| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Tiyatrokeyfi.com Yönetmenlik tercihiniz miydi, yoksa sizi buna iten kişiler, etkenler mi oldu? Yönetmenlik benim için tercih olduğundan, uzun yıllar boyunca, oyuncu olarak yer aldığım oyunlar da dahil olmak üzere pek çok oyunda asistanlık yaptım. Hatta "Ayşenil, sen oyuncu kadrosunda olduğuna emin misin? Yoksa hayali bir asistanlık kadrosu var da, tek elemanı sen misin?" türünden esprilerle çok karşılaşmışımdır. Bir zaman sonra da "Ne zaman kendi oyununu yapmayı düşünüyorsun?" gibi sorularla karşılaştım. Yanıtım hep "Zamanı gelince!" olmuştur. Bence yönetmenlik denildiğinde aceleciliğin, sabırsızlığın yeri yoktur. "A aa, evet, eksikleri var, ama gene de temiz bir iş... İlk reji, tabii bu açıklar olacak, gelecekte iyi işler yapacaktır...vs...vs..." türünden tepkilerle karşılanan bir rejinin sahibi olmayı dilemedim hiç. Bunu yapmaya o kadar hazır olmalıydım ki, bu bir ilk reji denemesidir diyememeliydi seyredenler. Sonuç "Ben Feurbach" oldu. Yönetirken nasıl bir yöntem izlersiniz? Öncelikle topluma kurmak istediğim bir cümleyi içinde barındıran, kendime dert edindiğimi dert edinmiş bir oyun seçerek başlarım işe. Hele bazı oyunlar vardır ki, yalnızca ortak cümlede buluşmakla kalmam, okumamla eş zamanlı olarak bazı sahneleri oynanırken görmeye başlarım. Bu, başka bir boyuta geçmek, okuduğunuz dünyayla bir olmak, uyanıkken düşe dalmak gibidir. Ama elbette gördüklerim yeterli değildir. Temellendirilmeleri gerekir. Yazar, dönem, oyunun benden önce var ediliş biçimleri, göstermeci tiyatronun teknik ve teorik suları gibi, elimdeki oyunun doğru, sağlam temeller üzerinde dikilmesi için gitmem gereken her yolda yolculuğa çıkarım. Yazınsal ve görsel döküman toplamaya başlarım. Sonunda tüm taradıklarımdan oluşan bir dosya vardır elimde. Son yıllarda bu konuda en büyük desteği Filiz Elmas'tan aldım; burada bir kez daha teşekkür etmek isterim kendisine. Ben yönetmenim. Kaşif ya da mucit değilim. Yaşadığımız dünyada sanat üzerine söylenmemiş söz kaldı mı acaba diye düşünüyorum. Bilinenlerin yeni bir konseptte seçimidir yaptığım ve sahnede ne istiyorsam, herşeyin özü o dosyada durmaktadır. Provaya girdiğimde tüm ekibimin elinde tekstlerinin yanısıra, bu dosyadan olmalıdır. Eğer ortak bir dille oyunu var edeceksek, herkes benim geçtiğim yoldan geçmelidir diye düşünüyorum. Sonra oyunun nasıl bir uzamda var olacağını kurmaya başlarım. Tiyatro öncesi mimarlık eğitimimden olsa gerek, uzamı bir yere kadar görmeden oyunu kuramam. Yani öncelikle nasıl bir dekor, sonra nasıl bir kostüm, nasıl bir koreografi, nasıl bir müzik, nasıl bir ışık... Bütün bunlar üzerine kararlarımı almak zorundayımdır. Çünkü, oyun organik bir bütündür ve organik bütünde inorganik parçaya yer yoktur. Yaratıcı ekibe tüm oyunu, gördüğüm tüm detaylarla, adeta canlandırarak anlatırım. Oyunculuk sevdamın hiç bitmemesinden olsa gerek. Provalar öncesi benim gördüklerimi onların da görmesini kolaylaştırır bu. Sonra birlikte geliştirerek olgunlaştırmaya başlarız. Sahnelerin var oluş biçimi, her sahnede kurulmasını istediğim cümle, bu cümlenin oyunun ana cümlesinde ne dediği, karakterler, her birinin ne adına, niçin, nasıl var olacağı üzerine tüm kararlarımı alırım. Karakterlerin evrensel göstergeleri neler olabilir üzerine de düşünürüm, sahne cümlesinin birden fazla biçimde var oluşu üzerine de! Mümkün olduğunca çok seçenekle gitmek isterim oyuncularıma. Gördüğünüz bir düşü herkesin görmesini sağlamak gibi bir zorluğa soyunmaktır yönetmenlik. Konsept kurmak bence işin en kolay yanı. Çünkü o aşamada kendi kendinizesiniz. Ama sonra koca bir ekiple yan yana geleceksiniz ve herkesin nabzının bir atmasını sağlamak, üstelik de bunu şu kadar haftada sağlamak zorundasınız. Bu nedenle provaya girmeden önce oyunla işimi bitirmek isterim. Tüm enerjim oyuncularımın var oluşuna gitmelidir. Oyun onlarla seyirciye ulaşacak, onlarla soluk alıp verecektir. Oyunun maketini masaya koyup, biriktirdiğim herşeyi dökerek başlarım ilk provaya. Okumayı fazla uzatmaktan yana değilimdir. Bir an önce sahneye inip okuma ve hareketi bir arada götürmek isterim. Ve her prova öncesi en az bir buçuk saat süren ısınma ve egzersizlerle oyunun ortak beden ve adım dili üzerine çalışmalar yaparım. Bu çalışmalar, sahnedeki beden dilinin artık reflekse dönüşmesini sağlar. Provalar ilerlerken, oyuncuların benim getirdiklerim üstüne katlayarak getirdikleriyle bütünleşmek, oyuncudan gelene yer açmak, onun hücresinde duranı sahneye dökmesini sağlamak, onlarla gelişmek, bütünleşmek, olgunlaşmak, var etmek, bu işi yaptığıma hep şükretmeme yol açan mucizevi bir süreçtir. Oyuncular... Onlar benim bebeklerimdir.! Kaç yaşında olursa olsun, sahneye bir şey söylediğimde, bana bakan gözler en fazla dokuz yaşında... Ve öyle hızlı büyüyorlar ki... En fazla iki buçuk ayda kocaman abiler, ablalar oluyorlar. Çocuğumun ilkokula başladığı gün sıraya girmiş, gidişine bakarken "Gidiyor işte... Artık o benim bebeğim değil, T.C. vatandaşı oluyor" diye ağlamaya başlamıştım. Bundan sonrasında bana fazla gereksinimi olmayacağından, benim bir parçam olmaktan çıktığından, büyümesinden duyduğum gurur, üzüntü , özlem, hepsinin karmaşası duygular, ağlamama yol açmıştı. Genel provada, kendinden emin sahneye çıkan ve güldür güldür bir oyunu taşıyan ekibime bakarken, gene ağlamaya başlıyorum. "Onlar artık benim bebeğim değil, artık değil!" diye ve bütün çocuklarımla gurur duyuyorum. Nasıl oyuncuları tercih edersiniz? Pasif, kendini size bırakan, rolle ve sizinle mücadele eden, araştıran, sezgiyle giden... Her oyuncuyu sevgiyle ve sabırla karşılarım. Benim için önemli olan hücresinde rolü barındıran oyuncuyu sahnede görebilmektir. Canımı sıkan durumlar da olmuyor değil tabii. Rol üstüne düşünüyorum derken reji yapmaya kalkışan oyuncu can sıkıcıdır örneğin. Onun evde yaptığı reji, benim sahnede yaptığımla örtüşmediğinden problem çıkar. Bu da zaman kaybına yol açar ki, en büyük israftır. Çünkü bir oyun zamanla yarışılarak çıkar. Zamanı, gereksiz kapıları zorlayarak kaybetme lüksümüz yoktur. Bir oyuna açılan yüzlerce kapı vardır. Hangilerinden geçileceği kararını almak da rejisörün işidir. Oyuncunun işi ise o kapıları nasıl kullanacağını seçmektir; seçilmemişleri zorlamak değil. Tabii bir de rolle ya da yönetmenle mücadeleyi, kişisel nedenlerle saldırganlığa, hatta oyunu sabote etmeye dönüştüren oyuncu vardır ki, bu etik alana girer ve hiç kimsenin onay veremeyeceği bir durumdur. Sizi groteske iten neden nedir? Ben göstermeci tiyatroya inanıyorum. Grotesk de göstermeci tiyatronun vazgeçilmez bir ögesidir. Ama oyunlarım groteskin ağırlıklı olarak yer aldığı kara komedyalardır. Durrenmatt'a olan yakınlığım, groteski öne çıkarmamda önemli bir etken. Ondan bazı alıntılar yapmadan edemeyeceğim: - Tiyatronun sorunları adlı denemesinde Durrenmatt, bize uygun düşen tek biçim komedidir, demektedir. Çünkü dünyanın bugün içinde bulunduğu duruma, katıksız tiyatronun dramaturji biçimi uygun düşmez. Hatta yalnız uygun düşmemekle kalmaz, olanaksızdır. Bu düşüncelere katılımım nedeniyledir ki groteskte ısrarlıyım. Biletini alıp koltuğa oturan seyirci tiyatroda olduğunun bu kadar bilincindeyken, "Hayır, burası tiyatro değil, sahici bir ev vallahi!" demenin ne manası var, anlamıyorum. Bir kanepe iki koltuk rejisi dediğim mantık, beni hep rahatsız etmiştir. Gerçekliği yakalamak adına yapılan herşey ayağınıza dolanır. O kahrolasıca apliği yakmak için düğmeye uzanırsınız, ya siz basmadan önce ya da sonra yanar. Kapılar açılıp kapandıkça, duvar kağıtlarıyla bezeli panolar sarsıntı geçirir. Kullana kullana işler hale gelen kapılar, ardınızda açık kalırlar. Kostüm ve aksesuarda büyük bir titizlikle dönem ya da mekan gerçekliği kovalanırken, oyuncunun tam cephe, ıldır ışık alarak, salonun derinliklerine baka baka hicranlanması beni fena eder. Öyle acılar ve sevinçler yaşanır ki, sanatsal süzgeçten süzülerek geldiklerinden, gerçekle aralarında, en azından oyuncunun seçtiği bir mesafe vardır. Sonra bir de nasyonalite içeren oyunlar olur ki, hiç inanasım gelmez! Lorca oyunlarında sahneyi dönem İspanyollarının basması gibi. Sahnedeki en iyi İspanyol, gerçek bir İspanyol'un iyi bir taklididir. Fena halde gerçek oldum derken seçilen niye iyi bir taklittir, bir türlü anlamam. En doğru ve gerçek olan, kendin olmaktır derim hep. Sahneye insanı getirmekten yanayımdır, milliyetleri değil! Tiyatronun yalnızca sinemayla değil, yatak odalarımıza kadar giren televizyonla kapışmak zorunda olduğu şu dönemde, kameranın kadrına isterse dünya, isterse kişinin gözündeki bir damla yaş sığarken, onların gerçeği yakalamasıyla yarışmak niye? Seyrettiğim benzetmeci bir oyunun çıkışında iki seyircinin diyaloğuna kulak misafiri oldum. Biri ötekinin zoruyla gelmiş, belli memnuniyetsiz, söyleniyor. "Aman, sevmiyorum işte tiyatroyu, sinemaya gitsek daha iyiydi... Tiyatro! Tiyatro gibi oluyor, çok sahte!" Diğeri iyi niyetli, bizi savunmak istedi. "Öyle deme ama, yazık! Ne yapsınlar, onlar tiyatro yapıyor işte." Evet, burası tiyatro; evet, biz tiyatrocuyuz ve evet, biz tiyatro yapıyoruz. Gerçek değil, kurmaca bir dünya sunuyoruz. Bunu hiç saklamadan, günümüzün çıplak gerçekçiliğiyle dünyaya bakan seyircisini kandırmaya çalışmadan sahnede durmaktan yanayım. Adı üstünde oyun oynuyoruz. Ne mekan gerçekte olması gerekene benziyor, ne ışık, ne de makyajı, kostümüyle oyuncu. Herşeyin kurmaca olduğu bu dünyada, hepinizin bildiği bir masalı anlatacağız. Ama bakalım biz nasıl anlatacağız? Tüm bu yadırgatıcı halimle az sonra seyirciyi oyunun içine çekiyor ve sağında solunda oturanlar kadar gerçek oluyorsam, başardım demektir. Hızlı dönen ve değişen dünyada, üç dakikada bir değişen sekanslarla televizyon izlemeye endeksli bir seyirci kitlesinin karşısına çıktığımızı hiç unutmamalıyız. Yaşam gibi akıcı, tempolu, devingen, değişken, şaşırtıcı, sürprizli, maharetli, titiz, incelikli, emekli, zahmetli bir işle karşılarına çıkarak, "Zamanımı, paramı ayırdığıma değdi" dedirtmeliyiz. Salona girenle, çıkan seyirci aynı olmamalı. Sizi de, oyunu da uzun süre çıkaramamalı aklından. Buza yazı yazmak denilen bu işle, belleklerde iz bırakmalıyız. Oyunların hepsine aynı bakış açısıyla mı yaklaşıyorsunuz, bize mi öyle geliyor? Eline aldığı her oyunu grotesk yapıyor diye bakanların da var olduğunu biliyorum. Yanlış! Grotesk ya da kara komedi olabilecek oyunları elime alıyorum. Bir Arthur Miller ya da Çehov'dan böyle bir konsept çıkarmayı denemiyorum. Yapsam mı yoksa? Yönettiğiniz oyunlar genellikle büyük yankı uyandırıyor. Ancak kimi tümüyle mükemmel buluyor, kimi metinden uzaklaşıldığı kaygısıyla kızıyor, kimi metin yerine yorumunuzu öne çıkardığınızı iddia ediyor. Ionesco şöyle diyor: Sevda Şener ise şöyle diyor: Bir yazarın metnini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Onların yazdıkları bizden sonra da var olmaya devam edecektir. Onlar kalıcı, biz ise geçici olanız. Ben yalnızca yeni bir oyunu kuruyorum, o kadar. Reji, bir tür yeni okuma biçimidir, doğru olması şartıyla tabii. Eğer bunu yapmazsanız, sizden önce yapılanların, yeni bir oyuncu kadrosu, yeni dekor, kostüm ve ışıkla, göreceli minimal yeniliklerle, aslında aynısını tekrarlamış olursunuz. Sanatın tekrarla gelişeceğine inanmıyorum. Ayrıca seyircinin de aynı metinleri küçük yorum farklarıyla seyretmekten tad alacağına da inanmıyorum. Dünya hızla değişiyor ve gelişiyor. Bu dünyanın tiyatrosunu yapmak durumundayız. Ben yaşayan tiyatrodan yanayım, ölü tiyatrodan değil. Temel ilkem, evrensel olanı yakalamaktır. Evrensel göstergeleri kullanarak, metnin ana cümlesinin seyirciye net geçmesini sağlamak için sahnedeki tüm ögeleri konuşur hale getirmeyi hedeflerim. Dans ve müzik evrensel dile sahip olduğundan dünyanın her köşesine ulaşırken, tiyatro var olduğu ülkenin dil engeline takılmaktadır. Bir salon dolusu dilinizi bilmeyen seyircinin sizi seyrettiğini düşünün ve oynadığınız metni de hiç okumamışlar. Bu durumda bile kimsiniz, ne anlatıyorsunuz, niye anlatıyorsunuz, anlamalılar diyorum ben. Hedefiniz buysa, oyuncunun yalnızca sesiyle, yüzüyle değil, beden diliyle de sahnede var olması gerekir. Bu da yetmez, dekor, kostüm, makyaj, saç, ışık, hareket, müzik, oyunu var eden tüm ögeler konuşmaya başlamalıdır. Tabii evrensel göstergeler üzerinden. Metni evrensel kılıp, dil engelini aşmaya çalışıp, anlaşılır olmayı hedeflerken, metinden uzaklaşmış olacağım kanaatinde değilim. Her metinle okuyucusu arasında bir dünya oluşur. Oyunlarım okuduğum metinle benim aramda oluşan dünyanın sahneye gelişidir tabii ki. Aynı metni okuyan bir başkası, kendi ile metin arasında oluşan dünyayı sahnede bulamayınca hoşlanmıyor olabilir. Sahne üstünde, ışıkların altında, yüzlerce gözün önünde iş yapıyorsanız, övgüyü de, yergiyi de göze aldınız demektir. Her eleştiriyi saygıyla karşılamayı öğrendim bunca yılda. Ancak! Yeni okuma biçimlerinden hoşlanmıyor olabilirsiniz, ama kızmak ya da reddetmek tutuculuğa girer ki, sanatta yeri yoktur. Ayrıca şunu hissettiriyor insana: "Sen niye sanatçı olmayı seçiyorsun? İcracı olsana, neyine yetmiyor?" deniliyor adeta. Oyunlarınızdaki tiplerin ortak özellikleri olarak maskların ardında gizledikleri acıyı ve mutsuzluğu görüyoruz. Sizce de hayat bu kadar acı mı? Çirkinliklerle, savaşla, rant kavgalarıyla yıpratılan dünyamıza grotesk bir ayna tuttuğunuzda, acı ve mutsuzluğun görülmesi normaldir. Kendi yarattığımız şu kaotik dünyada olup bitenlere, sanki bunda hiç payımız yokmuş gibi, şaşa şaşa, yorgun düşerek bakmak, bana hep saçma gelmiştir. Bir gün öleceğini bilmene karşın bu kadar hırsla donanarak yaşamak da. Dünyayı yaşanılmaz, hayatı acı kılan, erk tutkusu, para hırsıdır. İster ailede, ister işte, ister ülkede, ister dünyada olsun, yıkıma yol açan bunlardır diye düşündüğümden, oyunlarımda iktidar tutkusunu anlatmayı dert edinmişimdir. Küçük mutluluklarla molalar aldığımız zorlu bir süreçtir yaşamak. Hele insanların yarattığı fiziksel, biyolojik, ruhsal kirlenmeyle, adeta bir mucizedir. Ama ben mucizelere de inanıyorum, masallara da. Umutsuz olduğum kimse söyleyemez. O umuttur ki bana bu oyunları yaptırıyor! Belki bir gün bireysel hırsları, tutkuları bir yana bırakıp daha yaşanılır bir dünya için bir araya gelme mucizesini yaşarız. Belli mi olur? Belki, niye olmasın? Konuştuğumuz birçok kişi, Şvaykla, artık imzanız haline gelen reji konseptinde en üst noktaya varmış olduğunuzda hemfikir. Bundan sonrakilerde kendinizi tekrarlamaktan korkmuyor musunuz? Artık imzanız haline gelen reji konsepti diyorsunuz, doğru! Peki siz "Aman bu imzayı da pek kullandım, değiştireyim bari" deyip imzanızı sık sık değiştiriyor musunuz? Ben hatırlıyorum da, küçük yaşlarda bir imza buluncaya kadar değişik imzalar denemiştim. Uzun yıllardır yapmıyorum bunu. Van Gogh'a "Neden hep bu fırça darbeleri, neden bu sarı renkler; ayçiçeklerini de, tarlaları da, odanızı da aynı biçimde yapmışsınız, bu kendinizi tekrardır" diyor musunuz? Ya da Rambrandt'ın ışık gölgelerini, kahverengi tonlarını sorguluyor musunuz? Picasso'nun değişik dönemlerinde bile, baktığınız resmin bir Picasso olduğunu size söyleyen nedir? Onlar yaptıklarını kendilerini tekrar olarak görüp değiştirselerdi, kendileri olabilirler miydi? Hayır, kendim olmaktan korkmuyorum. Değişmeyeceğim kesin. Önemli olan ise gelişmektir. A aa! Bir anda ürperdim. İster misin benzetmeci bir oyun yapayım bir gün? Herşey insan için, olur mu olur! Başarılı oldukça ne tür sıkıntılarla karşılaşıyorsunuz? Şöyle desem: Karlar yüksek tepelere yağar... Meyve veren ağaç taşlanır... Kartallar yalnız uçar... Bu ülke, değerler mezbahasıdır. O halde? Devam! Yılmak yok, pes etmek yok. Yaptığımı gören, gördüğünü ifade eden oyuncular, eleştirmenler, seyirciler oldukça devam. Şvayk'ın Ankara temsillerinden biri sonrasıydı; Hacettepe konservatuarından öğrenciler sardı çevremi. Gencecik yüzlerindeki sevgi ve heyecanla içimi ısıttılar. Biri beni kucaklayarak şöyle dedi: "Siz umutsunuz. Ne olur kendinize iyi bakın, size hiçbir şey olmasın." Kendisi umudun ta kendisi olan bir genç insan tarafından "umut" olarak nitelendirilmek, size devam gücünü vermezse ne verir? Ne olur birbirimize duygu, düşünce, heyecan, tebriklerimizi iletmekte cimri ya da çekingen olmayalım. Hepimizin en büyük gereksinimi bu. Buscaglea'ya katılıyorum. Kimse kucaklanamayacak kadar büyük değildir. Nasıl bir tiyatro arzuluyorsunuz? Bir şey istediğimde, onun nasıl olamayacağını anlatarak işe başlamayıp, olmazı nasıl olur kılarım diye düşünenlerle dolu bir tiyatro. Sahnede var oluşun "Ben" demek üzerinden geçmesine karşın, "Biz" demeyi başaranlarla dolu bir tiyatro. Tiyatro işletmekle, ticarethane işletmeyi birbirine karıştırmayanlarla dolu bir tiyatro. "Beni ikna et de oynayayım... İkna olmadım işte... İkna olur gibiyim sanki... Tam oluyordum!" demekle vakit kaybetmeyen ve kaybetmeyenlerle dolu bir tiyatro. Yoruldum, sıkıldım, terledim demeyenlerle dolu bir tiyatro. "Ben tiyatro yapmak istiyorum" diyene, devletin "Al sana salon, al sana teknik malzeme, al sana teknik ekip, al sana gişe, al sana seyirci, al sana aylık cep harçlığı, yeter ki üret" demesinin nasıl bir lüks olduğunu bilenlerle dolu bir tiyatro. Depremlerle, ekonomik krizle, ezilmiş olanların ceplerinden çıkan vergilerle tiyatro yapmakta olduğumuzu unutmayanlarla dolu bir tiyatro. Her ay karşılığında maaşını aldığı ve tiyatroda var olma nedeni olan işini, adeta lutfediyormuş, o onun işi değil de, yardım olsun diye oradaymış gibi davranmayanlarla dolu bir tiyatro. Aklını ve yüreğini koyarak, yalnızca tiyatro yapmak coşkusu ve pozitif enerjiyle, kendine yer açmak için değil de, topluma vermesi gereken adına yanyana duranlarla dolu bir tiyatro. Repertuar tiyatrosu olma ilkelerini koruyan bir tiyatro. Tiyatronun pahalı bir sanat olduğunu bilip, ucuza iş çıkarmayı fazilet saymayanlarla dolu bir tiyatro. Özel televizyonların reyting kaygusuyla tiyatroya bakıp repertuar yapmayan, oyun değerlendirmeyenlerle dolu bir tiyatro. Kaç oyun yaptım, kaç kelle çalıştırdım, kaçta kaç seyirci doldurdum salonlara diyerek nicelik peşinde koşmayıp, niteliği kovalayan bir tiyatro. Kendi geçmişine, bugününe, dolayısıyla geleceğine sahip çıkanlarla dolu bir tiyatro. Sistemsizliği sistem edinmemiş bir tiyatro. Günümüzde tanımın önemini kavrayıp, sanatçısını ve oyunlarını kulak gazetesine terk etmeyerek, topluma tanıtmayı iş edinen bir tiyatro. Yetişmiş ve yetişmekte olan sanatçılarını koruyan, "Buna da çok rol verildi canım. Bir dursun da başkaları oynasın. Bulunmaz Hint kumaşı muamelesi yapmayın. Şımartıp tepemize mi çıkaracağız..." gibi düşüncelerle, zor yetişen, rüzgarı arkasına almış ve önünün açılması gereken sanatçılarının durmasına, kör olmasına yol açmayanlarla dolu bir tiyatro. Bir tiyatro çatısı altında var olan her birim çalışanının tek varlık nedeninin, akşam perdesini açacak oyunun sağlıklı oynanması olduğunu, bunu sağlamak için gereken herşeyi yapmakla yükümlü olduklarını hiç, ama hiç unutmayanlarla dolu bir tiyatro. Işığın altına girdiğinde, görevinin karanlıkta kalanı aydınlatmak olduğunu bilenlerle dolu bir tiyatro. "Tiyatro kollektif bir sanattır" cümlesini hayata geçirebilenlerle dolu bir tiyatro. "Gün 24 saattir, bunun yalnızca 2 saatini seyirciye vereceğim; geri kalan her saat benim. Bu 2 saate yaşamın girmesine izin vermemeliyim" diyebilenlerle dolu bir tiyatro. Tiyatronun kolay bir iş olmadığını, bu nedenle bu kadar az insan tarafından yapılabildiğini... Her gece aynı performansı tekrar etmenin zorluğu ve zorunluluğunu... İşinin seyirciyi eğlendirmek olduğunu, sahnede kendi kendini eğlendirirse, aşağıdakinin hiç de eğlenmediğini... Oyununu değiştirmekle oyununu geliştirmenin aynı şey olmadığını bilenlerle dolu bir tiyatro. Bence oyunluk sözleşmeyle var olan bir tiyatro. Bölgelerde oyun seçmeyi özellikle mi seçiyorsunuz? Evet, çünkü oralarda gerçekten tiyatro yapılıyor. Derdi yalnızca tiyatro yapmak olanlarla yanyana gelme şansım oluyor. Kirlenme az da olsa, merkezde olduğu gibi orada da görülebiliyor, ama şükür ki aşılamaz değil. Teknik ekipler özverili bir çalışma çıkarıyor. Oyuncular başka sulara dalmaktan korkmuyorlar, çabuk yorulmuyorlar, hemen bıkmıyorlar, sıkılmıyorlar, terlemeyi sorun etmiyorlar. İyi bir iş yapıp, biz buradayız ve varız demek istiyorlar. En önemlisi, benim gibi bir yönetmene dayanabiliyorlar. Daha ne isterim, belamı mı? Ben tiyatro yapmadığı zaman yaşadığını duyumsayamayanlardanım. Oyun yapmak, soluk alıp vermek için bir oksijen çadırı kurmak gibi. Dışarısı kirli havayla dolu, solumak güç oluyor gerçekten. Benim gibi oksijen ihtiyacı olanlarla yanyana gelmek istiyorum. En son birlikteliğim Antalya'dır ve onlar benim en büyük şansımdır. Beğeni toplayan Şvayk, oradaki her biri çok özel oyuncularla buluşmamın ürünüdür. Bölgeler önemlidir, evet! Çünkü tiyatronun geleceğini taşıyacak olanlar oradalar ve tiyatroya karşı sorumluysak, eşittir onlara karşı da sorumluyuz. Yollarını el yordamıyla bulmamalılar. Onlara sahip çıkmamak, geleceğe sahip çıkmamaktır. Benden sonra tufan demeyenlerden olduğum içindir ki, bölge, evet! Tiyatrokeyfi.com Paylaş Tweet ZEYNEP DİKEÇ IŞIK - ( 2/13/2009 ) BEN İYİ DÜZEYDE BİR SİNEMA VE TİYATRO İZLEYİCİSİYİM.5 YAŞIMDAN BERİ,37 SENEDİR TİYATRO İZLERİM.20 YILDIR SİNEMADA YÖNETMEN TAKİP EDERİM.TİYATRODA YÖNETMENİ İZLEYECEK DÜZEYDE BİR İZLEYİCİ DEĞİLDİM.TA Kİ GAYRI RESMİ HÜRREM İ İZLEYENE KADAR.YÜZLERCE OYUN İZLEDİM AMA O GÜN İLK KEZ RUHUMU BİR KARIŞ YÜKSELMİŞ HİSSETTİM.O OYUNDA BİR SANATÇI YÖNETMEN İZLEDİM VE İLK DEFA,KİMMİŞ YÖNETMENİ DİYE MERAK ETTİM.AYŞENİL HANIM,İNSAN SANATLA HER ZAMAN KARŞILAŞAMIYOR.BEN RESSAMIM,FAKAT HANGİ DALDA OLURSA OLSUN GERÇEK SANATINKOKUSUNU 100 METREDEN ALIRIM. VE HER YERDE ARARIM,ÇOĞU ZAMAN BULDUĞUMLA YETİNİRİM.SİZ DE BİLİRSİNİZ Kİ İNSANLAR ÇOĞU ZAMAN SANAT MI,ZENAAT MI YAPTIKLARININ BİLİNCİNDE OLMUYORLAR.OYUNUNUZDA MUHTEŞEM SOYUTLAMALAR İZLEDİM.YANIMDA 7 YAŞINDA KIZIM VARDI,BU KADAR SOYUT BİR ANLATIMDAN SIKILACAĞINI DÜŞÜNDÜM AMA EN AZ BENİM KADAR O DA MEST OLMUŞTU.UMARIM BÜTÜN BUNLARI DOĞRU AYŞENİL ŞAMLIOĞLUYA YAZIYORUMDUR.SİZE TEBRİK VE TEŞŞEKKÜRLERİMİ İLETMEYİ ÇOK İSTİYORDUM.SİZİN DE YAZINIZDA BELİRTTİĞİNİZ GİBİ,YÜKSEK DAĞLARIN BAŞI KARDAN KURTULAMAZ.SANATÇI YARATILMIŞ BİR İNSANIN HUZUR VE MUTLULUĞU DİĞER İNSANLARDAN ÇOK DAHA AZ OLUR.HEM DAHA HASSAS VE KIRILGAN OLURLAR,BU YETMEZMİŞ GİBİ DİĞER İNSANLAR DA AYRICALIKLI YARATILMIŞ OLMALARINI HİÇ SEVMEZLER.OFF BENİM BİLE EGOM ŞİŞTİ BU LAFLARDAN.LAFIN ÖZÜ DEĞERLİ HANIMEFENDİ,TEKRAR TEBRİK VE TEŞEKKÜR EDİYORUM.BEN EŞİM VE KIZIM HAYRANINIZIZ,ESERLERİNİZİ HER ZAMAN İZLEME ARZUSUNDAYIZ.SEVGİLERLE. |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|