| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Dionysos ve "Göz" Teması Işığında Kadın-Erkek-Doğa Hiyerarşisi Tuğçe Kanbur Olimpiyadan dışlanmış gözsüz prens Dionysos…Toprağın efendisi, bolluğun bereketin, insanlığa sunulan sonsuz fırsatlarla dolu “üretmek” eyleminin isim prensi…Zeus’un doğurduğu, Semele’nin özlemini çektiği baharı Dionysos, ilkbaharı ve toprağın üretimini simgeleyen yegane cevherdir. Anlatılanlara göre toprak anamız Semele ile herkesden daha cok “tanrı” Zeus’un istenmeyen oğludur, gök (Zeus) ve toprak (Semele) birleşip Dionisos u dünyaya getirirler, fakat Hera bu ihanete daha oncelerine de oldugu gibi katlanamaz ve Semele’yi Zeus’un tanırılıgını kanıtlaması için telkinde bulnur. Zeus’un tanrılığını sorgulamak hiçbir canlının cüretine kalmamış bir lütufken, Semele farkında olmadan Zeus’u kızdırır ve yıldırımlarına kurban gider ve bebeğini düşürür fakat Zeus bebeği Semele’nin karnından çekip çıkarır ve baldırına saklar. Dionysos Zeus’un baldırından yeniden doğar, kendi simgesi asma ağacı gibi meskeni doğa, gücü tepki ve dirençtir. Tanrıların evinden kovulan asi Dionysos, ona ait olmadığını sandığı doğada onu tahtına götürecek “kutsal meyve”siyle tanışır. Artık o insanlığa ulaşacak en zayıf noktayı bulmuştur bile. İrade...Bu yüzdendir ki insanoğlunu en iyi tanıma şansı ya da şanssızlığı edinen Tanrıdır. Toprak anadan beslenen üzüm gibi yeniden doğar ve insanlığa şarabın güzelliğiyle kendilerine ayna tutarken onları coşkuya, tapınmaya, sanata ve eğlenceye sürükler. Bu nedenle ki ikinci kez doğan Dionysos’a Dithriambos adı verilir. Barışın ve mutluluğun timsaliyken Övripides’in “Bakkhalar”ında insanlığın şaraptan gelen vahşiliğiyle dehşete düşer ve susar Tanrı Dionysos. Araştırmamda Dionysos’un “göz” teması ışığında kültür-doğa hiyerarşisinde androjinliğin yerinden bahsedeceğim. Olimpos tanrılarından Apollo ile her daim bir cenk halindedir Dionysos. Apollu Zeus’un nam-ı diğer “sağ kol”u diyebiliriz, çünkü o nizamı yasayla sağlar ve Apollo demek “uygunluk” demektir. Güzelliğin de temsilcilerindendir, Apollu diyince aklımıza düzenli ve göze hitap eden resimler gelirken Dionysos için karmaşık, tehlikeli ve dış görünüşte “olduğu gibi”lik hatırlanmalıdır. Dionysos Zeus’un onu doğurup attığı toprakta acıyla filizlenir, yeniden doğar ve insanları acı çektirerek kendilerine getirir, iplerinden koparır, ne zaman insan şarapla ölümü ya da toprağı düşünür, Dionysos kendini hatırlatmış demektir. En önemli görevi “coşku”yu yaymaktır, o hiyerarşiye saygısız davranır, Camillia Paglia’nın dediği gibi Apollo “dur” derken Dionysos “kıpırda” der(56). Apollo yüksek kalın binalarını krala ya da Zeus için yaptırırken, Dionysos şarkılarla, türkülerle eğlenerek, “coşku”yla insanları sanatla dansetmeye teşvik eder, çünkü insanları sanatla kazanmayı iyi bilir. Apollo’nun kurduğu düzene hizmet için çalışan köylü eve gelip Dionysos’un ikonu sanatla kendine döner, rahatlar ve özgürleşir. Apollo göze hitap ederken, Dionysos kulağa yönelir ve insanoğlu sorabilir kendine; gerçeği ararken hangisi daha etkilidir? Bu ikircikli durum iki büyük Tanrı arasında daima yaşanır, Apollo yüksek ve kusursuz inşa edilmiş binalarla dolu teknolojik bir ülkeyken, Dionysos hala insanların kuyudan su çektikleri, çamurlu yolları ve karanlık dar patikalarında, geniş ormanlarında vahşi hayvanlarıyla gezindikleri efsunlu ve biraz da tehlikeli hayal-üstü bir kasaba gibidir. Helenistik dönem biraz daha “göz”e hitap ettiği için Apollo devri denilir, güzellik kriterleri yaratıldığından görünüş önem kazanır. Bu dönemden hemen önce Yunan uygarlığında Antik Dönem hakimdi. Antik dönemin başlarında ise bu tür kriterler henüz yoktu diyebiliriz, kadın vücudu orantısız, çıplaklık ise sanat eserlerinde yaygın ve olağandı. Helenistik dönem vurgularıyla anlatılan bazı Antik çağa ait mitler, sanat eserleri olsa da Antik değerler 4. Yüzyılda Helenistik dönemle metamorfoza uğramıştır. Antik dönemden Helenistik döneme geçişte bir çok şey değişti. Bu döneme geçişte Yunan uygarlığında, Mısır’dan aldığına inanılan güzellik kavramlarıyla beraber “göz” organının egemenlik kazanmasına yol açtı. Altın kaplama takılar, Mısırlı kadınların belirgin göz boyaları ve erkekli kadınlı güzellik anlayışı Mısır’ın altın kurallarıydı. İlk toteliter egemenlik olan Mısır’da Antik çağdan farklı olarak değişen diğer öge de “işleyiş”ti(Paglia, 57). Erkek-egemen topluma ayak basarken kadın ve erkeğin rolleri konuldu, Apollo Tanrısına uygun düzen ve nizam göz zevkiyle sağlandı. Kleopatra haşmetli kral Mark Anthony ve ardından yeğeni Sezar’ı elde ederken onun güzelliğinden bahsedilir, bugün birçok alanda bu cazibeli Mısırlı çekik ve belirgin siyah gözleri ve kusursuz şekilli siyah saçlarıyla bilinir, peki daha eski arkeolojik kazılarda bulunan şekilsiz yüzhatları da ona ait değil miydi? Birinci örnek Mısır’ın güzellik kurallarıyla şekillenmiş bir mitken, arkeolojik kazı Kleopatra’nın aslında güzel olmadığı, vücudunun eşsiz nitelikye kusursuz olduğuna dair soylenenleri doğrular; bugün Akdenizde Aziz Nicholas adasında bulunan Aziz John’a ait kilisede Kleopatra’nın yüzünü herkesden saklayıp gizli yerinde doğayı izlediği söylenir. Mısırlı prensesin güzelliğinin altında yatan maske bir Mısır oyunundan başka bir şey değildir. İşte Antik dönemden sonra ortaya çıkan Helenistik dönem Mısır’dan etkilenerek şekillenmiş ve Yunan mitolojisi tanrısı Apollo’nun düzen anlayışına uygun olarak Antik yunan tarihine yerleşmiştir. Apollo dahil diğer Tanrılar da bu nizamdan paylarına düşeni alırlar. Amazonlarla özdeşleşen Artemis kitonik ögelerinden temizlenir; Amazon kelime anlamıyla “erkeksiz yaşayan” demektir fakat Artemis’in Helenistik dönem(4. Yy sonrası) kurallarıyla Amazonluktan çıkıp daha çok kadınsı ögelerle resmedildiği görülür. Bu nizam Apollo’yu etkisi altına aldı, bir zamanların Bıyıklı Venüsü diye bilinen Afrodit’i bile sosyal cercevelere sığdırdı(Paglia, 87). Hermes bıyıklı ve erkeksi bir elçiyken, güzellik kavramının etkisiyle bıyıksız ve ergin bir gence dönüştü. Bu tür bir değişime iyi ya da kötü damgası vurmak, zamanın engellenemez değişimine karşı cıkmak olur bu bakımdan sonucsuz bir girişimden başka bir şey degildir. Öenmli olan bu eşsiz tanrıların en içlerinde andorjinlik tasıdıklarını inkar etmemektir. “Göz” kavramı, döneme ket vurmadan önce bütün Tanrılar hem kadın hem de erkek bedenin tek tende taşıyan androjin karakterlerdi. Athena, savaşçı bir tanrıçadır. Homeros’un Odessası stratejilerini iyi belirleyen bir savaşçıdır, Troyayı alt eder, o kadar güçlüdür ki “ bir ağaç kurusundan bir sandal” yaratır, tek gözlü devlerin mağarasından bir ağaç kurusuyla savaşarak kaçabilir, Troya atına gizlenip de kurnaz planlarını gerçekleştirebilecek teknik zekaya da sahiptir. Penolope bu müthiş zeka örneğine şükretmek için Athena’nın adını ağzına alır, çünkü onlara yardım eden savaşçı Athena’dan başkası değildir. Athena teknolojik zekaya hizmette bulunur, onun hem güçlü bir kadın ama aynı zamanda kitonik ögelerinden vazgeçip Apollo’ya hizmeti androjinliğinin bir örneğidir. Odessa da Athena’ nın kendi gözleri önünde kılık değiştirip tekrar bir kadına büründüğne tanık olmuştur(Odessa). Hermesin elinde tuttuğu iki yılanın dolandığı kanatlı değnek günümüzde “iyileşme” anlamına gelse de aynı zamanda tıpkı Uroboros gibi androjinliği simgeler. Bu değnek de yine Helenist dönemin kattığı küçük ayrıntılardan yalnızca bir tanesidir. Antikten tamamiyle kopamamış, Helenist dönemden de beslenmiş tanrılar tam bir sentezin ürünüdürler. Bu değişimden Dionysos da etkilenmiş ve pek çok resim ya da heykellerde güzellik timsali erginlik dönemi genç bir oğlan çehresine bürünür. Fakat gerçek Dionisos da Hermes ya da Afrodit gibi aslında tam bir androjindir, sakal ve bıyıklarının yanı sıra, tanrıça kıyafetleriyle resmedilen Dionysos antik çağın Dionysosu’dur. Zeus’un baldırından doğması ve babasının onu doğurması da androjinliğine bir örnek olarak kaynaklık eder. Dionisos’ta kimlik karışıktır ve Helenistik “göz” zevkinin kurbanı olsa da aslında değişmez, çünkü o bütün diğer tanrılardan farklıdır. Helenistik dönem hem androjinlik kavramını ortadan kaldırarak kadın-erkek düzenini de sağlamış, daha önce bahsettiğim gibi güzellik kavramını da üretmiştir. Bunu örneklemek için iki eseri karşılaştıralım; “Schliemman’ın Agamemnon’u” ve “Tutankamon’un Maskesi”: Scliemman’ın Agamemnon’u olarak bilinen eser, Athenalılar’a ait tarihöncesi cenaze maskesidir. Görünüşte tamamıyla orantısız, şekilsiz kulaklar ve kapalı gözlerle Dionizyak ögeleri içinde taşır. Kapalı gözleri Helenistik ve Mısır kurallarına zıt ve duyarsızdır. Bir diğer yandan Tutankamon’un maskesinde gözleri belirginleştirilmiş, siyah makyajla altı çizilmiş önemli bir ayrıntıdır. Gözleri sonuna dek açık, halkını dikkatle izler gibi duran Kral Tutankamon’un başındaki kobra ve akbaba yönettiği asil ve köle sınıfını simgeler, Tutankamon’un çehresinde dikkat çekenin göz, Agamemnondakinin de kulak olması bir tesadüften ibaret değildir, tıpkı Dionysos’un kulağa yönelmesi gibi. Tutankamon’da kusursuz bir düzen hakim, renkli ve düzenli çizgiler, orantılı bir yüz ve ihtişam dikkat çeker. İşte göz’lü ve göz’süz figürler olarak bu iki ikon Dionysos- Apollo tartışması ışığında Mısır’ı Antik çağdan ayıran “göz” envanterini daha yakından açıklamaktadır. Bu konuyu daha iyi özümsememiz için belki de öncelikle kadın ve erkek kavramlarının Mısır’ın hiyerarşi kurallarına rağmen aslında hep iç içe olduğunu anlayarak başlayabiliriz. Mısır bize inanılmaz bir “göz” zevki ve kadın-erkeği birbirinden ayırmaya yarayan hiyerarşik yönetim biçimleri getirmiştir. İlk olarak M.Ö 3000 yılında Kral Menes’in büyük bir üniter devlet olarak hakimiyet kurduğu bilinir, daha sonra kendini “firavun” ilan ederek bu geleneğin başını çekmiştir, güzelliğe düşkün Mısır halkı takıya ve makyaja yönelerek ünlenmişlerdir. Kadın ve erkeği hükümdarlık konusundaki yetkileriyle ayırmışlardır fakat bu ayırım daha çok teoridedir, erkek de kadın kadar süslenir, kadın da erkek kadar devlet yönetiminde sözü dinlenirdi, Mısır hükümdarı Akhenaton’un karısı Nefertiti güçlü ve zeki bir kadındır, fakat kocasıyla eşit haklara sahip olması diğer devlet büyüklerini rahatsız eder. Çıkar ilişkisini doğuran bu katı yasalı hükümdarlık fikri belki de tarihte ilk olarak erkek ve kadını birbirine düşürür. Yunan edebıyatı da Mısır’ın “güzellik kavramı”ndan etkilenmesi sebebiyle Afrodit’in bıyığı düşmüş, Dionisos genç ve güzel bıyıksız bir prense bürünmüştür…Lakin antik çağa göre, Mısırdaki süslenme anlayışında da olduğu gibi, kadın ve erkek ne olursa olsun hep bir aradadır, iç içe geçmiş, karışmış ve heterojen bir beraberlik yaşar. Yeni Gine’deki ilkel kabilelerde hala bir kadın ölü erkeğin organını yemesi, bu cenaze töreni niteliğindeki seramonide merhum kadınsa bu kez aynı işlemi erkeğin yapması bu mitten kaynaklanır diyebiliriz. O zamanlar tanrıya tapınmanın en iyi yolu onu taklit etmek olduğu gibi(Bakkhalar), ölen birinin organını yemek onun özelliklerini almak demekti. Demek ki cinsel organ kişinin tamamıyla kendisini ifade eder ve benlik arayışına giderken beyin ya da kalbin önemi kalmaz. Daha geriye gidip Afrodit şenliklerine bakalım; erkeklerin kadın, kadınların erkek kılığında dolaşıp eğlendiği içip gönüllerince dansettiği eğlenceler şimdinin büyük residansların animasyonlarını hatırlatır; genelde erkek animatör kadın kılığında çıkarak danseder ve konukları eğlendirir. Huysuz Virjin bizim için bir külttür, o seksi kıyafetin altındakinin bir erkek olduğunu bilmesek bize eğlence ya da “ahlak-dışı” lık açısından bu kadar hitap etmezdi. “Virjin”lik meselesi de bu komediye daha başka bir yön katar, yaşça büyük ama bakire bir kadın bizim için çoğu kez şaka konusudur, hem sosyal yasalar doğrultusunda “evli” olmayan bir kadının bakire olmaması uygunsuz gelir, hem de orta yaşlı bir kadının bakire olması gülünç olur. Bu insanın yasa ve öz arasında bocalamalarıdır, yasa denen düzenleyici yapının olmadığı yerde bu bekaret konusu tartışılmayacak, kadın yine antik çağda olduğu gibi “üreme” kaynağı olarak kutsanacaktır, belki karışıklığı ve aile kavramının da sonunu getirecektir. Ama yasa ve düzen sağlanmaya çalışırken bile insanın o doğadan gelen vahşi ve kitonik yanı cinsel konulara karşı merakı, keşfetme arzusu dinmeyecek. Huysuz Virjin kadın ve erkeğin birleşiminden doğan, insan doğasını bu türden karmaşıklığını ve ahlak sınırını zorlayıcı yanını hatırlatan bir protatiptir ki bazılarımız kendimizle yüzleşmekten rahatsız olup “sansür”lemeye çalışırız. Halbuki gerçek olan her zaman çıplaktır. Tıpkı Willendorf’un Venüs’ü gibi…Mısır’ın türettiği güzellik kavramı ve ondan etkilenen Helenistik dönem Yunan uygarlığının Apollo yasalarından tamamiyle kopuk antik döneme ait bu eser bize Dionisos’un şişmanlığa, orantısızlığa aç tarafını gösterir. Venüs’ümüz şekil bakımından çok da estetik sayılmayan, çıplak vücudunu serer gözler önüne. Kabarık karnı kimilerine gebeliği anımsatır. Antik dönemin en önemli özelliği olan “kadının üreme objesi olarak kutsanması” da buradan gelir. Bu “şekilsiz” ve “şişman” heykel aslında doğa gibi verimli olması sayesinde Venüs olarak adlandırılır; güzelliğin tanrıçası olarak(Paglia, 87)…İşte Helenistik dönemle gelen “göz” anlayışından farkı budur. Göz zevki yok, dar bel ölçüleri, küçük ayaklar ve zarif parmaklar yerine içinde herşeyi barındırıyormuş edasıyla salınan Willendorf’un Güzeli’i! Bu yüzden Dionizyak bakış açısı herşeyi içinde barındırır, asla hiçbirşeyden tiksinti duymaz, tıpkı doğanın ceylana da salyalı yapışkan sümüklü böceklere de aynı şefkati ve hiddeti göstermesi gibi… “Bakkhalar” oyunu bu çağlar boyu süren Apollo-Dionysos çekişmesinin en önemli emsallerindedir. Anlatılanlara göre Üzüm Tanrısı Dionisos ile ilk karşılaşan frigler yaşamın “zevk”ini tatmış ve gecelerce içip eğlenerek Tanrılarına tapınmışlardır. Antik çağ inanışına göre Tanrıya ibadetin yolu onu taklit etmekten geçmektedir. Bir tapınma yolu olarak “taklit” etmek günümüzde din anlayışına ne kadar ters fakat “hayat”ın kendisini yansıttığını iddia eden “sanat” için ne kadar benzer! Bu oyunda da doğaerkil bir inanış biçimiyle Dionysos bütün Kadmos halkını coşkusuna katar ve ataerkil din sistemi , Zeus yıldırımlarıyla beraber öfkeye kapılır. Bu “taklit” ve “coşku” onun tahtını sallamakta, bir anlamda “yüksek ego”sunu yerle bir etmektedir. Bu anlamda, Dionysos ve kızgın babası Zeus, sanatla inancın hafif kesiştiği ilk kriz masalarından diyebilir miyiz? Apollo’nun izinden giden kral Pantheus’a kafa tutarak halkı şarapla mesteden Dionysos hem Zeus’un hem de Pantheus’un düşmanlığını kazanır. Oyunda Dionysos’a tapınan insanlar gülüp,eğlenerek sarhoş olurlar, artık ne güzel güzeldir ne de çirkin orantısız…Şişmanlık denen pejoratif olgu yerle bir olur ayaklar altında…Sarhoş olan bedenler Tanrı’nın yarattığını, Tutankamon’un “akbabası” ve “kobra”sı gibi, ayırt edip sınıfa sokmaz bu kez, çünkü herşey zaten olduğu gibi “güzel”dir. Dionysos burada “yasa” denen ketin tam bir antitezidir, düzene düzensizlikle cevap verip istihdamı sağlar, büyülü üzümün tadına varırken içlerindeki “öz”ü görmelerine yardım eder. Çoğumuzun sarhoş olurken birbirimizden apayrı olması buradan kaynaklanır. “sarhoş olunca herkes kendini kaybeder” klişesi bir yana, aslında özümüzde ne kadar farklıysak sarhoşluğumuzda yine apayrıdır birbirimizden. Hiçbir sarhoş birbirinin aynı olamaz, çünkü acılarımız, sevinçlerimiz çok çeşitli ve farklıdır, uzun Apollo öğretisi iş gününden sonra tektip üniformalarımızdan arınıp en içimizi gördüğümüz andır, ki “öz” kişiden kişiye deneyimlerle olgunlaşır. İşte bu anlarda öz’ümüz bizi ya rahatsız eder ya da kaşif yapar. Kendini kendinde keşfetme sanatı! Fakat, üzüm ve aşkın şarabıyla aşırıya kaçan insanoğlu ve insankızı yine yerinden duramaz ve ataerkil Pantheus’un sonunu getirirler, bu kez Apollo’nun kurduğu sağlam hegemonya yapısı Dionysos’un depremiyle sarsılıverir. Oyun sonunda kadın kılığına girmiş Pantheus batının o güçlü erkek modelini yerle bir eder ve androjinliğin simgesi olarak ölür, hem kadın hem de erkek olarak. Dionysos’un çaktığı kıvılcımlarla aşırıya kaçan insanoğlu bu sefer bu Tanrılarını da küstürürler kendilerine. Kendi doğasına fazla kapılan, iradesiz insan “vahşet”i çağırır en sonunda ve Dionysos’u bile korkutacak vahşileşen bu ırkın sonunu kör usta bilgin Teresias bile önceden sezememiştir. Dionysos, modern, post-modern ya da post-humanist çağlarımızda, “düzen”li ya da “düzen”siz dönemlerimizde bile bizimle beraber yıllanmaya devam eden tehlikeli ama gerçekçi yanımızdır. Teknolojiyle büyüyen yeni çağımızda şarabın bir yudumundan alınan lezzet kadar keyifli ve farklıdır; devleti, yasayı, dini, sevinci, aşkı ve bunun gibi birçok kavramı etkisi altına almış kutsal Tanrılardandır. KAYNAKÇA Paglia, Camilia Tuğçe Kanbur Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|