| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ALIN SİZE BAŞARILI BİR GARAJİSTANBUL PROJESİ DAHA: HİSTANBUL Üstün Akmen Geçmiş imparatorlukların katmanları üzerinde kurulu, görkemine Byzantium, Konstantinopol, Stambuli gibi ayrıcalıklı isimler yakıştırılmış İstanbul, “malûmunuzdur” efendim, günümüzde yerli-yabancı girişimcilerin ve de uluslararası mimarların ellerindeki teknik bilgilerle çokça uğradıkları, uğraş verdikleri bir bölgedir. Elbette mimarlar ve plancılar bu bölgenin içinde kendiliklerinden ortadan kaybolmadılar, fakat bir planın ne anlama geldiğinden ya da bir binayı tasarlayanın neden mimar olması gerektiğinden habersiz vurguncuların elinde kukla oldular. Vurguncularsa, Türkiye’nin incisine asla onarılamayacak zarar/lar verdiler, harap ettiler. Hiç kuşkusuz her kentin kendisine has bir rengi, bir duygusu vardır. Ya da öyle derler… Ne bileyim, örneğin New York’un gökdelenleri, Londra’nın sicim örneği yağan yağmuru, Roma’nın “Aşk Çeşmesi”, Milano’nun moda, Paris’in aşk kenti oluşu gibi… Ama “İstanbul’un rengi nedir” diye sual edilse, eminim verecek doğrudan doğru yanıt bulamayız. Nedenini: “İstanbul tek bir renkle, bir tek duyguyla anlatılamaz da ondan,” diye yanıtlayıvereyim isterseniz. İstanbul, sözcüklerle anlatılması olası olmayan bir kentler sultanıdır. Genç, yaşlı, öfkeli, sakin, sevecen, düşman, eski, yeni, siyah, beyaz... Hepsini bulabilirsiniz İstanbul’da, her rengi ve her duyguyu… İşte bu yüzden İstanbul’u anlatacak “tek sözcük”ü ötekilerden ayırmak zordur; ama belki de en güçlü adaylardan biri “sürpriz”dir... Kenti anlatmaya yetmese de, kentin temel özelliklerinden birini güçlüce vurgular bu sözcük. İstanbul insanları her daim şaşırtmak ister... Sakindir İstanbul. Salacak’ta Kız Kulesi’ni seyrederek, denizden yüzünüze esen meltemle birlikte huzurlu bir düzen içinde yürürken, kulağınıza sakin İstanbul fısıldanır. Kumkapı balık halinde, martıların teknelerden yerlere dökülen balıklar uğruna çığlık çığlığa verdiği uğraş, duyan duyarlılara hem hareketli, hem öfkeli, hem de “ekmeği aslanının ağzında tutan” İstanbul’u yansıtır. 1995 yılından beri politik tavırlarını, sanatsal seçimlerini, ürettikleri işlere taşıyan, kendilerini ulusal ve uluslararası platformda bağımsız yapıtlar üzerinden var etmeyi seçen, değerleri tartışılmaz iki tiyatrocu Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran, bu kere İstanbul’a bir “güzelleme” yapmak istemişler. Avkıran çifti, bugüne değin içinde bulundukları zamanı, çalıştıkları disiplinler arası platformu, yaşadıkları toprağı, o toprağın sosyo-politik olaylarını saptamış ve saptadıklarını anlatma gereksinimini duymuş kişilikler. Göç, azınlık, kadın, öteki olmak gibi kavramları bugüne değin hep kendi kişilikleri üzerinden derinleştirdiler. Her yeni proje ile kullandıkları dili, seçimlerini, bazen tüm üretim araçlarını yeniden gözden geçirerek sorguladılar. Seçtikleri fikir, dilin gereksinimlerine göre kendi metinlerini oluşturdu ya da o metinlerin oluşumuna aracılık etti. Dramaturgi, ışık, müzik, hareket anlayışını sorgulayıp, projenin hangi disiplinler ile ilişki kurabileceğini araştırdıktan sonra kollarını sıvadılar. Kimler neler derse desin, onlar tiyatro sanatına çok ciddi katkı sağladılar. İşte böyle! Onlar işte böyle başarılılar. Baksanıza, yeni projelerinde cesaretle İstanbul’u ele almışlar. Kemal Gökhan Gürses’in aynı adlı çizgi romanından yola çıkarak, besteci Evrim Demirel ile kurulan işbirliğiyle ortaya garajistanbul projesi “Histanbul”u çıkarmışlar. Bu işlerinde de, farklı disiplinlerden yaratıcılarla bir araya gelmişler. Nasıl söylediklerini; ne söylediklerinin, neyi söylediklerinin gene önünde tutmuşlar… Zemin etütleri yapan jeolog Ali Bora, İstanbul’da İstanbul adında bir kadınla tanışıyor. Güzelliğiyle Ali Bora’yı alabora eden genç kadının gerçekten İstanbul mu, yoksa bir hayal mi olduğunu anlaması için Ali Bora’nın onu yeniden görmesi, İstanbul’un zaman içinde adları değişmiş yedi tepesini dolaşması gerekecek, oyun, iğdiş edilmiş bir kentin karmaşasında depremin tedirginliğinde gelişecektir. Esasında, güzellemeden çok İstanbul’la bir hesaplaşmadır bana göre Kemal Gökhan Gürses’in yaptığı ya da yapmak istediği. Gürses’in İstanbul’u Topkapı Sarayı’nın bulunduğu tepede ya da Çemberlitaş, Beyazıt, Fatih, Yavuzselim, Edirnekapı, Kocamustafapaşa tepeleri üstünde kurulu değildir artık. Coğrafi anlamda değil, ama kültürel ve ekonomik sınıfların yarattığı Gelgeltepe, Tepegir, Sultantepe, Entepe, Teneketepe, Konstantepe, Titrektepe adlarını almıştır Gürses’in yeni İstanbul’un yedi tepesi. Övül ve Mustafa Avkıran oyunda platformlar kullanarak yedi adet tepe tasarlamışlar. Ali Bora (Memet Ali Alabora) ve İstanbul (Roza Erdem) bu eğik ve düz tepelerde devinerek İstanbul’u anlatıyorlar. Kemal Gökhan Gürses’in karikatürleri onlara eşlik ediyor oyun boyunca. Çizgi karakterleri de Kemal Gökhan Gürses seslendirmiş. Ancak Gürses’in sesi, içses olarak verildiğinden oyuncuların doğaçlamaya kaymaları, hatta replik hatası yapma olanakları dahi ortadan kaldırılmış. Diğer taraftan, oyun metni Bedri Rahmi Eyüboğlu, Tevfik Fikret, Can Yücel, Atilla İlhan, Yahya Kemal ve Orhan Veli’nin İstanbul şiirleriyle süslenmiş. Ayrıca başarılı bir koreograf olan Övül Avkıran’ın oyuncuları bedensel çalıştırması izleyicinin başkasının bedenini içten algılamasını sağlamış. İzleyicinin bu anlamda dışarıda algıladığı ve kendi içinde taşıdığı duyumları, içgüdüleri ve devinimleri ben Övül Avkıran’ın başarısı olarak alkışladım. Mustafa Avkıran ise, sahnelemenin enerjilerini ve güç çizgilerinin çalkantısını duyarlılaştırma övüncünü bu kere de hak ediyor. Oyundan sonra, sadece Orhan Veli’nin “İstanbul Türküsü”nü Rosa Erdem’e neden içses olarak okuttuğunu merak ettim o kadar. “… İstanbul’un mermer taşları;/Başıma da konuyor aman martı kuşları;/Gözlerimden boşanır hicran yaşları;/Edalım/Senin yüzünden bu halim…” Bu dizeler neden içses olarak verilir, neden kadın sesi ve neden Roza Erdem, bilemem! Usta ışık tasarımcısı Yüksel Aymaz’ın oyuncuların sahnedeki kişiliklerini, performanslarını, oyunun heyecan ve duygusunu zaman, mekân, duygu, tema, atmosfer, derinlik, perspektif ve üçboyutluluk düşünerek hazırlamamış olmasına şaşırdım. Evrim Demirel’in müzik tasarımı kesintisiz biçimde izleyiciyi bir motiften ötekine götürüyor. Demirel’in müziği utkulu, kendinden emin, yer yer de ekümenik bir müzik. Yoğunlaştırma anlayışı içinde final tablosundaki duygu çakışması ya da daha doğru bir deyimle perspektife yerleştirilişi İstanbul’un örselenen beden tablosu için uygun bir anahtar sağlıyor, tamam da Memet Ali Alabora Atilla İlhan’ın “İstanbul Ağrısı” şiirini okurken klavyesinin “forte”liğiyle Alabora’yı boğmasının gereği ne, anlamıyorum. Memet Ali Alabora, vücut dili için önemli sayılan organlarını, yani gözlerini, ellerini, ağzını, omuzlarını ve bacaklarını gayet iyi ve hiç abartmadan kullanıyor. Küçük detayları da savsaklamamış. Gözlerini kısarak kuşkusunu, açarak merakını, derinden bakarak dikkatini, eğerek üzüntüsünü başarıyla ifade ediyor. Ellerini kontrollü hareket ettiriyor. Söyleminin özünden farkını beden diliyle açıklaması, iyi bir gözlemci olarak bu farkı saptamamızı ve böylece gerçeğe hızla yaklaşmamızı sağlıyor. Benim uzun zamandır yüreğimde pamuklara sararak sakladıklarımdan Roza Edem ise, deviniminin gerçek algısını görsel düzeyde bırakmayarak, mükemmel çene yapısından süzülen güzel gülümsemesini yudumlatarak seyircisini etkisi altına alıyor. Onun devinimi kassal düzeyde. Adımları, jestleri ve birbirine bağlı tutumları canlı senfoni gibi. Değerlendirme aracıyla yani gözle değil, bütünüyle kas sisteminin kendisi olan yaratımının aracıyla yaratıyor ve düzenliyor. Kısacası oyuncuların ikisi de başarılı. Yer değiştirmelerinin koordinatlarını belli ki kendileri saptamıyor, ama gene de izleyicinin yönlendirildiği odaklaşmaları ve odak kaydırmalarını büyük ölçüde denetimleri altında tutmayı ikisi de başarıyor. Garajistanbul, “Histanbul” ile de tiyatroseverleri gönendiriyor. (07.11.2008 Cuma, 20.30; 08.11.2008; Cumartesi, 20.30; 12.11.2008 Çarşamba, 20.30’da – Telefon: 0212 244 44 99) Üstün Akmen Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|