| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Ahududu (Komedi Oyunu)
Saniye Demirel'in Çevirisi



Paylaşım: Murat Doğan

AHUDUDU
ARSENIC AND THE OLD LACE (1942)

JOSEPH KESSELRING-
TÜRKÇEYE ÇEVİREN: SANİYE DEMİREL


Arsenic and the Old Lace, ilk kez 18 Ağustos 1941’de New York’ta Fulton Theatre’da Howard Lindsay ve Russel Crouse tarafından, aşağıdaki rol dağılımı ile sergilenmiştir.

Abby Brewster:____________________ Josephine Hull
The Rev. Dr. Harper: _______________ Wyrley Birch
Teddy Brewster: ___________________ John Alexander
Officer Brophy: ___________________ John Quigg
Officer Klein: _____________________ Bruce Gordon
Martha Brewster: __________________ Jean Adair
Elaine Harper: ____________________ Helen Brooks
Mortimer Brewster: ________________ Allyn Joslyn
Mr. Gibbs: _______________________ Henry Herbert
Jonathan Brewster: ________________ Boris Karloff
Dr. Einstein: _____________________ Edgar Stehli
Officer O’Hara: __________________ Anthony Ross
Lieutenant Rooney: _______________ Victor Sutherland
Mr. Witherspoon: _________________ William Parks
Perde 1
Eylül ayında bir öğle sonrası
Perde 2
Aynı günün gecesi
Perde 3
Sahne 1: Aynı gece geç saat
Sahne 2: Ertesi sabah erken saatte

PERDE 1
Zaman: Öğleden sonra geç saat. Eylül. Zamanımız.
Yer: New York, Brooklyn’de Brewster Ailesi’nin eski evi. Yeğenleri Teddy’yle birlikte evde yaşayan iki yaşlı kızkardeş kadar Victoryan tarzında.
Perde kalktığında, Abby Brewster- ki kendisi altmışlarında, etine dolgun, ufak tefek bir kadındır- çay masasını kuruyordur. Masa mumlarla aydınlatılmıştır. Solundaki bir koltukta Dr Harper oturtulmuştur ve Abby’nin sağ tarafında yeğeni Teddy ayakta duruyordur. Teddy 40 yaşlarında, gür, kara bıyıklı, tavırları ve makyajı ile Theodore Rooselt’i andıran bir adamdır.



Abby: Ah, inanın kız kardeşim Martha ve ben bütün hafta boyunca sizin geçen Pazar günü verdiğiniz vaazı konuştuk. Gerçekten de harikaydı, Doktor Harper; İki yıl gibi kısa bir zamanda tüm Brooklyn’lıların kalbini fethettiniz.
Harper: İltifat ediyorsunuz, Miss Brewster.
Abby: Tüm hayatımız boyunca kilisenin yanı başında yaşadığımızdan, haliyle, ne rahipler geldi geçti… Brooklyn’ın ruhu, hep söyleriz, dostluktur ve sizin vaazlarınız da vaazdan çok bir dostla sohbet gibi.
Teddy: Şahsen, ben Kardinal Gibbons’la sohbetten daima keyif almışımdır. Yoksa onunla karşılaşmış mıydım?
Abby: Hayır canım, henüz değil. (Konuyu değiştirir.) Bisküviler nasıl?
Teddy: (Kanepeye oturur.) Harika!
Abby: Bir büskivi daha alır mıydınız Doktor Harper?
Harper: Oh çok teşekkür ederim. Korkarım akşama hiçbir şey yiyemeyeceğim. Sırf şu leziz reçelinizden tatmak için o kadar çok bisküvi yiyorum ki…
Abby: Ama ayvayı daha tatmadınız. (yemediniz.) Kekreliğini alsın diye mutlaka içine birazcık elma katarız.
Harper: Hayır, teşekkür ederim.
Abby: Size bir kavanoz yollayacağız.
Harper: Yok, yok. Sizde kalsın ki bisküvileriniz ile yiyebileceğimden emin olayım.
Abby: Umarım bir daha bizi bu yapay unu kullanmaya mecbur etmezler. Şu savaş belasını kastediyorum. Pek merhametli olmayabilirim ama şu Mr. Hitler’in neredeyse Hristiyan olmadığı sonucuna vardım.
Harper: (İç çeker.) Keşke Avrupa başka bir gezegende olsaydı!
Teddy: (Çabucak) Avrupa mı, efendim?
Harper: Evet Teddy.
Teddy: Silahınızı başka tarafa çevirin.
Harper: Silahı mı?
Abby: (Onu sakinleştirmeye çabalayarak) Teddy.
Teddy: Batıya. Tehlike orada. Düşman orada. Japonya’da.
Harper: Nasıl yani, tabii, tabii, kuşkusuz.
Abby: Teddy!
Teddy: Hayır, Abby Hala. Avrupa hakkında fazla konuşmak yok; kanal hakkında da.
Abby: Ya ya, savaş hakkında konuşmayalım. Bir fincan daha çay alır mıydın şekerim?
Teddy: Hayır, istemem Abby Hala.
Abby: Ya siz doktor?
Harper: Hayır teşekkürler. İtiraf etmeliyim ki, Miss Abby, savaş ve şiddet buralardan silindi gitti.
Abby: Buralar huzur dolu, değil mi?
Harper: Evet, huzur dolu.
Abby: (Mutlulukla bakarak.) Brooklyn’deki en eski evlerden biri. Büyükbabam Brewster’ın inşa edip döşediği gibi kaldı- elektrik dışında. Onu da mümkün olduğunca az kullanırız. Mortimer’in ısrarıyla koyduk.
Harper: (Üşümeye başlar.) Evet, bunu anlıyorum. Yeğeniniz Mortimer ışıksız yaşayamıyora benziyor.
Abby: Zavallı çocuk, gece geç saatlere kadar çalışıyor. Bu gece yine Elaine’i tiyatroya götürmesini anlayabiliyorum. Teddy, kardeşin Mortimer az sonra burada olur.
Teddy: (Sırıtarak) Yaşasınnnn!
Abby: Mortimer’in Elaine’i tiyatroya götürmesine çok sevindik.
Harper: Kızımın eve getirilişini saatin 3’üne kadar beklemek benim için de yeni bir deneyim doğrusu.
Abby: Ah, Doktor Harper, umarım Mortimer’e kızmıyorsunuzdur.
Harper: Neyse.
Abby: Eğer kızarsanız, kendimizi suçlu hissederiz; yani kız kardeşim Martha ve ben. Kızınız Mortimer’le bizim evimizde tanışmıştı ya…
Harper: Tabii ki Miss Abby. Şunu da belirteyim ki Mortimer’in çok değerli bir delikanlı olduğuna inanmaktayım. Ama aynı zamanda itiraf etmeliyim ki kızımla onun arasında gelişmekte olan yakınlığı ürpererek izlemekteyim. Tek bir nedenle, Miss Abby.
Abby: Midesini mi kastediyorsunuz, Doktor Harper?
Harper: Midesini mi?
Abby: Sindirim güçlüğü. Bundan çok çekti, zavallı yavrucak.
Harper: Hayır, Miss Abby. Size karşı açık sözlü olacağım. Yeğeninizin tiyatroyla olan talihsiz ilişkisinden bahsediyorum.
Abby: Tiyatro mu? Yo, hayır Doktor Harper. Mortimer bir New York gazetesine yazıyor.
Harper: Biliyorum, Miss Abby, biliyorum. Ama heyecanlı bir eleştirmen, sürekli olarak tiyatroya odaklanır ve şundan kuşkum yok ki bunların bazıları işin içine çok girebilir.
Abby: Ama Mortimer değil. Sakın bundan korku duymayın. Neden mi? Mortimer tiyatrodan nefret eder.
Harper: Sahi mi?
Abby: Tabii. Tiyatro hakkında berbat yazılar yazar. Ama zavallı çocuğu suçlayamazsınız. Emlak yazıları yazmaktan çok hoşnuttu ki bu onun bildiği bir konudur da, ama gelin görün ki bu rezil gece işine mahkum ettiler onu.
Harper: Vah vah!
Abby: Ama, yine de o tiyatronun fazla sürmeyeceğini; şimdilik sadece bir geçim yolu olduğunu söylüyor. (Halinden memnun) Evet, eğer bir iki yılını tiyatroya verirsek, belki de… (Kapı vurulur.) Aaa, kim olabilir ki? (Abby kapıya giderken herkes ayağa kalkar. Teddy de kapıya yönelirken Abby onu durdurur.) Dur, dur Teddy, ben bakarım. (Kapıyı açar. İki polis memuru vardır. Brophy ve Klein.) Buyrun, Mr. Brophy.
Brophy: Merhaba Miss Brewster.
Abby: Nasılsınız Mr Klein?
Klein: İyiyim Miss Brewster.
(Polis memurları masanın yanında durmakta olan Teddy’ye doğru yürürler ve onu selamlarlar. Teddy selamlarına karşılık verir.)
Teddy: Bana ne haberler getirdiniz?
Brophy: Komutanım, rapor edecek hiçbir şeyimiz yok.
Teddy: Güzellll! Teşekkür ederim beyler. Rahattt!
(Abby kapıyı kapatır ve polislere dönerek…)
Abby: Doktor Harper’ı tanıyorsunuz.
Brophy: (Abby’ye dönüp.) Christmas İkramiyesine gereken oyuncaklar için gelmiştik.
Abby: Oh evet.
Harper: Harika bir iş yapıyorsunuz beyler. Yani, yoksul çocuklara Christmas’de dağıtmak üzere kırık oyuncakları onarmakla…
Klein: Karakolda nöbetteyken hiç değilse bir iş yapmış oluyoruz. İnsan iskambil oynamaktan sonra da silahını temizlemekten sıkılıyor, bir de bakıyorsun ki kendini ayağından vurmuşsun. (Klein U.L’yi pencere kenarına doğru çeker.)
Abby: (Teddy’ye doğru yürüyerek.) Teddy, yukarı çık ve Martha Hala’nın odasından şu büyük kutuyu getir. (Teddy merdivenlerden çıkar. Abby Brophy ile konuşur.) Mrs Brophy nasıllar? Ah, Doktor Harper, Mrs Brophy bir süredir çok hasta.
Brophy: (Harper’a dönerek.) Zatürre.
Harper: Üzüldüm.
(Teddy merdivendeki ilk sahanlığa ulaşır ve hayali bir kılıcı havada savurur.)
Teddy: (bağırarak) Hücummm! (Merdivenlerden aşağıya atlar, balkona çıkar. Diğerleri dikkat etmiyormuş gibi davranır.)
Brophy: Şimdi şimdi fena değil hali. Hala biraz güçsüzlük var ama…
Abby: (Mutfağa doğru yönelir.) Ona götürmeniz için size biraz et suyu vereceğim.
Brophy: Eksik olmayın Miss Abby. Zaten şimdiye kadar karım için öyle çok şey yaptınız ki.
Abby: (Mutfak kapısında.) Bu sabah kaynattık et suyunu. Kız kardeşim Martha da zavallı Mr Benitzky’ye biraz götürmek için çıkmıştı evden. Hemen getiriyorum. Siz oturup keyfinize bakın, hepiniz. (Mutfakta uğraşır.)
(Harper yeniden oturur. Brophy diğerlerine dönerek)
Brophy: Bunca zahmete girmesine hiç gerek yoktu.
Klein: Bu iki kız kardeşi güzel bir şey yapmaktan alıkoymaya çalışmak mı? Boşuna gayret. Sizi ciddiye almazlar bile. (Pencerenin altındaki sandığa oturur.)
Harper: Brooklyn’e tayinim çıkıp onlara komşu geldiğimde karımın sağlığı iyi değildi. Öldüğünde ve biraz daha öncesinde, eğer karşılıksız iyilik ve cömertliğin ne demek olduğunu öğrendiysem işte bu iki kızkardeşten öğrendim.
(Bu sırada Teddy elinde bir boruyu öttürerek girer. Hepsi ona bakarlar.)
Brophy: Komutanım, hani bir daha öttürmeyeceğinize söz vermiştiniz.
Teddy: Ama kabineyi acele olarak toplantıya çağırmam gerek, bu malzemelerin derhal boşaltılması lazım. (Çıkar.)
Brophy: Geceyarıları bu işi yapar dururdu. Komşular kıyameti kopardılar. Biraz da çekiniyorlar ondan tabii.
Harper: Kimseye zararı yok aslında.
Klein: Kendini Teddy Roosevelt sanıyor. Bunun halinden bin beterleri var dünyada.
Brophy: Hay Allah, böyle bir aileden bir deli çıkması ne talihsizlik.
Klein: Bunun babası- kızların erkek kardeşi adeta bir dahiydi, öyle değil mi? Ama bakın babalarının; yani Teddy’nin büyükbabasının da çatlak olduğunu duymuştum bir zamanlar.
Brophy: Öyle, öyle. Çılgının tekiymiş. Çok para kazanmış.
Harper: Sahi mi? Burada mı?
Brophy: Evet. İlaç patentinden. Adam, klasik eğitimi olmayıp doktorluk taslayanlardanmış. Evini de klinik gibi kullanırmış. İlaçları gelen hastaların üzerinde denermiş.
Klein: Sık sık da yanlışlıklar yaparmış, tabii.
Brophy: Otopsi işlerinde polislere yardımı dokunduğundan polisle başı hiç belaya girmemiş. Özellikle zehirlenme vakalarında çok yardımı dokunurmuş.
Klein: Kazandıklarıyla kızlarına rahat bir yaşam sağlamış, çok şükür Tanrı’ya.
Brophy: Ama tek bir kuruşu bile kendileri için harcamazlar.
Harper: Bilmez miyim? Yaptıkları yardımlara bizzat tanık olmuşumdur.
Klein: Onda birini bile bilemezsiniz. Kayıp İnsanlar Bürosu’nda çalışırken, yaşlı bir adamın izini sürüyordum. Adam, sanki yer yarıldı içine girdi. (Ayağa kalkar.) Bu evin bir kiralama bürosunda mobilyalı oda veren bir yer olarak kayıtlı olduğunu biliyor musunuz? Aslında oda filan kiraya verdikleri yok. Yatacak yeri olmayan kim gelse, sıcak bir yemekle karnını doyurup, cebine de üç beş kuruş para koyup yollarlar.
Brophy: Melek gibi insanlar.
(Kapı açılır. Martha Brewster içeri girer. Viktorian (19 yy.’ın şaşaalı, süslü tarzı) cazibesi taşıyan tatlı, yaşlı bir kadındır. Modası geçmiş giysiler içinde; boynunda ensesini örten kocaman bir dantel yaka/ şal vardır. Tüm erkekler ayağa kalkar.)
Martha: (Kapıda) A, şimdi bu hoş değil mi?
Brophy: (Martha’ya doğru) İyi günler, Miss Brewster.
Klein: Nasılsınız, Miss Brewster. Christmas oyuncaklarını almak için uğramıştık.
Martha: Ah, evet, Teddy’nin ordusu ve donanması. Eski şeyler. Hepsi paketlendi. (Merdivenlere doğru döner. Brophy onu durdurur.)
Brophy: General onları getirmek için yukarı çıktı. Anlaşılan kabinenin okey vermesi gerekiyor.
Martha: Doğru. İnşallah Mrs Brophy iyidir?
Brophy: Fena değil, efendim. Kız kardeşiniz ona götürmem için çorba hazırlıyor.
Martha: A evet. Bu sabah pişirmiştik. Ben de bugün birkaç kemiğini kırmış zavallı bir adamcağıza götürdüm çorbadan.
(Abby mutfaktan elinde bir tasla gelir.)
Abby: Demek döndün Martha. Mr Benitzky nasıl?
Martha: Korkarım ki durum ciddi hayatım. Doktor da ordaydı. Sabaha ayağını keseceklermiş.
Abby: (Umut ederek) Biz de bulunacak mıyız?
Martha: (Düş kırıklığına uğramış) Hayır. Teklif ettim ama hastane kurallarına aykırı olduğunu söyledi.
(Teddy elinde büyük bir kutu ile içeri girer, kutuyu taburenin üstüne koyar. Şapkasını masaya koyar.)
Harper: Her tarafa da yetişemezsiniz- ayrıca kendinizi bu kadar yormamalısınız.
Abby: (Brophy’ye) İşte et suyu Mr Brophy. Sıcacık ve nefis bir etsuyu.
Brophy: Tabii ki efendim.
Klein: Harika oldu bu. Çocuklar sevinecekler. (Bir oyuncak asker çıkarır.) Afacan O’Malley askerlere bayılır.
Teddy: Bu General Miles. Onu emekliye ayırdım. (Klein gemiyi kaldırır.) Bu ne? Oregon Gemisi mi?
Martha: Teddy, yerine koy onu yavrum.
Teddy: Ama Oregon Avustralya’ya gidiyor.
Abby: Hadi ama Teddy.
Teddy: Hayır, ben Bob Evans’a söz verdim.
Martha: Olmaz Teddy.
Klein: Çocuklar için ister Bobby Evans olmuş, ister Izzy Cohen, ne fark eder? Haydi, biz yola çıkalım artık. Çok teşekkürler efendim.
Abby: Bir şey değil. (Polisler kapıda durup Teddy’yi selamlarlar ve çıkarlar. Abby konuşarak kapıyı kapatır. Teddy yukarı çıkar.) Güle güle gidin.
Harper: (Kanepeye yürür ve şapkayı alır.) Ben de eve gideyim artık.
Abby: Siz gitmeden Doktor Harper-
(Teddy sahanlığa varmıştır.)
Teddy: HÜCUM! Beton sığınağa hücum!
Harper: Beton sığınak mı?
Martha: Merdivenler hep San Juan Tepesi’dir.
Harper: Onu Teddy Roosevelt olmadığına dair ikna etmeyi denediniz mi hiç?
Abby: Hayır, hiç.
Martha: Teddy Roosevelt olmaktan memnun.
Abby: Sadece bir kez o da kaç yıl önceydi, hatırlıyor musun Martha? Acaba dedik, George Washington olsa; hani bir değişiklik olarak…
Martha: Yaa, yaaa, çekmişti yorganı kafasına ve günlerce kimse olmadan yatmıştı.
Abby: Biz de, aman dedik, varsın Mr. Roosevelt olsun, hiç kimse olmamaktan iyidir.
Harper: İyi o zaman, madem o mutlu; daha da önemlisi siz mutlusunuz. (Cebinden bir kağıt çıkardı.) Görürsünüz bunları imzalayacaktır.
Martha: Onlar nedir?
Abby: Biz göçüp gittikten sonra Teddy’nin Happy Dale Sanatoryum’una yerleşmesi için gerekli ayarlamaları yaptı sağolsun Doktor Harper.
Martha: Peki Teddy’nin bunları şimdiden imzalaması neden gerekiyor?
Harper: Her şeyi şimdiden ayarlamakta yarar var. Allah gecinden versin, eğer size bir şey olursa bizler Teddy’yi ikna edemeyiz ki bu da bir yığın tatsız yasal işlem anlamına geliyor. Bu nedenle, Mr.Witherspoon, Allah gecinden versin, bu zaman gelene kadar bunların dosyalanması gerektiğini düşünüyor.
Martha: Mr.Witherspoon’da kim?
Harper: Happy Dale’in denetçisi.
Abby (Martha’ya): Dr.Harper birkaç gün içinde Teddy’yi görmek için gelebileceğini söyledi.
Harper (R kapısına gidip onu açarak): Ben en iyisi kaçayım yoksa Elaine meraklanacak.
(Abby kapıya doğru yönelerek, arkasından seslenir.)
Abby: Elaine’i bizim için öpün ve Mr. Harper lütfen Mortimer tiyatro eleştirmeni olduğu için onun hakkında kötü düşünmeyin. Birilerinin bu tür işleri yapması gerekiyor öyle değil mi?
(Abby kapıyı kapatır ve içeri girer.)
(Martha yandaki dolaba, resmi evrağı koyar, o sırada masanın üstündeki çaydanlığı fark eder.)
Martha: Abbycim çay mı içtin? Geç değil mi sence de?
Abby: (Sır açıklar gibi) Evet ve akşam yemeği de biraz geçe kalacak.
(Teddy balkonda gözükür ve aşağı iner.)
Martha: Nedenmiş canım?
Abby: Teddy! Sana güzel haberlerim var canım. Panama’ya gidiyorsun ve kanal için bir çukur daha kazıyorsun canım.
Teddy: Yaşasın! Harika! Gerçekten harika! Çok sevindim! Ben en iyisi yolculuk için hazırlanayım, (Teddy döner ve yukarı doğru çıkar sonra geri döner ve Hücum diye bağırıp tekrar çıkar.)
Martha: Abby! Ben dışarıdayken mi oldu?
Abby: (Martha’nın elinden tutarak) Evet canım. Seni bekleyemedim maalesef. Ne zaman döneceğini bilmiyordum, üstelik Dr.Harper da gelecekti.
Martha: Her şeyi tek başına mı?
Abby: AA! Merak etme, gayet iyi hallettim.
Martha: Ay, ben aşağı gidip bir bakayım. (Mutlu bir şekilde kilere yönelir.)
Abby: Oh, hayır, zaman yoktu, üstelik tek başımaydım.
(Martha mutfağa doğru bakınır.)
Martha: EEE?
Abby: Marthacım pencere altındaki sandığa bak.
(Martha oraya doğru yönelirken R kapısı çalınır, ikisi de bakar, Abby bakmaya gider, Elaine Harper girer, Elaine 20’li yaşlarında çekici bir kızdır, bir papazın kızına göre oldukça alımlı gözükür.)
Abby: Ah Elainemiş, gel canım!
(Elaine C’yi geçer, Abby kapıyı kapatır ve C’ye geçer.)
Elaine: Merhaba Miss Abby, merhaba Miss Martha. Babam burada sanıyordum.
Martha: Ah şimdi çıktı canım, hayret karşılaşmadınız mı?
Elaine: (L duvarındaki camı göstererek) Hayır, ben mezarlıktan geçerek kestirmeden geldim. Mortimer daha gelmedi mi?
Abby: Hayır canım.
Elaine: Hmm benimle burada buluşmak istediğini söyledi, beklesem bir mahsuru olur mu?
Martha: Hayır canım neden olsun.
Abby: Otursana şekerim.
Martha: Ama biz Mortimer’la, sana bu yaptığı hakkında konuşmak zorundayız Elaine’cim.
Elaine: (R sandalyesine oturarak) Bana yaptığı ne hakkında konuşacaksınız Miss Martha?
Martha: Bunları gayet iyi bilen biri olarak yetiştirildi. Eğer bir beyefendi bir bayanla buluşmak istiyorsa onu evinden almalı.
Elaine: Erkekleri kilisenin lojmanında yaşayan bir bayanı almaktan çekindiren bir şeyler var sanıyorum.
Abby: Yok, yok, o bunu hep yapıyor, biz onunla bu konuda konuşacağız.
Elaine: Ah lütfen yapmayın, benimle çıkmak için dini toplantılardan başka bir eğlence düşünemeyen onca erkekten sonra biriyle bir gece tiyatroya gitmek harika bir şey doğrusu.
Martha: Bizim için de öyle canım. Mortimer bu oyunları görmek zorundaysa görmeli, ama en azından yanında bir rahibin kızının olması bizi rahatlatıyor.
(Abby, masanın ucuna gider, çaydanlığı ve bardakları tepsiye koymaya başlar diğerleri de yardım eder.)
Abby: Tanrım! Elaine, şimdi sen bu saate kadar bunları toplamadığımız için kim bilir hakkımızda ne düşüneceksin? (Mutfağa doğru gider.)
Martha: (Abby çıkarken.) Abbycim, Mortimer gelene kadar lütfen bir şey yapma mutfakta, o gelince beraber yaparız. (Elaine’e) Mortimer neredeyse burada olur canım.
Elaine: Evet. Babam beni evde göremediğine şaşırmış olmalı. Ben en iyisi eve gidip ona iyi geceler dileyim. (R kapısına yürür.)
Martha: Hmm, evet rastlaşmamanız ne yazık!
Elaine: (Kapıyı açarak.) Eğer Mortimer gelirse ona birazdan burada olacağımı söylersiniz. (Kapıyı açınca, Mortimer karşısındadır.) Merhaba, Mortimer.
(Mortimer içeri girer.)
Mortimer: Selam Elaine, (Elaine’i okşar, sonra Martha’ya sarılır.) Selam Martha hala.
(Martha mutfağa doğru yönelirken bağırır.)
Martha: Abby, geldi geldi!
(Elaine yavaşça kapıyı kapar.)
Mortimer: (R’ye dönerek.) Bir yere mi gidiyordun canım?
Elain: Evet, hemen babama gidip ona beni beklememesini söyleyecektim.
Mortimer: Brooklyn’de bile bunun hala yapıldığını bilmiyordum doğrusu.(Şapkasını sehpaya atar.)
(Halalar girer.)
Abby: Merhaba Mortimer.
Mortimer: (Sarılır ve öper.) Selam Abby Hala.
Abby: Nasılmış benim canım yeğenim?
Mortimer: İyi, iyi gayet iyi. Sen de iyi görünüyorsun. Dünden beri hiç değişmemişsin.
Abby: Ah o dündü değil mi? Bu aralar seni çok görüyoruz Mortimer’cim. (Masadaki sandalyeye oturur.) Gel otur canım sen de!
Martha: (Martha onun oturmasını engeller.) Abby’cim senin mutfakta yapacak bir işin yok muydu?
Abby: Efendim?
Martha: Çay filan demek istedim.
Abby: (Mortimer ile Elaine’i konuşurken görünce) Ah , evet tabi ya. Çay şeyleri. (Mutfağa yönelir.) Siz kendinizi evinizde gibi hissedin canlarım ama….
Martha: Evinizde gibi evinizde gibi.
(Halalar mutfağa gider.)
Elaine: Demek istediklerini anladın değil mi?
Mortimer: Biraz fazla açıktı doğrusu, yaratıcılıktan oldukça uzaktı maalesef.
Elaine: Evet, eminim sen de aynı şeyleri söylerdin.
Mortimer: (ceplerini karıştırırken) Bu akşam nereye gitmek istiyorsun?
Elaine: (El aynasını çıkarır.) Fark etmez. Ben aç değilim Mortimer.
Mortimer: Ben kahvaltıylayım. İyi o zaman oyundan sonra yeriz olur mu?
Elaine: O da çok geç olmaz mı Mortimer?
Mortimer: Hayır, bu akşamki oyun tamamı seyredilecek bir şey değil, 10 gibi Blake’in Yeri’nde oluruz.
Elaine: Oyunlara karşı adil olmalısın Mortimer!
Mortimer: Elaine o oyunlar bana karşı adil oluyorlar mı peki?
Elaine: Hiçbir müzikalden erken çıktığını görmemiştim!
Mortimer: Bugünkü müzikal değil bir tanem!
Elaine: (Hayal kırıklığı) Değil mi?
Mortimer: Hayatım artık şu kuralları öğrenmen lazım. Müzikallerde 4 başlık değişimi ve 3 sona ekleme vardır. New Haven’dakini beğendiler ama üstünde biraz daha çalışmak ister.
Elaine: Ben müzikal seyredeceğiz diye umutlanmıştım ama.
Mortimer: Bakıyorum sadece hafif oyunları seviyorsun.
Elaine: Hiç de bile, müzikal istiyordum çünkü müzikaller nedense seni insanlaştırıyor. (Mortimer bir bakış atar.) Ciddi oyunlardan sonra trene binip sefil olurken, müzikallerden sonra beni eve taksiyle bırakıyorsun; hatta bana güzel şeyler söylüyorsun.
Mortimer: Dur bakalım aşkım, doğru değil bu tesbitin.
Elaine: Behrman seyrettikten sonra bana otantik bir güzellik olduğumu söylemiştin, Mortimer- ki bir kıza söylenecek en son şey! Ama müzikalden çıktığımızda çok güzel bacaklarım olduğunu söyledin, e gerçekten de öyleler.
(Mortimer bacaklarına bakar ve onu öper.)
Mortimer: Bakıyorum bir rahip kızına göre hayat hakkında epeyce bilgin var. Nerede öğrendin bakalım bütün bunları?
Elaine: Kilise korosunda!
Mortimer: Hatırlat da sana bir ara din ile erotizm arasındaki o ince bağlantıyı anlatayım.
Elaine: Din, kilise korosunda en yüksek mertebesine ulaşır, din demişken ben en iyisi gidip babama haber vereyim.
Mortimer: Hala anlamıyorum.
Elaine:Neyi?
Mortimer: Brooklyn’li bir kıza aşık oluşumu.
Elaine: Aşık oluşunu mu?
Mortimer: Kendime saygımı yeniden kazanmamın tek yolu seni New York’ta tutmak.
Elaine: (Ona doğru birkaç adım atar.) Tutmak mı dedin?
Mortimer: Hayır, hayır. Ben bundan yasalara direniyorsun sonucunu çıkardım.
Elaine: Birkaç yıl daha cici kız olarak kalabilirim.
Mortimer: (Kıza sarılır.) Ama ben daha fazla bekleyemeyeceğim. Nerede çabucak evlenebiliriz, söyle, bu gece olur mu?
Elaine: Korkarım babam töreni yönetmekte ısrar edecek.
Mortimer: Aman Allahım. Bahse girerim baban düğün törenini yavanlaştıracaktır.
Elaine: Peki senin bir yazı hazırlama ihtimalin olabilir mi?
Mortimer: Bağışla, aşkım. Bu mesleki bir hastalıktır. (Kız sevgiyle gülümser ve ona doğru yürür. Kendilerinden geçerek sarılıp öpüşürler.)
Elaine: Bak sevgilim, beni bu kadar çok seviyormuşsun gibi yapma!
Mortimer: ( Kıza nazik bir çapkınlıkla bakar.) Babana bu gece seni beklememesini söylemeyi unutma.
Elaine: Galiba ben beklemesini söylesem daha iyi olacak.
Mortimer: Winchell’e nikah ilamını asması için telefon açacağım.
Eleine: Yine de-
Mortimer: Pekala, her şey resmi ve yasal olacak ama gelecek ayı geçmeyecek.
Elaine: (Kollarına koşar.) Sevgilim! Babamla konuşup tarihi belirleyeceğim.
Mortimer: Provada neler olduğunu görmemiz gerek. Ekim’de pek çok ilk gece olacak.
(Teddy balkondan iner; üstünde tropik havada giysiler ve yazlık şapkayla aşağı iner. Mortimer’i görünce elini sıkar.)
Teddy: Merhaba Mortimer.
Mortimer: Nasılsınız Sayın Başkan?
Teddy: Harika, teşekkür ederim, harika! Bana ne haberler getirdin?
Mortimer: Sadece şunu, Sayın Başkan. Ülke, tamamen arkanızda.
Teddy: ( Gözleri parlayarak.) Evet biliyorum. Harika bir şey bu, değil mi? (Tekrar Mortimer’in elini sıkar.) Haydi, hoşça kalın. (Elaine’in yanına gidip elini sıkar.) Hoşça kalın.
Elaine: Yolculuk nereye Teddy?
Teddy: Panama’ya. (Kiler kapısından girer, kapıyı kapatır.) Elaine, Mortimer’e ne oluyor gibilerden bakar.)
Mortimer: Kiler Panama oluyor. Oradan bir kanal kazıyor.
Elaine: Ona karşı çok şekersin. O da seni seviyor.
Mortimer: Teddy benim hep en gözde kardeşimdi.
Elaine: En sevdiğin kardeşin mi? Başka kardeşlerin de mi vardı?
Mortimer: Bir erkek kardeşim daha var; Jonathan.
Elaine: Aaa, bak bunu bilmiyordum. Halaların hiç söz etmediler ondan.
Mortimer: Jonathan hakkında konuşmaktan pek hoşlanmayız. Brooklyn’ı terk edeli çok oldu. Öyle gerekti. Jonathan solucanları ikiye ayırmaktan hoşlanan tipte bir çocuktu; dişleriyle.
Elaine: Peki ne yapıyor şimdi?
Mortimer: Bilmiyorum. Büyükbabam gibi bir cerrah olmak isterdi ama tıp fakültesine gitmedi ve uğraştığı şeyler başını derde soktu.
(Abby mutfaktan gelir.)
Abby: Siz tiyatroya geç kalmadınız mı?
Mortimer: Yemek yemeyeceğiz. Yarım saatten önce çıkmamız gerekmiyor.
Abby: O halde ben sizi yalnız bırakayım.
Elaine: Canını sıkma sevgilim. Ben babamla konuşmaya gidiyorum. Senle çıkmadan önce babam benimle birazcık dua etmeyi sever. Hemen dönerim. Mezarlıktan geçerek kestirmeden gideceğim.
Mortimer: Eğer dua çok uzamazsa, seni arı suların başında gezdirecek zamanım olur.
(Elaine güler ve çıkar. Mortimer kapıyı kapatır.)
Abby: Mortimer, ilk defa İncil’den bir söz söylediğini işittim. Bu Eleine’in senin üstünde çok hoş bir etkisi oldu doğrusu.
Mortimer: Bak aklıma gelmişken… Biz evleniyoruz.
Abby: Ne diyorsun, yavrum? (Gidip ona sarılır.) Martha, Martha. Çabuk gel. Sana harika bir haberim var. Mortimer ve Elaine evleniyorlar.
Martha: Evleniyorlar mı?
Abby: Biz bunun böyle olacağını zaten umuyorduk.
Martha: Eh artık Elaine dünyanın en mutlu kızı olmalı.
Mortimer: Mutlu mu? Baksanıza mezar taşlarının üstünde nasıl da seke seke gidiyor! (Pencereden bakarken birden dikkatine bir şey çeker.) Aaa, bu da ne böyle?
Martha: Ne ne, canım?
Mortimer: Ordaki heykeli görüyor musun? Bu bir Horundinina Carmina.
Martha: Hayır canım, bu Emma B. Stout’un cennete yükselişi.
Mortimer: Oh hayır. Mrs Stout’un sol kulağına konmuş. Şu kuş! Kırmızı tüylü bir güvercin. Şimdiye kadar sadece tek bir kere görmüştüm.
Abby: Hayret doğrusu, nasıl oluyor da bir kuşu düşünüyorsun şimdi; Elaine, nişan ve onca şey varken!
Mortimer: Nesli tükenmekte olan bir tür bu. Thoreau bunlara bayılırdı. Hıı, sahi ben buralara geçen hafta büyücek bir zarf bırakmıştım. Thoreau hakkında yazdığım kitabın bir bölümü vardı içinde. Gördünüz mü?
Martha: Eğer buraya bıraktıysan burada olmalı.
Abby: Ne zaman evleneceksiniz? Planlarınız ne? Bize Elaine hakkında anlatacak şeylerin vardır herhalde.
Mortimer: Elaine mı? Oh, evet, Elaine onun müthiş bir şey olduğunu düşünüyor.
Martha: Neyin?
Mortimer: Benim Thoreau bölümümün. (R çekmecesinde bir tomar kağıt bulur, onları masaya götürür ve göz atar.)
Abby: Elaine gelince şöyle güzel bir kutlama yapsak iyi ederiz. Mutluluğunuza kadeh kaldırmalıyız. Martha, bizde hiç Bayan Maltimore keklerinden kaldı mı?
Martha: Oh, evet.
Abby: Ben de bir şişe şarap açacağım.
Martha: Oh, ve bu odanın içinde olduğunu düşüneceksin-
Mortimer: Şimdi bunu nereye koysam iyi olur?
Abby: Bu gece yanında nişanlın otururken oyundan daha fazla zevk alacağını umuyorum. Romantik olacak. Adı ne oyunun?
Mortimer: Cinayet Ortaya Çıkıyor./ ‘Murder Will Out’
Abby: Aman Allahım! (Mortimer konuşmayı sürdürürken Abby mutfağa doğru gözden kaybolur.)
Mortimer: Perde kalktığında göreceğiniz ilk şey bir ceset olacak. Abby Hala!
Abby: Efendim canım?
Mortimer: Siz Teddy’nin hani o sanatoryuma, Happy Dale’e gitmesi için bir ayarlama yapıyordunuz.
Abby: Evet canım. Her şey ayarlandı. Bugün Doktor Harper buradaydı ve Teddy’nin imzalaması için evrağı getirdi. İşte burada.
(Mortimer kağıtları ondan alır.)
Mortimer: Bunları bir an önce imzalaması şart.
Abby: Doktor Harper’ın da düşündüğü bu. Böylelikle biz vefat ettikten sonra her hangi bir yasal sorun çıkmayacak.
Mortimer: Bunları hemen şimdi imzalaması gerek. Aşağıda, kilerde. Hadi hemen getirin onu buraya.
Martha: Bu kadar da acelesi yok canım!
Abby: Olmaz şimdi. Teddy, kanal işine başlayınca aklını başka bir şeye vermek imkansızdır.
Mortimer: Teddy Happy Dale’e hemen şimdi gitmek zorunda, bu gece.
Martha: Oh, hayır canım, biz daha ölmedik.
Mortimer: Ben hemen diyorum, hemen!
Abby: (Mortimer’e dönerek.) Neden, Mortimer, nasıl böyle bir şey söyleyebiliyorsun? Yaşadığımız sürece biz asla Teddy’den ayrılmayacağız.
Mortimer: (Sakin olmaya gayret ederek.) Bakın canlarım, çok üzgünüm ama size tatsız haberlerim var. Şimdi hepimizin aklımızı başımıza alma zamanı. Biz hepimiz Teddy’nin zararsız olduğunu düşünüp onun suyuna gittik.
Martha: Zararsız zaten.
Mortimer: Zararsızdı. Bunun için Happy Dale’e gitmek zorunda. Kapalı tutulmalı.
Abby: (Mortimer’e doğru adım atar.) Mortimer, neden böyle birden Teddy’ye cephe aldın? Kendi öz kardeşine?
Mortimer: Nasılsa bir gün öğreneceksiniz. Varsın şimdi öğrenin. Teddy- bir adamı öldürdü.
Martha: Saçma, yavrucum.
(Mortimer ayağa kalkar ve pencerenin altını gösterir.)
Mortimer: Pencerenin altındaki sandıkta bir ceset var!
Abby: Evet canım, biliyoruz.
Mortimer: Biliyor musunuz?
Martha: Tabii ki biliyoruz, tatlım ama bunun Teddy ile bir ilgisi yok ki!
Abby: Hadi bakalım Mortimer; unut gitsin bunu. Gördüğün şeyleri unut bakalım beyefendiciğim.
Mortimer: Unutmak mı?
Abby: Senin bu işi didikleyeceğini hayal bile etmemiştik.
Mortimer: Peki kim bu adam?
Abby: Adı Hoskins- Adam Hoskins. Bildiğim tek şey bu; Methodist olması dışında.
Mortimer: Bütün bildiğiniz bu mu? Peki, burada ne işi vardı? Adama ne oldu?
Martha: Öldü.
Mortimer: Martha Hala, insanlar pencere altına girip ölmezler.
Abby: (Aptal çocuk.) Yok, önce öldü.
Mortimer: Nasıl yani?
Abby: Oh, Mortimer, bu kadar meraklı olma. Beyefendi içinde zehir olan likörü içtiği için öldü.
Mortimer: Zehir likörün içine nasıl girdi?
Martha: Daha az fark edilebildiği için liköre koyduk- çaya koyunca belirgin bir kokusu oluyor.
Mortimer: Liköre onu siz mi koydunuz???
Abby: Evet. Mr Hoskins’i sandığa da ben koydum çünkü Doktor Harper gelmek üzereydi.
Mortimer: O halde yaptığınızın ne olduğunu biliyorsunuz. Doktor Harper’ın cesedi görmesini istemediniz.
Abby: İyi ama çayla değil- bu pek hoş olmazdı. Bak Mortimer, artık her şeyi biliyorsun; unut bunu, gitsin. Ben Martha’yı da düşünmek zorundayım ve benim de ufak tefek sırlara hakkım var.
Martha: Elaine’e söyleme. Oh Abby, dışarı çıkmışken Mrs Schultz’a uğramıştım. Daha iyi ama bizim Junior’ı yine sinemaya götürmemizi arzu ediyor.
Abby: Tamam, bunu yarın ya da gelecek hafta yapmalıyız.
Martha: Ama bu defa bizim istediğimize gidelim. O korkunç filmlerine beni sürükleyemeyecek artık.
Mortimer: (Gözü telefona ilişir, bir numara çevirir. Telefona.) Şehir bürosu mu? (Sessizlik.) Alo, Al. Tanıdın mı? (Sessizlik.) doğru. Söyle Al, ben ofisten çıkarken sana nereye gittiğimi söylemiştim, hatırladın mı? Tamam, nereye demiştim? (Sessizlik.) Uh- huh. Benim Brooklyn’a gelmem yarım saatimi aldı. Senin saatin kaç şu an? (Kendi saatine bakar.) Doğru. Burada olmak zorundayım. (Telefonu kapatır, bir an oturur sonra aniden tabureden iner mutfağa doğru.) Abby Hala! Martha Hala. Buraya gelin! (Martha’nın elinde tepsi, tabaklar, fincanlar, fincan altları ve çorba kaseleri vardır.) Ne yapacağız? Ne yapacağız?
Martha: Neyi ne yapacağız, canım?
Mortimer: (Pencereyi göstererek.) Burada bir ceset var.
Abby: Evet- Mr Hoskins.
Mortimer: Hay Allahım, sizi polise veremeyeceğime göre? Ne yapmam gerekiyor şimdi?
Martha: Bi defa, canım, heyecanlanmayı bırak.
Abby: Ve Tanrı aşkına endişelenmeyi de bırak. Biz sana her şeyi unut demedik mi?
Mortimer: Unutmak mı? Sevgili halacığım, mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğine sizi inandıramayacak mıyım?
Abby: Kendine gel artık Mortimer. Kocaman adamsın.
Mortimer: Ama Mr Hotchkiss-
Abby: Hoskins, canım.
Mortimer: Adı her neyse, onu orada bırakamazsınız.
Martha: Buna niyetimiz yok zaten.
Abby: Teddy aşağıda mezarı kazıyor.
Mortimer: Yani onu kilere mi gömeceksiniz?
Martha: Evet, şekerim. Diğerlerini öyle yapmıştık.
Mortimer: Hayır, olamaz. Oraya gömemezsiniz. Hay Allah, diğerleri mi?
Abby: Diğer beyefendiler.
Mortimer: Yani, diğerleri deyince- diğerleri mi demek istediniz? Başkaları da var, öyle mi?
Martha: Evet canım. Dur bakayım, bu on birinci, değil mi Abby?
Abby: Hayır canım, esasında on ikinci.
Martha: Galiba yanılıyorsun Abbycim. Bununla on bir etti.
Abby: Hayır canım, çünkü Mr Hoskins buraya geldiğinde çift sayıyı bulduk diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Martha: Ama ilki saymaman gerekiyor.
Abby: Ben onu da saymıştım. Onunla on iki yapıyor.
(Telefon çalar. Ahizeyi kaldırmadan konuşur.)
Mortimer: Merhaba. (Ahizeyi kaldırır.) Merhaba, selam Al. Sesini duymak ne güzel!
Abby: Aman her neyse işte. Hepsi de kilerde.
Mortimer: (Halalarına.) Şşşşş! (Telefona) Al, biraz tuhaf durumdayım. Seni aradım çünkü kendimi bir parça Pirandello (yazar) gibi hissediyorum. Piran- ha tanımıyor musun? İyi ki aradın. Bak, bu gece George’u yolla. Oyunun kritiğini o yapsın. Ben yapamayacağım. Hayır, Al, yanılıyorsun. Yarın sana her şeyi açıklarım. Bak, bu gece oyuna mutlaka George gitmeli. Bu benim şubem, burayı ben idare ediyorum. Derhal George’u ara. (Telefonu kapatır ve oturur. Kendin toparlamaya çalışır.)Nerde kalmıştık? ON İKİ.
Martha: Evet, Abby ilkini de saymamız gerektiğini düşünüyor ki onla on iki ediyor.
Mortimer: Peki, söyleyin şimdi, birinci kimdi?
Abby: Mr Midgely, bir vaftiz görevlisi.
Martha: Onun ölümünde katkımız tam olarak var mı pek emin değilim.
Abby: Martha bizim yardımımızın pek olmadığını kastediyor. Mr Midgely buraya oda aramaya gelmişti.
Martha: Sen New York’a taşındıktan hemen sonraydı.
Abby: İhtiyacı olan onca insan varken bu kadar güzel bir odayı kullanmamak yazık olacaktı.
Martha: Tek başına yaşlı bir adamcağızdı.
Abby: Bütün yakınları, akrabaları ölmüş ve bu durum onu perişan ve mutsuz etmişti.
Martha: Haline çok üzüldük.
Abby: Ve sonra kalp krizi de gelince- şu sandalyede şıppadanak öldü; nasıl huzur içinde, hatırlıyor musun Martha? O an kararımızı verdik; böyle yaşlı ve bedbaht adamları huzura kavuşturamaz mıyız, kavuştururuz.
Mortimer: Şu sandalyede öldü yani adamcağız, öyle mi? Ne feci sizin için.
Martha: Yo, yo, canım. Tıpkı eski zamanlardaki gibi. Büyükbabanın el altında daima bir iki kadavrası olurdu. Teddy de o sırada Panama’yı kazıyordu ve Mr. Midgely’nin Sarı Humma (güncelleştirirseniz; Kırım Kongo kanamalı virüs taşıyan kene) kurbanı olduğunu zannetti.
Abby: Bu da derhal gömülmesi gerektiği anlamına geliyor.
Martha: Onun için hep beraber cesedi Panama’ya taşıyıp mezara koyduk. Sana endişe etmene gerek yok dememizin de nedeni bu zaten; gördüğün gibi neyi nasıl yapacağımızı biliyoruz.
Mortimer: Demek her şey böyle başladı. Adam buraya yürüyerek giriyor ve ölüyor.
Abby: Hep de böyle olmasını bekleyemezdik tabii ki.
Martha: Büyükbabanın laboratuvarındaki raflarda duran zehir kavanozlarını hatırlıyorsun, değil mi?
Abby: Martha Halanın bir şeyleri karıştırmaktaki marifetini de bilirsin. Onun tatlılarını az yemedin.
Martha: Bir şarap fıçısına bir tatlı kaşığı arsenik, yarım tatlı kaşığı striknin ve bir tutam siyanür.
Mortimer: Doğru tahtalı köye!
Abby: Evet. Aslına bakarsan, bir tanesi ‘OOOO çok da nefismiş!’ demeye zaman bulabilmişti.
Martha: Ben mutfağa gidip yemek hazırlığına başlayayım.
Abby: Yemeğe kalmaz mısın, şekerim?
Martha: Yeni bir tarif deneyeceğim.
Mortimer: Ben almayayım.
Abby: Gelip sana yardım edeyim kardeşim. Vallahi kendimi çok daha iyi hissediyorum bu aralar. Oh, sen Elaine’i beklemek zorundasın, değil mi? Ne kadar mesut olmalısın. Hadi canım, seni düşüncelerinle baş başa bırakayım.
(Mortimer pencere altını açar, içeriye bakar ve cesedi görür. Sonra kapatır ve masadaki su bardağını görerek alır. Tam içecekken zehiri hatırlayıp bırakır. O sırada Elaine girer.)
Mortimer: Sen misin?
Elaine: Gücenmedin değil mi canım? Babam heyecanımı fark etti bu yüzden ona bizden bahsettim. Dinle sevgilim, bu gece beni beklemeyecek.
Mortimer: (Pencereye bakarak) Sen doğru eve git sevgilim. Ben seni yarın ararım.
Elaine: Yarın mı?
Mortimer: Biliyorsun ki seni her gün ya da gün aşırı ararım.
Elaine: Ama hani bu gece tiyatroya gidecektik.
Mortimer: Hayır, bu gece gitmiyoruz.
Elaine: İyi ama neden?
Mortimer: Elaine, bazı gelişmeler oldu.
Elaine: Ne oldu sevgilim? Mortimer yoksa işini mi kaybettin?
Mortimer: Hayır. Hayır, işimi kaybetmedim. Sadece bu gece oyun izleyemeyeceğim. Hadi sen eve dön.
Elaine: Ama ne olduğunu bilmek benim de hakkım. Hadi söyle, canım.
Mortimer: Olmaz sevgilim.
Elaine: Ama eğer evleneceksek?
Mortimer: Evleneceksek mi?
Elaine: Daha on beş dakika önce bana evlenme teklif ettiğini unuttun mu yoksa?
Mortimer: Etmiş miydim? Oh, evet. Bildiğim kadarıyla bu hala geçerli. Şimdi hadi sen eve dön, Elaine. Benim yapmam gereken bir şey var.
Elaine: Bak, bana bir dakika önce evlenme teklif edip hemen sonra kapı dışarı edemezsin.
Mortimer: Ben seni kapı dışarı etmiyorum, sevgilim. Şimdi lütfen gider misin?
Elaine: Hayır, gitmeyeceğim. Bana bir açıklama yapana kadar gitmiyorum.
Mortimer: Elaine. (Telefona gider; Elaine de peşinden sürükleyerek.) Alo, merhaba Al, merhaba. Bir dakika bekle, tamam mı? Bekle. (telefonu sehpaya koyar. Elaine’in çantasını masadan alır, kadına verir. Elinden tutup onu kapıya götürür. Kapıyı açar.) Bak Elaine, sen çok tatlı bir kızsın ve ben seni seviyorum. Ama şu anda aklımda bir iş var ve senin eve gitmeni istiyorum. Ben seni arayıncaya kadar bekle.
Elaine: Böyle hükmedici davranma.
Mortimer: Evlendiğimizde ve başımda bir dert olduğunda umarım daha az bıktırıcı ve can sıkıcı olursun.
Elaine: Ve evlendiğimizde- tabii evleneceksek- umarım daha uygun davranırsın. (Çıkar. Sonra kadının arkasından balkona koşar ve bağırır.)
Mortimer: Elaine, Elaine! ( telefonu hatırlar.) Alo, Al, alo, alo. (Tekrar telefonu çevirir. O sırada kapı çalar. Telefonun sesi sanır. Abby mutfaktan çıkar.) alo, alo, Al?
Abby: Çalan kapı zili, canım, telefon değil. (Mr. Gibbs içeri girer.) Nasılsınız? Buyurun.
Gibbs: Kiralık odanız varmış.
(Martha içeri girer.)
Abby: Evet. İçeri girmez miydiniz?
Gibbs: Ev sahibi siz misiniz?
Abby: Evet. Ben Miss Brewster’ım. Bu da kız kardeşim, yani diğer Miss Brewster.
Gibbs: Benim adım Gibbs.
Abby: Oturmaz mıydınız? Kusura bakmayın, akşam yemeği için masa kuruyorduk.
Mortimer: Alo, Al ile tekrar konuşmak istiyorum, şehir bürosu. AL, ŞEHİR BÜROSU! NE! Özür dilerim, yanlış numara. (Telefonu kapatır.)
Gibbs: Odayı görebilir miyim?
Martha: Birkaç dakika oturmaz mısınız; hem tanışmış oluruz.
Gibbs: Odayı beğenmezsem uygun olmaz.
Abby: Buralı mısınız?
Gibbs: Evim yok. Otelde yaşıyorum. Ama memnun değilim.
Mortimer: Alo, şehir bürosu mu?
Martha: Aileniz de burada mı yaşıyor?
Gibbs: Kimsem yok.
Abby: Yani dünyada yapayalnız mısınız?
Gibbs: Yaa.
Abby: Peki, Martha. Gelebileceğiniz en doğru eve geldiniz. Buyurun oturun lütfen.
Mortimer: Alo, Al? Gitti. Hat kesildi. Al, bu gece oyuna gelemeyeceğim. Yapacak bir şey yok, gelemeyeceğim.
Martha: Hangi kiliseye gidiyorsunuz? Hemen yan tarafımızda bir Episcopal kilisesi var.
Gibbs: Ben Presbyterian’ım. Yani, eskiden.
Mortimer: (Telefonda) George’un Bermuda’da ne işi var Allahaşkına? (Ayağa kalkar ve yüksek sesle) Doğru ya, ona Bermuda’ya gitmesini söyleyen bendim, ne de olsa benim şubem, değil mi? Peki ama mutlaka yollayacak birini bulmalısın. Şu an ofiste kimler var?
Gibbs: Hep böyle gürültülü mü burası?
Martha: Oh, o burada yaşamıyor.
Mortimer: (Telefonda) Ya mutlaka birileri vardır etrafta. Bak, Al, şu bir delikanlı var ya getir götür işlerine bakan, ne dersin? Şu zeki delikanlıyı mı diyorsun, hani pek hoşlanmadığımız. Tamam, sen bak bir etrafa, ben bekliyorum.
Gibbs: Ben odayı görmeyi arzu ediyorum.
Abby: Yukarı katta. Çıkmadan önce likörümüzden bir kadeh tatmak istemez miydiniz?
Gibbs: Hiç içmem.
Martha: Kendi ellerimizle yaparız. Ahududu likörü.
Gibbs: Ahududu likörü. Hmmmm. Çocukluğumdan beri hiç içmemiştim. Teşekkür ederim.
Mortimer: (Telefona) Oralarda mutlaka bir matbaacı vardır. Bak, Al, benim kopyaları yapan adam var ya! O bilir benim ne yazacağımı. Adı Joe. Soldan üçüncü makinada. Dinle Al, bu çocuk yeni bir Burns Mantle olabilir.
Gibbs: (Martha’ya) Ahududu ağacınız mı var?
Martha: Hayır, ama mezarlıkta dolu!
Mortimer: Hayır içmiyorum, ama galiba şimdi başlayacağım.
Gibbs: Yemek servisiniz var mı?
Abby: Olabilir ama önce likörümüzü sevip sevmeyeceğinizi görelim.
Martha: (Mortimer’in şarap doldurduğunu görür.) Mortimer, eh eh eh eh. (Gibbs Matha’ya bakar, Mortimer dikkat etmez.) Eh eh eh eh.
(Tam Mortimer şarabı ağzına götürecekken Abby onun kolunu aşağı çeker.)
Abby: Mortimer. Onu değil. Her şeyi mahfettin. (Kanepeye gidip oturur.)
Mortimer: Öyle şeyler yapamazsınız. Bunu size nasıl izah edeceğimi bilemiyorum ama bu sadece yasalara aykırı bir şey değil; aynı zaman da yanlış da. (Martha’ya) Güzel bir şey değil. İnsanlar anlamayacaktır. (Gibbs’i işaret eder.) O anlamayacaktır.
Martha: Abbycim, Mortimer’e bunu hiç söylemeyecektik!
Mortimer: Yani, kötü bir alışkanlık gelişmiş.
Abby: Mortimer, biz seni canının istediği şeyleri yapmaktan alıkoyuyor muyuz? Bize neden müdahale ettiğini anlayamıyorum.(Telefon çalar. Mortimer cevap verir.)
Mortimer: Alo? (Arayan Al’dır.) Pekala! İlk perdeyi seyredeceğim ve çok sert bir eleştiri yazacağım. Ama bak Al, benim için bir şey yapman gerekiyor. O’Brian ile irtibata geç- bizim avukatla, hukuk dairesinin başkanı. Benimle tiyatroda buluşmasını sağla. Bak beni ortada bırakma. Tamam, başlıyorum şimdi. (Telefonu kapatıp, halalara döner.) Bakın, benim tiyatroya gitmem gerekiyor. İşi başımdan savuşturamadım. Ama çıkmadan önce bana bir konuda söz vereceksiniz?
Martha: Önce ne olduğunu bir öğrenelim bakalım.
Mortimer: Ben sizleri çok seviyorum ve sizin de beni sevdiğinizi biliyorum. Ve yine biliyorsunuz ki dünyada sizin için yapmayacağım hiçbir şey yok. Sizin de benim için bir şeyi yapmanızı istiyorum.
Abby: Ne yapmamızı istiyorsun?
Mortimer: Lütfen hiçbir şey yapmayın. Hiçbir şey. Eve hiç kimseyi almayın ve Mr Hoskins’e şimdilik dokunmayın.
Martha: Niçin?
Mortimer: Düşünmeye ihtiyacım var ve çok da zaman yok. Sizin başınızın belaya girmesini istemem.
Abby: Allah aşkına, bize ne olabilir ki?
Mortimer: Her neyse- benim için bunu yapacaksınız, değil mi?
Martha: Hay Allah, biz de yemek öncesinde defin duasını yapmayı planlamıştık.
Mortimer: Defin duası mı?
Martha: Elbette. Mr. Hoskins’i törensiz, duasız gömeceğimizi düşünmüyorsun, değil mi? Sonuçta adam bir Methodist. (Ya da; dini bütün bir adam.)
Mortimer: Peki ama ben dönünceye kadar bekleyemez mi bu iş?
Abby: Aaa, o halde sen de bize katılacaksın.
Mortimer: Evet, evet.
Abby: Oh, Mortimer, töreni seveceksin; özellikle ilahileri. (Martha’ya) Hatırlıyor musun kardeşim, sesi kartlaşmadan önce koroda ne güzel şarkı söylerdi bizim Mortimer’imiz.
Mortimer: Bakın, unutmayın, ben yokken eve birilerine almak yok; söz mü?
Martha: Bilmem ki…
Abby: Oh, Martha, madem Mortimer bizimle iş birliği yapacak, o halde dediğini yapabiliriz. (Mortimer’e) Pekala, Mortimer, öyle olsun.
Mortimer: Kağıt var mı buralarda? Mümkün olduğunca çabuk döneceğim. Görmem gereken bir adam var.
Abby: Burada bir şeyler var. Bu olur mu?
Mortimer: (Kırtasiye malzemelerine alarak) Olur, olur. Eleştiriyi tiyatroya giderken yolda yazarsam zamandan kazanırım.
(Mortimer çıkar.)
Martha: Mortimer’in bugün pek keyfi yoktu.
Abby: E çok doğal. Galiba ben neden olduğunu biliyorum.
Martha: Neden?
Abby: Daha yeni nişanlandı. Bu durum bir erkeği gergin yapıyordur, herhalde.
Martha: Ben Elaine için çok mutluyum. Ve balayları da inşallah Mortimer için esaslı bir tatil olur. Bu yaz dinlenemedi.
Abby: Eh, en azından Çin’e ve İspanya’ya gitmedi.
Martha: Böyle yerlere neden gitmek istediğini doğrusu hiç anlayamıyorum.
Abby: Ben sana bir şey söyleyeyim mi; Mortimer’i bu tiyatro işleri kesmiyor. Onun eleştirmek için daha önemli şeylere ihtiyacı var; mesela insan ırkı gibi.
Martha: Ah, Abbycim, eğer Mortimer Mr Hoskins’in cenaze törenine gelecekse bir ilahi kitabına daha ihtiyacımız olacak. Odamda bir tane vardı.
Abby: Biliyorun, canım, aslında okuma sırası bende ama Mr. Hoskins bize geldiğinde sen evde olmadığın için sıramı sana veriyorum.
Martha: (Çok memnun) Ne kadar iyi yüreklisin canım, ama emin misin benim yapmamı istediğinden?
Abby: Bu daha adil.
Martha: O halde ipekli yün kumaştan olan elbisemi giyip annemin broşunu takayım. (kapı çalar.)
Abby: Ben bakarım canım.
Martha: İçeri kimseyi almamaya söz vermiştik.
Abby: (Kapıdaki ufak pencerenin perde aralığından bakmaya çalışarak.) Kim geldi ki acaba?
Martha: Bekle bir dakika, bir bakayım. (Pencereye yürür ve perdenin arasından bakarak.) İki adam- hiç tanımadığım birileri.
Abby: Emin misin?
Martha: Kaldırımın yanında bir araba var. Onla gelmiş olmalılar.
Abby: Ay dur bir bakayım. (Kapı çalınır.)
Martha: Sen tanıyor musun bunları?
Abby: Bana tamamen yabancılar.
Martha: Evde yokmuşuz gibi yapalım.
Jonathan: İçeri girin doktor. İşte benim gençliğimin geçtiği ev. Çocukken buradan kaçıp kurtulmak isterdim; şimdi ise buraya kapağı attığım için mutluyum.
Einstein: Vay canına, Chonny, harika bir gizlenme yeri burası.
Jonathan: Aile hala burada yaşıyor olmalı. Aç kurdun dönüşünü bekleyen besili bir sığır vardır umarım buralarda.
Einstein: Ben çok acıktım. Bak, Chonny, içeceklere bak.
Jonathan: Adeta bizi bekliyorlarmış gibi. Kehanette mi bulunmuş birisi?
(Kadehleri dudaklarına değirirler ki tam o sırada Abby ortaya çıkar.)
Abby: Siz kimsiniz? Burada ne yapıyorsunuz?
(Her ikisi de kadehi indirir. Einstein koltuktan şapkasını kapar ve kaçmaya hazırdır. Jonathan Abby’ye)
Jonathan: Hey, Abby Hala, Martha Hala, benim, Jonathan.
Martha: (Korkmuş) Defolup gidin buradan.
Jonathan: Ben Jonathan’ım. Yeğeniniz Jonathan.
Abby: Hayır, hayır değilsin. Jonathan’a benzemiyorsun, sakın numara yapma. Hemen çıkın gidin buradan.
Jonathan: Ama ben Jonathan’ım, bu bey de Doktor Einstein.
Abby: Hayır, o da Doktor Einstein filan değil.
Jonathan: Canım, Albert Einstein demedim, Herman Einstein.
Abby: Kimsin sen? Bizim yeğenimiz Jonathan değilsin.
Jonathan: Abby Hala, bakıyorum parmağında hala büyükbabamın İngiltere’den aldığı pembe lal taşı yüzüğü taşıyorsun. Ve sen Martha Hala, yine yüksek yakalı giysiler giymişsin; büyükbabamın asitinden yanmış yara yerini gizlemek için.
(Martha’nın eli boğazına gider.)
Martha: Sesi Jonathan’ınkine benziyor.
Abby: Kaza filan mı geçirdin?
Jonathan: Hayır. Bunun sorumlusu Doktor Einstein. Kendisi plastik cerrahtır. İnsanların suratlarını değiştiriyor.
Martha: Ama ben bu yüzü daha önce de görmüştüm. Abby, hatırlıyor musun, hani küçük Schult’u sinemaya götürmüştük ve ben çok korkmuştum ya. İşte o filmdeki surat bu!
(Jonathan sinirlenmeye başlar.)
Einstein: Sakin ol, Chonny, sakin ol. Endişelenmeyin bayanlar. Son 5 yılda Chonny’ye üç yeni surat yaptım. Daha yeni yaptım bu halini. Evet, bu son yüzünü- doğrusu o filmi ben de gördüm- tam ameliyat öncesinde. Ve kendimden geçtim, bayıldım.
Jonathan: Görüyor musun doktor- bana ne yaptığını görüyor musun? Kendi ailem bile-
Einstein: Chonny, yuvana döndün, sıcacık yuvana. Bana bu evden, Brooklyn’dan ve çok sevdiği siz halalarından ne kadar sık bahsederdi, bir bilseniz. Onun Jonathan olduğunu biliyorsunuz artık. Hadi konuşun onla, anlatın.
Abby: Peki, Jonathan, çok uzun yıllar geçti aradan. Neler yaptın bunca yıl?
Martha: Evet Jonathan, nerelerdeydin?
Jonathan: İngiltere, Güney Afrika, Avustralya- son 5 yıldır Chicago. Doktor ve ben birlikte oralarda iş yaptık.
Abby: Aaa, Chicago’da panayıra gitmiştik.
Martha: Ve Chicago’yu çok sıcak bulmuştuk.
Einstein: Eh, bize göre de çok sıcaktı.
Jonathan: Yeniden Brooklyn’da olmak harika! Ve sizler Abby ve Martha Hala, hiç yaşlanmamışsınız. Aynı sizi hatırladığım gibisiniz; tatlı, büyüleyici, konuk sever. ( halalar bu iltifatlara pek yüz vermez.) Ve sevgili Teddy. (Eliyle 8- 10 yaşlarında bir çocuğu gösterir gibi işaret eder.) Politikaya atıldı mı? (Einstein’a dönerek.) Küçük kardeşim, doktor, Başkan olmaya kararlıydı.
Abby: Teddy gayet iyi, çok iyi. Mortimer de öyle.
Jonathan: Mortimer’den haberim var. Köşesinin üstünde fotoğrafını görmüştüm. Belli ki çocukluğundaki edepsiz tabiatının bütün beklentilerini gerçekleştirmiş.
Abby: Biz Mortimer’i çok beğeniyoruz.
Martha: Peki, Jonathan, seni görmemiz iyi oldu.
Jonathan: Tanrı seni korusun, Martha Hala. Yeniden yuvaya dönmek güzelmiş.
Abby: Marthacım, biz ocaktaki yemeği daha fazla kaynatmayalım.
Martha: Evet. Bizim kusurumuza bakma, Jonathan. Eğer bir yere gitmek için acelen yoksa.
Einstein: Chonny, buradan nereye gideceğiz? Hızlı düşünmeliyiz. Aynasızlar. Poliste o suratın resmi var. Yüzünü derhal ameliyat etmeliyim. Bunun için uygun bir yer bulmalıyız; tabii Mr. Spenalzo için de bir yer bulmamız gerek.
Jonathan: O sıçan için endişelenmekle vaktini harcama.
Einstein: Ama Chonny, elimizde taze bir ceset var.
Jonathan: Unut Spenalzo’yu.
Einstein: İyi ama arka koltukta bir cesedi bırakamazsın. Onu öldürmekle iyi etmedin. Tatlı bir adamdı- adam bizi arabasına aldı; sonra başına ne geldi?
Jonathan: Bana Boris Karloff’a benzediğimi söyledi. Bu senin işin, Doktor. Bunu bana sen yaptın.
Einstein: Şimdi, Chonny, bir yer bulmalıyız, senin işini derhal halletmeliyim.
Jonathan: Bu gece.
Einstein: Chonny, önce bir şeyler yemem lazım. Açım, güçsüzüm.
Abby: Jonathan, bizi hatırlaman ve gelip merhaba demek için bunca zahmeti çekmen bizleri çok mutlu etti. Ama sen bu evde hiç mutlu olmamıştın ve biz de sen buradayken mutlu değildik; bu yüzden sana hoşça kal demek için girdik içeriye.
Jonathan: Abby Hala, bana karşı olan duygularınızın beni şaşırttığını söyleyemem. Küçük bir çocukken bana çektirilen acılara hayıflanmakla o kadar çok zaman harcadım ki…
Abby: Hep başımıza dert oldun, Jonathan.
Jonathan: Ama benim asıl düş kırıklığım Doktor için. Çünkü her ne kadar Brooklyn’den aceleyle geçmemiz şart olsa da, kendisine sevgili Martha Hala’mın elleriyle yaptığı bir yemeği yedirmek için zaman yaratacağıma söz vermiştim.
Martha: Ohhh!
Abby: Üzgünüm. Korkarım ki yeterince yemek yok.
Martha: Abbycim, bir kap rostomuz var.
Jonathan: Bir kap rosto!
Martha: Eh artık Allah ne verdiyse…
Jonathan: Teşekkürler, Martha Hala. Yemeğe kalıyoruz.
Abby: O halde acele edelim.
Martha: Evet.
Abby: Oh Jonathan, eğer biraz ferahlamak istersen, büyükbabanın laboratuvarındaki musluğu kullanmak istemez miydin?
Jonathan: Hala aynı yerde mi?
Abby: Oh, evet. Tıpkı bıraktığı gibi… Ben, Martha’ya yardım edeyim- hepimizin acelesi var.
Einstein: Oh nihayet güzel bir yemek yiyeceğiz.
Jonathan: Büyükbabanın laboratuvarı. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Doktor, bak, mükemmel bir ameliyat odası.
Einstein: Kullanamıyor olmamız ne kötü.
Jonathan: Benimle işin bitince- Bak hele biz burada bir servet kazanabiliriz. Laboratuvar, tavan arasındaki büyük koğuş- 10 yatak, Doktor. Ve, Brooklyn’lılar senin yeteneğine muhtaç.
Einstein: Niye kendimizi yoralım ki, Chonny? Hem zaten biz Brooklyn için bir yıl geç kaldık.
Jonathan: Sen buraları tanımıyorsun, doktor. Brooklyn’daki neredeyse herkesin yeni bir yüze ihtiyacı vardır.
Einstein: Ama pek çoğu hapsedilmiş.
Jonathan: Çok az bir kısmı. Ve Brooklyn’li gençler hapisten uzak durmak için çok cömert olabilirler.
Einstein: Destur, Chonny; daha halaların bile bizi burada istemiyor.
Jonathan: Yemeğe kalıyoruz ama, değil mi?
Einstein: Peki ya yemekten sonra?
Jonathan: Sen işin o kısmını bana bırak. Ben hallederim. Vay be, bu ev bizim yıllarca karargahımız olacak.
Einstein: Oh, ne güzel olurdu bu, Jonathan. Bu güzel sessiz evde…. Senin şu halaların, ne şeker hanımlar. Onları şimdiden sevdim. Ben bavulları getireyim mi?
Jonathan: Doktor, davet edilinceye kadar beklemek durumundayız.
Einstein: Ama daha yeni dedin ki-
Jonathan: Davet edileceğiz.
Einstein: Peki ya hayır derlerse?
Jonathan: Doktor, iki yaşlı zavallı kadın mı?
Einstein: Güzel bir düş gerçekleşiyora benziyor. Tabii seninki bir düş değilse eğer… Çok huzur verici.
Jonathan: Bu evi mükemmel yapan da bu zaten. Tamamen huzura kavuşturucu!
(Teddy kilerden çıkar, borazanından feci sesler çıkararak. Uygun adımlarla merdivenlerden çıkmaya başlar. İki adam ona hayretle bakarken birinci katın tepesine ulaşır.)
Teddy: Hücummm! (Merdivenlerden koşarak inip çıkar.)
(Jonathan onu aşağıdan izler. Einstein, pencere kenarında oturuyordur.)









PERDE 2
Sahne: Aynı. Aynı gece, geç saat.
Jonathan: Evet, sevgili halalarım, Chicago’daki bu beş yılım hayatımın en yoğun ve en mutlu zamanlarıydı.
Einstein: Chicago’dan South Bend’e geçtik; Indiana’ya. (Kafasını ah keşke geçmez olsaydık gibilerden sallar.)
(Jonathan ona bir bakış attırır.)
Jonathan: Indiana’da bizim deneyimlerimizle pek ilgilenmediler.
Abby: Jonathan, çok ilginç bir hayat yaşadın, eminim bundan- ama senin bu kadar geç saate kadar konuşmana izin vermememiz gerekirdi. (Ayağa kalkmaya yeltenir ancak Jonathan sesinin tonuyla onu tekrar oturtur.)
Jonathan: Doktor Einstein’la Londra’da karşılaşmam, diyebilirim ki, hayatımın tüm akışını değiştirdi. Güney Afrika’daki elmas işimi hatırlarsınız; sonra Amsterdam’daki elmas piyasasını. Güney Afrika’ya yeniden dönmek istediğimde, bunu mümkün kılan Doktor Einstein oldu.
Einstein: Çok iyi bir iş çıkmıştı ortaya, Chonny. (Halalara) Bandajları sıyırınca, bambaşka bir yüz çıktı ortaya. Hemşire beni tanıştırmak zorunda kaldı.
Jonathan: Bu yeni yüzü sevmiştim. Hala o haldeki resmimi yanımda taşırım. (Cebinden bir fotoğrafını çıkarır, bakar ve sonra Martha’ya verir. O da bakar ve Abby’ye verir.)
Abby: Bak bu fotoğrafta eski halini daha çok andırıyorsun ama yine de tam değil.
Jonathan: Yine eski yüzüme dönsek iyi olacak, Doktor.
Abby: (Ayağa kalkarak.) İkiniz de artık yavaş yavaş gitmek istiyorsunuzdur. Nereye gidiyorsunuz?
Jonathan: Sevgili halalarım, Beni leziz yemeklerinle öyle bir doyurdunuz ki yerimden kalkamıyorum.
Einstein: Evet, burası çok hoş!
Martha: Evet ama, artık geç oldu ve-
(Teddy girer.)
Teddy: Buldum, buldum!
Jonathan: Neyi buldun, Teddy?
Teddy: Hayat hikayemi, biyografimi. İşte sana bahsettiğim fotoğraf, general. Baksana ikimize, ‘Başkan Roosevelt ve General Goethals, Culebra Cut’da.’ Bu benim, general ve şu da sen.
(Einstein resme bakar.)
Einstein: Aman Allahım, nasıl da değişmişim.
(Teddy Einstein’a bakar; biraz şaşırmış halde.)
Teddy: Bu resim daha çekilmedi. Culebra Cut’ta da henüz çalışmaya başlamadık. Hala mezarları kazıyoruz. Ve şimdi general, birlikte Panama’ya gideceğiz ve mezarları inceleyeceğiz.
Abby: Hayır Teddy, şimdi olmaz.
Einstein: Başka zaman gideriz. Panama çok uzak.
Teddy: Saçma, şuracıkta, hemen aşağıdaki kilerde.
Jonathan: Kilerde mi?
Martha: Onun kilerde Panama Kanalı’nı kazmasına izin verdik.
Teddy: General Goethals, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı olarak, Ordu ve Donanmanın başkumandanı olarak, ve seni bu işle görevlendiren adam olarak yeni mezarların teftişlerinde bana eşlik etmeni istiyorum.
Jonathan: Teddy! Senin uyku vaktin çoktan geldi ama!
Teddy: Affınıza sığınırım. Sen kimsin?
Jonathan: Ben Woodrow Wilson’ım . Doğru yatağa.
Teddy: Hayır, sen Wilson değilsin. Ama yüzün benziyor. Dur bakayım- bana tanıdık gelmiyorsun. Afrika’ya ava gittiğimde- evet, ormanda karşılaştığım birine benziyorsun.
Abby: O senin kardeşim Jonathan, canım.
Martha: Yüzünü değiştirmiş.
Teddy: O halde bu bir- şarlatan!
Abby: Teddycim, artık yatsan iyi edersin. Jonathan ve arkadaşı da zaten otellerine dönecekler.
Jonathan: General Goethals, kanalı teftiş ediyor!
Einstein: Emredersiniz sayın başkan. Panama’ya gidiyoruz.
Teddy: Hücum, hücum. Beni takip et general. Aşağıya, güneye.
Einstein: İyi yolculuklar.
Jonathan: Abby Hala, bir yanlış anlamayı düzeltmek zorundayım. Oteliniz dedin. Otel, motel yok. Doğru size geldik.
Martha: Üç blok aşağıda küçük güzel bir otel var.
Jonathan: Martha Hala, burası benim evim.
Abby: Olmaz, Jonathan. Burada kalamazsınız. Odalara ihtiyacımız var.
Jonathan: İhtiyacınız mı var?
Abby: Evet, pansiyonerlerimiz için.
Jonathan: Evde şu anda pansiyoner var mı?
Martha: Şu anda yok ama olmasını planlıyoruz.
Jonathan: O halde benim odam hala boşta.
Abby: Ama, Jonathan, Doktor Einstein için yerimiz yok.
Jonathan: Benim odamı paylaşabiliriz.
Abby: Hayır, olmaz Jonathan, korkarım burada kalamazsınız.
Jonathan: Doktor Einstein ve benim kalacak bir yere ihtiyacımız var. Bugün bir ara, benim çocukkenki huysuzluğumdan bahsetmiştiniz. Hiç birimiz için hoş olmayabilir eğer-
Martha: Bu gece kalmalarına izin versek iyi olacak galiba.
Abby: Peki, sadece bir geceliğine, Jonathan.
Jonathan: Oldu bu iş. Şimdi, eğer benim odamı hazırlarsanız-
Martha: Sadece havalandırmak lazım.
Abby: Pansiyonerlerimize göstermek için daima derli toplu tutarız. Galiba ikiniz de odayı rahat bulucaksınız.
Jonathan: Doktor Einstein gibi çok ayrıcalıklı bir konuğunuz var. Marifetlerini şu an takdir etmeyebilirsiniz. Ama yakında o da olacak. Birkaç hafta sonra beni bambaşka bir Jonathan olarak göreceksiniz.
Martha: Ameliyatı burada yapamaz.
Jonathan: (Yok sayarak) Doktor ve ben hazırlıkları tamamlayınca- uygulamamıza kaldığımız yerden devam etmeye başladığımız zaman- Ah, az daha söylemeyi unutuyordum. Büyükbabanın laboratuarını ameliyathane haline getiriyoruz. Çok işler yapacağımızı umuyoruz.
Abby: Jonathan, o odayı ameliyathane haline getirmenize izin veremeyiz.
Jonathan: (Gülerek) Hastane, hatta, güzellik salonu.
(Einstein heyecanla kilerden çıkar.)
Einstein: Hey, Chonny, kilere gel.- (Halaları görüp, durur.)
Jonathan: Doktor Einstein, halalarım bizi onlarda yaşamaya davet ediyor.
Einstein: Oh, hallettin mi?
Abby: Bu gece burada uyuyorsunuz.
Jonathan: Hemen odamızı hazırlayın lütfen.
Martha: Peki.
Abby: Bu gecelik.
Einstein: Chonny, kilere indiğimde ne oldum tahmin et.
Jonathan: Ne?
Einstein: Panama Kanalı.
Jonathan: Panama Kanalı.
Einstein: Tam Mr. Spenalzo’ya göre. Teddy’nin kazdığı bir çukur. 6 feet uzunluğunda ve 4 feet genişliğinde.
Jonathan: İşte şuracıkta.
Einstein: Hani sanki yanımızda Mr. Spenaldo’yu getireceğimizi biliyorlarmış gibi. Konukseverliğe bak!
Jonathan: Halalar için bir şaka gibi. Kilerde gömülü bir cesetle yaşadıklarını düşünsene!
Einstein: Cesedi içeri nasıl sokacağız?
Jonathan: Doğru? Kapıdan yürüyerek geçiremeyiz. Arabayı evle mezarlık arasına getirelim. Sonra da onlar uyuyunca pencereden içeriye sokarız.
Einstein: Yatak. Düşünsene, bu gece yatacak bir yatağımız olacak!
Jonathan: Sakin ol Doktor. Unutma, yarın ameliyat yapacaksın. Ama bu defa biraz daha ölçülü olsan iyi olur.
Einstein: Seni güzelleştireceğim.
Jonathan: Ama eğer yapamazsan-
Abby: Jonathan, oda hazır!
Jonathan: O halde siz yatın. Biz arabayı evin arkasına çekeceğiz.
Martha: Olduğu yerde dursun; sabaha kadar.
Jonathan: Caddenin ortasında bırakmak istemiyorum, kuralları ihlal etmeyelim. (Çıkar.)
Martha: Abby, ne yapacağız?
Abby: Bir defa onların burada bir geceden fazla kalmasına müsaade etmeyeceğiz. Komşular ne düşünür sonra? İnsanlar bir suratla içeri giriyor sonra başka bir suratla dışarı çıkıyor.
Martha: Peki, Mr. Hoskins’i ne yapacağız?
Abby: Oh, Mr. Hoskins. Yerinde rahat olmasa gerek! Ne kadar da sabırlı, zavallıcık! Galiba Teddy onu hemen aşağı götürse iyi olur.
Martha: Abby, Jonathan’ı cenaze merasimine çağırmayacağım.
Abby: Oh, hayır. Onlar uyuyuncaya kadar bekleyelim; sonra inip merasime başlayabiliriz.
Teddy: General Goethals çok memnun oldu. Kanalın ölçüleri doğru olmuş diyor.
Abby: Teddy, Teddy, bir Sarı Humma kurbanı daha var.
Teddy: Hay Allah- bu generale şok olacak.
Martha: O halde ona hiç bahsetmeyelim.
Teddy: Ama bu generalin bölgesi.
Abby: Ona bunu söylememeliyiz, Teddy. Ziyaretini mahvedecektir.
Teddy: Üzgünüm, Abby Hala. Bu benim elimde olan bir şey değil- ona söylenmek zorunda. Ordu kuralları, anlarsın ya!
Abby: Olmaz, Teddy, bu aramızda sır olarak kalmalı.
Martha: Evet.
Abby: Evet, devlet sırrı.
Martha: Söz mü?
Teddy: Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı size söz veriyor. Yemin ediyorum. (Tükürür.) Şimdi, görelim bakalım, sırrımızı nasıl tutacağız?
Abby: Sen doğru kilere in, Teddy ve ben ışıkları kapayınca- her taraf zifiri karanlık olunca- yukarı çıkıp zavallı adamı kanala götür. Hadi bakalım, Teddy.
Martha: Sonra biz de aşağıya inip töreni yaparız.
Teddy: Başkanın da bir söylevi olduğunu anons edebilirsiniz. Zavallı şeytan nerede?
Martha: Pencerenin altındaki dolapta.
Teddy: Genişlemişe benziyor. Daha önce Sarı Hummalımız olmamıştı.
Abby: Martha, Jonathan ve Doktor dönünce, bakalım onları hemence yatmaya yollayabilecek miyiz?
Martha: Evet. Onlar uyur uyumaz da cenaze için üstümüzü değiştiririz. Abby, ben Mr. Hoskins’i daha önce hiç görmedim.
Abby: Aman Tanrım, haklısın- sen dışarıdaydın o sırada. Hadi hemen gel bir bak adamcağıza.
Ay, gerçekten çok hoş adammış; yani Methodist olmasına rağmen.
Jonathan: Getiriyoruz- bavullarımızı.
Abby: Jonathan, odanız sizi bekliyor. Odanıza hemen çıkabilirsiniz.
Jonathan: Korkarım biz bu Brooklyn saatine alışamadık, ama siz gidip uyuyun.
Abby: Ama ikiniz de yorgun olmalısınız. Ayrıca biz bu kadar erken yatmayız.
Jonathan: Yatsanız iyi olur. Benim yuvaya dönüp sizle ilgilenme zamanım çoktan gelmiş meğer.
Martha: Biz uyumayı planlıyoruz ta ki-
Jonathan: Martha Hala, yatın dediğimi duymadınız mı? Aletleri laboratuara sabah götürebiliriz. Sonra hepimiz yatarız.
Abby: Siz yatmadıkça bekleyeceğim sonra da ışıkları kapatacağım.
Jonathan: Martha Hala, Abby Hala.
Abby: Ben yatmıyorum.
Jonathan: Hadi ama Abby Hala. Işıkları kapa.
Einstein: Pekala Chonny.
Jonathan: Pencereyi açık bırakacağım. Sen dışarıdan cesedi bana verirsin.
Einstein: Olmaz, ben onu taşıyamam. Sen çık dışarıya e it. Ben burada kalıp içeriye çekerim. Sonra da birlikte Panama’ya taşırız.
Jonathan: Peki o halde. Ben çıkıp dışarıya bir göz atayım. Bardağı tıklatınca sen pencereyi açarsın.
Einstein: Tamam. (Jonathan kapıyı kapatarak çıkar. Einstein bir kibrit çakar. Masaya çarpar ve kibrit söner. Einstein pencerenin altına düşer. Orada bir kibrit daha yakar; yavaş yavaş oturur pozisyona gelir ve atrafına bakar. Kibriti söndürür.) Bunu kim açık bıraktı? Allah kahretsin. Karanlıkta pencereye birinin tıkladığını duyarız.) Chonny? Tamam mı? Bekle, bekle bir dakika. Bacağın birini kayıp mı ettin? Tamam tuttum. Hadi ama! Uhhhg. (Yere düşer. Yere düşen bir beden sesi ve dışardan gelen bir şşşşşşş sesi duyulur.) Benim Chonny. Kaydım.
Jonathan: Dikkatli olsana!
(Sessizlik)
Einstein: Ayakkabısı ayağından çıktı. (Sessizlik) Tamam, Chonny. Tuttum. (Kapı vurulur.) Chonny! Kapıda biri var. Çabuk çık. HAYIR. Ben burada idare ederim- sen çık.
(Kapı bir daha vurulur.)
Elaine: Miss Abby, Miss Martha. Miss Abby. Miss Martha. Uhhh! Bu da kim? Sen misin, Teddy? Sen kimsin?
Jonathan: Sen kimsin?
Elaine: Ben Elaine Harper’ım. Komşu.
Jonathan: Burada ne yapıyorsun?
Elaine: Miss Martha ile Miss Abby’yi görmek için uğradım.
Jonathan: Işıkları aç Doktor. (Işıklar yanar. Jonathan’ı görünce Elaine’nın nefesi kesilir ve sandalyeye oturur. Jonathan bir an için ona bakar.) Ziyaret için yanlış zaman seçtiniz.
Elaine: (Cesaretini toplamaya çalışarak) Asıl siz bana burada ne yaptığınızı açıklayın.
Jonathan: Burada yaşıyoruz.
Elaine: Hayır efendim. Ben her gün bu evin içindeyim ve sizi daha önce hiç görmedim. (Korkmuş) Miss Abby ve Miss Martha neredeler? Onlara ne yaptınız?
Jonathan: (Kendimizi tanıtsak iyi olacak. Bu, (işaret ederek) Doktor Einstein.
Elaine: (Einstein’a bakarak) Doktor Einstein mı? (Jonathan’a sırtını döner. Einstein, kadının arkasından, Jonathan’a Spenalzo nerelerde gibilerden hareketler yapar.)
Jonathan: İnce ayrıntıların cerrahı- (Masanın altına bakarak Spenalzo’yu arar ama bulamaz.) ve sihirbaz gibi bir şey.
Elaine: Sen de Boris Kar… olduğunu söyle!
Jonathan: Ben Jonathan Bewster2ım.
Elaine: Oh, sen Jonathan’sın!
Jonathan: Bakıyorum benin bahsedildiğini duymuşsun!
Elaine: Evet, ilk bugün öğleden sonra.
Jonathan: Peki hakkımda neler söylediler?
Elaine: Sadece Jonathan adlı bir kardeş daha olduğunu; söylenen buydu. Şimdi bu her şeyi açıklıyor. Madem ki kim olduğunu öğrendim. Doğru eve dönüyorum. (Kapı kilitlidir. Jonathan’a dönerek) Tabii eğer kilidi açma nezaketinde bulunursan?
Jonathan: ‘Bu her şeyi açıklıyor?’ Ne demek bu? Gecenin bu saatinde buraya neden geldin?
Elaine: Evin civarında sinsice dolaşan birini görür gibi oldum. Sanırım sendin.
(Jonathan kapıyı kapar ve kilitler; kilidi kapıda bırakır.)
Jonathan: Evin etrafını kolaçan eden birini mi gördün?
Elaine: Evet- sen dışarıda değil miydin? O senin araban değil mi?
Jonathan: Arabada birini gördün mü?
Elaine: Evet.
Jonathan: Başka ne gördün?
Elaine: Sadece arabadan eve doğru yürüyen birini.
Jonathan: Başka ne gördün?
Elaine: O kadar işte. Bu yüzden geldim buraya. Miss Abby’ye polis çağırmasını söylemek istemiştim. Ama eğer sensen ve o da senin arabansa, Miss Abby’yi rahatsız etmeye hiç gerek yok. Ben gideyim artık.
Jonathan: Adam arabada ne yapıyordu?
Elaine: Bilmem. Ben buraya doğru geliyordum.
Jonathan: Galiba yalan söylüyorsun.
Einstein: Doğru söylüyor Chonny. Bırakalım gitsin.
Jonathan: Bence yalan söylüyor. Gecenin bu saatinde bir eve zorla girmek. Bu tehlikeli bir kadın. Serbest bırakılmamalı.
Elaine: Çek ellerini üzerimden.
Jonathan: Doktor.
Teddy: Bu halka kapalı bir cenaze olacak. (Merdivenlerden çıkıp birinci sahanlığa ulaşır.)
Elaine: Teddy, Teddy, şu adamlara benim kim olduğumu söyle!
Teddy: Bu benim kızım Alice. (Hücummm, diye bağırır ve çıkar.)
Elaine: Hayır! Hayır! Teddy!
(Jonathan Elaine’nin kolunu arkadan kıvırır, diğer eliyle kadının ağzını kapatır.)
Jonathan: Doktor, mendilini ver. (Einstein mendili verirken, Jonathan almak için elini kadının ağzından çeker. Kadın çığlık atar. Tekrar elini kadının ağzına koyar. Kiler kapısına göz atıp Einstein’a) Kiler!
Abby: Mesele nedir?
Martha: Aşağıda neler oluyor?
Abby: Ne oluyor? Ne yapıyorsun?
Jonathan: Bir hırsız yakaladık, sinsi bir hırsız. Odalarınıza girin.
Abby: Polis çağıralım.
Jonathan: Biz çağırdık. Hallederiz. Çabuk odanıza girin. Beni işittiniz mi?
Elaine: Mortimer! (Bavulunu yere düşürür.) Nerelerdeydin?
Mortimer: Nora Bayes Tiyatrosunda. (Jonathan’ı görür.) Aman Allahım!
Abby: Bu kardeşin Jonathan ve bu da Doktor Einstein.
Mortimer: Bu bir kabus değilse ne?
Jonathan: Yuvaya döndüm Mortimer.
Mortimer: Kim dediniz, kim?
Abby: Kardeşin Jonathan. Yüzünü değiştirmiş. Doktor Einstein yapmış ameliyatını.
Mortimer: Jonathan! Jonathan, eskiden de ürkütücüydün tekiydin ama hep öyle olmak zorunda mısın?
(Jonathan ona doğru bir adım atar. Einstein kollarını sıvar. Elaine ve Martha masaya doğru geri geri yürür.)
Einstein: Sakin ol Choony, sakin ol.
Jonathan: Mortimer, küçükken sana yaptıklarımı hatırlıyor musun? Karyola direğine nasıl bağlandığını? Tırnaklarının altına giren iğneleri?
Mortimer: Aman Yarabbim! Bu sahiden de Jonathan. Evet, hatırlıyorum. Seni şimdiye kadar gördüğüm en iğrenç, en ahlaksız, en zehirli hayvanat olarak hatırlıyorum.
(Jonathan sinrli. Abby aralarına girer.)
Abby: Karşılaşır karşılaşmak boğuşmaya başlayan iki küçük oğlan çocuğu gibisiniz.
Mortimer: (Kapıya geçer, açar.) Kavga filan olmayacak, Abby Hala. Jonathan, burada istenmiyorsun, defol!
Jonathan: Doktor ve ben kalmak üzere davet edildik.
Mortimer: bu evde değil.
Abby: Sadece bu gecelik.
Mortimer: Bu adamı benim yakınımda istemiyorum.
Abby: Ama biz onu bu geceliğine davet ettik ve sözümüzden geri dönmek hoş olmaz.
Mortimer: (Gönölsüzce) Pekala, sadece bu gece. Ama sabah ilk işin defolmak olacak. (Bavulunu alır.) Nerede uyuyacaklar?
Abby: Jonathan’ın eski odasında.
Mortimer: O benim eski odam. (Merdivenleri çıkmaya başlar.) O odada ben uyuyacağım. Ben de burada kalıyorum.
Martha: Oh, Mortimer, buna çok sevindim.
Einstein: Choony, biz burada, aşağıda uyuyalım.
Mortimer: Tabii aşağıda uyuyacaksınız, ne sanmıştınız?
Einstein: (Jonathan’a) Sen kanepede uyu, ben pencerenin altındaki odada uyurum.
Mortimer: Pencere altındaki odada mı? Şimdi bunu tartışmayalım. Bu gecelik ben orada yatarım.
Einstein: Bak Choony, bütün bu tartışmalar; hepsi bana Mr. Spenalzo’yu hatırlatıyor.
Jonathan:
Jonathan: Spenalzo! Bak, Mortimer, Seni bu şekilde rahatsız etmek gerekmiyor- biz aşağıda uyuruz.
Mortimer: (Kalkarak) Jonathan, bu ani düşünceliliğin bana pek inandırıcı gelmedi.
Einstein: (Sahanlığa doğru merdivenlerden çıkmaya başlar.) Gel hadi,Choony, odadan eşyalarımızı alalım.
Mortimer: Zahmet etme Doktor.
Jonathan: Aklıma gelmişken, Doktor, Mr Spenalzo’nun izini tamamen kaybettim.
Mortimer: Kim bu Mr Spenalzo?
Einstein: (Sahanlıktan) Chonny’nin aradığı bir ortak arkadaşımız.
Mortimer: Buraya hiç kimseyi getirmeyin.
Einstein: Tamam Choony. Eşyalarımızı toparlarken sana her şeyi anlatırım. (Jonathan peşinden merdvenleri çıkar.)
Abby: Mortimer, işağıda uyumak zorunda değilsin. Ben Martha’nın odasında yatarım sen de benimkinde.
Jonathan: (Balkona varır.) Sen kendini üzme halacım. Biz birkaç dakikaya toparlanırız. Sen de gelip odaya geçersin Mortimer.
Mortimer: Boşuna zaman harcıyorsun. Aşağıda uyuyacağımı söyledim.
Elaine: Mortimer!
Mortimer: Ne oldu aşkım?
Elaine: (Yarı histerik) Neredeyse öldürülecektim.
Mortimer: Neredeyse ne- (Çabucak halalarına bakar.) Abby! Martha!
Martha: Hayır! Jonathan.
Abby: Onu hırsız sandı.
Elaine: Hayır, mesela bu kadar basit değil. O manyağın teki. Mortimer, benden bu adamdan korktum.
Mortimer: Sevgilim, titriyorsun. (Onu kanepeye oturtur. Halalarına) Biraz amonyak var mı?
Martha: Amonyak yok; sıcak çay ya da kahve olur mu?
Mortimer: kahve. Bana da ver bir fincan- ve sandviç de. Yemek yemedim.
Martha: İkinize de bir şeyler hazırlayalım.
Abby: Martha: şapkalarımızı burada aşağıda bırakabiliriz.
Mortimer: Dışarıya çıkmıyordunuz, değil mi? Saatin kaç olduğunu biliyor musunuz? On ikiyi geçti. ( On iki sözcüğü birden aklına bir şeyi getirir.) ON İKİ! (Elaine’e döner.) Elaine, sen de eve gitmelisin!
Elaine: Neeeee?
Abby: Ama, neden, ikiniz için de sandviç istemiştin. Bir dakika bile sürmez.
(Mortimer, sırtı Martha’ya dönük olarak Elaine’e bakar.)
Martha: Niye, hatırlamıyor musun? Hani nişanınızı kutlayacaktık? Yapacağımız şey bu işte, yavrum. İkinize de güzel bir akşam yemeği hazırlayacağız. Ve bir şişe de şarap açacağız.
Mortimer: Pekala. (Birden fikrini değiştirirve mutfak kapısına koşar.) ŞARAP olmaz. (Kapıyı kapar ve Elaine kanepeden kalkarken ona doğru yürür. Elaine perişandır.)
Elaine: Mortimer! Bu evde neler oluyor?
Mortimer: Ne demek istiyorsun bu evde neler dönüyor demekle?
Elaine: Güya beni bu gece tiyatroya götürecektin; bunu iptal ettin. Sonra bana evlenme teklif ettin; peki dedim; hemen sonra beni evden çıkmaya zorladın. Kardeşin, beni boğmaya çalıştı, sen beni evime kovalıyorsun. Şimdi, dinle beni, Mr Brewster, ben eve gitmeden önce, benim senin için ne ifade ettiğimi öğrenmek istiyorum. Beni seviyor musun?
Mortimer: (Ellerini tutarak) Seni çok seviyorum Elaine. O kadar çok seviyorum ki senle evlenmem imkansız.
Elaine: Sen aklını mı kaçırdın?
Mortimer: Henüz değil ama inan ramak kaldı. (Mortimer açıklamaya başlarken her ikisi de kanepeye oturur.) Biliyorsun ki delilik kalıtsal bir şeydir. (Merdivenlere ve mutfağa doğru bakar.) Hatta, pratik olarak artarak. İşte bu nedenle seninle evlenemem.
Elaine: Dur bir dakika, bundan daha iyi bir açıklama getirmelisin.
Mortimer: Hayır, aşkım. Brewster kanında bozuk bir şey var. Eğer ailemi gerçekten tanımak istiyorsan- yani, eğer Strindberg Hellzapoppin’i yazmaş olsaydı ne umarsan işte öyle!
Elaine: Şimdi Teddy biraz şey diyeyse-
Mortimer: Yok yok, daha eskiye dayanıyor. İlk Brewster’a- Mayflower’a gelen ilk adama. Biliyorsun o zamanlar yerliler göçmenlerin kafa derisini yüzerlermiş ya- bu bizimki onların kafa derisini yüzermiş.
Elaine: Mortimer, bu çok eski bir hikaye.
Mortimer: Maalesef, bütün aile… (Ayağa kalkar ve büyükbabanın büfe üstünde duran resmini gösterir.) Al mesela büyükbabamı- tescilli ilaçlarını ölü insanlar üstünde deneyip onları kendinin öldürmediğine inanan bir adam!
Elaine: Deli olduğu söylenemez. Milyonlarca dolar para kazanmış.
Mortimer: Peki ya Jonathan? Manyak olduğunu demin sen kendin söyledin- adam seni öldürmeye yeltendi.
Elaine: (Ayağa kalkar.) O senin kardeşin, sen değilsin. Benim aşık olduğum sensin.
Mortimer: Bir de şu Teddy var. Onu tanıyorsun. Kendini Roosevelt sanıyor. Yo, yo, olmaz, aşkım, hiçbir Brewster evlenemez. Şu anda idrak ediyorum ki eğer ben zamanında babamla karşılaşmış olsaydım ona engel olurdum.
Elaine: Hayır, sevgilim, tüm bunlar senin deli olduğunu kanıtlamıyor. Bak halalarına- onlar da Brewster, değil mi? Hayatta rastladığım en aklı yerinde, tatlı insanlar.
Mortimer: İnan bana onların bile tuhaflıkları var.
Elaine: Evet, ama ne şeker tuhaflıklar; iyi kalplilik, cömertlik, insan sevgisi.
(Mortimer, Elaine’ın kendisine sırtını döndüğünü görünce bir göz atmak için sandığın kapağını açar ve Mr Hoskins yerine Mr Spenalzo’yu görür. Hemen kapağı kapar ve sendeleyerek masaya dayanır.)
Mortimer: Bir tane daha var.
Elaine: (Mortimer’e dönerek) Oh, Mortimer, daha neler var. Bana halalarınla ilgili hiçbir şey söyleyemezsin.
Mortimer: Söylemeyeceğim. Bak Elaine, hemen eve dönmelisin. Şu an çok önemli bir şey oldu.
Elaine: Nerede? Burada yalnızız.
Mortimer: Mantıksız davrandığımı biliyorum ama benim de çılgın bir Brewster olduğum gerçeğini göz önüne al.
Elaine: Bu durumdan deli ayaklarına yatarak kurtulacağını sanıyorsan asıl o zaman delisin. Belki sen benimle evlenmeyeceksin ama ben seninle evleneceğim. Seni seviyorum, sersem şey!
Mortimer: Eğer beni seviyorsan şu Allahın belası yerden çekip gider misin?
Elaine: Peki ama hiç değilse beni sen bırak eve, olur mu? Korkuyorum.
Mortimer: Mezarlıkta kısa bir yürüyüşten mi korkuyorsun?
Elaine: Mortimer, bana bir iyi geceler öpücüğü yok mu?
Mortimer: Var tabii ki, sevgilim. İyi geceler, aşkım. Seni bir iki güne ararım.
Elaine: Seni eleştirmen seni! (Kapıyı arkasından kapar.)
Mortimer: Abby Hala! Martha Hala! Buraya gelin!
Abby: (Sahne dışından) Birazdan oradayız canım.
Mortimer: Hemen gelin!
(Abby içeri girer.)
Abby: Geldim, canım, ne var? Elaine nerede?
Mortimer: Ben yokken eve hiç kimseyi almayacağınıza hani söz vermiştiniz?
(Aşağıdaki konuşmalar üst üste gelerek gelişir.)
Abby: Tam Jonathan içeri girince-
Mortimer: Jonathan’a kastetmedim-
Abby: Doktor Einstein da onunlaydı-
Mortimer: Doktoru da kastetmedim. Sandıktaki kim?
Abby: Söylemiştik ya! Mr. Hoskins.
Mortimer: Bu Mr. Hoskins değil ama.
(Abby, biraz şaşkın, sandığa yürür ve bakar; sonra gayet sakin)
Abby: Kim bu acaba?
Mortimer: Ne yani, sen şimdi bu adamı daha önce hiç görmediğini mi söylemeye çalışıyorsun?
Abby: Kesinlikle görmedim. Ne tuhaf bir tanışma. Gören de elini kolunu sallaya sallaya eve girdiğini sanır.
Mortimer: Bak hala, bunu başından atmaya uğraşmayacak mısın? Evde bir beyefendi daha oldu.
Abby: Mortimer, nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin? Bu adam bir düzenbaz! Eğer bizim kilere gömüleceğini sanıyorsa avucunu yalar.
Mortimer: Oh Abby Hala, Mr Hoskins’i sandığa koyduğunu bana itiraf eden sensin.
Abby: Evet, benim.
Mortimer: Bu arada, Mr. Hoskins nerede? (Kiler kapısına bakar.)
Abby: Panama’ya gitmiş olmalı.
Mortimer: Yani gömdünüz mü?
Abby: Henüz değil. Zavallı adamcağız, aşağıda cenazeyi yapmamızı beklemekliyor. Jonathan’dan elimiz değmedi ki! Çift kişilik bir cenaze yapmayı hep arzu ederdik ama hiç tanımadığım bir kişi için de dua okuyamam ya!
Mortimer: Yabancı mı? Abby Hala, sana nasıl inanabilirim? Aşağıda tam 12 ceset var ve bunların hepsini de zehirlediğini itiraf eden sensin.
Abby: Evet, benim. Yalan söylemeye tenezzül edeceğimi düşünmüyorsun herhalde. Martha!
Jonathan: Oh, Mortimer, sana bir çift sözüm var.
Mortimer: Zaten sadece bir çift söz söyleyebilecek kadar vaktin var; Jonathan, çünkü senin ve arkadaşının olabildiğince çabuk bu evden defolup gitmenize karar verdim.
Jonathan: İkimizin aynı çatı altında yaşayamayacağımız gerçeğini idrak etmene sevindim doğrusu; ancak yanlış bir çözüme varmışsın. Topla pılını pırtını ve def ol!
Mortimer: Jonathan! Canımı sıkmaya başlıyorsun. Brooklyn’deki bir gecelik şovun bitti- hadi yaylan!
Jonathan: Benim sevgili Mortimer’im, yazarlığın arka kapısından mezun oldun diye kendini büyümüş zannetme! Ben kalıyorum, sen gidiyorsun- hem de şimdi.
Mortimer: Eğer korktuğumu sanıyorsan, zerre kadar korku duyduğumu sanıyorsan-
Jonathan: Ben acayip bir hayat yaşadım, Mortimer. Ama bu bana tek bir şey öğretti- hiçbir şeyden korkmamayı.
Abby: Martha, gelip bir baksana şu sandığın içinde ne var?
Mortimer: Jonathan, Martha Hala’ya sandığın içinde ne olduğunu göstersene. Abby Hala, size bir özür borcum var. (Onu alnından öper.) Çok güzel bir haber vereceğim. Jonathan gidiyor. Yanında Doktor Einstein’ı ve soğumuş arkadaşını da götürüyor. Jonathan, sen benim kardeşimsin. Bir Brewster’sın. Kanıtını yanında götürmen için sana bir fırsat veriyorum- bundan fazlasını da isteyemezsin. (Jonathan kıpırdamaz.) Öyle mi? Çok iyi, o halde polis çağırıyorum. (Mortimer telefona yürüyüp ahizeyi kaldırır.)
Jonathan: O telefona dokunma. Mr. Spenalzo’ya neler olduğunu bile bile hala bana emirler mi yağdırıyorsun sen?
Martha: Spenalzo mu?
Abby: Onun bir yabancı olduğunu anlamıştım.
Jonathan: Mr. Spenalzo’nun başına gelen senin de başına gelebilir, unutma.
(Kapı vurulur. Memur O’HARA kafasını içeri sokar.)
O’Hara: Merhaba, Miss Abby.
Abby: Oh, memur O’Hara, sizin için yapabileceğimiz bir şey mi var?
(Mortimer telefonu yerine koyar.)
O’Hara: Işıklarınızı açık görünce evde bir durum mu var acaba diye düşündüm. (Mortimer’i görür.) Oh, arkadaşlarınız varmış. Rahatsız ettiğim için özür dilerim.
Mortimer: ( O’Hara’yı kolundan çekerek) Hayır, hayır içeriye buyurun.
Abby: Evet, girin.
Martha: İçeri gelin Memur O’Hara. Bu benim yeğenim Mortimer.
O’Hara: Memnun oldum.
Abby: (Jonathan’ı durdurarak.) Bu da diğer yeğenim Jonathan.
O’Hara: Tanıştırmanıza memnun oldum. Yeğenlerin ziyareti güzel olmalı. Bir süre yanınızda kalacaklar mı?
Mortimer: Ben kalacağım. Kardeşim Jonathan şimdi gidiyor.
(Jonathan merdivenlerden çıkmaya başlarken O’Hara onu durdurur.)
O’Hara: Sizi bir yerden tanıyor muyum acaba?
Abby: Zannetmem. Jonathan senelerdir buralardan uzaklardaydı.
O’Hara: Yüzünüz tanıdık gibi. Belki bir yerde resminizi görmüşümdür.
Jonathan: Hiç zannetmem. (Aceleyle merdivenleri çıkar.)
Mortimer: Hadi, Jonathan acele etsen iyi edersin. Eşyaların hazırdı, değil mi?
O’Hara: Eh, siz vedalaşmak istiyorsunuzdur. Ben gideyim.
Mortimer: Bu ne acele, canım? Kardeşim gidinceye kadar sizi bırakmam.
O’Hara: Ben sadece her şeyin yolunda olduğundan emin olmak için uğramıştım.
Mortimer: Kahve içecektik. Bize katılmaz mısınız?
Abby: Oh, kahveleri unuttum. (Mutfağa gider.)
Martha: Ben de biraz daha sandviç yapsam iyi olacak. Sizin damak zevkinizi artık çözdüm, Memur O’Hara.
O’Hara: Zahmet olmasın. Biraz sonra telefonla durum bildirmem gerekiyor.
Mortimer: Bizle bir kahve içeceksiniz artık canım. Kardeşim birazdan gitmiş olacak. Oturun.
O’Hara: Söylesenize, kardeşinizin resmini buralarda bir yerlerde görmüş olabilir miyim?
Mortimer: Sanmıyorum.
O’Hara: Bana birini anımsatıyor.
Mortimer: Bir filmde filan gördüğünüz birine benziyordur.
O’Hara: Sinemaya gitmem ki! Hiç sevmem. Annem de sinemanın yoldan çıkarıcı bir sanat olduğunu söyler.
Mortimer: Doğru, hepsi de öyledir- anneniz mi söylerdi?
O’Hara: Yaaa. Kendisi aktristi, sahne oyuncu. Duymuşsunuzdur belki adını- Peaches Latour.
Mortimer: Bu adı bir programda görmüştüm sanki. Ne oynamıştı?
‘Mutt ve Jeff’ en meşhur oyunuydu. Üç yıl kadar oynamıştı. Ben turne sırasında doğmuşum- Üçüncü sezonda.
Mortimer: Öyle mi?
O’Hara: Ya, Sioux Kent, Iowa’da. İkinci sahnenin sonunda kuliste doğmuşum ve tabii annemin de son sahnesi olmuş.
Mortimer: Ne turne ama? Kimbilir; annenizde ne hikayeler vardır! - malum, ben de tiyatro hakkında yazıyorum.
O’Hara: Öyle mi? Vay canına, siz sakın şu Mortimer Brewster olmayasınız, meşhur eleştirmen?
Mortimer: Evet.
O’Hara: Çoook memnun oldum sizi tanıdığıma. Demek ki, Mr. Brewster, aynı iş kolunda çalışıyoruz.
Mortimer: Öyle mi?
O’Hara: Evet. Ben oyun yazarıyım. Polis karakolundaki işim geçici bir şey.
Mortimer: Ne zamandır karakoldasınız?
O’Hara: 12 yıldır. Bir oyun için malzeme topluyorum.
Mortimer: Bahse girerim müthiş bir şeydir.
O’Hara: öyle olması gerekiyor. Polis olarak gördüğüm onca dramdan sonra. Mr. Brewster, Brooklyn’de olan bitene akıl sır erdiremezsiniz.
Mortimer: Tahmin edebiliyorum. (Ayakkabıyı sandalyenin altına koyar, sonra kol saatine bakar; sonra da balkona.)
O’Hara: Saat kaç olmuş?
Mortimer: Biri on geçiyor.
O’Hara: Vay canına, ben telefon açmalıyım.
Mortimer: Bir dakika bekleyin, O’Hara. Sizin şu oyununuzda, belki de size bir yardımım olabilir.
O’Hara: (Heyecanla) Yapar mıydınız? Desenize, bu gece şans ayağıma gelmiş. Dinleyin, size oyun örgüsünü anlatayım.
(Jonathan ve Einstein ellerinde bavulları balkonda görünür.)
Mortimer: Demek gidiyorsunuz, öyle mi? İyi! Fazla zamanınız yok, malum.
Abby: Evet, her şey hazır olmak üzere. (Merdivenin son basamağında Jonathan ve Einstein’ı görür.) Oh, Jonathan gidiyorsun demek. Hoşça kal. Size de güle güle Einstein. Ay, bu çanta size ait değil miydi?
(Bu Mortimer’e de Mr Spenalzo’yu anımsatır.)
Mortimer: Evet, Jonathan, her şeyini almadan gidemezsin. O’Hara, sizle tanışmak çok güzeldi. Tekrar görüşelim ve oyununuz hakkında konuşalım.
O’Hara: (Gitmeyi reddederek) Şu anda gitmiyorum, Mr Brewster.
Mortimer: Neden?
O’Hara: E daha az önce bana oyunumda yardımcı olacağınızı söylemiştiniz, değil mi? Siz ve ben birlikte yazalım şu oyunu.
Mortimer: Bunu yapamam, O’Hara. Ben yaratıcı bir yazar değilim.
O’Hara: Siz yaratıcılığı bana bırakın. Sözcüklere dökün, yeter.
Mortimer: Ama O’Hara-
O’Hara: Olmaz efendim. Oyun örgüsünü size anlatıncaya kadar bu evden çıkmayacağım.
Jonathan: Bu durumda, Mortimer… biz gidelim.
Mortimer: Sakın ha! Şimdi gidemezsiniz. Her şeyinizi almadan olmaz. Bak, O’hara, siz şimdi gidin, olmaz mı? Kardeşim gittikten sonra-
O’Hara: Daha fazla bekleyemem. On iki yıldır bekliyorum zaten.
(Martha elinde bir tepsi, içinde kahve ve sandviçlerle mutfaktan çıkar.)
Martha: Kusura bakmayın çok uzun sürdü.
Mortimer: Buraya getirme şunu. O’Hara, mutfakta atıştırmamıza ne dersin?
Martha: Mutfakta mı?
Abby: Jonathan gidiyor.
Martha: Oh, iyi. Hadi gelin O’Hara. (Mutfağa girer.)
(O ‘Hara mutfak kapısına yaklaşırken Abby de konuşur.)
Abby: Mutfakta yemeye aldırmazsınız, değil mi, O’Hara?
O’Hara: Siz nerede yiyeceksiniz?
Abby: Hoşça kal Jonathan, seni gördüğümüze sevindik.
Mortimer: Brooklyn’e gelmene çok sevindim Jonathan çünkü bu yolla bana, seni evden kovma fırsatını verdin; ilk kovulacak olan da arkadaşın Mr Spenalzo.
(Sandığın kapağını açar. Bunu yaparken, O’Hara, elinde sandviçi, mutfaktan çıkar. Mortimer hemen sandığı kapatır.)
O’Hara: Baksana, Mr Brewster, burada konuşabiliriz.
Mortimer: (Onu mutfağa iterek.) Ben oraya geliyorum.
Jonathan: Bir polisle oyun yazacak kadar büyüdüğünü bilmeliydim.
Mortimer: (Mutfak kapısından) Hadi gidin bakalım siz; üçünüzde. (Çıkar ve kapıyı kapar.)
(Jonathan çantayı yere koyar ve sandığa yürür.)
Jonathan: Doktor, kardeşimle benim aramdaki mesele halledilmeli.
Einstein: Bak, Choony, başımız yeterince belada. Kardeşin bize bir gitme fırsatı tanımışken- daha ne soracaksın ki ona?
Jonathan: Anlamıyorsun. Bu eskiye dayanan bir iş.
Einstein: Hadi Choony, gidelim.
Jonathan: Gitmiyoruz. Bu gece burada kalacağız.
Einstein: Mutfakta bir polis ve sandıkta Mr. Spenalzo’yla mı?
Jonathan: Mr Spenalzo’yu aşağıya götürüp bir deliğe tıkacağız; sonra da yukarı çıkacağız. Hala bize müdahale etmeye kalkışırsa da-
Einstein: Bak, Choony.
Jonathan: Doktor, biliyorsun ki bir karar verdiğimde-
Einstein: Evet, bir karar verdiğinde, aklını kaybediyorsun. Brooklyn sana göre bir yer değil.
Jonathan: Doktor!
Einstein: Tamam. Birbirimize tutunmak zorundayız. Bir gün ikimiz birden kıstırılacağız. Eğer tekrar buraya döneceksek, bunları yanımıza almamız gerekiyor mu?
Jonathan: Hayır. Onları burada bırak. Çabuk hareket et. ( Einstein kilere girer.) Spenalzo geldiği gibi gider. (Sandığın yanında yere diz çöker ve dışarı bakar. Kapağı açarken, Einstein heyecanla kilerden çıkar.)
Einstein: Hey, Choony, çabuk gel buraya.
Jonathan: Ne oldu?
Einstein: Kilerdeki deliği biliyor musun?
Jonathan: Evet.
Einstein: Bu delikte bir adam var. Gel göstereyim. (Birlikte kilere girerler. Jonathan kapıyı kapar.)
(Mortimer mutfaktan çıkar, çantaların hala orada olduğunu görür. Sandığın kapağını açınca Mr Spenalzo’yu görür ve başını pencereden dışarı çıkararak bağırır.)
Mortimer: Jonathan! Jonathan! Jonathan!
Jonathan: Evet Mortimer.
Mortimer: Siz ikiniz nerelerdesiniz? Ben size söylemedim mi derhal-
Jonathan: Biz gitmiyoruz.
Mortimer: Gitmiyor musunuz? Ciddi olmadığımı düşündün, öyle mi? Yoksa, bu sandığın içinde ne olduğunu O’Hara’nın öğrenmesini mi istiyorsun?
Jonathan: Burada kalacağız.
Mortimer: Pekala. Bunu sen istedin. Bu beni aynı zamanda hem senden hem de O’Hara’dan kurtaracak. Memur O’Hara buraya gelin lütfen.
Jonathan: Eğer O’Hara’ya sandıkta ne olduğunu söylersen, ben de ona kilerde ne olduğunu söylerim.
Mortimer: Kilerde mi?
Jonathan: Kilerde ziyadesiyle ölü görünen yaşlı bir beyefendi var.
Mortimer: Sizin kilerde ne işiniz vardı?
Einstein: Onun kilerde ne işi vardı?
(O’Hara’nın sesi sahne dışından.)
O’Hara: Hayır, teşekkürler bayan. Nefisti. Bol bol yedim.
Jonathan: Şimdi O’Hara’ya ne söyleyeceksin bakalım?
(O’Hara mutfak kapısına yürür.)
O’Hara: Söyle, Mr Brewster, halaların da duymak istiyor. Onları buraya getireyim mi?
Mortimer: Olmaz, O’Hara, şu anda bunu yapamazsın, telefon açman gerekiyor.
O’Hara: Boş ver şimdi Allahın belası telefonu! Halalarını getirip oyunumu anlatacağım.
Mortimer: Olmaz, O’Hara. Bu kadar adamın içinde olmaz. Bir ara baş başa kalalım, daha sakin bir yerde.
O’Hara: Arka odada olmaz mı, Kelly’nin yerinde?
Jonathan: Harika! Sen git telefonunu aç, sonra Kelly’nin orada buluşuruz.
Jonathan: Neden siz ikiniz kilere inmiyorsunuz?
O’Hara: Bana uyar. Kiler bu mu?
Mortimer: Haaaayııırrr! Kelly’nin yerine gidelim. Sen de yoldan telefonu açarsın.
O’Hara: Pekala, zaten sadece birkaç dakika sürer. (Gider.)
(Mortimer şapkasını alır.)
Mortimer: Şu adamı sepetleyip beş dakikada döneceğim. Geldiğimde gitmiş olmanızı umuyorum. (Fikrini değiştirir.) Ya da yok, bekleyin beni. (Çıkar.)
Jonathan: Bekleyelim bakalım, Doktor. Bu fırsatı yıllardır bekliyordum.
Einstein: Onu istediğimiz kıvama getirdik. Suçlanmış görünmüyor mu?
Jonathan: Çantalarımızı tekrar odaya koy sen.
(Einstein çantaları alıp merdivenlere varır. Abby ve Martha mutfaktan çıkar. İçeri girerken Abby konuşuyor.)
Abby: Gittiler mi? (Jonathan ve Einstein’ı görür.) Oh, birilerinin gittiğini işitir gibi olduk.
Jonathan: Mortimer’di. Az sonra dönecek. Mutfakta yiyecek bir şeyler kaldı mı? Birazcık yemek bize iyi gelecek.
Martha: Ama zamanınız yok.
Abby: Olmaz ama, Mortimer geldiğince sizi hala burada görürse olmaz.
Einstein: Olur, olur. Olmak zorunda.
Jonathan: Biz Mr Spenalzo’yu gömerken siz de yiyecek bir şeyler getirin.
Martha: Oh, hayır.
Abby: Kilerimizde kalamaz. Hayır Jonathan, onu yanınızda götürmeniz gerekiyor.
Jonathan: Aşağıda Mortimer’in bir dostu var; bizimkini bekliyor.
Abby: Mortimer’in bir dostu mu?
Jonathan: O ve bizim Mr Spenalzo geçinip giderker. İkisi de ölü.
Martha: Mr Hoskins’i kastediyor olmalısın.
Einstein: Mr Hoskins mi?
Jonathan: Aşağıdakini tanıyor musunuz?
Abby: Tabii ki tanıyoruz., ayrıca o Mortimer’in arkadaşı filan değil. Bizim beyefendilerden biri.
Einstein: Sizin beyefendiler?
Martha: Ve kilerimizde yabancıları istemeyiz.
Jonathan: Peki ama Mr Hoskins-
Martha: O yabancı değil.
Abby: Hem zaten Mr Spenalzo’ya yer yok ki: Kiler yeterince kalabalık.
Jonathan: Kalabalık mı? Ne ile?
Abby: Şu an itibarıyla aşağıda on iki tane mezar var.
(İki adamda dehşet içinde geri geri adım atarlar.)
Jonathan: On iki mezar!
Abby: Bu alanı daraltıyor ve bizim buna ihtiyacımız olacak.
Jonathan: Yani siz şimdi Martha Hala’nın ve senin cinayet işleyip-
Abby: Cinayet işlemek mi! Asla! Tamamen yardımseverlik.
Martha: Biz ne yapıyorsak merhametten yapıyoruz.
Abby: Onun için siz bir an evvel şu Mr Spenalzo’nuzu alıp götürün.
Jonathan: (Hala duyduklarına inanamaz.) Siz bunu yaptınız- burada, bu evde (Döşemeyi gösterir.) ve aşağıya gömdünüz, öyle mi?
Einstein: Chonny- dünyanın her yerinde aranıyoruz- bunlar burada, Brooklyn’de oturuyorlar ve en az senin kadar iyi yapıyorlar.
Jonathan: Neyi?
Einstein: Baksana on ikiye on iki.
Jonathan: Benimki on üç etti. (Parmaklarıyla sayar.) Mr Spenalzo var. İlki Londra’dakiydi, iki tane Johannesburg’da, bir tane Sydney’de, bir tane Melbourne’da, iki San Francisco’da, bir Phoenix’de Arizona-
Einstein: Phoenix’te mi?
Jonathan: Benzin istasyonundaki. Üç tane Chicago’da ve bir tane de South Bend’de. On üç ediyor.
Einstein: Ama South Bend’deki sayılmaz. O zatürreden öldü.
Jonathan: Ben onu vurmasaydım o zor zatürre olurdu.
Einstein: Hayır, Chonny. O adam zatürreden öldü. Sayılmaz.
Jonathan: Bal gibi sayılır. On üç diyorum ben.
Einstein: Hayır efendim. Senin de on iki tane var, bunların da. Bu yaşlı hanımlar senin kadar iyiler.
(İki hala mutlulukla birbirlerine gülümserler. Jonathan üçüne birden dönerek.)
Jonathan: İyiler, öyle mi? Bu da halledilir. Bana gereken bir tek tane daha değil mi? Sadece bir tane!
(Mortimer aceleyle içeri girer, kapıyı arkasından kapatarak ve sinirli bir gülümsemeyle onlara döner.)
Mortimer: Ben geldimmm!
(Jonathan döner ve perde inerken Mortimer’e nihayet bir sorunu çözmüş bir adamın genişleyen gözleriyle bakar.)



PERDE 3
Sahne1:
Sahne aynıdır. Hala aynı gecenin geç saati. Perde kalktığında sahne boştur. Pencere altındaki sandık açık, ve boştur. Perde kalkarken kapısı açık olan kilerden gelen bir tartışmayı duyarız. Konuşmalar sinir ve heyecan duyguları yoğun ve birbiri üstüne yapılmaktadır ta ki Abby kiler kapısından sahneye çıkıncaya kadar.)
Martha: Bırak şunu yapmayı.
Abby: Bu ev bizim evimiz, kiler de öyle ve bunu yapamazsın.
Einstein: Bayanlar! Lütfen- Yukarı, ait olduğunuz yere çıkın.
Jonathan: Abby! Martha! Çıkın yukarı!
Martha: Bu yaptığınızı yapmanın size bir faydası yok çünkü zaten yapılmak zorunda.
Abby: İstemediğimizi söyledim, daha ne uğraşıyorsunuz ki.
Martha: (Kilerden çıkarak) Pekala. Anlayacaksınız. Bu evin kimin evi olduğunu anlayacaksınız.
Abby: Sizi uyarıyorum. Vazgeçin bu işten. Mortimer gelmedi mi daha?
Martha: Hayır.
Abby: Bunu yapmak feci bir şey- bir dini bütün bir adamı bir yabancı ile aynı yere gömmek.
Martha:
Abby: Ayrıca biz Mr Hoskins’e gerçek bir Hristiyan töreni için söz vermiştik. Bu Mortimer nereye gitti Allahaşkına?
Martha: Bilmiyorum ama belli ki bir şeyler yapıyor- çünkü Jonathan’a ‘bekleyin, ben bunu halledeceğim.’ dedi.
Abby: İyi de evde değilken nasıl iyi halleder ki? Bizim de bütün istediğimiz halletmek- şu aşağıda olan biteni.
(Mortimer gelir.)
Mortimer: Tamamdır. Şimdi; Teddy nerede?
(Halalar Mortimer’den çok rahatsız olmuş halde.)
Abby: Mortimer, nerelerdeydin?
Mortimer: Doktor Gilchrist’e uğradım. Teddy’nin kağıtları için onun imzasını aldım.
Martha: Mortimer, sana ne oluyor böyle?
Abby: Böyle bir zamanda oradan oraya koşup imza filan almalar?
Martha: Jonathan’ın ne yaptığını biliyor musun?
Abby: Mr Hoskins’le Mr Spenalzo’yu aynı yere gömiyor.
Mortimer: Demek öyle ha? Bırakın yapsın. (Kiler kapısını kapar.) Teddy odasında mı?
Martha: Teddy her hangi bir yardımda bulunmayacak.
Mortimer: Teddy sözleşmeyi imzalayınca Jonathan’ı ele alacağım.
Abby: Bu ne işe yarayacak?
Mortimer: Jonathan’a gidip 12 mezardan bahsetmek zorunda kaldınız. Eğer bu işlerden Teddy’yi sorumlu tutabilirsem, sizleri kurtarabilirim, öyle değil mi?
Abby: Hayır, anlamadım. Polisin bizi koruması için vergi de ödüyoruz.
Mortimer: (Yukarı çıkar.) Bir dakikaya döneceğim.
Abby: Gel Martha. Polise gidelim.
Mortimer: Pekala. Polis. Polise gidemezsiniz.
Martha: Nedenmiş o?
Mortimer: Çünkü eğer polise Mr Spenalzo’dan bahsederseniz, Mr Hoskins’i de bulurlar ve bu onları şüphelendirebilir; böylelikle 12 beyefendiyi ortaya çıkarabilirler.
Abby: Mortimer, biz polisleri senden daha iyi tanıyoruz. Eğer rica edersek bizim işlerimize burunlarını sokacaklarını da hiç zannetmiyorum.
Mortimer: Ama eğer 12 adamı bulurlarsa bunu karakola bildirmek zorunda kalırlar.
Martha: Canlarını sıkacaklarından pek emin değilim. Çok uzun bir rapor tutmaları gerekir- ve eğer bir polisin yapmaktan nefret ettiği tek bir şey varsa, o da yazmaktır.
Mortimer: Buna pek güvenmeyin. Ters tepebilir ve bir jürinin ya da yargıcın sizi anlayacağını hiç beklemeyin.
Martha: Ay Yargıç Cullman anlar!
Abby: Onu çok iyi tanırız.
Martha: Hep kiliseye dua etmeye gelir- seçimlerden önce.
Abby: Ve bir gün bize çaya da gelecek. Söz verdi.
Martha: Oh, Abby, bu konuda onunla yeniden konuşmalıyız. (Mortimer’) Karısı birkaç yıl önce öldü ve bu onu çok yalnız bıraktı.
Abby: Hadi, gidelim Martha.
Mortimer: Hayır! Bunu yapamazsınız. İzin vermeyeceğim. Bu evi terk edemezsiniz ve Yargıç Cullman’ı çaya filan davet edemezsiniz.
Abby: Vallahi, eğer Mr Spenalzo için bir şeyler yapamayacaksan, ederiz.
Mortimer: Yapacağım.
Martha: Jonathan’ı evden atmalısın.
Abby: Tabii Mr Spenalzo’yu da.
Mortimer: Lütfen şu şu kendi yöntemlerimle yapmama izin verir misiniz? Teddy’i görmeliyim.
Abby: Eğer sabaha kadar bu evden çıkmış olmazlarsa, Mortimer, polise gideceğiz.
Mortimer: Çıkmış olacaklar. Söz veriyorum. Yatın artık, oldu mu? Ve tanrı aşkına, şu üstünüzdeki giysileri de çıkarın artık- aynen Judith Anderson’a benziyorsunuz.
Martha: Çok şükür, Abby, biraz ferahladık, değil mi?
Abby: Evet, yani eğer Mortimer nihayet bir şeyler yapacaksa bu Jonathan’ın başının bir yığın gereksiz belaya bulaşacağı anlamına geliyor. En iyisi ona söyleyelim. Oh, Jonathan, bırak şu yaptığın işi.
Jonathan: Bitti bile. Mortimer miydi işittiğim?
Abby: her şey yeniden eski haline getirilmeli. Sabaha hepiniz bu evden çıkacaksınız. Mortimer söz verdi.
Jonathan: Öyle mi olacak? Bu durumda, sen ve Martha Hala yatıp şöyle güzel bir uyku çekin.
Martha: Eet, hadi Abby.
Jonathan: Allah rahatlık versin, sevgili halalarım.
Abby: Allah rahatlık versin değil, Jonathan, Allahaısmarladık. Biz uyandığımız zamn siz gitmiş olacaksınız. Mortimer söz verdi.
Martha: Onun da kendine göre yöntemleri var.
Jonathan: O halde Mortimer geri gelecek?
Abby: Kendisi burada, yukarıda Tedyy ile konuşuyor.
Martha: Hoşça kal Jonathan.
Jonathan: Bence Mortimer’e de hoşça kal deseniz iyi olur.
Abby: Oh, Mortimer’i göreceksin.
Jonathan: Evet, göreceğim.
(Abby ve Martha çıkar. Jonathan hareketsiz oturur. Kafasında cinayet vardır. Einstein kilerden çıkar. Pantalonunun tozunu alır, bacaklarını kaldırarak Spenalzo’nun spor ayakkabılarını giyerken görürüz onu.)
Einstein: Nihayet her şey yoluna girdi. Ortalık süt liman oldu. Bunların aşağıda olduğunu hiç kimse anlayamaz. (Jonathan hala kıpırdamadan oturmakta.) Şu yatak iyi görünüyor. Kırksekiz saattir uyumadık. Hadi Choony, yukarı çıkalım.
Jonathan: Unutuyorsun Doktor.
Einstein: Neyi?
Jonathan: Kardeşim Mortimer’i.
Einstein: Choony, bu gece mi? Yarın ya da öbür gün hallederiz.
Jonathan: (Kendini kontrol etmeye çabalayarak.) Hayır, bu gece! Şimdi!
Einstein: Choony, lütfen- çok yorgunum- ve yarın ameliyat yapmak zorundayım.
Jonathan: Evet, yarın ameliyatın var, Doktor. Ama bu gece Mortimer’in işi bitecek.
Einstein: (Jonathan’ın önünde diz çökerek ve onu yatıştırmaya çalışarak.) Bu gece olmasın, Choony- şimdi gidip yatalım artık, hı?
Jonathan: (Kalkarak; o sırada Einstein da doğrulur.) Doktor, bana baksana sen. Bu gece yapılacağını anlayabiliyorsun, değil mi?
Einstein: Ach, Choony, Anlıyorum. Bu bakışı tanıyorum.
Jonathan: Bu ortaklığı bozmak için artık çok geç.
Einstein: Tamam, halledelim. Ama çabuk yolla. Londra’da yaptığımız gibi. (Boğmayı öneren bir ses ve el kol hareketleriyle.) Jonathan: Hayır, Doktor sanırım bu durum daha özel bir şeyi gerektiriyor. Sanki Melbourne metodu olsa daha iyi!
Einstein: E olmaz ama Choony, tam iki saat. Ayrıca iş bitince ne olacak? Londra’daki adamda da Melbourne’daki kadar ölüydü sonuçta.
Jonathan: Londra’da fazlasıyla uzun çalışmak zorunda kaldık. Hiçbir estetik doyumu olmadı- ama Melbourne’da, ah, ortaya unutulmayacak bir iş çıktı.
Einstein: Hatırlamak mı? Keşke hiç hatırlamasam! Olmaz, Choony, Melbourne yöntemi olmaz. Ben yapmam.
Jonathan: Yaparsın Doktor, aletler nerede?
Einstein: Yapmam Choony. Yapmayacağım.
Jonathan: Aletlerini getir.
Einstein: Hayır, Choony.
Jonathan: nerede bunlar? Anladım, kilere sakladın, değil mi? Nerede?
Einstein: Söylemeyeceğim.
Jonathan: Ben bulurum, Doktor. (Kilere girer ve kapıyı kapar.)
(Teddy balkonda görürnür, elinde borazanı. Mortimer çıkıp onu kolundan yakalar. Einstein kiler kapısına aceleyle koşar ve orada durduğu sırada Mortimer ve Teddy konuşurlar.)
Mortimer: Yapmayın Sayın Başkan.
Teddy: Kabine üyelerime danışmadan hiçbir bildiriyi imzalamam.
Mortimer: Ama bu gizli kalmalı.
Teddy: Gizli bir bildiri mi? Ne kadar sıra dışa!
Mortimer: İmzalanıncaya kadar Japon’ların duymaması gerekiyor.
Teddy: Japonlar, şu sarı şeytanlar. Hemen imzalayayım. (Kağıtları Mortimer’den alır.) Sana güvence veriyorum. Kabineme de daha sonra haber vereceğim.
Mortimer: Tabii, hemen gidip imzalayalım şunu.
Teddy: Dur bakalım, hele. Gizli bildiri gizlilik içinde imzalanır.
Mortimer: Ama bir an önce, sayın Başkan.
Teddy: İmza kıyafetimi giyeceğim. (Teddy çıkar.)
(Mortimer aşağıya iner. Einstein gelir. Şapkasını Mortimer’e verir.)
Einstein: Çıkıyordun değil mi?
Mortimer: Hayır Doktor, bir şey bekliyorum. Önemli bir şey.
Einstein: Lütfen git şuradan, hemen.
Mortimer: Doktor Einstein, sizin şahsınıza karşı hiçbir şeyim yok. Hatta çok hoş bir adama benziyorsunuz. Tavsiyemi dinleyip bu evden çekip gidin ve hatta olabildiğince uzağa gidin.
Einstein: Bela ha? Asıl siz gidin.
Mortimer: Pekala, konuşmayın. Ben de sizi uyarmadım.
Einstein: Ben sizi uyarıyorum. Hemen toz olun buradan.
Mortimer: Burada her an bir şeyler patlak vermeye başlayabilir.
Einstein: Dinle- Choony’nin kafası bulanık. Böyle olduğu zamanlarda delirir. Ortalık karışır- Feci şeyler olur.
Mortimer: Şu anda Jonathan beni kaygılandırmıyor.
Einstein: Ah, şu gördüğün oyunlar sana hiçbir şey öğretemedi mi?
Mortimer: Neye dair?
Einstein: Oyundaki insanlar, en azından hissettikleri şeye göre rol yaparlar; yani senin yaptığından daha fazlasını.
Mortimer: (Bu gözlemden etkilenmiş.) Böyle düşünüyorsun, öyle mi? Oyundaki kişilerin zekalarıyla rol yaptığını düşünüyorsun. Keşke sen de onların yanında benim olduğum kadar olabilseydin. Bu geceki küçük opusu al örneğin! Oyunda bir adam var- güya çok akıllı bir şey- (Jonathan alet çantası ile kilerden çıkar. Kapı aralığında durup, Mortimer’i dinler.) Evde azılı katillerle bir arada olduğunu biliyor. Tehlikede olduğunu da bilmesi gerekiyor- hatta öyle ki evden bir an önce kaçıp kurtulması konusunda uyarılmış, ama gidiyor mu? Gitmiyor, orda kalıyor. Şimdi sorarım size Doktor, bu akıllı bir adamın yapacağı bir şey midir?
Einstein: Sorana bak!
Mortimer: Korkması gerektiğini, gardını alması gerektiğini bile anlayamıyor. Mesela, cani onu oturmaya davet ediyor.
Einstein: (Mortimer’in Jonathan’ı görmesini engelleyecek gibi hareket eder.) Yani, ‘Oturmaz mıydınız?’ demek istiyorsun.
Mortimer: (Bir sandalyi kendine çeker ve Einstein’a bakmadan.) İster inan, ister inanma, o sırada diğeri de orada.
Einstein: Peki ne yapıyor?
Mortimer: (Bir koltuğa oyurarak.) Oturuyor. Şimdi bakar mısın, bu adam sözüm ona, akıllı. Orada oturuyor, ipe çekilmeyi bekliyor. Ve adamı bağlamak için neyi kullandıklarını biliyor musun?
Einstein: Neyi?
Mortimer: Perde kordonunu.
(Jonathan perde kordonlarına bakar. Oraya doğru geçip gizlice perde kordonunu çakısı ile keser.)
Einstein: Valla neden olmasın, iyi fikir. Çok uygun.
Mortimer: Fazlasıyla uygun. Eh, oyun yazarları da biraz hayal gücü kullanacak artık! Perde kordonu!
(Jonathan kordonu alıp yavaş yavaş arkadan Mortimer’e yaklaşır.)
Einstein: Adamın kordonu aldığını görmüyor mu?
Mortimer: Nasıl görsün? Arkasını dönmüş oturuyor. İşte bizim her gece çektiğimiz çile bu. Sonra da eleştirmenlerin tiyatroyu öldürdüğünü söylerler. Tiyatroyu asıl öldüren oyun yazarları. Adam orda öyle oturuyor- bizim dangalak- hani o akıllı dediğin- öyle ipe çekilmeyi, ağzının tıkanmasını bekliyor.
(Jonathan ilmeği Mortimer’in omzundan geçirir ve sımsıkı bağlar. Ynı zamanda diğer ilmeği Einstein’ın önüne fırlatır. Aynı anda, Einstein Mortimer’e doğru sıçrayarak bir mendil ile ağzını kapar. Sonra kendine atılan kordunu (ipi) alıp Mortimer’in ayaklarını sandalyeye bağlar.)
Einstein: (Bağlamayı bitirince) Bu adam hakkında haklıymışsın- akıllı değilmiş.
Jonathan: Şimdi Mortimer, eğer dert etmezsen, hikayeyi bitirelim. (Büfeye gider ve masaya iki şamdan getirir ve onları yakarken konuşur. Einstein, Mortimer’in yanında yere diz çökmüş.) Mortimer, neredeyse 20 yıldır buralardan uzaktaydım ama bunca zaman içinde- sevgili kardeşim- asla seni aklımdan çıkarmadım. Bir gece Melbourne’da, seni rüyamda gördüm- ve san Francisco’ya varınca tuhaf bir memniniyet hissettim- bir kez daha seninle aynı ülkedeydim.
Einstein: Lütfen Choony, hatırım için, çabuk yoldan.
Jonathan: Doktor, bunun sanatsal bir başarı olması gerek. Nede olsa, seçkin bir eleştirmenin önünde bir şey icra ediyoruz.
Einstein: Choony!
Jonathan: Doktor!
Einstein: Pekala.
Jonathan: Her şey hazır Doktor.
Einstein: Bir içki içmem lazım. İçmeden yapamam.
(cebinden bir şişe çıkarır. Kafaya diker. Boştur. Kalkar.)
Jonathan: Topla kendini Doktor.
Einstein: İçmeden olmaz. Öğlen buraya geldiğimizde şuralarda bir yerlerde şarap vardı- hatırladın mı? Nereye koydular acaba? (Büfeye bakar ve hatırlar. Gidip büfedeki dolabı açar ve bir şişe iki kadeh çıkarır.) Gördün mü, Choony, içkiyi bulduk. (İki kadehe de şarabı döker, şişe tamamen boşalır. Mortimer ona bakmaktadır.) İşte bu kadarrrrr! Sana da doldurdum. İkimizin de şöyle güzel bir içki iyi gelir! (Kadehin birini Jonathan’a uzatır, ve sonra kendi kadehini ağzına götürür. Jonathan onu durdurur.)
Jonathan: Dur bir dakika, Doktor, lütfen. Terbiyen nerde kaldı? (Mortimer’e bakar.) Evet Mortimer, şimdi anlıyorum ki beni buraya çeken senmişsin. (Şaraba bakar. Sonra kadehi şöyle bir burnuna uzatıp koklar. Güzel olduğunu anlayınca kadehini kaldıdır.) Doktor- benim sevgili ölü kardeşimin şerefine-
(Onlar kadehleri dudaklarını değdirdikleri sırada, Teddy balkona adım atar ve borazanını öttürür. Einstein ve Jonathan kadehleri ellerinden düşürürler; şarap dökülür. Teddy döner ve çıkar.)
Einstein: Aman Allahım!
Jonathan: Allah belasını versin bunun. (Merdivene hamle yapar ama Einstein onu durdurur, engeller.) Sıra bunda! Anlıyor musun, sıra bunda!
Einstein: Olmaz, Choony, Teddy’ye olmaz- burada duralım- Teddy olmaz.
Jonathan: Onun işini sonra hallederiz.
Einstein: Ona bir şey yapmayacağız.
Jonathan: Hadi elimizi çabuk tutalım.
Einstein: Hadi, çabucak bitirelim şu işi. (İç cebinden büyük bir ipek eşarp çıkarır ve Mortimer’in boynuna dolar.)
(Tam o sırada kapı açılır ve içeriye biyük bir heyecanla O’Hara girer.)
O’Hara: Hey! Generalin borazan öttürmeyi derhal kesmesi gerekiyor.
Jonathan: (O ve Einstein Mortimer’in önünde durarak onu O’Hara’dan saklarlar.) Tamam, memur bey. Borazanı hemen alacağız kendisinden.
O’Hara: Sabaha kıyamet kopacak. Komşulara bir daha yapmayacağına dair söz vermiştik.
Jonathan: Bir daha asla olmayacak memur bey. Hadi size iyi geceler.
O’Hara: Bunu ben kendisiyle bizzat konuşsam daha iyi ederim. Işıklara ne oldu? (O’Hara ışıkları yakar ve yukarı sahanlığa çıkar ve tam o anda Mortimer’i görür.) Hey, beni atlattın! Kelly’nin barında tam bir saat seni bekledim. (Aşağıya iner, Mortimer’e bakar; sonra da Jonathan ve Einstein ile konuşur.) Ne oldu buna böyle?
Einstein: (Çabucak düşünerek) Bu gece gördüğü bir oyunu anlatıyordu bize- oyundaki adamın başına gelen şeyi.
O’Hara: Bu gece gördüğün oyunda böyle bir sahne mi vardı? (Mortimer, evet anlamında başını sallar.) Neeee, adamlar bunu benim oyunumun ikinci perdesinden çalmışlar. (Açıklamaya başlar.) Bak, benim oyunun ikinci perdesinde, tam şeyden önce- (Mortimer’e sırtını dönerek.9 En iyisi baştan anlatayım. Olay, annemim soyunma odasında başlıyor, benim doğduğum evde, ama ben henüz doğmamışım. (Mortimer, O’Hara’nın dikkatini çekmek için ayaklarını oynatmaya başlar.) Oh, ne, neyse! (O’Hara Mortimer’in ağzındaki bezi çıkarmaya yeltenir ama sonra vaz geçer.) Yok, yok, sen şimdi dinle beni. (Sandalyeyi alır, Mortimer’in yanına getirir, oturur ve oyununu anlatmayı sürdürürken perde yavaş yavaşinmeye başlar.) Orda oturmuş, makyajı yaparken; birden bire kapıdan- simsiyah bıyıklı bir adam girer- annme dönerek şöyle der: “Miss Latour, benimle evlenir misiniz?” Annemin hamile olduğundan haberi yok!

PERDE KAPANIR




PERDE 3
SAHNE 2
Sahne aynı. Ertesi sabah, erken saat. Perde yeniden açıldığında, pencereden içeriye gün ışığı sızar. Tüm kapılar kapalı. Pancurlar açık. Mortimer halen sandalye ayaklarından bağlı ve yarı baygın bir hal içinde. Jonathan kanepede uyuyor. Einstein, kendinden geçmiş, başı masanın üstünde. O’Hara, ceketini çıkarmış, kravatını gevşetmiş, ayakta duruyor. Oyununun en heyecanlı yerini anlatıyor. Masada bir şişe viski, bir su sürahisi ve içi sigara izmariti dolu bir tabak var.
O’Hara: Üstünde kombinezonu, masanın yanında baygın yatıyor. (…) (Hareketle gösterir.) Ben, tıpkı senin gibi bir sandalyeye bağlıyım. Yer, adeta alevlerden bir cehennem; yanıyor- derken birdenbire- pencereden içeriye- belediye başkanı LaGuardia giriyor. (Einstein kafasını kaldırıp pencereden dışarı bakar. Kimseyi görmeyerek, şişeye uzanır ve kendisine biraz daha içki koyar. O’Hara oraya yürüyüp şişeyi alır.) Hey, baksana, kim ödedi bunun parasını, hatırladın mı? Yavaş git.
Einstein: Dinliyorum ama, değil mi?
O’Hara: Şimdiye kadarını nasıl buldun?
Einstein: Valla Jonathan’ı uyuttu.
(O’Hara şişeden bir yudum daha alır.)
O’Hara: Onu kendi haline bırak. İlgilenmezse, şayet, içkiden içemez. ( Einstein gözlüğünü alır ve merdivenin alt basamağına oturur. O sırada, O’Hara kalkar, tabureyi masaya doğru çeker, viskiyi üstüne koyar. Tekrar ortaya gelip anlatmaya devam eder.) Efendime söyleyimmm, üç gün sonra- transfer edildim ve görevden el çekildim çünkü rozetim çalındı. (Bu satırları pandomimle gösterir.) Derken, Staten Adası’nda devriye yürüyüşümü yaparken- kırk sekizinci bölgede- takip ettiğim adam- birden olay öyle bir hale geliyor ki- beni takip ediyor. (Kapı vurulur. Einstein ayağa kalkıp, sundurmada pencereden dışarıya bakar. Kadehi kalın perdenin arkasına bırakır.) Kimseyi almayın içeriye. Onu zekamla alt ederim. Köşede boş bir ev var. Oraya giderim.
Einstein: Aynasızlar geldi.
O’Hara: Karanlıkta durmuşum ve kapının kulpunun çevrildiğini görüyorum.
Einstein: (Hızla aşağı iner, Jonathan’ı omuzlarından sarsar.) Choony, aynasızlar, aynasızlar. (Jonathan kıpırdamaz. Einstein yukarı koşar.)
(O’Hara durmaksızın hikayesine devam ediyor.)
O’Hara: Silahımı çekiyorum- duvara dayanıyorum ve sesleniyorum:‘İçeri gir.’ (Memurlar- Brophy ve Klein içeri girerler; O’Hara’yı elinde onlara çevrilmiş bir tüfekle görürler. Sonra iş arkadaşlarını tanıyınca tüfeği indirir.) Selam çocuklar.
Brophy: Neler oluyor burada Allahaşkına?
O’Hara: (Brophy’ye gider) Hey, Pat, tanımadın mı? Bu Mortimer Brewster! Benimle birlikte oyunumu yazacak. Ona hikayeyi anlatıyordum.
Klein: (Gidip Mortimer’i çözerek.) Seni dinlemesi için bağlaman mı gerekiyordu?
Brophy: Joe, sen bir an önce gidip rapor versen iyi edersin. Bütün güvenlik teşkilatı seni arıyor.
O’Hara: Sizi benim için mi buraya yolladılar?
Klein: Burada olduğunu bilmiyorduk.
Brophy: Yaşlı bayanları para cezası konusunda uyarmak için gelmiştik. General gecenin bir saatinde yine borazanını öttürmüş.
Klein: Komşuların şikayet edişine baksan, Almanlar Flatbush Bulvarını bombalamış sanırsın.
(Mortimer’i çözmüştür. İpleri büfeye koyar.)
Brophy: Teğmen savaş meydanında. Generalin bir yere yerleştirilmesi gerektiğini söylüyor.
Mortimer: (Ayağının üstünde sendeleyerek) Evet! Evet!
O’Hara: (Mortimer’e doğru giderek) Mr Brewster, gitmem gerekiyor o yüzden üçüncü perdeyi çabucak anlatacağım.
Mortimer: Git başımdan!
(Brophy Klein’a bir bakış attırı, telefona gider ve tuşları çevirir.)
Klein: Söylesene, saatin kaç olduğunun farkında mısın? Sabahın 8’ini geçti.
O’Hara: Deme yaaa! (Mortimer’i merdivenlerde takip ederek.) Mr. Brewster, ilk iki perde biraz fazla uzun sürüyor ama atacak yerini de bulamıyorum.
Mortimer: Hepsini at o zaman.
(Brophy Jonathan’ı kanepede görür.)
Brophy: Kim bu herif?
Mortimer: (Trabzandan sarkarak) Benim kardeşim.
Brophy: Hani şu ortalıktan toz olan mı? Desene, geri dönmüş.
Mortimer: Evet, döndü.
(Jonathan yerinden kalkacakmış gibi kıpırdanır.)
Brophy: (Telefona) Alo, benim, Brophy. Mac’a bağlasana. (O’Hara’ya) Seni bulduğumuzu haber vereyim, Joe. (Telefona) Mac? Teğmene söyle de adamı aratmayı iptal etsin, biz bulduk. Brewster’ların evinde. (Jonathan bunu duyar ve birdenbire uyanır, yukarı doğru bakınca Klein ve Brophy’i görür.) Oraya getirmemizi istiyor musun? Tamam, peki, hemen yakalıyoruz. (Telefonu kapar.) Teğmen yolda.
Jonathan: (Ayağa kalkar) Demek beni ele geçirdiniz, ha? (Brophy ve Klein hafif bir ilgiyle ona bakarlar.) Tamam, yakaladınız beni. (Balkondan aşağıya bakan Mortimer’e dönerek.) Desenize, siz ve benim gammazcı kardeşim bir ödülü paylaşırsınız artık?
Klein: Ödül mü?
Jonathan: Şimdi size bir ihbarda bulunacağım. Benim halalarımın sevimli, tatlı birer yaşlı bayan olduğunu düşünüyorsunuz, öyle mi? Kilerlerinde tam on üç tane gömülü ceset var.
Mortimer: Teddy1 Teddy! Teddy!
Klein: Sen neden bahsediyorsun, allahaşkına?
Brophy: Halaların hakkında bir şey söylerken biraz daha dikkatli olsan iyi edersin. Onlar bizim dostlarımızdır.
Jonathan: Size göstereceğim. Bunu kanıtlayacağım. Kilere gelin benimle.
Klein: Dur bir dakika. Dur bir dakika.
Jonathan: On üç ceset! Nerede gömülü olduklarını göstereceğim.
Klein: (Dalga geçilmeyi reddederek) Yaa, yaaa.
Jonathan: Kilerde ne olduğunu görmek istemiyor musunuz?
Brophy: (Jonathan’ın kolunu bırakır ve Klein’a) Git bak bakalım şu kilere!
Klein: Kilere bu adamla birlikte girmek istediğimden pek emin değilim. Şu surata bak. Boris Karloff’a benziyor. (Bu adı duyan Jonathan Klein’ın boğazına sarılır ve sıkmaya başlar.) Hey, ne yapıyorsun Allahın belası- Hey Pat, kurtar beni şundan.
(Lastik copunu çıkarır.)
Brophy: Sen ne yaptığını sanıyorsun, ha? (Kafasına bir vuruş attırır. Jonathan baygın yere düşer; yüzü yere dayalı.)
Klein: Sen bunun hakkında ne biliyorsun?
(Kapı vurulur.)
O’Hara: Girin.
(Teğmen Rooney kapıyı arkasından çarparak içeri girer. Sert, hareketli ve hakim görünüşlü bir adamdır.
Rooney: Ne yapıyorsunuz siz beyler? Size ben halledeceğim demedim mi?
Klein: Tabii, efendim, Biz sadece- (Klein’ın gözleri Jonathan’a gider ve Rooney bunu görür.)
Rooney: Ne oldu? Kavga mı çıkardı?
Brophy: Borazanı öttüren adam bu değil. Bu onun erkek kardeşi. Klein’ı öldürmeye yeltendi.
Klein: (Boğazına dokunarak.) Bütün söylediğim de Boris Karloff’a ne kadar çok benzediğiydi.
Rooney: Çevirin şunu.
(İki polis Jonathan’ı sırt üstü çevirir. Klein geri bir adım atar.)
Brophy: Bu adam arananlardan biri gibime geldi.
Rooney: Öyle mi diyorsun? Karakola astığımız bildirilere siz, beyler, bakma zahmetini göstermiyorsunuz, bari en azından ‘Hızlı Dedektif’’i okuyun. Tabii ki aranıyor. Indiana’da. Paranoyak suçlular hapishanesinden kaçmış. Müebbetlik. Tanrı Aşkına, tam da tarif edildiği gibi- Karloff’ın tıpkısı.
Klein: Ortada belirtilmiş bir ödül filan var mı?
Rooney: Evet var ve buna ben hak iddia edeceğim.
Brophy: Bizi kilere götürmek istiyordu.
Klein: Aşağıda on üç tane ceset gömülü olduğunu söyledi.
Rooney: (Şüpheyle) On üç tane gömülü ceset mi? (Bunun gülünç olduğuna karar vererek.) Yani, bu zırvalığa rağmen adamın tımarhaneden kaçtığına uyanmadınız mı?
O’Hara: Ben anlamıştım; adam manyağın teki!
(Rooney ilk kez O’Hara’yı görür. Ona döner.)
Rooney: Oh, Shakespeare de buradaymış. Bütün gece neredeydin sen? Bana söyleme zahmetini bile göstermedin.
O’Hara: Hep buradaydım, efendim. Mortimer Brewster’la oyun yazıyorduk.
Rooney: (Sert) Öyle mi? İyiiii, bu oyunu yazmaya bol bol zamanın olacak. Kovuldun! Şimdi doğru git ve raporunu ver.
(O’Hara paltosunu, bastonunu ve kepini alır, kapıya gider. Sonra Rooney’e dönerek.)
O’Hara: Arada bir uğrayıp, karakoldaki daktiloyu kullanabilir miyim acaba?
Rooney: Hayır. Defol buradan. (O’Hara gider, Rooney kapıyı kapar ve polis memurlarına döner. Teddy balkona gelir, aşağıya iner.) Şu adamı alıp götürün. (Polisler Jonathan’ı kaldırmak için eğilirler.) Bakın bakalım, suç ortağı hakkında nasıl bir bilgiye ulaşacaksınız. (Polisler sorar bir ifadeyle doğrulurlar. Rooney açıklar.) Kaçmasına yardım eden adam. O da aranıyor. Brooklyn’ın neden bu halde olduğunu merak etmeye gerek yok; sizin gibi kaz kafalılarla dolu bir polis teşkilatı olduktan sonra. Ulu Tanrım, inandıkları hikayeye bak! Kilerde on üç ceset varmış!
Teddy: Evet, kilerde on üç tane ceset var.
Rooney: (Ona dönerek.) Sen de kimsin?
Teddy: Başkan Roosevelt.
Rooney: Bu kaçık kim?
Brophy: Borazanı öttüren adam.
Klein: Günaydın, General.
(Teddy’i selamlarlar; o da onlara karşılık verir. Rooney de kendini ona selam dururken bulur. Sonra bezginlikle elini aşağı bırakır.)
Rooney: Oldu, General. Borazanını son kez öttürdün.
Teddy: (Jonathan’ı yerde görünce.) Aman Tanrım, bir sarı humma kurbanı daha mı?
Rooney: Ne?
Teddy: Kilerdeki bütün cesetler sarı humma kurbanıydı.
Brophy: Hayır, General, bu White House’da yakaladığımız bir casus.
Rooney: (Jonathan’ı göstererek.) Şu adamı buradan çıkaracak mısınız?
(Polisler Jonathan’ı kaldırır ve mutfağa sürükler. Teddy onları takip eder. Mortimer içeri girer, merdivenlerin alt basamağına gelir.)
Teddy: (Rooney’e sırtını dönerek.) Ortada bir sorgulama durumu varsa, bu benim şubem.
Rooney: Bırak Allahaşkına!
Teddy: Unutuyorsun. Başkan olarak ben, Gizli Servis’in de başıyım.
(Brophy ve Klein Jonathan’la beraber mutfak kapısndan çıkarlar. Teddy onları takip eder. Mortimer C.’ye gelir.)
Mortimer: Şef, ben Mortimer Brewster’ım.
Rooney: Emin misin?
Mortimer: Sizinle kardeşim Teddy hakkında konuşmak istiyorum; hani şu borazanı öttüren adam.
Rooney: Mr Brewster, bunu konuşmayacağız; derhal akıl hastanesine yollanacak.
Mortimer: Sizinle aynı fikirdeyim. Aslında her şey ayarlandı bile. Elimde Doktor Gilchrist’in imzaladığı belgeler var; kendisi aile doktorumuzdur. Teddy bunları bizzat kendisi imzaladı, anlaşıldı mı, ve en yakın akraba olarak bir de ben.
Rooney: Nereye gidiyor?
Mortimer: Happy Dale’e.
Rooney: Aman, aman! Gitsin de, nereye gittiği umurumda değil.
Mortimer: Oh, bir an önce gidiyor ya! Ancak şunu bilmenizi isterim ki bu ev içinde olan her şeyin sorumlusu Teddy’dir. Şu kilerdeki on üç ceset-
Rooney: (Yetti artık bu on üç ceset ama edalarıyla.) Ya, yaaa, kilerdeki on üç ceset! Komşuların ondan korktuğu yetmedi, borazanıyla huzuru bozduğu yetmedi; bir de kilerde on üç ceset olduğu saçmalığı ortalıkta dolaşırsa; neler olabileceğini hayal edebiliyor musun? Şimdi de sarı humma korkusu başlatacak. Hoş, değil mi?
Mortimer: (Müthiş rahatlamış.) On üç cesetmiş! Bu hikayeye inanacaklarını mı sanıyorsunuz?
Rooney: Belli olmaz. Bazı insanlar fazlasıyla salaktır. Bazen insan neye inanacağını bilemez. Bir yıl kadar önce adamın biri Greenport’ta bir cinayet söylentisi çıkarmıştı ve ben 2 dönüm araziyi kazmak zorunda kalmıştım, sırf kanıtlamak için-
(Kapı vurulur.)
Mortimer: İzninizle! (Kapıya gider. Elaine ve Mr Witherspoon’u içeri alır. Yaşlı, ağzı sımsıkı kapalı bir adam. Elinde bir çanta vardır.)
Elaine: Günaydın, Mortimer.
Mortimer: (Ne ummacağını bilmeden.) Günaydın, canım.
Elaine: Bu bey Mr Witherspoon. Teddy’yle buluşmak için gelmiş.
Mortimer: Teddy’yle buluşmak mı?
Elaine: Kendisi Happy Dale’in denetçisiymiş.
Mortimer: (İlgiyle) Oh, buyurun lütfen. (Tokalaşırlar. Mortimer Rooney’i işaret eder.) Bu Şef-
Rooney: Teğmen Rooney. Gelmenize çok sevindim, Müfettiş çünkü bugün bu adamı buradan alıp götüreceksiniz.
Witherspoon: Bugün mü? Bunu bilmiyordum.
Elaine: (Araya girerek.) Bugün değil.
Mortimer: Bak Elaine, katılmam gereken bir yığın iş var; bu yüzden sen eve git. Ben seni ararım.
Elaine: Çılgın.
Witherspoon: Durumun bu kadar acil olduğunu bilmiyordum.
Rooney: Bütün evrak imzalandı, bugün gidiyor.
(Teddy mutfaktan çıkar.)
Teddy: Tam bir isyan! Adamların benim muhallebi çocuğu olmadığımı öğrenecekler. Amerika’nın Başkanına bu şekilde muamele edilirse, bu ülke ne hale gelir?
Rooney: Sizin adam bu işte, müfettiş.
Mortimer: Bir dakika. (Teddy’ye doğru gider ve bir çocukla konuşur gibi.) Sayın Başkan, çok güzel haberlerim var. Sizin başkanlık süreniz bitti.
Teddy: Bugün Mart’ın dördü mü?
Mortimer: Neredeyse.
Teddy: (Düşünerek.) Dur bakalım, OH! Bu durumda Afrika’ya safariye gidebilirim. Hemen yola çıkmalıyım. Ben daha çıkmadan bu adam mı taşınmaya çalışıyor White House’a?
Mortimer: Kim, Teddy?
Teddy: Taft.
Mortimer: (Witherspoon’u işaret ederek.) Bu Mr Taft değil, Teddy. Mr Witherspoon; Afrika’da rehberin olacak.
Teddy: (Sevinçle el sıkışır.) Harika, harika. Gidip aletlerimi getireyim. (Martha ve Abby konuşmanın sonuna doğru balkonda görünür ve aşağı inmeye başlar.) Beyler, bayanlar, beni bir de safaride görün!
(Sahanlığa çıkarken yolu üzerinde halaları ile karşılaşır ve onlarla el sıkışır. Bunu yaparken hiç durmaz.) Hoşça kal Abby Hala. Hoşça kal Martha Hala. Afrika’ya gidiyorum, harika değil mi? (Sahanlığa varır.) HÜCUM!
Mortimer: (Halalarla karşılaşır.) Günaydın, canlarım.
Martha: Oh, konuklarımız var.
Mortimer: (Rooney’i işaret eder.) Bu bey Teğmen Lieutenant Rooney.
Abby: (Gidip elini sıkar.) Memnun oldum Lieutenant. Polislerin sizin için söyledikleri kadar yaygaracı birine benzemiyorsunuz.
Mortimer: Teğmenin burada olma nedeni- biliyorsunuz, dün gece Teddy yine borazanını öttürdü ya.
Martha: Evet, bu konuyu Teddy ile görüşeceğiz.
Rooney: Durum göründüğünden biraz daha vahim bayanlar.
Mortimer: (Mortimer halalarını, o sırada çantasından bazı kağıtları çıkaran Witherspoon’a doğru yönlendirerek.) Henüz Mr Witherspoon ile tanışmadınız. Happy Dale’in denetçisi.
Abby: Oh, Mr Witherspoon, memnun oldum.
Martha: Teddy ile tanışmaya geldiniz.
Rooney: Onu götürmek için geldi.
(Halalar sorar bakışlarla Rooney’e bakar.)
Mortimer: (Durumu mümkün olduğunca kolaylaştırmaya çalışarak.) Sevgili halalarım, polis Teddy’nin bugün oraya gitmesini istiyor.
Abby: Oh, olamaz.
Martha: Biz hayattayken olmaz.
Rooney: Üzgünüm Miss Brewster ama olmak zorunda. Tüm kağıtlar imzalandı ve bugün müfettiş ile gidecek.
Abby: Buna izin vermeyeceğiz. Borazanı ondan alacağımızı vaat ediyoruz.
Martha: Bizi Teddy’den ayıramazsınız.
Rooney: Kusura bakmayın bayanlar, ama kural kuraldır. Kendini teslim etti ve gidecek.
Abby: Peki, o halde, o giderse biz de gideriz.
Martha: Evet, bizi de götürmeniz gerekir.
Mortimer: (Bu fikre sıcak bakar.) Tabii, neden olmasın?
Witherspoon: Çok tatlı bir yaklaşım ama mümkün değil. Biliyorsunuz ki Happy Dale’e sadece akıldan yoksun insanları alıyoruz.
Martha: (Witherspoon’a dönerek.) Mr, Wittherspoon, eğer bizim orada Teddy ile birlikte yaşamamıza izin verirseniz, Happy Dale’in tam da bizim arzularımıza göre bir yer olduğunu göreceğiz- hatta cömert miktarda.
Witherspoon: Tanrı biliyor ya parayı kullanabiliriz ama korkarım ki-
Rooney: Aklı başında davranalım bayanlar. Mesela, yapacağım onca ciddi iş varken sabahımı burada boş yere harcıyorum. Malum, Brookly’de çözüme ulaştırılacak pek çok cinayet var.
Mortimer: Evet. Var mı?
Rooney: İş sadece borazanı öttürmek ya da komşuların ondan korkmasıyla kalmıyor, durum daha vahim. Er ya da geç kilerinizi kazmak zorunda bırakılabiliriz.
Abby: Kilerimizi mi?
Rooney: Öyle ya. Yeğeniniz sağda solda kilerde on üç cesetin olduğunu söyleyip duruyor.
Abby: Kilerde on üç ceset var, zaten.
(Rooney bezgin halde bakar. Mortimer çabucak kiler kapısının önüne geçer.)
Martha: Eğer Teddy’nin götürülmesine neden olarak bunu gösteriyorsanız, bizle aşağıya inin de size kanıtlayalım.
Abby: Bir tek Mr Spenalzo buraya ait değildir ve buradan çıkarılması gerekir ama diğer on ikisi bizim beyefendilerimiz.
Mortimer: Teğmenin aşağıya inmek isteiğini zannetmiyorum. Daha az önce kendisi bana geçen yıl 2 dönüm yeri kazmak zorunda kaldığını söylemişti, değil mi, Teğmen?
Rooney: Doğru.
Abby: (Rooney’e) Burayı kazmanız gerekmiyecek. Mezarların hepsi de işaretli. Her Pazar üzerlerine çiçek koyarız.
Rooney: Çiçek mi? (Abby’ye doğru bir adım atar, sonra Withetspoon’a döner ve konuşurken onları işaret ederek.) Müfettiş, orada bu bayanlara da birer yer çıkmaz mı sence?
Witherspoon: Şey, ben-
Abby: (Rooney’e) Buyrun gelin bizimle de size mezarları gösterelim.
Rooney: Size inanıyorum sevgili bayan, ama ben meşgul bir adamım. Ne dersin Müfettiş?
Witherspoon: Suçlandırılmaları gerekiyor.
Mortimer: Teddy kendi kendini suçladı. Bunlar da öyle olamaz mı? Kağıtları imzalayamazlar mı?
Witherspoon: Tabii olur.
Martha: Eğer Teddy ile gideceksek, biz de imzalarız. Kağıtlar nerede?
Abby: Evet, nerede?
(Witherspoon kağıtlar için çantasını açar; Klein mutfaktan girer.)
Klein: Adam kendine geliyor teğmenim.
Abby: Günaydın Klein.
Martha: Günaydın Mr Klein, siz de mi buradaydınız?
Klein: Evet. Brophy ve ben diğer yeğeninizi mutfaktan dışarı çıkardık.
Rooney: Haydi şunları imzalatın Müfettiş. Her şey halledilsin istiyorum. (Mutfak kapısına geçer, çıkarken kafasını sallar ve söyler.) On üç cesetmiş.
(Klein onu takip eder.)
Witherspoon: (Martha’ya dolma kalemi uzatır.) Eğer şurayı imzalarsanız.
(Martha imzalar.)
Mortimer: Ve siz de Abby Hala.
(Abby imzalar.)
Abby: (İmzalarken) Gitmeyi dört gözle bekliyorum; bu muhit eskisi gibi değil artık.
Martha: Bir düşün, önde bir çimenlik.
(Einstein kilerden çıkar. Elinde bir bavul vardır. Şapkasını alır.)
Witherspoon: Aman ya, bir şeyi gözden kaçırıyoruz.
Martha: Neyi?
Witherspoon: Bir doktorun imzasına ihtiyacımız var.
Mortimer: Oh! (Einstein’ı tam kapıdan çıkmak üzereyken görerek.) Doktor Einstein! Bir dakika buraya gelebilir misiniz? Bazı kağıtları imzalamanızı rica edecektik.
Einstein: Lütfen, hemen gitmem gerek-
Mortimer: Bir dakika gelin lütfen, Doktor. Dün gece bir ara, doktorun beni ameliyat edeceğini düşündüm. Gelin doktor. Şuraya bir imzanızı atın.
(Doktor kağıtları imzalar. Rooney ve Klein mutfaktan çıkar. Rooney telefonu eline alır ve çevirir Klein mutfak kapısının yanındadır.)
Abby: Gidiyor musunuz doktor?
Einstein: (İmzalayarak) galiba gitmem gerek.
Martha: Jonathan’ı beklemeyecek misiniz?
Einstein: Aynı yere gideceğimizi sanmıyorum.
(Mortimer Elaine’ı sandığın üzerinde görür ve ona doğru yürür.)
Mortimer: Selam Elaine. Seni gördüğüme sevindim. Gidemedin mi?
Elaine: Kaygılanma gidiyorum.
(Mortimer Martha’nın sandalyesinin arkasında ayaktadır, Rooney telefonda konuşur.)
Rooney: Alo, Mac. Benim, Rooney. Indiana’da aranan adamı yakaladık. Suç ortağının eşgali vardı- tam o masanın üzerinde- onu okusana bana. (Einstein Rooney’i telefonda görür. Mutfağa yönelir ve Klein’ın orada ayakta durduğunu görür. Rooney telefonda kendisine yapılan tanımlamayı tekrar eder; o sırada boş gözlerle Einstein’a bakmaktadır.) Evet, 54 yaşlarında- 1.85 boylarında, kilosu 70 gibi, kahverengi gözlü, Alman aksanıyla konuşuyor. Doktor olduğunu söylüyor. Tamam, Mac, çok teşekkürler. (Telefonu kapar, o sırada Witherspoon, kağıtları ona vermek için yanına gelmiştir.)
Witherspoon: Oldu bu iş, Teğmen. Doktor Bey, sağolsun, imzaları tamamladı.
(Rooney Einstein’ın yanına gider ve elini sıkar.)
Rooney: Teşekkürler Doktor. Brooklyn’a gerçek bir hizmette bulundunuz.
(Rooney ve Klein mutfağa girerler.)
(Einstein şaşkınlıkla bir an durur sonra şapkasını ve çantasını kaptığı gibi kapıdan kaybolur. Halalar ayağa kalkıp arkasından bakarlar. Abby kapıyı kapar ve ayakta dururlar.)
Witherspoon: Mr Brewster, yakın akraba olarak bir de sizden imza alalım.
(Halalar Mortimer imza atarken aralarında fısıldaşırlar.)
Mortimer: Tabii, kuşkusuz. Şuraya mı?
Witherspoon: İyi, iyi, oraya.
Mortimer: Bu her şeyi tamamlıyor, yasal hale getiriyor, değil mi?
Witherspoon: Oh, evet.
Mortimer: (Nihayet rahatlamış.) Çok şükür sevgili halalarım, arıl güvendesiniz.
Witherspoon: (Halalara) Çıkmak için ne zaman hazır olursunuz acaba?
Abby: Mr Witherspoon, neden yukarı çıkıp Teddy’ye giderken yanına neler alabileceğini söylemiyorsunuz?
Witherspoon: Yukarı mı?
Mortimer: Ben sizi çıkarayım.
Abby: (Onu durdurarak.) Hayır Mortimer, sen burada kalıyorsun. Konuşmak istiyoruz. (Witherspoon’a) Evet, Mr Witherspoon yukarı çıkıp sola dönün.
(Witherspoon çantasını kanepenin üstüne koyar, yukarı çıkar. Halalar bir yandan Mortimer’le konuşurken bir yandan da onu izlerler.)
Martha: Evet, Mortimer, madem biz gidiyoruz, artık bu ev tamamen senin olacak.
Abby: Evet canım, senin burada yaşamanı istiyoruz.
Mortimer: Hayır Abby Hala, bu ev haddinden fazla hatırayla dolu.
Martha: Ama Elaine ile evlenince güzel bir yuvaya ihtiyacınız olacak.
Mortimer: Canlarım bu henüz belirsiz.
Elaine: (Ayağa kalkar.) Hiç de bile! Derhal evleniyoruz.
Abby: Mortimer, Mortimer, bir şeyden çok endişe duyuyoruz.
Mortimer: Bakın, canlarım, Happy Dale’i seveceksiniz.
Martha: Oh, evet, bütün bu olanlar için çok mutluyuz. Sadec hiçbir hata olmamasını istiyoruz.
Abby: İmzaları araştırırlar mı acaba?
Mortimer: Dert etmeyin, Doktor Einstein’ı araştırmayacaklardır.
Martha: Onun imzasını değil, canım, seninkisini.
Abby: Hani en yakın akraba olarak imzalamıştın ya.
Mortimer: Evet, ama ne yani?
Martha: Ah, canım, bunu sana asla söylemeyecektik. Ama sen de artık yetişkin bir adamsın ve bu ayrıca Elaine’ın da bilmesi gereken bir durum. Sevgili oğlum, sen gerçek bir Brewster değilsin.
Abby: Annen bizim yanımıza ahçı olarak gelmişti. Gelişinden üç hafta sonra sen doğdun. Zavallı baban daha önce ölmüş. Öylesine tatlı bir kadındı ki – ayrıca çok da iyi bir aşçıydı tabii; onu kaybetmek istemedik veee erkek kardeşimiz onunla evlendi. Bebeği, yani seni evlat edinip biz yetiştirdik.
Mortimer: Yani, ben- şimdi- gerçek bir Brewster değil miyim?
Martha: Bak, lütfen kendini harabetme bunun için.
Abby: Elaine’cım, senin için fark eden bir durum var mı?
Mortimer: (Yüzünü yavaşça Elaine’a çevirerek. Sesi yükselerek.) Elaine, duydun mu? Anladın mı? Ben bir piçim.
(Elaine kollarına atlar. Halalar onlara bakar.)
Martha: Gidip kahvaltıyı hazırlayayım.
Elaine: Mortimer bana gelecek. Babam Philadelphia’ya gitti. Mortimer ve ben bizde birlikte kahvaltı yapacağız.
Mortimer: Evet, şöyle güzel bir kahveye ihtiyacım var.
Abby. Bu durumda siz beraber
Mortimer: Öyle yaparız.
(Witherspoon balkona çıkar; elinde iki matara vardır. Aşağıya iner, Teddy elinde büyük bir kano küreği ile çıkar. Üstünde Panama tulumları.)
Teddy: Bir dakika Witherspoon. Bunu da al. (Tekrar balkondan çıkar; o sırada Witherspoon da aşağı inip kanepeye oturur. Kanepenin üstüne mataraları koyar ve kürekleri duvara dayar.)
(Bu sırada Rooney ve aralarında Jonathan olmak üzere iki polis memuru girer. Bileklerinden kıvırmışlar.)
Rooney: Devriye arabasına lüzum yok, benim arabam dışarıda.
Martha: Gidiyor musun Jonathan?
Rooney: Evet, Indiana’ya dönüyor. Orada kendisi ile hayatının sonuna kadar ilgilenmek isteyen bir takım adamlar var. Haydi.
(Rooney kapıyı açar. Polisler ve Jonathan R. C. ‘ye geçer. Abby D. S. ‘ye adım atar.)
Abby: Jonathan, senin gidebileceğin bir yer olduğunu bilmek ne güzel!
Martha: Biz de gidiyoruz.
Abby: Evet, Happy Dale’e gidiyoruz.
Jonathan: O halde bu ev Brewster’ların sonunu görüyor.
Martha: Eğer Mortimer bu evde yaşamak istemezse.
Jonathan: Benim bir önerim var. Neden bu evi bir kilise haline dönüştürmüyorsunuz?
Abby: Bunu hiç düşünmemiştik.
Jonathan: Şunun şurasında mezarlığın da bir bölümü olurdu.
Rooney: Pekala, hadi bakalım. İşim gücüm var.
Jonathan: Hoşça kalın Halalarım. Ben rekorumu arttıramadım ama siz de arttıramadınız- en azından bununla avunurum. Sayılarımız eşit, 12’ye 12. (Jonathan ve polisler çıkar. Halalar arkasından bakar.)
(Witherspoon sandığa doğru geçer. Pencereden dışarı bakarak ayakta durur. Sırtı halalara dönüktür.)
Martha: (R. Kapısına doğru yürüyerek.) Jonathan her zaman böyle kaba saba bir çocuktu. Hiç kimsenin kendisini geçmesine tahammül edemezdi. (Kapıyı kapar.)
Abby: (Konuşurken yavaşça L.’nin etrafında dönerek.) Keşke şuna zannettiği kadar akıllı olmadığını gösterebilsek! (Gözleri Witherspoon’a ilişir. Onu inceler. Martha kapıdan dönmüş ve Abby’nin niyetini anlamıştır.) Mr Witherspoon? (Mr Witherspoon yüzünü onlara döner.) Aileniz Happy Dale’de sizinle birlikte mi yaşıyorlar?
Witherspoon: Benim kimim kimsem yok.
Abby: Ohhh-
Martha: (Odaya adım atarak) O halde happy Dale’deki herkesi aileniz gibi görüyorsunuzdur?
Witherspoon: Korkarım ki durumu tam anlayamamışsınız. Kurumun başındaki bir kişi olarak, herkese mesafeli durmam gerekiyor.
Abby: E bu da sizi fazlasıyla yalnız bırakıyordur?
Witherspoon: Öyle tabii ki. Ama ne yaparsınız, vazife vazifedir.
Abby: (Martha’ya dönerek.) Marthacım! (Martha işareti almıştır, büfeye doğru yürür ve dolaptan bir şişe şarap çıkarır. Bu şişe boştur. Başka bir dolaptan dolu olanı alır. Masaya şişe ve kadehi getirir. Abby konuşmayı sürdürür.) Eğer Mr Witherspoon bize kahvaltıda eşlik etmeyecekse, bari ona biraz ahududu likörümüzden tattıralım.
Witherspoon: Ahududu likörü mü?
Martha: Ev yapımı.
Witherspoon: Neden olmasın, tabii ki. Tabii ki Happy Dale’de sizinle daha resmi bir ilişkimiz olacak, ama burada- (Sandalyeye oturur. Martha bardağa likörü koyar.) Artık ahududu da pek bulunmuyor, değil mi? En son içişimde son içişimdir diye düşünmüştüm.
Abby: Oh, hayır.
Martha: (Kadehi ona uzatarak.) Hayır, bu son olacak.
(Witherspoon kadınlara kadeh kaldırır ve kadehi ağzına götürür, ama içmeden perde iner.)
(Perde açıldığında 12 yaşlı adamın kilerden çıkıp sıraya girip, seyirci önünde selam eğilişine geçmesi önerilir.)
SON
2 Kasım 2008/ İstanbul


Paylaşım: Murat Doğan


-----------------------------------------------


Ahududu Bölüm 6 Sayfa 54
Yeni hâl:

1
Komiser: Sonunda buldum sizi ! Bu saatte burada ne arıyorsunuz? Bu boru meselesini ben halledeceğim, karışmayın demedim mi? (Yerdeki Halim'i fark eder.) Ne o, vukuat mı oldu, kim bu yerdeki?
Ali: Hala hanımların yeğeni.
Komiser: Zeki dedikleri deli bu mu ?
Tamer: Hayır efendim, bu hepsinin büyüğü.
Komiser: Bu da nereden çıktı?
Ali: Bilmem ki efendim, ben geldiğimde buradaydı. Ama belli ki bu da deli. Durup dururken, birden gırtlağıma sarıldı. Az kalsın öbür dünyayı boyluyorduk....
Komiser: Çevirin şunu bakayım. ( Çevirme mizanseni, polisler Halim'i çevirdikten sonra, eğilip Halim'e bakar, şaşırır, aradığı katili bulmuştur, sonra yavaş ve sinirlice polislere döner.) Bunu birine benzetemediniz mi?
Tamer: Ben biraz benzettim komiserim. Selena dizisindeki Hades değil mi bu? Selena, komiserim.(Selena'nın müziğini söyler, komiserin birinci güvercin bakışları karşısında sesi incelir ve susar.) Benzettiniz mi deyince komiserim, öyle dedim benim gözüm ısırıyor biraz.
Komiser: Senin gözünü zaten konuşacağım seninle Shakespeare efendi. Ali, bak sen bu bölgenin en eski memurusun, bu kadar tecrübeli bir polis olarak bu adamı birine benzetemedin mi?
Ali: Vakit kalmadı ki komiserim, herif az daha beni benzetiyordu.
Komiser: Dün müdüriyetten gelen yazıyı hepinize okuyup, sınırı pasaportsuz geçen katili tanıyın diye, resmini duvara yapıştırmadım mı?
Ali: Vay canına, aranan katil bu mu?
Komiser: Yok ben.
Tamer: Sen misiniz komiserim? ( Komiserin ikinci güvercin bakışı)
Komiser: Elbette bu. Hem deli hem katilmiş. Kırmızı bültenle aranıyor.
Ali: Vay namussuz. Bir de bizi bodruma sokmak istiyordu.
Komiser: Niçin?
Tamer: Aşağıda onüç ölü var diye tutturdu.
Komiser: Onüç ölü mü? Bu lafından da zır deli olduğunu anlamadınız mı?
Tamer: Anlamaz olur muyuz komiserim? Hele Ali abinin gırtlağına sarıldıktan sonra hiç şüphem kalmadı.
Komiser: Bu herif hin oğlu hindir. Şimdi bu baygınlığı bile sahte olabilir. Onu sakın gözden kaçırmayın. Hay Allah, unuttum, müdüriyetten gelen yazıda bunun bir suç ortağı olduğu söyleniyordu. Bunlar iki kişi olacak. Öteki nerde?
Ali: Ben geldiğimde bir bu vardı. Ötekini görmedim.
Komiser: Belki bodrumdadır. Onüç ceset var diye sizi kandırıp, orada ikisi birden üstünüze çullanacaktı.
Zeki: O cesetler bana ait. Onlara kimse dokunamaz!
Komiser: (İrkilir,hızla arkasını döner, belki silahına davranır.) Sen de kimsin be?
Zeki: Ben başkumandan vekili Enver Paşayım.
Komiser: Boruyu öttüren bu mu ? (Ali'ye söyler)
Tamer: Evet efendim bu.
Zeki:(Yerde Halim'i görür) Aman yarabbi ! Bir kuş gribi vakası daha mı?
Komiser: Ne kuş gribi?
Zeki: Ötekiler gibi, bu da muhakkak kuş gribidir.Bakayım, burnu var, kesin kuş gribi. Bunu da alıp götüreyim bari.
Komiser: Dur oğlum dur, aa, tımarhaneye düştük yahu. Şunu ayılmadan bir yere kapatalım, soruşturma sonuna kadar iyi muhafaza etmek lazım.
Tamer: Kilere kapayalım komiserim.
Komiser: Uygun mudur?
2
Tamer: Evet, bahçeye açılan bir kapısı bir de penceresinden başka kaçacak yer yok. (Komiserin üçüncü güvercin bakışı) Evet , kapı ve pencere kaçılacak yerler.
Ali: Mutfağa kapayalım komiserim. Uygundur. (?)
Komiser: Götürün bakalım. (Zeki de peşlerinden gider.) Sen nereye? Bari bu işe burnunu sokma.
Zeki: Başkumandan vekili olarak bunlara eşlik etmek benim görevimdir.
Komiser: Ali, adamı Tamer'e teslim et de sen buraya gel.
Adnan: (Aşağı inmiştir) Komiserim, ben Adnan Hekimoğluyum.
Komiser: Emin misiniz?
Adnan: Eh, hakkınız var, o kadar karışık insanlarla uğraşıyorsunuz ki ama ben Adnan'ın.
Ali: Tamam komiserim. Kardeşlerin en büyüğü emniyet altına alındı. En küçüğü zaten zararsız.
Komiser: Ne zararsızı be? Buraya geldiğimden beri mahallelinin şikayetini dinlemekten işimi yapamaz oldum.
Adnan: Komiserim ben de sizinle o işi görüşmek istiyordum.
Komiser: Kardeşim, bu işin görüşülecek yanı falan kalmamış. Sizin bir doktor raporu falan alıp zavallıyı tımarhaneye kapamaktan başka çareniz yok. Bizim de tahammülümüz kalmadı artık.
Ali: Komiserim, müsaade ederseniz, ben de bir hususu izah etmek istiyorum.
Komiser: Söyle bakalım neymiş?
Ali: Adnan bey, yani ortanca kardeş,bu gece ben nöbeti teslim etmeden önce, karakola gelip bir mazbata tanzim etmemi istedi. Ben de, bize gelen yazılı şikayetleri ekleyerek mazbatayı hazırladım. Altına da Doktor İbrahim Safi Bey'in verdiği raporu ekledim. Bu sabah size takdim edecektim.
Komiser: Doktor İbrahim Safi bey de kim?
Ali: Büyük hanımların yakın ahbabıdır. Şişlide özel bir bakımevi var, böyle hastalar için.
Komiser: Peki söylediğiniz doktor, hastayı muayene etti mi ?
Adnan: Efendim, İbrahim Safi Bey rahmetli babamın mektep arkadaşıdır. Uzun yıllar dış memleketlerde ihtisas yapmış, meşhur bir mütehassıstır.
Ali: Ben de tanıyorum komiserim, her ay bir kere gelir, Zeki'yi muayene eder.
Komiser : Ee, güzel, işi epey kolaylamışsınız.
(Mazbata kağıtlarının Tamer'de olmasıyla ilgili bir şey söylenecek mi burada?)
Adnan: Halalarım özel bakımevine sevkini istiyorlar.
Komiser: Tamam canım, buradan gitsinler de.
Adnan: Gidecek, yalnız önemli bir hususu bilmenizi isterim. Burada göreceğiniz her şeyin sorumlusu Zeki'dir. Bodrumdaki onüç ceset de onun.
Komiser: Eee yeter be! Başlayacağım şimdi onüç cesedinize ha! Kesin şu saçmalığı artık! Boru zırıltısı, delilik laflarıyla mahalleliyi rahatsız ettiğiniz azmış gibi, şimdi de onüç ceset var uydurmasıyla herkesi telaşa ve heyecana vereceksiniz. Onüç ceset, kuş gribinden ölmüş, bodrumda yatıyor dedik mi değil mahalleli bütün İstanbul halkı ayaklanır.
Adnan: (Komiserin bu sözlerinden ilham alarak) Onüç ceset, canım kim inanır buna değil mi?
Komiser: Belli olmaz. Halk rivayetlere aldanır. Delinin biri kuyuya bir taş atar, sonra kırk akıllı gelse çıkartamaz. Bu gibi uydurma haberler yüzünden başımıza ne dertler gelmiştir.
Nilüfer: (Telaş ve şaşkınlık içerisinde, açık kapının önünde belirir.) Adnan... Yine neler oluyor burada? Kapı ardına kadar açık, içeride polisler... Bir durum mu var?
Adnan: Nilüfer! Rica ederim sen karışma... İş bildiğin gibi değil. Haydi hemen sen eve dön. Babanı bekletme.
Nilüfer: Neler saçmalıyorsun Adnan. Vakit gece yarısı değil, sabahın saat sekizi. Üstelik ben çocuk değilim. Ne olup bittiğini öğrenmeden şuradan şuraya gitmem.
Adnan: Nilüfer, yalvarıyorum, şimdi git, sonra gelirsin.
Nilüfer: Kapıda bekleyeceğim. Onbeş dakikadan fazla sabredemem bilesin. (Kapıyı kapamadan çıkar.)
Adnan: Hah ha, işte kadınlar. Ay pardon.
Komiser: Bu hanım da mı akrabanız?
Adnan: Yok... Komşumuz müteahhit Saffet Bey'in kızı.
3
Komiser: Haa, bizim çocuk yuvasına yardım eden Saffet Bey mi ? (Ali'ye sorar.)
Ali: Evet efendim.
Zeki: Bu kadarı da rezalet. Böyle harp zamanında bana karşı itaatsizlik ha! Sizi idama mahkum edeceğim. Harp zamanında cezalar iki kat olur.
Adnan: Komiserim bir dakika. (Zeki'ye) Paşa hazretleri müjde! Harp bitti, düşman mağlup oldu. Artık siz de bu dertten kurtulup istirahata çekileceksiniz.
Zeki: Ne diyorsun? Harp bitti mi? Düşman temizlendi mi yani?
Adnan: Temizlendi... Zafer bizim... Artık buradan, Çanakkale'den taşınıyoruz...
Zeki: Adnan, bu kim? Ben bunu tanıyacağım. (Komiser cevap verecekken, Adnan onu susturur.)
Adnan: Bu sizin yeni yaveriniz. Çanakkale’den ayrılmanız ve istirahata çekilmenizi o tanzim edecek.
Zeki: Memnun oldum. Bundan böyle hizmetimde muvaffak olmanızı dilerim...
Komiser: (Zeki'nin elini çok sıkar) Sağ olun paşam.
Zeki: ( Zeki'nin eli acımıştır) Şimdi gidip karargahtaki eşyalarımı toplayayım. Yaverim burada beklesin. (Merdiven başına gelir,) Hücuuuuuuuum. Yok yok. Zafeeeeeeer ! (Halalar aşağı inerler) İşte böyle paşa halalar... Bu parlak neticeye ergeç varacağıma imanım vardı. (Halaların elini sıkar) İşte zafer boruları da çalmaya başladı.... (Dışarıdan gelen bir korna sesini zafer borusu zanneder) Hepiniz şenlik hazırlığına başlayınız... Çanakkale'den ayrılıyoruz. (Mürşide ve Müşfike Zeki'yi bir süre takip ederler, sonra gözlerini aşağıdakilere çevirirler)
Müşfike: Adnan, neler oluyor burada? Sabahın bu saatinde?
Adnan: Zeki yine dün akşam boru öttürmüş de komiser ve memur beyler onun için gelmişler.
Mürşide: (Hemen komisere döner) Merak etmeyin, biz kendisiyle görüşeceğiz.
Komiser: Artık sizin görüşmenize gerek kalmadı. Biz gereken şeyleri görüştük. Adnan Beyle de anlaştık.
Adnan: Komiser, Zeki'nin hemen hastaneye naklini istiyor da.
Mürşide: Ne münasebet?
Müşfike: Ne hakla?
Mürşide: Biz hayatta olduğumuz müddetçe bu imkansızdır!
Müşfike: Biz Zeki'den asla ayrılamayız.
Komiser: Hanımlar, bu iş olacak. Bütün evrakı tamam. Üzgünüm ama başka türlü davranmama imkan yok.
Mürşide: O giderse biz de onunla beraber gideriz...
Müşfike: Evet... Bir dakika bile onsuz burada kalamayız.
Komiser: Vallahi o da sizin bileceğiniz iş. Yalnız özel bakımevleri epey pahalıdır, ona göre.
Adnan: Eğer halamlar böyle bir şey istiyorlarsa, ona çare buluruz. Servetimiz masrafları karşılamaya kafi gelir.
Komiser: Artık zorluk çıkarmayın, bitirin bu işi. Burada geçen her dakika yeni bir acayiplik doğuyor.
Adnan: Ne gibi bir acayiplik?
Tamer: (Mutfaktan gelir) Ali abi, biraz gelir misin, adam ayaklanmaya başladı.
Ali : Müsaadenizle komiserim, ben bir içeri bakayım.
Komiser: Buyurun işte bir de ne acayipliği diyorsunuz. Dünyanın en meşhur katili bu evde bulunuyor. Ardından biraderiniz bodrumda onüç cesedin gömülü olduğunu söylüyor. Diyelim ki bu bir deli saçması tamam. Ama iki deli daha gelip aynı şeyi söyledi mi sonra ayıkla pirincin taşını. (Aslında sadece Adnan onüç ceset var diyor, Zeki de asıl metinde söylemiş ama sonra üstü çizilmiş onun, bir mantık hatası var.)
Önce savcı bey soruşturma emri verir, ardından hakim bey her gelip geçişinde ne oldu diye sor. Yani, işin yoksa, olmadık bir iş için uğraş dur. Gidip şu içeridekine bakayım.
Adnan: (Panikler) Müsaadenizle ben de geleyim. (Komiser ile birlikte mutfağa girer.)

(Adnan içeri gittikten sonra, Mürşide masadaki kağıtları fark eder ve inceler, şaşırır. Müşfike'yi çağırır, kağıtlara beraber bakarlar.)
4
Mürşide: Bak buraya şey yazmış.
Müşfike: Aaa....
(Bodrum kapısı yavaşça açılır. Müşfike bunu fark eder. Mürşide'ye bakar. Korku içinde.)
Müşfike : Mürşide, şuraya bak. Tu tu tu tu... İyi saatten olsunlar. (Kapı daha da açılmaktadır) Oku oku, yasin oku. (İkisi de gözlerini yumup okumaya başlarlar. Kapı iyice açılır. Einstein yavaşça içeri süzülür, kaçmaya çalışmaktadır. Doktoru ilk Mürşide görür.)
Mürşide: Ay siz miydiniz doktor? Ne arıyorsunuz orada?
Komiser: (Adnan’la beraber mutfaktan gelerek) Adam ifade vermiyor, roman anlatıyor sanki. ( Einstein’ı fark eder, mizacı bir anda değişir) Siz kimsiniz?
Mürşide: Bu bey misafirimiz Doktor...
Adnan: İbrahim Safi Bey.
Komiser: Ee Doktor Bey, şimdiye kadar siz onları ziyaret ediyordunuz, şimdi hastalarınız size geliyor... Neyse ben sizi işinizden alıkoymayayım. ( Adnan'a ) Müsaadenizle ben bir karakola telefon edeyim. (Telefona gider, numarayı çevirir, konuşmaya başlar) Muammer, beni iyi dinle.
Müşfike: (Komiser telefonda konuşurken) Adnan! Bu doktor için nasıl İbrahim Safi Bey dersin?
Adnan: Güzel halacığım, biraz sabredin. Zamanı gelsin, size her şeyi anlatacağım. (çok telaşlı)
Komiser: Tamam, oku bakalım adamın eşkalini. (Tekrar eder gibi) 1.85 boyunda, Koyu kumral, kahverengi saçlı.Nasıl konuşuyor dedin? Peltek . Tamam anlaşıldı. ( Halalara) Bu sizin yeğeninizin yanında bir de yardımcısı varmış, eşkalini aldım, çok geçmeden onu da yakalarız. ( Yavaş yavaş kapıya doğru yaklaşmakta olan Einstein'ı fark eder) Ne o gidiyor musunuz?(Einstein, konuşmaz, kafasıyla onaylar, kaçmaya çalışır.) Muayenenizi bitirdiniz mi? (Kafasıyla onaylar, anlaşılmaz sesler çıkartarak bir takım garip hareketler yapar) Yakında görüşeceğiz. Sizin hastaneye gelip halaları ziyaret edeceğim. Sormak istediğim bazı şeyler var. (Einstein yine garip hareketler yapıp kapının ağzına gelmiştir. Adnan'a teşekkür anlamında bir hareket yapar.)
Adnan: Güle güle doktor bey...(Einstein bir anda kaybolur.)
Komiser: İyi birini benziyor.
Adnan: Öyle... O olmasa ben şimdi ölmüş olurdum.
Komiser: Sizi de mi tedavi etti ?
Adnan: Canımı kurtardı.
Komiser: Ee, dünyada hep böyle (mutfağı göstererek) kötüler olacak değil ya, Allah böyle iyilerini de yaratıyor. Neyse ben şu içeridekini karakola göndereyim. Hanımlar, siz de hazırlığınızı yapın da gecikmeyelim. (Komiser mutfağa gider.)
Müşfike: Hadi hemşire, gidip hazırlanalım.
Mürşide: Şu şeyi soralım da öyle gideriz.
Nilüfer: (Açık kapıdan girer.) Artık beklemeye tahammülüm kalmadı. Aaa.. Hala hanımlar da burada. N'olur, siz söylerin de burada ne olup bittiğini bana da anlatsın.
Müşfike: Geldiğine iyi ettin kızım. Bizler artık buradan gidiyoruz.
Nilüfer: Nereye?
Mürşide: Refakatçi olarak bakımevine. Zeki artık orada kalacak. Adnan sana bir şey soracağız. Bu evrakları kontrol ederler mi?
Adnan: Resmi evrak, ederler herhalde.
Müşfike: Sen bu evraklara birinci dereceden akrabası yazmışsın.
Adnan: Ee ne var bunda?
Mürşide: O zaman sana bir şey söylememiz lazım. Adnan, sen bizim aileden değilsin.
Adnan: Anlamadım.
Müşfike: Senin annen, bizim eve, hizmetçi olarak gelmişti.
Adnan: (Merakla) Eeee?
Mürşide: Geldikten üç ay sonra sen doğdun...
Adnan: Nasıl doğdum?
Müşfike: Basbayağı,.. Annenin karnından...
Adnan: Annemin karnında ne işim varmış ?
Mürşide: Fesuphanallah... İnsanı zorla günaha sokacak. Oğlum, annen geldiğinde hamileydi.
5
Adnan: Yani şimdi, benim babam, benim babam değil mi?
Müşfike: Senin baban yine senin baban... Ama senin baban bizim kardeşimiz değil.
Adnan: Eeee, ben nasıl sonra babamın, yani kardeşinizin oğlu olmuşum?
Mürşide: Annen çok bir kadındı... Baban olmayan baban, yani biraderimiz, dünyaya geldikten sonra seni evlat edindi.
Adnan: ( Heyecanla Nilüfer'e bakar) Allah aşkına, aklınızı başınıza toplayın da söyleyin. Ben sahiden babamın oğlu değil miyim?
Müşfike: Değilsin çocuğum ama öz yeğenimiz kadar sevdik seni.
Adnan: Mürşide hala, Müşfike hala... Söyleyin, bir kere daha söyleyin. Ben sizin aileden, sizin kanınızdan değil miyim?
Mürşide : (Müşfike ile beraber) Değilsin!
Adnan: Nilüfer duydun mu? Ne söylediklerini anladın mı? Ben bunların kanından değilim. Ben çıldırmayacağım. Ne susuyorsun, cevap versene...
Nilüfer: Ne söyleyeceğimi bilemiyorum, şaşırdım kaldım.
Adnan: Nilüfer bu bir nimet! Bu bir piyango! Ben bunlardan değilmişim. Benim babam, babam değilmiş. Kurtuldum. Ay yarabbi sen büyüksün.
Mürşide: Yedi kafayı.
Müşfike: Vallahi yedi.

(Komiser, Ali, Tamer ve elleri arkada bağlı vaziyette Halim mutfaktan girerler.)

Komiser: Haydi bakalım, çocuklar bizim misafiri bizim misafirhaneye götürüyorlar.
Mürşide: (Halim'e) Nihayet gidiyorsun demek.
Halim: Evet, sizin gibi.
Komiser: Eee, herkes layığını bulur.
Halim: Öyle olsun, aslında bunların da benimle gelmeleri lazımdı.
Komiser: Şimdilik sen git de, üst tarafını biz düşünürüz.
Halim: (Çıkarken) Yazık ki (Adnan'a bakar) rekoru kıramadım. Siz de oniki ben de... Bundan sonra da kırmama imkan yok artık. Ama siz de sayı itibariyle beni geçemeyeceksiniz.
Mürşide: Küçükken de böyleydi. Hiçkimsenin kendisinden üstün olmasına tahammül edemezdi.
Adnan: Ben de bahçe kapısına kadar gideyim de bir aksilik çıkmasın.
Nilüfer: Ben de seninle geliyorum. Artık yanında ayrılmam. (Çıkarlar)
Mürşide: (Müşfike'ye) Onu geçemeyeceğiz diye nasıl da seviniyor.
Müşfike: Neden geçemeyecekmişiz hemşire? Dur bakalım. Gittiğimiz yer hayatta yalnız kalmış, zavallı insanlarla dolu.
Komiser: ( Nilüfer ve Adnan çıktıktan sonra Halim ve polisleri bir aksilik çıkmasın diye kapıdan izlemiştir, sahneye girer.) Eee, hanımlar... Siz daha hazırlanmamışsınız.
Mürşide: Şimdi... Şimdi hazırlanıyoruz.
Müşfike: Komiser hanım. Biz gittikten sonra bu oniki ceset de artık size emanet.
Komiser: Bu iş biraz daha uzarsa galiba onüçüncü ceset de ben olacağım.
Müşfike: Ay ağzınızdan yel alsın.
Mürşide: Allah sizi çoluğunuza çocuğunuza bağışlasın.
Komiser: Çocuğum yok benim.
Mürşide: (Müşfike ile beraber) Aaa...
Komiser: Kimsem yok benim.
Müşfike: Nasıl yani?
Komiser: Siz bilmiyor muydunuz? 6 ay önce kocamı kaybettim. Evet... Yapayalnız kaldım hayatta.
Müşfike: (Mürşide'ye bakar) O zaman...
Mürşide: Evet. O zaman...
Müşfike: Size bir likör ikram etmeden, hiçbir yere gidemeyiz...
Mürşide: Ev yapması, nefis ahududu likörü. (Likör doldurmaya gider.)
6
Komiser: Ahududu mu? (Vurgusuz okuyarak) Ahududu değil mi o?
Müşfike: Ahududu efendim, biz böyle öğrendik. Önce şöyle buyurun. (Komiseri sandalyelerden birine oturtur) Madem sizin de bizden başka kimseniz kalmamış. Müsaade edin de bir hizmetimiz dokunsun size... (Mürşide'nin getirdiği likörü ikram eder) Buyurun, afiyet olsun!
Komiser: Çok da güzel kokusu var!

(Komiser, likörü ağzına götürür, bu esnada Mürşide ve Müşfike komiseri dikkatle izlemektedirler. Işıklar yavaşça söner.)

-----------------------------------------------

Paylaşım: Murat Doğan


Paylaş      
Yorumlar

yahyaeke - ( 10/28/2013 )
selamlar , oyunun türkçeleye uyarlanış halinin tamamını nereden bulabilirim aceba. çünkü son Ahududu Bölüm 6 Sayfa 54 dan itibaren başlıyor. yardımcı olabilirseniz çok mutlu olurum.

Saniye Demirel - ( 11/6/2014 )
mailinizi yazarsanız yollarım . Tabii geç değilse, yeni gördüm.

sabrit - ( 11/6/2023 )
Saniye hocam türkçeye uyarlanmış halini bize de iletirseniz çok mutlu oluruz.
msabritoraman@gmail.com


Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 381
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Kent Oyuncuları'nda 50. Yıl Kutlaması: Zorla Güzellik (Üstün Akmen) - 1/20/2011
  • Su Mu Dökeyim Kafanıza? (M. Erkul Eğilmez) - 1/20/2011
  • Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda Bir Başkaldırı Öyküsü: Aklı Havada (Üstün Akmen) - 1/18/2011
  • Hikaye-i Surname 2010 (Cüneyt İngiz) - 1/18/2011
  • Oyun Atölyesi'nin Macbeth Çevirisinden İki Dize ve Tiyatroda Saygı (Melih Anık) - 1/17/2011
  • Ahmet Levendoğlu ve Tiyatro Stüdyosu 20 Yaşında (Melih Anık) - 1/17/2011
  • Haldun Dormen: Keyif Adamıyım Ben (Röportaj) (Onur Şimşek) - 1/17/2011
  • Çocuk Tiyatrosuna Bakışımız (Rasim Aşın, Nurdan Özgür) - 1/12/2011
  • Geçmiş Yılı, Hıfzı Topuz ile Birlikte Paris'te -HAM- Eyledim... (Üstün Akmen) - 1/12/2011
  • Kavuklu'nun Muhtarlığı (Halil Aksoy) - 1/10/2011
  • Ahududu (Komedi Oyunu) (Saniye Demirel'in Çevirisi) - 1/10/2011
  • Salaklar Sofrası (H. Can Utku'nun çevirisi) - 1/10/2011
  • Postmodernist Kültür Üzerine Bir İnceleme (Serkan Fırtına) - 1/10/2011
  • Kenter Tiyatrosu'nda Zorla Güzellik (Metin Boran) - 1/10/2011
  • Tarlakuşu Muydu, Bülbül Müydü Jülyet? (Cüneyt İngiz) - 1/10/2011
  • Sözcükler Can Yücel'i Özler (Yurdagül Yurtseven) - 1/9/2011
  • Tiyatro Gerçek'in Yeni Oyunu: Annem Yokken Çok Güleriz (Arda Aydın) - 1/7/2011
  • Ahmet Cemal, Shakespeare ile Oyun Atölyesi Arasında ve Seyircinin Korunması (Melih Anık) - 1/7/2011
  • Tiyatro Sahnesi ya da Kuaför Lobisi (Gizem İbak) - 1/7/2011
  • Şaha kalkan Küheylan… Kocaeli Şehir Tiyatroları (İhsan Ata) - 1/7/2011
  • Üstün Akmen'den Vanya Dayı ve Marat/Sade Eleştirisi (Üstün Akmen) - 1/7/2011
  • Dışardakiler - Girne Amerikan Üniversitesi Tiyatro Kulübü (Hakan Yozcu) - 1/7/2011
  • 2. Ulusal Mardin Çocuk ve Gençlik Tiyatro Festivali Üstüne Bir Değerlendirme (Burhan Gün) - 1/7/2011
  • Engin'lere Yelken Açmış Bir Grande Dame Oya Palay (Can Murat Yaşar Şengel) - 12/31/2010
  • Öğretmenliğe Dair Bir Oyun: Ben Öğretmenken (Mustafa Acar) - 12/31/2010
  • Benim Bu Tiyatroya Borcum Var (Arda Aydın) - 12/31/2010
  • İşsizler Cennete Gider (Metin Boran) - 12/29/2010
  • 2010'un Son Gününde Vacip Olan Vicdan Muhasebesi (Üstün Akmen) - 12/29/2010
  • Cezmi Ersöz'ün Hesaplaşması: Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk (Üstün Akmen) - 12/28/2010
  • Fenerbahçe'li Alex ve Tiyatro -Sıla-dır (Melih Anık) - 12/22/2010
  • Bana Aşkı Öğreten Şarkıcı İstanbul'dan Geçti: Peppino Di Capri (Üstün Akmen) - 12/22/2010
  • Metafor Denizinde Bir Oyun : Alemdar (Tohum ve Toprak) – İBB Şehir Tiyatroları (Melih Anık) - 12/21/2010
  • Ali H.Neyzi'nin Shakespeare Tercümelerinden Yola Çıkarak (Melih Anık) - 12/21/2010
  • Karışan insan hayatları: Bavul (İhsan Ata) - 12/21/2010
  • Nejdet Erdem'den 3 Skeç (Nejdet Erdem) - 12/19/2010
  • İstanbul Devlet Tiyatrosu – Üsküdar Tekel Sahnesi'nde Bir Ötekileşme Tragetyası; Baştan Çıkarma (Savaş Aykılıç) - 12/19/2010
  • -Kelimelerin Efendisi- LaBute'dan Zorla Güzellik - Kent Oyuncuları (Melih Anık) - 12/16/2010
  • Savaşlar Ölüler Gömülünce Kazanılırın Oyunu: Ölüleri Gömün (Üstün Akmen) - 12/16/2010
  • Düşüşen Maskeler (Nejdet Erdem) - 12/16/2010
  • Tiyatro Ayna'dan Bir Kadirşinaslık Örneği: Türkan Işık Yolcusu (Üstün Akmen) - 12/16/2010
  • Apolitikleştik (Erkul Eğilmez) - 12/16/2010


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..