| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
2010'un Son Gününde Vacip Olan Vicdan Muhasebesi Üstün Akmen Dün, Dolmabahçe Saat Kulesi’nin önünden geçtim. Geçmekle de kalmadım, kuleyi uzun uzun seyrettim. Dün öğrendim ki, Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii ile Dolmabahçe Sarayı’nın Saltanat Kapısı arasında yer alan Dolmabahçe Saat Kulesi, 1890–1895 yılları arasında Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Mimari tasarım olarak, saray mimarı Sarkis Balyan’ın projesiyle neo-barok ve ampir tarzında inşa edilmiş. 27 metre yüksekliğindeki dört katlı saat kulesinin merdiven sahanlıklarının zeminine renkli taşlarla geometrik şekiller verilmiş. Hay geçmez olaydım Dolmabahçe Saat Kulesi’nin önünden! Akşama dek, günün bütününde Dolmabahçe Saat Kulesi hiç aklımdan çıkmadı. Bilirsiniz elbette, her birimizin geçmişle aramızda dolaysız ve hemen kurulu bir bağ var, hani “bellek” diyorlar ya, o işte! Kimi olayları güvenilir biçimde anımsıyoruz da, kimileriyle ilgili olarak aile üyelerimize, tanıdıklarımıza başvuruyoruz. Her iki durumda da, bilgilerin açık seçik biçimde yeniden bir araya getirilip derlenmesi temelinde, olanca iyi niyetle sağlanan tanıklıklar, zaten kendi başlarına saygın oluyorlar. İşte o tanıklıklar bizi geçmişe geri götürüp, söz konusu olayların gerçek anlamda içine sokuyor. Bellek, kişi olarak geçmişi kendimize yeniden kurarken, hiç kuşkunuz olmasın ayak bastığımız en önemli basamak. Yeri geliyor, aile büyüklerimize çeviriyoruz yüzümüzü, onlar aracılığıyla da toplumumuzun geleneklerine, yani atalarımız tarafından derlenip günümüze aktarılmış bilgilere bağlanıyoruz. Günün bütününde ve akşamında, Dolmabahçe Saat Kulesi’ni düşünürken, eski yıllar(ım) da gözümün önünden su gibi aktı geçti. Saliseler, saniyeler, dakikalar nasıl olmuştu da yaşamımı(zı) böylesine insafsızca kemirmişti? Bunca yıldır saliseden, saniyeden, dakikadan zaman hakkında ne öğrenmiştim acaba? Bir şeyler öğrenmiş miydim? Dolmabahçe Saat Kulesi’nin saatleri, bugüne değin kime ne öğretmişti ki, bana öğretsin! İçinde “şimdi noktası”nın keyfi olarak saptanabildiği bir şeydi benim için zaman. İki farklı “zaman noktası”ndan biri önce, diğeri sonraydı bana göre. Hepsi bu! Hepsi bu mu? Değil elbette! Yıllar(ım) akıp giderken, içinde beni de sürükleyip götürürken, birileri allem kallem ederken, İsa’dan çoook sonra, taaa 2010 yılında, evvel zaman içinde iken, kalbur saman içinde hep birlikte pirelenir iken, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, televizyonlarda pek cafcaflı bir reklam ikide bir döner, sinirimizi havaya kaldırır iken, reklamın iç sesi kulaklarımızda: “İstanbul İstanbul olalı böyle kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı” diye yankılanır iken, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) çürümeye terk edilmiş iken, tam da iki farklı zaman noktasından bu kere biri sonra diğeri önce olmuş iken… Derken… Ne ettiysem ettim, Koruma Kurulu kararıyla tescil edilmiş, koruma grubunca 1. Grup olarak belirlenmiş; rölövesi ve yenileme avan projeleri onaylanmış İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin hangi nedenlerle tadil edilemediğini koca yıl geçti öğrenemedim. AKM’nin hangi nedenlerle tadil edilemediğini sorgularken, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı arasında AKM’nin yapımına ilişkin imzalanan protokolden sonra bütün sürecin değiştiğini, bu konuların artık Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önceliği dışına çıktığını bilebildim de, Koruma Bölge Kurulunca onaylanan restorasyon avan projesinin, binayı kullanan sanatçılar ve yöneticiler tarafından sanatsal aktiviteleri ve işleyişi olumsuz etkileyeceği saptanarak uygun bulunmadığını İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na belletemedim. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından kullanıcılar tarafından istenmeyen bu projede ısrar edilmesi üzerine, Kültür Sanat Sendikası’nın İdari Yargı’da dava açtığını, mahkemenin bilirkişi incelemesi de yaptırarak önce yürütmeyi durdurma, sonra esastan karar vererek bu projeyi bozma kararını aldığını İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na anlatmak isterken süreçten kendi kendime “kerh” ettim. Haziran 2008 tarihinde AKM apar topar boşaltıldıktan sonra, içinde bulunan Devlet Operası, Balesi, Devlet Tiyatroları, Devlet Senfoni Orkestrası, koro ve topluluklar sağlıksız, işlevine uygun olmayan yerlere alelacele taşındı, taşınılan binalara da yüksek meblağlarda kiralar ödenip tadilatlar yapıldı ya! Bırakın İstanbul gibi bir metropolün sanat damarlarından en önemlisinin kesilmesini, bu zarar-ziyanı kimin üstleneceğini, kimin ya da kimlerin hesap vereceğini doğrusu çok, ama çok merak ettim. Opera-bale ile tiyatronun sahneleriyle aynı binada yer alması gereken ve bu sanat kollarının olmazsa olmaz parçaları olan; belli ısıda kontrollü ortamlarda çalışılması gereken atölyeler İstanbul’un dört bir yanına dağılmış durumdayken; hiçbir ısıtma sistemi olmayan, hatta su çektiği için yıkılma tehlikesi bulunan, tehlikeli kimyasal madde barındırma olasılığı olan köhne bina ve hangarlarda üçüncü kışı geçirtecek hainlerin adlarını bilmek istedim. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın, bu projenin uygulanmasında kendi istekleri doğrultusunda neden ısrarcı davrandığını, dahası AKM için ayrılan 75 milyonluk bütçeyi Bakanlığa neden aktarmadığını ısrarla sordum, yanıt edinemedim. Diğer taraftan, Ajans, yasalara karşın projede ısrar etmeseydi süreç acaba bu noktaya gelir miydi sorusunu yeniden gündeme getirdim. Koruma Kurulu’nun, 31 Aralık 2009 tarihinde AKM’nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara Ajans tarafından neden uyulmadığını bilmek istedim. 14 Ocak 2010 tarihinde gereksinimlerle ilgili Bakanlıkça koruma kuruluna başvurularak vaziyet planı onayı gerçekleştirildiği gerçeğinin üzerinde ısrar ettim, sonuç elde edemedim. Ajans’a, istediği proje gerçekleşemedi diye konuyu askıya almakla, uykuya yatırmakla; yeni bir ihale yapmak yerine, ödeneğin bittiğini söyleyip aradan sıyrılmakla suç isnat ettim; AKM için hazırlanan projenin yanlış olması nedeniyle iptali üzerine gösterilen tepkinin ödeneği yok ederek “bertaraf” edilmesini eleştirdim. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti hakkındaki yasada belirtilen İstanbul Atatürk Kültür Merkezi onarımı, Rami Kışlası’nın kütüphane olarak yenilenmesi, Ayazağa Kültür Merkezi’nin yapımı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın asli görevleri arasındaysa, Ajans nerede diye merak ettim. İstanbul Atatürk Kültür Merkezi onarımı için çeşitli Bakanlıklar, kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü ve benzin gelirlerinden elde edilen maddi kaynaklar bugüne kadar nerelere sarf edildi, bir gıdım dahi olsun bilgi elde edemedim. Mimar Murat Tabanlıoğlu, ekip başı olarak mühendislik hizmetleri karşılığı Ajans’tan tahsil ettiği 2 milyon 533 bin Türk Lirasını kimlere, nerelere ödediğini müspet evraklara istinaden tevsik edebilir mi diye kurcaladım, sonuca gelemedim. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 (a) maddesi kültür ve tabiat varlıklarını tahrip edenlerle ilgili 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası uygulanmasına amir olduğuna göre, Atatürk Kültür Merkezi’nin bu halde bırakılmasının bal gibi kültür varlığının tahrip olması anlamına geldiğine inandım. Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının huzuruna şikâyetçi sıfatıyla suç duyuruyla geldim (Bkz: Evrensel–15 Eylül 2010). Başsavcının sesine erişemedim. Sonunda isyan ettim, bu işin peşini kovalamaktan feragat ettim. Hani, Erzurumlu İstanbul’a gelmiş, İstiklal Caddesi’nde yürüyor. Bakmış bir hanımefendi boynunda “rönar arjante (gümüşi tilki)”, tilkinin başı hanımın boynuna sürtünmekte. Alelacele yanına koşmuş: “Yinge,” demiş, “rovi (Kürtçe tilki demek) seni kırt edecek (Yiyecek anlamında). Kadın, Erzurumlunun kendisine asıldığını sanmış: “Terbiyesiz,” demiş, terslemiş. Erzurumlu için için çok üzülmüş, içinden konuşmuş: “Bana ne! Rovi seni kırt ederse etsin”. Ben de baktım ki ne Savcılıktan, ne “müdafi” hukukçulardan, ne medyadan, ne kamuoyundan, ne mangalda az kül bırakan sivil toplum cücüklerinden medet yok, ben de İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin akıbetini mahşerdeki(!) hesap gününe kadar erteledim. “Bana ne, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, hepinizin gözü önünde Atatürk Kültür Merkezi’ni ‘kırt’ ederse etsin” dedim. Zannım o ki, pek iyi ettim. Üstün Akmen Evrensel Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet Savaş Aykılıç - ( 12/29/2010 ) Haksızlık etmeyiniz Sayın Akmen, ne kendinize ne bize. Nasrettin Hoca gibi bir -fil- daha istemek yerine Timurun aksak işleri ile mücadele etmeye devam etmek gerekmez mi ? Ben bu yazınızın finalini bir pes etme olarak değil de daha çok bir serzeniş olarak almak istiyorum. Kendi adıma ve İstanbul Kültür ve Sanat Sendikası adına sonuna kadar yanınızda olduğumuzu bilmenizi isteriz. AKM SAVUNMASINDA bizi yalnız bırakmadınız,hatta büyük bir de yük yüklendiniz. Size yeterince ve gereğince destek veremediysek özür dileriz. Ne garip,biz de kamuoyunda sesimizi yeterince duyuramamaktan şikayet ederek en son ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunarak sizin şimdi yaptığınız gibi işi kamuoyuna havale ettik... Heyhat... Kamuoyunu geçtik tiyatro entelejensiyası nerde ? Ya Kadir Toptaş ile,ya Kültür Bakanı ile ya da Başbakanımızla -Allah arttırsın-hasbıhalda... Biz Pir Sultan değiliz ki -Kalsın benim davam divana (ahirete) kalsın diyelim ! Biz bu dünyaya ve bu dünyanın adaletine inanıyoruz... Saygı ve sevgilerimle... Savaş Aykılıç. Kültür ve Sanat Sendikası İstanbul Şb. Yön. Kur. Üyesi. |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|