Klasisizmin filiz verdigi Rönesans, Avrupa’da Antik kültürün canlandirilmasiydi. Rönesans düsüncesi Ortaçag’in insani ahlaksiz ve öteki dünyanin karsisinda bu dünyayi sefil bulan düsünce dizgesine karsi bir baskaldiriydi. Buna bagli olarak hümanist yazarlar insanin özü ve bu dünyadaki yerinin ne oldugunun ortaya çikarilmasina dair arastirmalar yapmaya basladilar. Bu çalismalarin kaynagi ileride sikça karsimiza çikacak olan ve romantik akimin önemli bir dayanagi olan akil ve deneydi.
Rönesans, pozitif bilim, sanat ve siyasette oldugu kadar toplum hayatinda da önemli degisimlerin yasandigi bir çagdi. Ortaçag’da sinif ayriliklarinin abarti boyutlara gelmis olmasi toplumun farkli kesimlerinin insanlari arasinda büyük kopmalara neden olmustu. Fakat burada bizim için önemli olan bu siniflarin kültürel etkinlikler esit haklara sahip olabilme egilimleri ve karsilikli kültür alisverisinde bulunabilmeleriydi. Rönesans ile birlikte ortaya çikan ulusal dil kavrami yöneten ve yönetilen sinifi ortak bir paydada bulusturdu. Bu sayede, devletin siyasal bütünlügü için de tek bir dilin ne denli önem tasidigi ortaya çikmis oldu.
Ortaçag Avrupa’sina egemen olan Kilise merkezli hiyerarsik Hiristiyan dünya görüsünün yerini idealist dünya görüsü aldi. Bu bireyci dünya görüsü insan gerçegini oldugu gibi; basli basina bagimsiz bir gerçek olarak ele aliyordu. Insan olmanin iki özelligi olan birey olma ve evrensellik arasinda eksiksiz bir uyum oldugu fikrini savunuyordu.
Rönesans düsüncesinde, biliminde ve sanatinda biresime ulastirilmis olan dört temel özellik vardi. Bunlar denge, simetri, uyum ve disiplin idi. Rönesans döneminde düsünce ve bilimin daha özgür hale gelmesiyle çalismalarini ortaya çikaran Copernicus, Kepler ve Galile gibi bilgilerin evrenin matematiksel bir oranlamasi oldugunu söylemeleri, Rönesans aydinlarini denge, simetri uyum ve disiplin kavramlari ile kaynastiran itici kuvvet oldu.
Klasik yazarlarin dünyaya bakis açilarinda otorite saygisi ve gelenekçiligin isiginda degisimlere kapali olmak önemli bir yer isgal etmektedir. Bu durumda klasisizmin insana bakisli oldukça kati ve acimasiz hale geliyor. Ayrintilara önem vermeden oldukça yüzeysel islenen kisiler, klasik yazarlara göre her daim daha kötüsüne dogru yol alir. Daha önce belirttigimiz gelenekçi özellikleri ile de Aristokrat sinifi gelenegin bir parçasi olarak degerlendirirler ve bu tavir içinde realist dünya sorunlarindan el etek çekmis hale gelirler.
Klasik Oyunlarda Özellikler:
Klasik anlayisla olusturulmus oyunlarda düzenlilik, duruluk, belirginlik ve ideallestirme nitelikleri göze çarpar. Bu üç özelligin de aslinda sezdirdigi gibi birbirini tamamlayan niteliklere sahip olan klasik oyun kisileri, çok fazla derinlestirilmemis olmalarina ragmen, inandiricidirlar. Tek boyutlu islenen karakterler genel özellikli; belli bir duygunun ya da dünya görüsünün vs. temsilcisi olarak belirir. Bu baglamda oyun kisilerinin karisikliktan uzak oldukça belirgin uzanimlarinin oldugunu çikarmak hiç de zor degildir.
Klasik akimin bir diger özelligi de abartili ideallestirmedir. Insani kendi fizyolojisinden ve dogal gerçekliginden kopuk bir sekilde inceleyen klasik akim insani yemeyen, içmeyen ve siçmayan dogaüstü bir olusum olarak göstermektedir. Aristokrat kesimden seçilen karakterler normal hayatta asla karsimiza çikamayacak olan insanlardir. Bu yönde ortaya çikan bir diger özellik de klasik oyun kisisinin agirbasliligidir. Denge ve düzen hayrani klasikçilerin ideal insan anlayisi harmanlamasi içinde olusan bu özellik kisilerin hal tavirlarinda ve konusma özelliklerinde belirtilir.
Jean Racine: Çaginin getirdigi klasik ölçülere harfi harfine uyarak manzum bir sekilde kaleme aldigi oyunlarinda Racine, güzel bir dil kullanmaya özen göstermistir. Oyunlarindaki konusma örgüsü tipa tip klasik üslup özellikleri tasiyordu. Agirbaslilik ve dengelilik hakimdi; dengeli, düzenli ve ideallestirilmis bir konusma stili göze çarpiyordu. Corneille’nin tersine daha karmasik buldugu için kadinlarin üzerinde daha çok durmustur. Racine’nin bütün oyunlari Aristokratlar arasinda geçer ve otoriteye saygi düsüncesini getirerek, klasiklere özgü ahlak kavramini vurgular.
Corneille: Klasisizmin dorugundaki eserlerden biri olarak tanimlanabilen “ Le Cid” in yazari olan Corneille oyunlarini tamamiyle Aristokrat çevrede geçirmis ve oyun kisilerini anitsal niteliklerle bezemistir. Bunun yaninda konusma örgüsünü de yüceltilmis siir dili ile verdigi için de oyunlari klasik akimin seçkin örneklerindendir. Her ne kadar Racine yaninda klasik akimin kabul edemeyecegi bir cosku bulunsa da eserlerinde.
Klasik Akimin Etkisindeki Tiyatroda Oyunculuk Anlayisi:
Klasisizm akiminda yasama karsin olan yaklasimin sanata karsi olan yaklasimla çok örtüstügünü belirtmistik. Düzene karsi saygi ve sevgi besleyen ve kendilerini otoritenin yüce gücüne ve adaletine adayan klasiklerin nasil bir oyuncu ve oyunculuk kavrami üzerinde durdugu aslinda açiktir. Üstün karakterli kisilerle düzenin simgelenmesi muhtemelen oyunun omurgasi içinde yazarin dünya görüsünü ifade ettigi atlama tahtasi olmustur. Otoritenin yüceltilmesi de, kisinin her daim korudugu mantik örgüsünü oyunculuguna da yansitmasiyla ortaya çikabilir. Bu da oyuncuya Shakespearevari vurgu ve tonlamalar, kendinden eminligi karsiya hissettiren yüksek ve karizmatik ses kullanimi hatta ve hatta bakislarin ve yönelimlerin o anda kisinin yalnizca kendiyle dopdolu olusu hissini kazandiran bir yapiyi zorunlu kiliyor. Klasik bakisin insani konu alirken izledigi yol, ayrintilari atlayan ve yüzeysel olarak insani tanimlayan bir yoldur; hatirlayalim. Bu baglamda, bagli bulunduklari Aristotelesçi dramatik anlayisin kaliplari içerisinde, otoriteyi ve ululugu simgeleyen karakterlerin, kendi büyük acilari içinde –ki klasik anlayisin insana yaklasimi da oldukça karamsardir- yogrulup giden ve bu anlamda ilüzyon içerisinde kaybolan bir oyunculugun söz konusu oldugunu söyleyebiliriz. Bu anlamda ben klasik oyunun oyuncusunu vücut formu ve anlam açisindan süslü elbiselerin içinde elleriyle gözlerini kapamis bir sekilde dünyayi ve kendini anlamakta yetersiz olan, içinde bulundugu arazideki kaplanlarin tehlikesini oldugu kadar onu oradan kosarak kurtaracak olan attan da bihaber dikilen bir insanin oyunculuguna benzetiyorum. Ana motiflerden birisi de degisim karsiti olmak. Statükocu bir anlayisa sahip olan klasik akim, oyunculari da hem oyun omurgasi içinde, hem de kisilik anlaminda meydana gelebilecek olasi degisimlerden uzak tutan bir oyunculugu zorunlu kiliyor. Görecegimiz -ki her ne kadar bu oyunun konusu ile daha çok ilgili de olsa- oyun boyunca sabitligini koruyan ve olasi degisimleri, es geçen bir oyunculuk olacaktir.
ROMANTIZM:
Romantizm akim on sekizinci yüz yilin sonlarinda ortaya çikmis on dokuzuncu yüz yilin ilk yarisinda tiyatro sanatinda parlak dönemini yasamis, ayni yüz yilin ortalarinda gücünü yitirmistir. Fransiz Devrimi’ni hazirlayan düsünceler ayni zamanda Romantik düsüncenin de kaynagini olusturmustur. Alman idealist felsefesi ise bu akimin kuramsal temelini olusturmustur. Romantik tiyatro düsüncesi klasik akimin biçim kurallarina, egiticilik anlayisina, akil ve mantik ölçülerine karsi çikmis, tiyatronun yansitmasi öngörülen gerçegin yeni bir tanimini yapmis, tiyatro sanatini yeni bir biçim yeni bir islev anlayisi içinde degerlendirilmistir. Romantik tiyatro, biçimlemede klasik anlayisin bütünlük ilkesine karsit olarak birlik ilkesini benimsemistir. Son uyum bu bütün içinde karsitlarin dengelenmesi ile saglanir.
Romantik tiyatro düsüncesi, öncelikle Fransiz devrimini hazirlamis olan ve Insan Haklari Bildirisi’nde yer alan özgürlük, esitlik adalet gibi ilkelerle, yurt sevgisi, ulus sevgisi, dinsel inançlara baglilik gibi degerlerle beslenmistir. Bu gelisim tiyatro sanatinda da ortak ülkülerin benimsenmesini saglamis, insancil degerlere baglilik, bireyin ve birey vicdaninin yüceltilmesi klasik otoriteye saygisini yipratmistir. Romantik tiyatro düsüncesi umutlu ve ileriye yöneliktir. Romantik tiyatro düsüncesi bireysel degerlerin yerlesik degerlerden daha üstün, birey yargilarinin yasalardan daha hakli oldugunu kabul etmistir.
Goethe ve Schiller: Goethe ve Schiller, romantik akimin içindeki “Firtina Ve Atilis” evresinin biçimlendiricileridirler. Romantik akimin bu olgunluk devresi adini Klinger’in coskun bir havasi olan ayni adli oyunundan alir (1776). Bu ikisinden özellikle Goethe, Weimar Saray Tiyatrosu’nda yöneticilik yaptigi süre içerisinde oyunculukla yakindan ilgilenmis ve bu alanda çalismalarda bulunmustur.
Goethe, en iyi oyunculugun sezgiden de, dogalliktan da gerçege tipa tip benzemekten de daha ötede bir sey oldugunu savunuyordu. Sahnede “pozitif, gerçekte var olan bireysel karakterler”i de göstermek yeterli degildi. Seyircinin haz duyacagi tek sey, ancak güzelligin, biçim ve düsünce estetiginin açiga çikmasi olabilirdi. Onun için oyunculugun her seyden önce güzel olmasi gerekiyordu. Goethe, yetkin oyuncunun yasamdaki davranislarin salt nesnel taklidinin ve bireysel duygularin salt öznelliginin üstünde olmasi gerektigine inaniyordu. Onun hedefi doganin ve zekanin özelliklerini ve evrenselliklerini bir senteze ulastirmak olmaliydi. Oyunculugun imgesel, teatral ve simgesel olmasini istiyordu.
Schiller de onun gibi düsünüyordu. Yazar Messinali Gelin adli oyununun önsözünde “dogalligin bayagi düsüncesi”nin sanat için yikici oldugunu belirtiyor ve dogalciliga savas açiyordu. Sanatçi gerçekligi oldugu gibi kullanamazdi; onu dogal olanin üstüne çikartarak yüceltmek gerekirdi.
Weimar Tiyatrosu sahnelemelerinde sürekli basarisiz bir oyunculuk seyri vardi. Tiyatrodaki oyuncular da vasat olunca Goethe güzel oyunculugun ne oldugunu kavrayamadi; kafasindaki oyunculuk sablonunu onlara iletemedi. Böylece Goethe 90 maddelik bir yönetmelik hazirlayarak oyunculuklarin dis görünümünü belli bir yöntem bütünlügüne sokmayi hedefledi. Bu ilkelerden bazilari sunlardi:
*Oyuncu her seyden önce dogayi yalniz taklit etmeyi degil, onu ideal bir biçimde gerçek olani güzel olanla birlestirerek vermeye çalismalidir.
*Aktör, sahnede seyirci için bulundugunu bir an bile unutmamalidir.
*Oyuncular, bir üçüncü kisi yokmus gibi birbirleriyle oynayamazlar. Oyuncular seyirciye arkalarini dönemezler. Bu rol geregi ya da gereksinimse anlayis ve zerafetle yapilmalidir
*Konusan oyuncunun sahne önüne dogru yürümesi, konusmasini bitirenin de sahne yukarisina dogru yürümesi önemli bir noktadir.
*Oyuncu jestlerini uydurabilmek için sahnenin hangi tarafinda durduguna önem vermelidir.
*Aktör sahne üstünde mendili ile burnunu silmemeli, tükürmemeli. Bir sanat yapitinda böyle fiziksel gereksinimler dehset verici çirkinliklerdir.
Romantik Akimda Oyunculuk Anlayisi:
Romantik akim içinde oyunculuk çesitli egilimler gösterdi. Ama genel olarak, özelligi geregi coskunlugu ve asiriligi kapsadigi söylenebilir. Bu da sahne üzerinde çok yapmacik bir oyuculugun ortaya çiktigini gösteriyor. Ünlü Amerikan sairi Walt Whitman romantik oyuncudan söyle bahsediyor: “Oyuncular cigerlerinin bütün gücünü gösterebilmek için hiçbir firsati kaçirmiyorlar. Eger coskun bir sahneyi canlandirmak istiyorlarsa ne kadar dogal olmayan hareket ve mimik varsa onlari yapiyorlar”
Yukarida belirtilen ve o zamanlarda Almanya’da oldukça etkin olan Goethe’nin oyunculuk ilkeleri yaninda bu fikirlere katilmayanlar da vardi. Bunlar da birbirinden farkli görüsler içinde, abartili oyunculugu reddeden, hareketlerde ve konusmalarda gerçekçiligi benimseyen, dogayi taklit eden ya da taklitten daha çok dogaya yakinligi benimseyen ve kendine özgülügü temel alan fikirlerdi.
NATÜRALIZM:
Fransiz Devrimi ile gelisen özgürlükçü düsünce ortami ile özellikle 1800lü yillarin baslarindan itibaren bilim adamlari, iktisatçilar ve sosyologlar birbiri ardina yapitlarini yayinlamaya basladi. Her biri ayri konulari ele alan bu eserlerin ortak noktasi ise insanin doga içindeki yeri ve hayatin gidisatinda dogal ortamin oynadigi roldü. Fen alanindaki gelismeler insanin ve hayvanin dogal kosullara uyum saglama konusundaki basarisi ölçüsünde yasayabildigini ve güçlü olanin; çevre kosullarina dayanabilenin ayakta kaldigini gösterdi. Öte yandan ekonomik anlamda nüfusun gelisimine dair çalismalar sabit üretim miktarina karsilik gittikçe daha fazla artan insan sayisina dikkat çekti.
Bu gelismeler isiginda gelismeye baslayan natüralizm akimi da temel ilkelerinden birisini de deneye dayanmak olarak belirledi. Edebiyatta ve tiyatro sanatinda yaratilan karakterlerin gözlem ve kisisel deneyimlerle olusturulmasi gerekliligi bu akimda belirleyici bir unsur olarak yer aldi. Öte yandan gelisen çevre bilinci de insani, içinde yasadigi toplumun bir ürünü olarak degerlendirdi ve bu baglamda iliskide bulunulan toplum faktörü de iyi-kötü yönleriyle ve çeliskileri ile mercek altina alindi.
NATÜRALIST TIYATRO:
Bu gelismelerden etkilenen tiyatro sanati da yeni bir kavrama gözlerini açti. Natüralizmin tiyatrosu, sahneye oldugu gibi; ta olarak dogal olan bir oyun omurgasi getirdi. Bu anlayis, gününün gerçeklerinden uzakta kalan burjuva tiyatrosuna karsi gerçekligi bilimsel kesinlik içinde vermeyi, insani tüm fiziksel ve toplumsal bilesenleri içinde çözümlemeyi amaçladi.
Nesnel ligin ön plana çiktigi natüralist tiyatro gerçekligin bire bir kopyasini sunmaya çalisir; oyun dili gündelik konusma dili ve bölgesel agiz olarak alinir, tiyatronun diger teknik donanimlari dogal gerçeklige tam olarak uygun hazirlanir.
“Sanat tabiatin bir parçasidir"
Oyunculuk Anlayisi:
Yukarida belirtilen özellikler isiginda natüralist oyuncunun tamamiyle gerçek olay örgülerinin içinde tamamiyle gerçek fiziksel, psikolojik ve sosyal kosullar içerisinde yer alan bir motif oldugunu söylemek hiç de abes kaçmaz. Akimin gerektirdiklerini vermek adina natüralist oyuncunun en önemli islevi, eksiksiz bir biçimde uygulayacagi özdeslesme ile o oyun kisisini elle tutulur derecede gerçek hale getirmektir. Bu akimda zorunlu olarak içe dönük bir oyunculuk tercih edilmistir, zira gerçek hayatta içinde bulundugumuz her hangi bir odanin dört duvari vardir. Oyuncu eylem-yer-zaman birligine uyularak hazirlanmis metinde seyirciye sunulan yasam kesitlerinde, canlandirdigi karakteri, kendi karakterinden tamamiyle siyrilarak; yani o olarak vermelidir. Hiçbir ayrintiyi atlamayan sahne üstü donaniminda da oyuncu dekor ve materyalle olan iliskisine çok dikkat etmelidir. Bu anlamda oyunculuklar, biçim degistirme uygulamalarina zemin saglar. Örnegin oyuncu dilini çesitli vurgulara, lehçelere uydurma ya da sesi ile taklit yetenegini gelistirme yoluna gidecektir. Natüralist tiyatro oyuncuya, uygulama mantigi olarak çok açik ve kesin anlatimlar verir. Uslamlamalar yoluyla, bilinçli bir çizgi üzerinde sonuna dek gidecektir oyuncu rolde. Bu da dogal olarak bazen asiriliklara neden olur.
GERÇEKÇILIK:
Gerçekçi akim 19. yüz yil Avrupa’sinda görülen degisimlerden etkilenmis ve kendisinden önce gelen Romantizm akimina karsit bir sekilde kendi kuramini gelistirmistir. 19. yüz yilin basindan baslayarak tiyatro sanati da reel hayattaki var olma savasini sahneye tasimaya baslamistir. Aydinlar, sanatçilar, toplum düzeni üzerinde düsünmeye baslamis, adaletsizliklere ve ahlak kavraminin bozulmasina olan tepkilerini dile getirmislerdir.
GERÇEKÇI TIYATRO:
Kökeni natüralist tiyatroya dayanan gerçekçi tiyatro, konularini dogrudan dogruya yasamin kendisinden alan, diyaloglari gerçek yasam içindeki gelisim mantigiyla; çarpitmadan kuran, yasami oldugu gibi yansitmaya çalisan, sahnenin teknik donaniminin da abartisiz, yalin ve olabildigince gerçek özellikler tasimasina özen gösteren tiyatro akimidir. Bu fonksiyonlari yerine getirebilmek için kullandigi bes ilke kullanir:
1- Somut yasam gerçeginin yansitilmasi,
2- Çevre etmenlerinin dikkate alinmasi
3-Bilim yönteminin uygulanmasi
4-Düsüncenin dis dünyaya açilmasi
5- Ilüzyon yaratilmasi
Gerçekçi tiyatro akimini tiyatro tarihinde bir dönüm noktasi olarak kabul etmek gerek. Çünkü tiyatro sanatina olan etkileri, bugünün tiyatrosunun sekillenmesinde önemli bir yer tutuyor. Bu akimla beraber ilk kez sahnede toplu bir uyumlu performansin önemi vurgulandi. Bu da, o zamana kadar kabul gören yildiz oyuncu mantigi yerine bu isi daha ciddi ve sistemli bir kuruma birakiyordu: yönetmen. Bu kavramin gelisimini ise tiyatronun diger uzuvlari olan isik ve dekordaki önemli degisimler hazirladi. Gerçekçi tiyatro anlayisi bu sanata getirdigi yeniliklerle oyunculugun da gelismesi anlaminda büyük önem tasir.
Tiyatro tarihinin ilk yönetmeni olan Saxe-Meiningen Dükü II. Georg gerçekçi anlayisla çalisan önemli tiyatro adamlarinin hemen hemen hepsini etkilemistir. Dük ilk olarak oyuncu-dekor arasindaki uyumsuzlugu ortadan kaldirmayi amaçladi. Bunun için de boyanan bezlerden olusan panolar yerine oyuncunun dayanacagi, oturacagi blok dekor parçalarinin kullanimina gitti. Ayrintilara çok dikkat eden ve kalabalik sahnelerdeki uyum-denge problemlerini de çözmeye çalisan Dük oyuncuyu da toplam üründe bir uzuv sayiyordu. Bu yüzden takim oyunculugunun önemini vurguluyordu. Bu da tiyatro tarihinde yildiz oyunculari üzen önemli bir gelisimdir.
Fransa’da da Dük’ten etkilenimlerle yola çikan ve onu gelistiren, Fransiz sahnelerine ilk gerçekçi sahnelemeyi tasiyan Andre Antoine oldu. Onun “kesiksiz görüntü” anlayisi, oyuncunun seyircinin etkisi altinda kalmasini engellemeye yönelik bir uygulamaydi. Oyuncu seyircinin heyecan enerjisinden etkilenmemeli, onun begeni duygusunu görmezden gelmeliydi; yani sahnenin seyirciye açilan agzini saydam bir duvar varsaymaliydi. Bu saydam duvara “dördüncü duvar” dendi. Ayrica Antoine, eski oyunculuk üslubunu da sabitlikle elestiriyor ve oyunculuk için su önerileri getiriyordu:
a) Oyuncu oyunun içindedir; rolünü yasar.
b) Patetik, abartili hareketler yanlistir.
c) Yapmacik, kaliplasmis komiklikten vazgeçilmeli.
d) Gerçege uygun oyunculuk kullanilmali
e) Hep seyirciye dönük oynamak tiyatronun gerçegine aykiridir.
Antoine teknik anlamda bunlari belirtirken, oyuncularin su hususlarda da dikkatli olmalarinin gerektigini düsünmüstür:
a) Hareket bir oyuncunun en etkin ifade aracidir.
b) Oyuncu kendi kisiligini rolün önüne koydugu anda o rolün dramatik sürekliligi sona erer.
c) Oyunun bütünlügü içinde her sahnenin kendine özgü bir hareket biçimi vardir.
d) Takim oyunculugu asla terk edilmemelidir.
e) Oyunu üzerine aldigi rolü hem ruhsal, hem de fiziksel olarak hazirlamalidir.
Gerçekçi oyunculuk anlayisinda Stanislavski’nin ayri bir yeri vardir. Stanislavski her seyden önce oyunculukta yapayligin birakilmasi taraftariydi. Onun temel ilkesi, tiyatral oyunculuk yerine, oyuncunun, canlandiracagi karakteri kendi yaratici düs gücünün yardimiyla, kendi içinde insa etmesi ve sihirli “eger” sorusuyla da gerçekçi bir boyut kazandirmasiydi. Bu sayede rolünü elle tutulur hale getiren oyuncu, ayni zamanda onun denetimine de akli ile hakim olacakti. Bu denetim, oyun kisisinin, seyircinin de anlayabilecegi bir biçimde canlandirilmasini saglar.
SEMBOLIZM:
Adini siirin sembollerle anlatmasindan alan sembolik akimin taraftarlari “gövdeyi birakin, ruhu verin!” diyerek dogalcilara karsi çikti. Sanat eger gerçegi ariyorsa bunu içte degil dista aramaliydi. Sanat yapiti soyut, gizli, gizemli gerçekleri dogrudan dogruya degil, onlari sezdiren, animsatan, çagristiran bir benzeri ya da bir parçasi ile sembolize ederek anlatir. Simgeciler siirsel gerçeklige yönelirken “manevi görme” ye önem verdiler. Bu akimin ünlü sahne tasarimcisi Robert Edmond Jones “Gözlerimiz var saptar, beynimiz var görür” diyerek manevi görmenin gerçekligi yansitmada yardimci oldugunu belirtmistir. Simgeci yazarlar için tiyatro birçok sanat dalinin uyumlu bir birlesimiydi.
Simgeci kuramcilardan biri Edward Gordon Craig’dir. Simgelere 3 büyük önem veren Craig için yasam simgelerden olusmaktaydi. O alfabeyi, bayraklari, hatta parayi bile bir simge olarak görüyordu. Onun oyunculuk üzerine önerileri de kendi felsefesi çizgisindedir. “Oyuncular mutlaka yeni bir oyun biçimi bulmalidirlar; temel hareketleri simgelerle kurulu bir oyun biçimi...” Ona göre oyuncunun rolü yasamasi degil rolden kurtulmasi önemliydi.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...