çok merak ediyorum. FATMA-Hadi geçelim bakalım. (İçeriye geçerler) FATMA-O vakte kadar Mehmet’imin öldüğünü kabullenmiş anne ve babası önce inanmak istemediler. Sonra mektuplar peş peşe gelince Mehmet’imden, çok sevindiler. Dünyalar onların oldu. YAŞAR-Babam mektuplarını Canan’ın evlendiğini bilmeden yazıyordu değil mi? Nişanlısı Canan’ın kendisini beklediğini sanan babam nasıl öğrendi evlendiğini. FATMA- Mehmet’imin babası bir gün beni çağırdı evine. Dün gibi aklımda. Mehmet’e olan sevdamı anlamış olacak ki bana oğluna en iyi eş benim olacağımı ve ocağına benim gelin gelmemi de yürekten istediğini söylemişti o gün. KEMAL- Gurur verici bir durum, büyükbabam ön ayak olmuş demek sizin evliliğinize. FATMA-Evet oğlum çok gururlandım o gün. Kendimi zor tuttum yanında ağlamamak için. Ancak Mehmet’ime nişanlısı Canan’ın evlendiğini mektupta yazmak sakıncalı olabilirdi. Savaştaki bir askere bu acılı haber verilmemeliydi. Cepheden dönünce nasıl olsa öğrenecekti. Yazmadık Canan’ın evlendiğini. YAŞAR-Canan kimle evlenmişti. Söylemedin ana. Neden saklarsın bizden? Ağabeyim bulamadı ama Canan kime gelin gitti ben biliyorum.(Suskunluk) FATMA- Sen nereden bileceksin oğlum. Ağabeyin bile çıkartamadıktan sonra. YAŞAR-Canan’ın evlendiği çolak oğlan Habib hocanın ta kendisi işte. Gençliğinde evlenip kısa bir süre sonra da eşini kaybeden Habib hocanın ta kendisi o çolak oğlan. KEMAL(Şaşırır)-Yok daha neler. YAŞAR-Elbette. Cananın evlendiği kişi Habib hoca, değil mi Ana? FATMA(Bir süre susar)- Evet Yaşarım, Cananın evlendiği kişi Habib hoca. Mehmet’im cepheden dönmeden bir hafta öncede Cananın öldüğü haberi gelmişti köye. Kimileri Canan’ın zorla evlendirildiği için kendini kırık taşın orada kayalıklardan bıraktığını, kimisi hayvanları otlatırken kayalıklarda dengesini kaybedip düşerek öldüğünü söyledi. Herkes başka bir hikâye anlattı işte. KEMAL-Öylemi? Yazık ya. Çok yazık. YAŞAR-Canan’da çok seviyordu babamı değil mi ana? Oda zorla evlendirildiği için intihar etti. Sevdalısına yüzü olmayacağı için canına kıydı. FATMA- Olabilir Yaşar’ım. Ben öyle düşünmemiştim o zamanlar. Gerçeği çok sonraları Mehmet’imden öğrenmiştim. (Suskunluk) FATMA-Mehmet’im cepheden dönmüştü. Silah arkadaşlarıyla birlikte köyde davul zurna ile karşılandı. Köyümüzden on delikanlıdan üçü sağ olarak geri gelmişti. İstiklal madalyalı üç yiğit delikanlı. KEMAL- Babam gelir gelmez gözleri Canan’ı aramıştır. Sormadı mı? Gerçeği nasıl öğrendi. FATMA- Sormaz mı? Eve gelir gelmez çantasını bir köşeye attı. Anne babasıyla hasret giderdikten sonra Canan’a koştu. Babasına sordu nişanlısının nerede olduğunu. Canan’ın babası boynu bükük ağzını bıçak açmıyordu. Mehmet’im etrafına bakındı ve benim yanıma gelip o büyümüş gözleriyle bana bakarak bir şey söylemeden cevabımı bekledi. Sevdiğime sevdalısının öldüğünü söylemek bana düşmüştü. YAŞAR- Anam benim. Ne yüce insansın sen. Canım anam. KEMAL- Peki babam ne yaptı? FATMA- Hiçbir şey, yavaşça eve doğru yürüdü, gitti. YAŞAR-İnanmıyorum. FATMA-Evet. Aylar sonra Mehmet’im evden dışarı çıktı. Babası bana söylediklerini ona da anlatmış olacak ki bize haber verdiler bir akşam geleceklerini. O gün Mehmet’imin ana ve babası beni istediler. Babam bana isteyip istemediğimi sordu. Uzun zamandır yolunu gözlediğim sevdalımı istemeyecektim de ne yapacaktım ki. Tamam dedim babama. (Sahne Kararır) SAHNE III (1921 yılı Kurtuluş savaşında Sakarya zaferinden sonra Batı Cephesinde Afyonun güneyinde 4.kolordu Komutanlığı karargâhı) HİLMİ-Mehmet çavuş, MEHMET-Emret kumandanım. HİLMİ- Kemalettin Sami kumandanım çadırına çağırdı seni. MEHMET-Tamam kumandanım. Tez yanındayım. (Mehmet, çadırdan içeri girer.) KEMALETTİN SAMİ- Gel geç hele Mehmet. Sana diyeceklerim var. MEHMET-Can kulağı ile dinliyorum kumandanım. KEMALETTİN SAMİ- Mehmet bilirsin karargâhta sevdiğim çavuşlarımdan birisin. MEHMET-Sağ olun kumandanım. KEMALETTİN SAMİ- Dur hele lafımı bölme. Asker arasında senin hakkında bir söylenti dolaşır. Haberin var mıdır bundan? MEHMET-Vardır kumandanım. KEMALETTİN SAMİ- Neymiş o dolaşan söylenti. Birde senin ağzından duymak isterim. Söyle bakalım benim duyduğumla aynı mıdır değil midir öğrenelim? MEHMET- Karargâhta Bolşevik diye bir lakap koymuşlar bana kumandanım. Hatta bir defasında Bolşevik Mehmet diye seslenmişlerdi arkamdan. KEMALETTİN SAMİ- Demek öyle. Bolşevik Mehmet. MEHMET-Evet kumandanım. Bolşevik Mehmet. KEMALETTİN SAMİ-Peki bilir misin Bolşevik ne demek? MEHMET- Bilirim efendim. Sovyetlerdeki inkılâbı yapanlar. KEMALETTİN SAMİ(Bağırır)- Mehmet çavuş. Mehmet çavuş. Demek benim kulağıma gelenler doğruymuş. MEHMET- Sizin kulağınıza ne geldi bilmiyorum efendim. KEMALETTİN SAMİ(Sinirlenir)- Sordum söyledin işte. Marifetmiş gibi birde ne olduğunu bilirim dersin. Sana takılan lakap boşuna değil. Tövbe tövbe sinirlendirme beni. MEHMET-Bilirim bilmesine. KEMALETTİN SAMİ- Mehmet çavuş karargâhta herkes sana Bolşevik diyor. İnanamadım ilk başta. Birde senin ağzından duymak istedim. Duydum da. MEHMET- Kumandanım Bolşevikliği sizin yanınızda öğrendim. Yanınıza yazıcı olarak aldığınız o günden beri yaptığımız yazışmalardan öğrendim bende Bolşevikliği ve Sovyet inkılâbını. KEMALETTİN SAMİ- Evet ya orası da doğru hani. Peki, neden sana Bolşevik diyor asker. Hatta koğuşunda birkaç arkadaşına da anlatmışsın Bolşevikliği ve Sovyet inkılâbını. MEHMET- Doğrudur efendim. Anlattım. Fransız’ı, İtalyan’ı, İngiliz’i Yunan’ı dört bir tarafımızdan sarmış bizi. Padişahımız ve İstanbul hükümeti kabullenmişken her şeyi böyle zamanda kurtuluş savaşı benzeri bir direniş anlatılmayacakta ne zaman anlatılacak. HAKKI BEY(Bağırır)- Mehmet çavuş bizim Kuvayi Milliye ruhumuz bu topraklardan çıkıyor. Sovyetlerden bize ne ya! MEHMET- Kumandanım ne öğrendimse sizden öğrendim. Kuvayi Milliye ruhumu siz ateşlediniz. Kimileri bana dokunmayan yılan bin yaşasın derken Kuvayi Milliye ruhunu düzenli orduya çevirdiniz siz ve paşalarımız. Milletin üstüne çöken ölü toprağını siz vatanperverlikle şaha kaldırdınız kumandanım. KEMALETTİN SAMİ- Bu canlar vatan uğruna ölmeye hazırda ondan. MEHMET- Kumandanım hazır elbet. Ancak bu savaşı kazandıracak akıldır derdiniz hep. Bilek değil. Bolşeviklerde hem akılları hem de yürekleri ile yürüdüler iktidara. Başardılar. Bizde onlar gibi kazanacağız bu savaşı. KEMALETTİN SAMİ- Neyse Mehmet çavuş. Sen karargâhta çok dillendirme Bolşevikleri. Bizim hedefimiz güzide ordumuzu güçlendirmek ve düşmanı kovmaktır. Ordugâh Kocatepe’den çok önemli bir emir geldi. Karargâhtaki silah, mühimmat ve asker sayımızı rapor etmemiz lazım. MEHMET- Kumandanım sevineceksiniz şimdi söyleyeceklerime. Asker Büyük Taarruzu bekliyordu. Bu sebeple akşam saatlerinde bitirdik sayımımızı. Birazdan Ragıp onbaşı getirir sayım neticelerini ve hemen telgraf çekeriz Ordugâh’a. KEMALETTİN SAMİ- Aferin Mehmet. Cepheye geldiğin o ilk gün seni yanıma almakla iyi etmişim valla. Şimdi daha da gözüme girdin. Unuttum gitti senin hakkında ileri geri söylenenleri. MEHMET- Asker Yunanlıyı evine göndermek için sabırsızlanıyor. KEMALETTİN SAMİ- Başkumandan ve İsmet paşa Batı Cephesindeki bütün birliklerin gücünü bilmek istiyor. Ayrıca bölgesel mücadelemizi ulusal kurtuluş savaşına çeviren bir paşanın emrinde başarı ve zafere ulaşacağız Mehmet çavuş. Buna emin olabilirsin. MEHMET- Tüm asker zaferden emin kumandanım. Ancak hala kafalar biraz karışık. KEMALETTİN SAMİ- Neymiş kafalarını karıştıran askerin? MEHMET- Başkomutan Mustafa Kemal Paşanın zaferden sonra meclisi dağıtacağı, saltanat ve halifelik makamıyla birlikte diktatör olacağı söylentisi dolaşıyor orduda. KEMALETTİN SAMİ(Güler)- Mehmet çavuş böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal bile vermem. Karargâhımda ki bu söylentiyi kulağınla mı duydun? Çıkarı bozulanlar ordumuza fitne fesat sokmaya kalkışmakta. Kimse oyuna gelmesin. Bu millet bununda üstesinden gelir. Müsterih ol. MEHMET- Evet kumandanım, asker bunu konuşmakta. KEMALETTİN SAMİ- İnsanın inanası gelmiyor. Ancak Anadolu toprağının tohumunda var bu. Ne ekersen onu biçersin. Ancak biz bu tohumu değiştirdik. Samsun’dan beri serpmeye başladık topraklara. Bu tohumun adı Cumhuriyet Mehmet çavuş.(Sesini yükseltir)Cumhuriyet! MEHMET- Bolşeviklerin Sosyalizmi gibi mi? KEMALETTİN SAMİ- Değil Mehmet çavuş. Değil. Asıl Sovyetler de ki rejimin adı diktatörlük. Ama bizde egemenliği kayıtsız şartsız millete veren rejimin adı Cumhuriyet olacak. Bu Mustafa Kemal Paşa liderliğinde silah arkadaşı İsmet Paşa ve bizlerin sayesinde olacak. Senin gibi genç Cumhuriyet bekçilerinin gelecek nesillere bizim ektiğimiz bu tohumları ektirmesiyle yeşerecek, boy atacak, gelişecek. MEHMET- Bende ordudaki bu kaygıların dağılacağını düşünüyorum. Efendim ordumuzda hala Padişah yanlıları çok fazla. Biz düşmanla savaşımızı elbet kazanacak ve zafere ulaşacağız. Ama içimizdeki savaş hep sürecek. KEMALETTİN SAMİ- Senin gibi zeki ve kabiliyetli gençlerimiz olduğu sürece evvelallah içimizdeki düşmanında hakkından geliriz. Hiç meraklanma. Misal sen memleketine geri döndüğünde köyünde anlatacaksın Cumhuriyeti. Öğreteceksin çocuklarına. Bu topraklarda düşmana karşı yaptığımız ulusal kurtuluş savaşının boşuna verilmediğini anlatacaksın yeni nesillere. Sizlerin savaşı süngü zaferi değil, geleceğin irfan zaferi olacaktır. Özgürlüğünü ve bağımsızlığını önemseyen nesiller yetiştireceğiz hep birlikte. (İçeriye kumandanın postacısı girer.) SIRRI-Kumandanım yeni bir telgraf geldi. KEMALETTİN SAMİ-Ver bakalım. Bu saatte geldiyse mühim olsa gerek. (Hakkı bey telgrafı okur) KEMALETTİN SAMİ-Mehmet çavuş sayım netice raporlarını hemen Ordugâh Kocatepe’ye ulaştırmamız gerekiyor. Büyük Taarruza fazla vaktimiz kalmadı. Bak telgrafa. Gün yakındır. Zafer günü. Değil mi Mehmet çavuş? Değil mi Sırrı onbaşı? MEHMET(Haykırır)-Evet efendim. Artık zafer günü yakındır. KEMALETTİN SAMİ- Mehmet çavuş, kolordumuz asıl taarruz bölgesinde. Yunanlının ise takviyeli iki tümeni var. Asker sayısı bakımından eşit olmamıza karşın silahça bizden üstün oldukları kesin. MEHMET- Kumandanım durumumuz ne olursa olsun askerin tek düşündüğü düşmanı yenmektir. Her ne olursa olsun bu savaşı biz kazanacağız. Askerler köylerinden gelen mektup ve eşyaları teslim etti, helalleşip, barıştılar. Şafakla yürüyüşe hazırız efendim. KEMALETTİN SAMİ – Ecdadımıza borcumuz neslimize vazifemizdir. Bu vatan nazlı sevdalımızdır. Ne uğruna baş koyduğunuzu unutmayın. Allaha emanet olun. (Sahne Kararır) PERDE PERDE II SAHNE I (1938 yılı, Doğu Karadeniz de Mehmet beyin öğretmenlik yaptığı tek sınıflı kendi köy okulu) MEHMET- Ayşe, sen söyle bakalım! Bu sene Cumhuriyetimizin ilanının kaçıncı yılını kutluyoruz? AYŞE- On beşinci yılını öğretmenim. MEHMET- Aferin Ayşe oturabilirsin yerine. Süleyman sen söyle bakalım Reis-i Cumhurumuzun adı nedir? SÜLEYMAN- Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk. MEHMET- Reis-i Cumhurumuz kimmiş çocuklar? (Sınıftaki bütün çocuklar hep bir ağızdan Süleyman’ın verdiği cevabı tekrarlar) MEHMET- Aferin Süleyman, aferin çocuklar. (Orta sıradaki Kemal’e döner).Kemal ne var orada? Sıranın altında neyi saklıyorsun? Sakladığına göre bizimle paylaşmak istemediğin bir şey galiba. KEMAL- Hiçbir şey öğretmenim. (Kemal başını öğe eğer) MEHMET- Şimdi göreceğiz. (Kemal’in yanına gelir)Bakalım neymiş Kemal’in bizden sakladığı şey? (Kemal’in sırasının altına sakladığı Türk bayrağıdır.) MEHMET- Oğlum o elinde tuttuğun bayrak; Ayşe’nin, Mustafa’nın ve binlerce şehit babalarının, benim gibi yüzlerce gazinin kanıyla bulanmıştır ki, bu bayrağı değil saklamak gururla asmak lazımdır. Hadi bakalım al o bayrağı ve Ayşe ile birlikte asın pencereye. (Sınıfa başı sarıklı, öfkeli Murtaza bağırarak girer.) MURTAZA- Muallim Mehmet Efendi sen kim oluyorsun da ısrarla kızımı mektebe getiriyorsun? Söylesene haa! Kim oluyorsun? Cevap ver bana. MEHMET- Sakin ol Murtaza. Burayı ne sandın sen? Ayıptır ayıp. Bunca çocuğun içinde hem çocuklara kötü örnek oluyorsun, hem de çocuğunun geleceğini karartıyorsun. MURTAZA- Bak hele sen. Senden mi akıl alacağız Mehmet Efendi? Sen öğrettiğin o gâvur harfleriyle kızımı dinden çıkartıyorsun. Hem kız çocuğunun neyine okuma yazma. Otursun evinde Kur’an-ı Kerim öğrensin. Zaten birkaç yıla kalmaz kocaya varır. MEHMET(Eliyle kapıyı gösterir)- Hadi şöyle dışarıya çıkalım Murtaza. Orada konuşalım. Çocukların önünde olmuyor böyle. (Murtaza, kızının kolundan tuttuğu gibi kapıya doğru sürükler. Kız ağlar) MEHMET- Dur bakalım Murtaza! Öncelikle burası cami kadar kutsal bir yerdir. Bu mekteplerde, vatanı emanet ettiğimiz evlatlarımız; senin kızın, benim oğlum, bizlerin evlatları yetişecek, bir bir yeşerecek. Yeşertecekler bizim Anadolu’ya serptiğimiz tohumları. Sense geçmişsin karşıma ne zırvalıyorsun? Kızımı okutmam da ne demek be adam? MURTAZA- Olmaz. Ben kızımı okutmam Mehmet Efendi. Benim aklım bana yeter. Benim evlatlarım dini bütün yetişecekler. MEHMET(Sinirlenir)- Murtaza! Herkesten önce beni bulursun karşında. Şimdi sen evine git. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Git evine sakinleş. Ayşe’yi ben getiririm eve. Akşamda karşılıklı oturur konuşuruz. Tamam mı? MURTAZA(Sakinleşir)- Mehmet efendi şunu bilesin ki kararımdan asla dönmem. Erkeğin ağzından laf bir kere çıkar. Bizim ailede herkes dergâhta okumuş, Kuran’ı-Kerim öğrenmiş, sonra işine gücüne bakmıştır. Sen kalkmış kızıma bu abuk sabuk şeyleri öğretiyorsun. MEHMET(Murtaza’nın kolundan tutar, dışarıya çıkarlar)- Hadi Murtaza. Akşam konuşuruz. MURTAZA- Tamam Mehmet Efendi. Senin dediğin gibi olsun bu sefer. Ama asla vazgeçmem bu kararımdan bunu böyle bilesin. Sonradan demedi deme diye söylüyorum. MEHMET- Tamam Muartaza. Akşam konuşuruz hadi. (Mektebin önünden geçen muhtarı gören Mehmet seslenir.) MEHMET- Hayrola muhtar nereye böyle acele acele? MUHTAR- Köy evine gidiyorum. Hızır’la haber saldım köylüye. Toplanıyoruz. Gelirsin. MURTAZA(Muhtarın önüne atılır)- Muhtar emmi muhtar emmi dur hele yetiştim. Ne oldu ki ne bu telaş, meydandan haber mi getirdin? MUHTAR- Kahvede radyodan dinledik. Gazi Kemal bu sabah hakkın rahmetine kavuşmuş. Dizlerimin bağı çözüldü. Koşarak geldim köylüye haber vereyim diye. (Mehmet kapıya yaslanır. Yanına sınıftan Ayşe ile oğlu Kemal gelir) AYŞE- Kemal’le birlikte bayrağı astık pencereye öğretmenim. Olmuş mu? MEHMET- Aferin çocuklar. Aferin. (Sahne kararır) SAHNE II (19 Kasım 1938. Sabah caminin önünde köyün ileri gelenleri cenaze namazı için toplanır.) HABİB- Ey cemaat, bugün milletimizin en kara günüdür. Ben kolumdan yaralandığım için cepheye gidemedim. Can dostlarım gazi Mehmet, Şevki, Rıza sizde şahidimsiniz Cumhuriyetin emanetini korumaya yemin belledim kendime yıllardır. Şunu bilesiniz ki bu millet çok şey borçlu ulu önderimize. Bugün Ankara’da ulu önderimizin cenaze namazı kılınacak. Bende bu yüce insanın cenaze namazını temsili olarak kıldıracağım. MUHTAR- Ey ahali! Ulu önderimiz Atatürk’ün hakkın rahmetine kavuşmasından bu yana dokuz gün geçti… ŞEVKİ(Muhtar’ın konuşmasını böler)- Habib hoca. Yiğitsin sen. Bu memlekette senin gibi hocalar oldukça vatan ve cumhuriyet emin ellerde olacaktır. Değil mi ahali? (Murtaza hariç diğerleri başıyla onaylar Gazi Şevki’nin söylediklerini) MEHMET- Bugün hepimiz için acı bir gün. Kaybettiğimiz ulu önderimiz ayrıca başöğretmendi. Birçoğunuz bunu bilmez diye söyledim. Ama bugün maalesef çok üzücü bir şey oldu. Murtaza mektebe geldi ve kızını okutmayacağını söyledi tüm çocukların içinde. (Köylüler Murtaza’ya döner) MUHTAR- Öyle mi Murtaza? MEHMET- Köyümüze taa civar köylerden çocuklar okumaya geliyor. Kaza da mektebi olan tek köy bizimkisi. Cephedeki kumandanım Kemalettin Sami beyin sayesinde. Bu mektebi kumandanımın yaptırdığını hepiniz bilirsiniz. MUHTAR- Bilmez miyim Mehmet? Kaza reisi beni çağırdığında söylemişti. Mektebin Kemalettin Sami beyin maddi manevi katkılarıyla yapıldığını. MEHMET- Evet Muhtar, kumandanıma mektup yazmıştım. Oda sağ olsun bu isteğimi geri çevirmedi. MUHTAR- Kurtuluş savaşı gazisi Muallimimiz Mehmet çabalasın uğraşsın. Çocuklarımız okusun diye köyümüze mektep kazandırsın. Birde kendi yaptığına bak Murtaza. Yazık. Çok yazık. MURTAZA- Durun hele be! MEHMET- Murtaza hala niye inat edersin? MUHTAR- Tamam Mehmet, Murtaza ile sonra konuşursun. Bu kararını yeniden düşünür. Düşünürde doğru karara varır. Değil mi Murtaza? MURTAZA(Bağırır)- Ey Ahali! Ne çabuk unuttunuz dergâh ve tekkelerimizi. Bu mektepler önce çocuklarımızı, sonra bizi dinden çıkardı. Bırakın bu gâvur oyunlarını da dergâhımızı açmak için uğraşın bre kâfirler. Müslüman’ım diyen hangi mümin Allah’a yeni ad bulur da Tanrı der. Haa! Niye susuyorsunuz? Bir şey desenize? HABİB(Sinirlenir)- Murtaza! Murtaza! MURTAZA- Ne oldu Habib hoca. Yalan mı? Birazdan cenaze namazında “Allah-u ekber” yerine “Tanrı uludur” diye söyletmeyecek misin cemaate? Söylesene. (Habib hoca Murtaza’nın üzerine bir adım atar.) MEHMET- Habib sakin ol. Uyma sen bu adama. Ortalığı bulandırıyor görmüyor musun? HABİB- Haklısın valla Mehmet. Hadi herkes saf tutsun. (Cemaat Habib hocanın önünde toplanır) HABİB- Tanrı uludur. KÖYLÜLER- Tanrı uludur. HABİB- Esenlik üzerinize olsun. KÖYLÜLER- Esenlik üzerinize olsun. (Sahne Kararır) SAHNE III (1943 yılı Mehmet beyin evi) KEMAL(Elinde mektupla içeri girer)- Ana, ana mektup geldi. FATMA- Ver bakayım oğlum. Kimden gelmiş baktın mı? KEMAL- Baktım ana, amcamdan gelmiş. FATMA- Cemal’den mektup gelmiş Mehmet. MEHMET(Heyecanlanır)- Öylemi getir bakalım Fatma! Geçen mektubunda İstanbul’da Osmanlı Paşalarından Hamdi beyin kızı ile gizlice evlendiklerini, kızın ailesi onları dinlemeyip evlenen kızlarını evlatlıktan reddettiği için çalıştığı Adana’ya yerleştiklerini yazmıştı, oradan sonrada farklı şehirlerden geldi mektupları. FATMA- Nur-u Nisa. Cemal’i gerçekten çok seviyor belli. Ailesine karşı gelip peşinden taa nerelere kadar gitti baksana. Bir de paşa kızı. O debdebeli hayatı elinin tersiyle itip sevdalısının peşinden gitti. Helal olsun kıza valla. MEHMET- Cemal, İstanbul’da Üniversitede okurken yazdığı mektuplardan birinde bahsetmişti Nur-u Nisa’dan. Onunla Beyazıt meydanında bir gösteride tanıştıklarını, sonrada kısa zamanda birbirlerini çok sevdiklerini, evleneceklerini yazmıştı. KEMAL- Baba mektubu açmayacak mısın? Amcam ne yazmış? (Mektubu açar ve okur) FATMA- Ne yazmış? Aksi bir durum yok değil mi? MEHMET(Şaşırır)- Yok hanım. Durumları ve sağlıkları iyiymiş. Buraya geliyorlarmış. Mektubu yazdığı tarihe bakılırsa yola çıkmışlar, yarın akşam burada olurlar sanırım. KEMAL- Yaşasın! Amcam geliyor. FATMA- Oğlum sessiz ol. Yaşar içeride uyuyor. Uyandıracaksın kardeşini. Gerçekten mi Mehmet? Cemal ve Nur-u Nisa buraya mı geliyorlar? MEHMET(Heyecanla)- Öyle öyle hanım yarın hazırlık yapalım. Yıllardan sonra ocağımıza kardeşim Cemal geliyor. Soframıza iki tabak daha eklenecek. Ben meydana inerim yarın. Erzak bir şeyler alırım. Ambarda azalmış her şey. Sende yayladan peynir, tereyağı iste. Mektubunu kısa tuttuğuna göre uzunca kalacaklar galiba. FATMA- Tamam sen merak etme Mehmet’im. Yarın ben bütün hazırlıkları yaparım. Hayırlısıyla hele bir gelsinler bakalım. Mektupta başka bir şey yazmamış mı? MEHMET- Yok hanım, halimizi, hatırımızı soruyor işte. Dedim ya mektubunu kısa tutmuş bu sefer. FATMA- O zaman erken yatalım bu akşam. (İçerideki odadan Yaşar’ın ağlama sesi duyulur) FATMA- Bak kardeşini uyandırdın Kemal. Hadi sende içeriye gir oğlum. (Ertesi gün bütün hazırlıklar yapılmış, evde gelecek olan misafirler beklenmektedir.) MEHMET- Şeker çok pahalanmıştı. Şu bakkal Remzi ha bire fiyatları bindiriyor valla. Bu kıtlıkta bu kadarda olmaz ki. Millet darda mı değil mi? Umurun da değil bezirgânın. Alan var alamayan var! FATMA- Canını sıkma Mehmet’im. Bak kardeşin Cemal geliyor. Ha geldi ha gelecek. Baksana oğlun Kemal’e saatlerdir orada öylece yolu gözleyip duruyor. MEHMET(Güler)- Heyecanlı benim aslan oğlum. Mektuplardan bildiği amcasını yıllar sonra ilk defa görecek. Olacak o kadar. KEMAL(Bağırır ve kapıya koşar)- Geliyorlar. Amcam geliyor. Ana bak işte. İki kişi dönemeci döndü. Görüyor musun sende? Amcam ve yengem değil mi gelenler? FATMA- Karanlıktan tam seçemedim oğlum. Onlardır belli. Gözümüz aydın olsun. Şükür kavuşturana. (Cemal, Nur-u Nisa ellerinde iki tahta bavulla içeri girerler.) CEMAL-Ağabey. Aslan ağabeyim benim.(Mehmet’e sarılır) MEHMET- Cemal aslan kardeşim. Hasret kaldık sesine,yüzüne. (Fatma, Nur-u Nisa’yla selamlaşır, onlarda kucaklaşırlar ) KEMAL- Amca amca.(Cemal, Kemal’i kucağına alır.) CEMAL- Kocaman adam olmuş. FATMA- Geçin şöyle soluklanın hele. Ayran yapmıştım. Yorgunluğunuzu alır. CEMAL- Yenge zahmet etmeseydin birazdan alırdık. MEHMET- Cemal ne iyi ettin yengeyle geldin baba ocağına. Zaman geçtikçe senden iyice umudu yitirmiştim valla. CEMAL- Geç oldu ama sonunda geldik işte. (Fatma elinde tepsiyle ayranları servis eder. En son Nur-u Nisa’ya uzatır ayranı) FATMA- Buyur bacım. İç hele soğuk suyla yaptım ayranı. NUR-U NİSA(Çekingen)- Teşekkür ederim. Elinize sağlık. MEHMET- Fatma döşekleri hazırladın değil mi? Yol yorgunusunuz. Hadi bakalım siz geçin bir güzel dinlenin. Yarın konuşuruz. KEMAL(Cemal’in üstüne atılır)- Baba ben amcamlarla yatacağım. FATMA- Hiç olur mu oğlum? Yorgunlar. Rahatsız etme amcanı. Günler torbaya mı girdi? KEMAL(Güler)- Evet babam bu atasözünü okulda öğretmişti. Ama daha buradalar değil mi? MEHMET- Aferin oğlum, hadi sende geç odaya bakalım. Sabah erkenden malları otlatmaya çıkar. Kahvaltı hazır olana kadar da amcanlar uyanmış olur. Birlikte kahvaltı yaparız. CEMAL- Hadi o zaman herkese Allah rahatlık versin. (İçerdeki odaya geçerler) FATMA- Mehmet dikkatini çekti mi? MEHMET- Ne dikkatimi çekecek hanım? Çok utangaç bir kız. O mu? FATMA- Yok yok. Oda doğru ya, ama çok hanım hanımcık. Gözün aydın, sende amca olacaksın Mehmet’im. Nur-u Nisa döl tutmuş. Kimse anlamasın diye de bol elbise giymiş. Anlamadın mı sen? MEHMET- Kadın seninde gözünden hiçbir şey kaçmıyor valla. Cemal hamile bir kadınla yolculuğa neden çıktı acaba. Bir kadın için tehlikeli değil mi? FATMA- Herhalde daha hamileliğinin başı, bir şeycik olmaz. MEHMET- O zaman muhakkak başka önemli bir şey var. Dur bakalım yarın Cemal anlatır. Hadi hanım bizde yatalım. Yarın ola hayrola. (Ertesi gün. Ev) KEMAL- Baba amcamlar uyanmadı mı daha? FATMA- Uyandılar oğlum. Şimdi gelirler. CEMAL-(Nur-u Nisa ile içeri girerler)- Kemal hayvanları bırakıp sırf bizi görmek için mi geldin? KEMAL- Evet amca. CEMAL- Kemal sence Nur-u Nisa yengenin elindeki nedir? KEMAL- Ana bak amcam ve yengem bana hediye almışlar. NUR-U NİSA- Al bakalım Kemal. (Kemal kâğıda sarılı armağanını açar) MEHMET- Teşekkür yok mu oğlum. KEMAL- Teşekkür ederim amca. FATMA- Sadece amcana mı? Yengene de teşekkür et oğlum. KEMAL- Teşekkür ederim yenge. NUR-U NİSA- Amcan bu sene Kars Cilavuz Köy Enstitüsünü kazandığını söyledi. Bende bu iki ciltlik La Fontaine’nin Masallarını alalım dedim. CEMAL- Ağabeyim mektubunda Kemal’in sınavı kazanıp Kars Cilavuz Köy Enstitüsünü kazandığını yazınca aslan yeğenim dedim. Biz de en güzel hediyenin kitap olacağını düşündük. MEHMET- İyi düşünmüşsünüz. KEMAL-(Kitabın kapağını okur)- La Fontaine’nin Masalları. Çeviren Orhan Veli Kanık. (Heyecanlanır) Baba baba sen söylemiştin bu masalları bize okulda. Değil mi? MEHMET- Evet oğlum. Aferin unutmamışsın. NUR-U NİSA-Kemal Enstitüde belki okuturlar belki de okutmazlar. Ancak geçmişini, tarihini çok iyi öğrenmelisin. MEHMET- Evet çok doğru söylüyor yengen. FATMA- Mehmet, çocuk bizim masal ve öykülerimiz dururken neden o La Fayton masallarını öğrensin ki? CEMAL(Güler)-La Fayton değil, Fatma abla, La Fontaine’nin Masalları. NUR-U NİSA- Elbette kendi masallarımızı bilmeli ki, diğer milletlerin masallarıyla kıyaslayabilsin. Orhan Veli bir şair aslında, ancak çocuklar bilsin diye yabancıların yazdığı masalları da Türkçeye çevirmiş. CEMAL- Kemal diğer sarılı paketi açmayacak mısın? KEMAL- Ana bak bir hediye daha var. CEMAL- Biri benim diğeri de Nur-u Nisa’nın hediyesi. (Kemal heyecanla diğer hediyesini açar) KEMAL- Ama buda kitap. MEHMET- Kemal ne o sevinmedin ilk açtığın gibi? Başka bir hediyemi bekliyordun? KEMAL- Yok baba olur mu? Çok sevindim. MEHMET- O kitap nedir? KEMAL- Halk Öyküleri ve Masalları, yazan Naki Tezel. NUR-U NİSA- Kemal sana hem bizim yazardan, hem de yabancı bir yazardan masal kitabı aldık. KEMAL- Neden? CEMAL- Bir daha ki yaz görüştüğümüzde konuşuruz bunu olur mu? O zaman anlayacağını düşünüyorum. (Kemal kitaplardan birini eline alır) KEMAL- Baba ben çayıra malların yanına gidiyorum. Akşama kadar kitabın birini bitiririm.(Çıkar) FATMA- Hele amcası, yengesi şu oğlandaki okuma hevesine bakın. Başımıza iş açmaz umarım. Ama belli ki büyük adam olacak benim yiğit oğlum. MEHMET- Geçin bakalım Cemal şöyle. Biz bize kaldık sonunda. FATMA- He ya! Sizin aileye de bir misafir geliyor galiba(Gülümser) NUR-U NİSA- O kadarda bol elbise giydim. Ama sizin gözünüzden kaçmamış. FATMA- Ben köyde ebeyim sana söylemedi mi Cemal. MEHMET- Evet Cemal, bu haberi neden sevinerek anlatmıyorsunuz? Anlamış değilim. Sanki çocuk müjde değil kâbus habercisi gibi. CEMAL-Yok ağabey öyle değil elbette. Bende Nur-u Nisa da buna çok seviniyoruz. Ancak Nur-u Nisa’nın babası, bu çocuğu doğurursa tamamen evlatlıktan reddedecek Nur-u Nisa’yı. MEHMET- Babasının istememesine rağmen bu evliliği yaptığınızı biliyorduk. Ancak bir torun yüreğini yumuşatır affeder diye düşünmüştüm. NUR-U NİSA- Aksine çocuk beklediğimizi söyledikten sonra babamın öfkesi durulacağına daha da büyüdü. FATMA- Vah vah çok yazık! CEMAL- Biz de ne yapacağımızı bilemedik. Size de danışalım dedik. MEHMET- Zor bir durum gerçekten, ama o kadar zorluk çektiniz bu zamana kadar. Elbette bu çocuk dünyaya gelmeli. Sizde inatla şimdiye kadar nasıl mücadele ettiyseniz aynı şekilde devam etmelisiniz. NUR-U NİSA- Siz benim babamı tanımıyorsunuz Mehmet Bey? Benim ailemin kolları Anadolu’nun bir ucundan bir ucuna kadar uzanıyor. Cemal’i bırakıp geri dönmem için elinden geleni ardına koymadı babam, sürekli şehirden şehre sürdürdü Cemal’i. CEMAL- Ağabey senden bir isteğim olacak. İsteğimiz daha doğrusu. MEHMET- Ne demek Cemal, sen benim kardeşimsin. İstek de ne demekmiş? CEMAL- Nur-u Nisa üç ay bilemedin üç buçuk ay sonra doğum yapacak. Burada doğurmak istediğini söyledi bana. Sence de münasipse tabi ağabey. MEHMET- Cemal şimdi yaşına başına bakmam döverim seni. Bunu sorman bile ayıp yahu. Burası seninde ana- baba ocağın, elbette kardeşim. CEMAL(Mehmet’e sarılır)- Sağ olasın ağabeyim. Sağ olasın. (Sahne kararır) SAHNE IV (1952 yılı, Mehmet beyin evi) FATMA- Mehmet’im Kemalden mektup geldi. Urfa’da öğretmenlik yapmanın çok zor olduğunu yazmış. Ancak o ve Nehir gittikleri köyün ağasına kısa zamanda kendilerini sevdirmişler. MEHMET- Aslan oğlum, aslan gelinim benim. FATMA- He valla! Bak hele fotoğrafta göndermişler. Fotoğrafta Kemal talebeleri ve Nehirle birlikteler. Bizden uzaktalar ama oğlumun yaptığı çok kutsal. Değil mi Mehmet’im? MEHMET- Kemal benim yüzümü kara çıkarmadı Fatma. Kars Cilavuz köy enstitüsünden birincilikle öğretmen çıktı. Sonra memleketinde öğretmenlik yapacağı yere taaa Urfa’ya istedi görev yerini. Gönüllü olarak. Gurur duyuyorum oğlumla gurur. FATMA- Baksana Habib’in oğlu Süleyman’a. Zora gelemedi kaldı meydanda. Sonra burada muallim oldu. Kemal ile Nehir’in sevdasına da diken oldu hep. Taa evlenecekleri ana kadar. Bir insan bu kadar mı kindar olur. Hiç çekmemiş babasına. MEHMET- Doğru söylersin hanım. Ama bak bizim küçük oğlana. Oda bana çekmedi hiç. Ne dediysem tersine gitti. FATMA- Öyle deme Mehmet’im. Yaşarımda bizim kanımız canımız. MEHMET- Ben nerede hata yaptım Fatma? FATMA- Mehmet’im yiğidim benim. Sen neden dövünürsün hataları neden kendinde ararsın. Ne olur yapma böyle? MEHMET- Yok Fatma yok. Ben hep Kemal’i el üstünde tuttum, Yaşar’a gerekli alakayı göstermedim. Kemal öğretmen çıktı, evlendi. Yakında torun verecekler bize. FATMA- Mehmet’im torun dedin de yüreğimi dağladın. Valla geçen gün bana açıldı. Yaşarda komşu köyden bir kıza sevdalanmış. (Kapıdan Habib hoca seslenir) HABİB- Mehmet evde misiniz? MEHMET- Gel Habib gel. Evdeyiz. (Habib hoca içeri girer) HABİB(Soluk soluğadır ve telaşlıdır)- Mehmet bizim oğlan yine yaptı yapacağını. FATMA- Ne oldu Habib? Ne yapmış ki senin oğlan? HABİB- Vallahi ben ne suç işledim de bu oğlan bize bu kadar çile çektirir. Delirdi bu oğlan delirdi. Bu sinir babamda vardı. Ama babamın siniri bile bu kadar değildi. MEHMET- Habib adamı çatlatma da söyle. Ne yaptı Süleyman? HABİB- Son sınıftan bir talebeyi pataklamış, kulak zarını patlatmış. Çocuğun babası geldi bugün evime. FATMA- Yapma ya. Habib hoca senin bu oğlan hepten şaşırttı valla. MEHMET- Dur Hanım hele, geç şöyle otur bakalım Habib. Soluklan da doğru dürüst anlat bakalım. HABİB- Bundan iki ay öncede başka bir çocuğu pataklamış, kolunu kırmış. Bu ilk değil yani. Ama tabi ben bütün bunları yeni öğrendim. MEHMET- Habib valla sen benim kardeşimsin. Bilirsin. Hep açık konuşurum sana. Senin oğlun benimde evladım sayılır. Bende öğretmenlik yaptım. Bilirim zor iştir. Sabır işidir. Ama senin çocuk bu öğretmenliği severek yapmıyor, çocuk pataklamakta ne demek. HABİB- Evet, senin oğlan köy enstitüsüne gideceğim dedi ardından Süleyman da bende gideceğim dedi. Kemal ve Nehir çeşmede buluştuklarında hep onları gözetlerdi. Tarladan dönerken kaç defa tanık oldum. FATMA- Bak sen hele. Bizde bu çocuk ne ister oğlumun sevdalısından derdik anlamazdık o zamanlar. Elinden geleni ardına koymadı. HABİB- Hep kıskandı Kemal’i. Çalışkanlığını, evliliğini, sizleri bile Fatma bacı. MEHMET- Bak Habib. Süleyman’ı al karşına konuş bence. Oğlunun bu kıskançlığı ve öfkesi hepimizin canını yakacak. HABİB- Haklısın Mehmet. MEHMET- Fatma bir çay demle de kıtlama içelim. FATMA- Tamda ben diyecektim Mehmet’im ağzımdan aldın lafımı. Biraz acı konuştuk ama ağzımızı tatlandıralım. Ne dersin Habib hoca? HABİB- Olur elbette. Uzun zaman oldu karşılıklı oturmayalı. (Kapıdan ses gelir) —Fatma abla! Fatma abla. FATMA-(İki jandarma durur kapıda)- Buyur evladım. Hayırdır inşallah. JANDARMA-Yaşar evde mi Fatma abla? FATMA- Yok evladım. Ne yapacaksın Yaşar’ı? JANDARMA- Hakkında şikâyet var. Gizli örgüte üye olmaktan ve halkı isyana teşvikten hakkında tahkikat var. FATMA- Benim oğlum yapmaz öyle şeyler. MEHMET-(Kapıya gelir)- Evladım ne gizli örgütü. Yaşar gözümüzün önünde büyüdü. Hem kim şikâyet eder oğlumu? JANDARMA- Bu konuda sana bilgi veremem Mehmet amca. MEHMET- Bakın evladım Yaşar şu anda evde değil. Akşam eve gelir gelmez ertesi gün karakola kendi ellerimle getireceğim. Siz gidin şimdi. Tamam mı? JANDARMA- Evi arayacağız.(İçeri adım atar)Yaşarın odası hangisi? FATMA- Dur evladım dur hele bir. Bu ne acele böyle, paldır küldür girdiğin kurtuluş savaşı gazisi Mehmet’imin ocağıdır. Bu ne cürettir böyle. MEHMET- Dur Fatma. Girsinler. Onlar da emir kulu. Devletimin askerine karşı durmak olmaz. Şu oda evladım Yaşarın odası. Girin bakın. (Jandarmalar odaya girer. Bir süre sonra ellerinde birkaç kitapla çıkarlar) JANDARMA- Bu kitapları karakola götüreceğiz. Mehmet amca sende yarın sabah Yaşarı getir karakola. (Jandarmalar çıkar) HABİB- Mehmet kardeşim geç şöyle otur. Yüzün bembeyaz oldu. Çabuk bir bardak su getir Fatma. (Habib Mehmet’in koluna girer ve divana oturtur) FATMA- Al Mehmet’im iç hele. Betin benzin attı. Merak etme Yaşarım hakkında ki her şey bir düzmecedir. Emin ol. MEHMET- Emin mi olayım? Fatma jandarmaların söyledikleri doğru desem sana? Jandarmanın elindeki kitap Nazım Hikmetin kitabıydı. Yaşarla geçenlerde konuştum. İnkâr etti tabii. FATMA- Neyi konuştun? Neyi inkâr etti? MEHMET- Fatma. Yaşar gizli örgüt üyesi. Bu doğru. Bir defasında odasında gördüm okurken. Nazım Hikmet’in şiirlerini okuduğunu söyledi. Duymuşsundur yurttaşlıktan çıkartılan Komünist şair Nazım Hikmet Ran. HABİB- Mehmet. Jandarmaların dedikleri doğru o zaman. Peki, karakola gidip kim gammazladı Yaşarı? YAŞAR- Kim olacak? Oğlun olacak o üçkâğıtçı düzenbaz tabii ki. (Yaşar kapıdan içeri girer.) YAŞAR- Evet Habib hoca. Beni ve arkadaşlarımı jandarmaya senin oğlun gammazladı. FATMA(Yaşarın ellerinden tutar ve yüzüne götürür.)- Yaşarım evladım neler yaptın sen Oğlum? YAŞAR- Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim ana. Geçen konuştuğumuzda babama da söyledim. Bu benim hayatım ve verdiğim kararlardan tamamen ben sorumluyum. HABİB- Yaşar ne demek şimdi bu söylediklerin. Süleyman seni neden şikâyet etsin karakola? YAŞAR- İntikam! MEHMET(Titrer- )Sus Yaşar. Konuşma fazla. Yarın sabah erkenden karakola gideceğiz. Şimdi odana geç. HABİB- Dur Mehmet ne diyecekse desin. YAŞAR- Baba dur hele Habib hocaya söyleyeceklerim bitmedi daha. MEHMET-(Üzülür)- Demek oluyor ki bu evde artık sözüm geçmiyor Fatma. YAŞAR- Hükümet ilk iş olarak Türkçe ezanı Arapçaya çevirdi. Anayasanın dili Türkçe deyim ve sözcüklerden arındırıldı. Cumhuriyetin halka yaygınlaştırılmasını sağlayan halkevleri kapatıldı. Ben buna karşı mücadele ediyorum. FATMA- Yaşar oğlum ne yeri ne zamanı. Sana mı kaldı bunun mücadelesi? Bunlar hükümet işi. Bizim aklımız ermez. YAŞAR- Senin o üçkâğıtçı oğlun ağabeyime olan nefretini şimdi beni gammazlayarak kusuyor Habib amca. Benim fikirlerim, inançlarım sana da babama da saçma gelebilir. Hayal kurduğumu söyleyebilirsiniz. Ama ben oğlun gibi erdemlerimi kaybetmedim. MEHMET(Bağırır)- Geç içeri Yaşar. YAŞAR- Oğlun insanlığını kaybetmiş, intikam için erdemlerini hiçe sayan, dürüstlüğü unutmuş, gurur ve şerefini ayaklar altına alan, öfkesine hakim olamayıp küçük çocuklardan çıkarmaya bile çekinmeyen bir adam. FATMA- Oğlum. Habib amcana haksızlık ediyorsun ama. HABİB- Söylediği her konuda haklı oğlun. YAŞAR- Habib amca kusuruma bakma ama senin oğlunun beni ve arkadaşlarımı ispiyonlaması önemli olabilir ama daha önemlisi böyle bir insanın öğretmen olması ve bu karakterdeki bir insanın yetiştireceği nesli düşünemiyorum. İleride böyle insanlar bizi yönetirse şaşırmayın sakın. HABİB- Oğlun çok haklı Mehmet. Kemal’le gurur duyduğun gibi Yaşarla da gurur duymalısın. (Yaşar Mehmet’in yanına gelir ve elini öper.) YAŞAR- Baba ben yarın seninle gelemem karakola. Bu gece arkadaşlarla sınırdan geçeceğiz. Eve baskına geleceklerini biliyordum. Anam ve seninle vedalaşmak için gelmiştim. (Mehmet Yaşara sarılır ve ağlar) (Sahne kararır) SAHNE V (1961 yılı, Mehmet beyin evi, radyodan haberleri dinler) —Ajansımıza geçen yeni habere göre, Köy enstitüleri kurucusu, eski Milli Eğitim Bakanı, milletvekili Hasan Ali Yücel arkadaşı Dr. Tevfik Sağlam’ın evinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. (Mehmet radyodan dinlediği bu habere çok üzülür, Mehmet’in halini gören Fatma Yaşar’a seslenir) FATMA- Yaşar’ım oğlum acele babana koş. Çabuk. Fenalaştı. YAŞAR- Baba. İyi misin? FATMA- Mehmet’im evimin direği. Ne oldu da fenalaştın? MEHMET- Yok bir şeyim hanım. Ben iyiyim. YAŞAR(Dışarıdaki Kemale seslenir)- Ağabey Hasan Ali Yücel vefat etmiş. FATMA(Mehmet’e su verir.)- Şimdi nasılsın? İlacını içtin mi bugün? YAŞAR- Aldı ana ilacını. Bugün ben verdim. MEHMET- Hanım vatan aydınlanma devrimcisini kaybetti bugün. (Kemal Enstitüden arkadaşı Hasan’la içeri girerler.) KEMAL- Kars Cilavuz Köy Enstitüsüne gelmişti. Dün gibi hatırlarım. Daha bugün Enstitüde çektirdiğimiz fotoğraflara baktık Hasan’la. Babamın söylediği doğru. Çok önemli bir insanı kaybettik bugün. FATMA- Kemal, birincilik ödülünü elinden aldığın Bakan değil mi? KEMAL- Evet ana. O HASAN- Mezuniyet töreninde halkoyunları oynamış, türküler söylemiştik. O yıl kendi ellerimizle yaptığımız anfi-tiyatroda Cumhuriyet adlı oyunumuzu oynamıştık. MEHMET- Benim Kemal de, Atatürk’ü oynuyordu. Aslan oğlum benim. Göğsümü kabartmıştın o gün. KEMAL- Hasan o gün şiir okumuştun hala ezberinde mi o şiir. Hasan Ali Yücelin yazdığı şiirdi değil mi? HASAN- Evet. Bilmez miyim Kemal. Her öğretmenler gününde öğrencilerim okur o şiiri bana. Okuyayım mı? MEHMET- Oku elbette evladım. HASAN- Elli yılın yarısı çalışma, gelişmedir; Öbür yarısı fakat savaşıp didişmedir Bilen yok neticede kim yenildi, kim yendi; Kimi sıfırsın dedi, kimi övdü beğendi. Düştüm millet uğrunda dava ararken derde, Kötü ettin dediler iyi denecek yerde. İstediğim bu idi: Devlet bağsız, vatan hür; Bu bağımsız vatanda Türk’e rahat ömür Altı Ağustostaydı, çekildim Bakanlıktan Ondan sonra başladı hücumlar dört bir yandan. Hangi sözün sonunda “ist” gelmişse 0, bendim; Tanıyamaz olmuştum artık kendimi kendim. Madem sonunda “ist” vardı, nasıl komünist olmam? Yüzde yüzdü bir yandan bunlarca faşist olmam? Bu şaşkınlar gözünde olmuştum bir sosyalist. Hem komünist, hem faşist, hem anti-nasyonalist! ‘Halk ne bilir bunları, söyle tutar!’ dediler ‘Bilmeyenler bunları kolay yutar’ dediler Halk mı sanki aldanan, aydınlarda yuttular; Geçen emeklerimi bir anda tuttular MEHMET- Hasan Ali Yücel, cumhuriyetin aydın insanlarındandı. Çok yıpratıldı. Çok haksızlıklara maruz kaldı. KEMAL- Bir defasında Enstitüye Meclis başkanı ve yardımcıları gelmişlerdi. Yüksek Köy Enstitüleri ikinci mezunlarını veriyordu. Bize Türk tarihini, mazimizi size okutuyorlar mı diye sormuştu meclis başkanı. Hasan çok iyi cevap vermişti kendisine. Hatırlıyorsun değil mi Hasan? HASAN- Hatırlamaz mıyım hiç. Dün gibi. Diğer okullarda olduğu gibi bizim Enstitülerde de değerli hocalarımız tarih okutuyorlar efendim diye verdiğim cevap şaşırtmıştı başkanı ve heyeti. KEMAL- Başkan ve yardımcıları okulumuzda bazen kendi yazdığımız bazen de Bakanlık yayınlarından seçip oynadığımız oyunları izlemişlerdi. Oyunu izledikten sonra yardımcısı şanlı ve şerefli mazimizi okuyup yazacaklarına Moliere, Gogol, Puşkin’den okurlar, oynarlar, bestelerler, Milli benliğimize kavuşalım efendim demişti başkanına dönerek. HASAN- Bir defasında Müfettiş piyesini oynamıştık. Kaymakam hükümeti küçük düşürdüğü gerekçesiyle oyunu durdurmak istemiş halk buna karşı çıkmıştı, Jandarma polis çağırılmış, Mülkiye Müfettişlerinin raporu ise Kaymakamın aleyhine verilmişti. KEMAL- Ta O zamanlar Köy Enstitülerini kapatmak için çalışmalar, görüşmeler yapılmaya başlamıştı. Yaklaşık yedi yıl öncede Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı ve Öğretmen okullarına dönüştürüldü. MEHMET- Ve böylece Cumhuriyet devriminin eğitimde ki aydınlanma devri de sona ermiş oldu. (Sahne kararır) PERDE KÜRŞAT URAL MAYIS 2008 Paylaş Tweet kubilay - ( 10/20/2009 ) çok sağolun eda - ( 11/5/2009 ) güzel kaan caksın - ( 1/10/2010 ) super bır tıyatro yazanın oynayanların elıne koluna sesıne sağlık olsun ilker - ( 2/1/2010 ) bu tiyatroda her gencede bahsedilmek gerekir ve bu tiyatroyu cok sevdim ama bu tiyatro herkese soylenmelidi ben biliyorumki soylemis sinizdir şeyda kabadayı - ( 2/13/2010 ) çok uzun ama idare eder sevda - ( 2/15/2010 ) çok güzel bir tiyatro deniz damla - ( 4/6/2010 ) pek hos degil cok amatör bence rehberatos - ( 5/24/2010 ) klasik gerici söylemlerden kurtulup cumhuriyetin değerleri üzerinden edebiyat üreterek cumhuriyete daha çok katkı sağlarız.Cumhuriyet aksiyoner bir tutumla yükselir, karşı tarafa taş atarak değil.Karşı tarafta taş atacak kimse kalmadığında cumhuriyet de anlamını yitirecek mi?Bu açıdan reaksiyoner kahrolsun edebiyatından ziyada kendi değerlerimizle cumhuriyeti yaşatmalıyız diye düşünüyorum. |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|