| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Sanatta Yozlaşmaya Hayır! Yurdagül Yurtseven Türkü (Türk Halk Müziği) Bağlamanın ilk hali kopuzdur. Ortaasyalı, Şamanizm’e inanan Türklerin döneminde ilk olarak kullanılmaya başlanmış hatta şelpe dediğimiz çalma tekniğinin de o dönemden kaldığını ve Dede Korkut hikâyelerinde okuduğumuz bir çalgıdır. Nota henüz yokmuş… Doğanın sesine kulak verilmiş. Ve insan sesi olarak daha çok gırtlak nağmeleri yapılırmış. El gırtlak üzerine konup, hareket ettirilerek değişik ses notaları çıkartılırmış. Savaşlar, destanlar, konu olarak işlenmiş. Bunun izlerini hâlâ özellikle Kazakistan, Kırgısiztan, Türkistan’da görebilirsiniz. Anadolu’ya göçten sonra halk şairleri-halk aşıkları ortaya çıkmıştır özellikle 16. yüzyılda Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, 17.yüzyılda Karacaoğlan, Köroğlu, Kul Nesimi, 19.yüzyılda Dadaloğlu ve sonraki yüzyılda günümüze kadar gelen Aşık Veysel, Aşık Daimi, Davut Sulari, Mahsuni Şerif, Muhlis Akarsu, Ali Ekber Çiçek, Neşet Ertaş’ı sayabiliriz. Peki, bu türküler bize nasıl ulaştı. Türküler nasıl Türk Halk Müziği oldu? Yıl 1930… Dönemin Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer’dir. Ve bir gün A.Kutsi Tecer, türkülere karşı ilgisi ve de bilgisi olan Muzaffer Sarısözen’le tanışır. Beraber "Halk Şairlerini Koruma Derneği"ni kurarlar. Yapılan etkinlikler sonucunda ve bu dernek sayesinde Aşık Veysel ortaya çıkar. 1937 de Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve Arif Etikan'dan oluşan grup Ankara'dan Sivas'a derleme yapmak amacıyla giderler ve Muzaffer Sarısözen’in de içinde bulunduğu grup daha sonra Almanya’dan “saca” denilen bir makine alırlar. Ve bu grup bütün Anadolu’yu dolaşarak Anadolu insanın yaptığı türküleri bulup derlemeye başlarlar ve saca denilen akülü makinede kayıtlar yapılmaya başlanır. Türküleri türkü yapan Halk şairleri-Âşıklarıdır. İçinde insan (hak,gurbet,özlem,ayrılık,acı,çile,kader,umut,sevgi..) doğa (çiçek,arı,bal,bülbül,gül,toprak…) insanı-halkı anlattığı için Türk Halk Müziği adını almıştır. Musiki (Türk Sanat Müziği) Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan birkaç yıl önce ortaya çıkmıştır. Fârâbi, Safiyüddin Urmevi, Abdükkadir Merâganî Şehzade Korkut , Itrî, Hacı Arif Bey ile günümüze kadar gelir. O dönemlerde Tunus’ta yaşayan Baron Rodolphe D’Erlanger adında bir Fransız müzikolog varmış. Ölmeden önce Türk Musikisi üzerinde araştırmalar yapmış ve bir kitap yazmış kitabın adı neymiş biliyor musunuz? Ben hiç şaşırmadım. “La Musique Arabe” yani Arap Musikisi. O dönem Musikiye emek veren ustalar sahiplenmeyince, eserin içinde geçen isimler ve yazım şekli Arapça olunca Türk Musikisi, Arap Musikisi olmuş. Tarihteki geçişlere dikkat edin... 1950 yılı itibariyle kitap Türkçe olarak tanıtılmış ve bu dönem sonrasında Türk Sanat Müziği adını almıştır. Şu ayrıma dikkat edin Osmanlı dönemi Musiki, Cumhuriyetle birlikte Sanat kelimeleri geçiş yapmış. Dönemler değiştikçe isimlerde değişmiş. Türk Hafif Müziği (Türk Pop Müziği), Rock Müzik Ve Darbeli Yıllar 27 Mayıs 1960 sabahı ordu; ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürüldüğü gerekçesiyle, ülke yönetimine el koyar. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partili tutuklanır. Ülkemizde bunlar yaşanırken aynı dönemlerde batıda; zenginliğe, haksızlığa, eşitsizliğe, Nazilere karşı muhalif bir müzik türü çıkacaktır bu müziğin adı Rock’tır. 1960’lı yıllarda İngiltere’de işçilerin gittiği eğlence yerlerinde duyulmaya başlayan, anne babalarının prensiplerine karşı gelen, yerleşik sosyal ilişkilere tepki gösteren, toplumda oluşan yabancılaşma, ötekileştirmeye karşı çıkan, yeni bir dünya düzenini düşleyen muhalif bir müzik tarzı. Bu başkaldırıyı, tepkiyi John Lennon’un “working class hero” ve “imagine” şarkısını dinlediğinizde anlayabilirsiniz. Yani rock müziğini sol ideolojinin etkisiyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Aynı yıllarda bu müzik türü bizi Cem Karaca, Moğollar, Barış Manço, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil, Erkin Koray ve sonraki yıllarda MFÖ ile tanıştırmıştır. Yine bu dönemlerde Özgün müzik kavramını Zülfü Livaneli’nden duymaya başlarız. Fakat siyasi görüşünden dolayı sanatçı İsveç’e gitmiş ardından Maria Faranduri’yle çalışmıştır. Yıl 1961.. 45’likler dinlenmeye başlanır. Fecri Ebcioğlu’nun dönemin en çok dinlenen Batı Müziği şarkılarını özellikle, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca şarkılarının müziğine Türkçe sözler yazarak ortaya çıkmıştır. Dario Moreno, Juanito, Adamo, Marc Aryan…dönemin en çok dinlenen ve sevilen yabancı müzik sanatçılarıdır. Aranjman tekniğine ardından Sezen Cumhur Önal’da katılır. 1970 sonrası Erol Büyükburç’la birlikte Türk Pop Müziği kavramı oluşmaya başlar. 1980 darbesi yaşanır. Ülke adeta küçük bir Amerika halini almıştır bile… Hakan Peker şarkısında “hey George versene borç” derken halk arasında “her halde yani” kelimesinin yerini “herıld yani” çoktan almıştır. Dükkânların adları dahi yavaş yavaş değişecektir. 1990’larla birlikte Tarkan “kıl oldum abi”yle pop müziğinde yerini alacaktır. Kısacası Türk Hafif Müziği yerini Türk Pop Müziğine bırakmıştır. Dikkat ederseniz dünya müziğindeki başkaldırıyı daha çok Rock ve bizde de Türkülerde (Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde Osmanlı Devleti’ne karşı duruşu örnektir.) görürsünüz. 1980 Darbesi ve Arabesk Halk her yönden kıstırılmış, susturulmuş, korkutulmuş, pasifize edilmiştir. Sanata büyük darbe vurulmuş çoğu kitap, film, müzisyen yasaklı olduğu gibi sevmeniz dahi yasaklanmıştır. Nazım Hikmet okumak, Selda Bağcan, Mahsuni Şerif, Ruhi Su, Emekçi dinlemek, Yılmaz Güney filmlerini izlemek yasaklanmıştır. Ve Turgut Özal seçimlerde birinci olur. Gelen partinin tek hedefi ise “Türkiye’yi modernleştirmek, çağdaş hale getirmek…” olacaktır. Türkiye o dönem enflasyonla tanışmış, zengin-fakir arasındaki uçurumun hızla yükseldiği yıllar olmuştur. Artık zemin hazırdır yurdum insanı “Dallas, Flamingo Yolu, Şahin Tepesi’yle çoktan tanışmış ve özdeşleşmiştir… Türk halkı Ruhi Su’yu, Selda Bağcan’ı unutmuş, Michael Jackson’ı, Elton John’u çoktan bağrına basmıştır. Yılmaz Güney Fransa’da yaşama mücadelesi verirken halkımız çoktan Tom Cruse’la tanışmış, Slvester Stallone’nin Rocky serisiyle kahraman olmuştur. Türküler dahi bu yasaktan nasibini almıştır. Türkülerde unutulmuştur. Sanat artık devlet denetimindedir. Özgür sanat kavramı tamamen yok olmuştur. İşte darbenin hazırladığı bu boşluk içerisinde esasında 1960’da temeli atılan bir müzik türü kendisini gösterir. Kısacası sanattaki yozlaşma 1980 darbesiyle birlikte başlar. Türk Halk ve Türk Sanat müziği üzerine eğitim almış, jazz ve rock müzikleriyle de ilgilenmiş olan Orhan Gencebay 1968 yılı itibariyle “musalla taşı, bir teselli ver, kaderimin oyunu..” besteleriyle müzik piyasasına merhaba der. Müzik daha çok Arap müziğine benzemesine rağmen ve bu yüzden Arabesk olarak adlandırılan, fakat kendisinin bu terimi "yanlıştır ve eksiktir" gerekçesiyle reddedip Serbest Türk Müziği, Özgür Türk Müziği, serbest çalışmalar ve Gencebay müziği gibi kavramlarla adlandırdığını bilenler bilir. Ve 1960’lı yıllarda oluşmaya başlayan bu müzik 1980 darbesi sonrası halk arasında yerini almıştır. Yani muavin “Aksıııraaay, Beyyaaziiit” diye bağırırken minibüsün içinde “bir teselli veeer” nağmeleri yükselmeye ve ilçelerarası, şehirlerarası, milletlerarası yayılmıştır bile… Özellikle Almanya’ya göç sırasında gurbetçilerin müziği olmuştur Arabesk. Esasında var olan bu müziği halk 1980 darbesi sonrası keşfetmiş ve kabul etmiştir. 80’li yıllarda arabesk yorumcularının sayısı artmış, türküler, şarkılar unutulmuş, o dönem arabeskçilere türkücü, şarkıcı dahi denmiştir. Sanat müziği fantazi müzik olmuş Seda Sayan, Hülya Avşar, Sibel Can bize göz kırpmıştır. Yeşilçam’da arabesk filmlerin yerini almıştır. Mecnun, Leyla’sına “batsın bu dünya” demiş, İbrahim Tatlıses Antalya’nın plajında “Saabuuğaa gitme dedim beğğnii terk etme dediiim, vijdaansız saaaabuuğaa” diye seslenmiştir. Halkımız ağlak zırlak halde duygusuna duygu katmıştır arabesk sayesinde. 1987 yılında “ya benimsin ya toprağın” diyerek Ferdi Tayfur adından söz ettirir. Ve gazetelerin üçüncü sayfalarında sevgisine karşılık bulamayan sevdalıların duyguları törpülenir ve öyle ki bu cümle yüzünden nice âşık, sevdiğinin canını alır ve toprağa verir. Arabeskin bu yükselen çıkışıyla birlikte unutulan bir müzik türü olan Özgün-Protest müzik Ahmet Kaya ve Grup Yorum’la yeniden ortaya çıkar. Emrah o dönemlerde “ben acılar çocuğuyum” deyip ızgarada dönen kızarmış pilice ağzı sulanarak bakıp ağlarken filmlerinde, Ahmet Kaya “acılara tutunmak, şafak türküsü” ile hayatımızda yerini almıştır bile… Bana kalırsa yıllar sonra bu tür müziğin Türk müziğiyle alakasının olmadığının anlaşılmasının endişesiyle “bu aslında Arabesk müzik değildir” cümlesiyle üzeri kapatılmaya çalışılmıştır. Bir Fransızca şarkı dinlediğinizde nasıl ki kendinizi Paris’te hissedersiniz ya, bir arabesk melodisi duyduğunuzda da kendinizi Cezayir, Tunus, Fas’ta hissedebilirsiniz. Beni asıl üzen ve şaşırtan böylesi kültür mozaiği olan bir ülkede “müzikolog”ların olmamasıdır. Belki vardır haberim yok. Böylesi bir ortamda tabii ki Fazıl Say gibi bir usta çıkıp kızabilir, eleştirebilir. Zira müziğe bizden daha çok kafa patlatan kişi olmuştur. Arabeskin Türk Müziğine hiçbir katkısı olmamıştır, duygu sömürüsü ve götürüsünden başka… Zira müzik muhaliftir… İçinde hüznün yanında umut da vardır, teslimiyet yoktur, başkaldırı vardır. Arap müziğini yansıtan hatta Arap şarkılarını dinlediğinizde “aaa ben bu melodiyi daha önce dinlemiştim” deyip şaşırabilirsiniz. Arabesk; Arap müziğinin tamamen bir uzantısı olup Türk müziğini arapsaçına dönüştürmüştür. Ben istediğimi dinlerim kardeşim! Seni ilgilendirmez! Der isen… O halde illede jötem dersin Serdar Ortaç’la aynı göbekten zeytin yersin, Yoncimikle tividine banarsın, Ajdar’la nanelenirsin… Sana kalmış. Zira nitelikli olan daha sağlıklıdır. Elbette ki müzik evrenseldir, kültürler birbirinden etkilenir. Fakat Âşık Veysel’in uzun ince yolundan gitmeden, Frank Sinatra’nın my way’ine saparsan yozlaşırsın. Bir kısım yurdum insanının kendini bilmeden Amerikan kültürüne ve Arap kültürüne olan özentiliğinden ben de usandım. Sanatta yozlaşmaya hayır! Alkışlarımla, Yurdagül Yurtseven. (suare@hotmail.com) (Kaynak: Sen, Ben, O, Biz, Siz, Onlar… HERKES) Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet kağan - ( 7/31/2010 ) arabesk için söylenecek bu kadar salak bir yazı okumamıştım. Fazıl say ın yavşaklığından utanıyor gurur duyuyorum tüm yavşaklara selam olsun mert güven - ( 7/31/2010 ) madem sanat ile ilgili yazı yazıyorsunuz bari yazınız biraz kalbur üstü olsun. yazının kalanı ile alakasız yer doldurmak için yapılan bir giriş, üzerine yanlış bilgilerle kurulmuş bir son... (tatlısesin şarkısının zamanı veya 80lerdeki darbeden bahsederken 70 yılından örnek vermek veya türk sinemasının bittiği 80li yılları en parlak yıllar gibi göstermek gibi gibi) yurdagül hanımın suya tirit yazılarından biri olmuş yine... arabesk sever biri değilim ancak arabeski eleştirmek de bu kadar basit olmamalı herhalde... Şeyma Karacan - ( 8/1/2010 ) Bence yazı sade güzel anlaşılır bir dille yazılmış. Zaten toplumumuzun tercihlerine bakarsanız müzik zevki ortada. Yazar müzik ya da sanat diliyle yazsaydı eğer ne kadar anlaşılabilirdi. Gayet açık net.. Sona doğru ironi ve mizahi bir dille yazmış. Ben çok beğendim. ironisi bol bir ülkede ifadelerde karışık ve zor olacaktır doğal olarak. Şimdiye kadar hiçbir yazarın değinmediği bir eksikliğe dikkat çekmiş -müzikolog-ların olmaması- yazı bu anlamda dikkat çekici.. Değişik bir teknik uyguluyor yazar. Ayrıca 80 yıllarda arabesk filmlerini kastediyor.. diğer filmlerden ayırıyor. - ( 8/1/2010 ) Kağan bey madem salakça buldunuz yazıyı neden salakça bulduğunuz yazıya yorum yaparsınız. Bence sizin yorumunuzda salaklık var. Mert Güvene katılıyorum evet -arabesk bu kadar basit eleştirilmemeli- yazar özellikle bu şekilde eleştirdi zaten yazmış -bu ülkede müzikolog yok- diye bu şekilde eleştirerek bu eksikliğe dikkat çekmiş. Ülkenin kaçta kaçı kitap okuyor ki sanatla ilginiyorki sanat yada kitap diliyle yazsaydı kim nekadar anlayabilirdi? Sona doğru teatral bir dil kullanmış örneklendirmiş. Bence çok akıllıca bir teknik uyguluyor. Bizi düşündürüp, kendi kendimize soru sordurtuyor ya.. en azından okurken -şurdaki tespiti doğruymuş, fakat şu yanlışmış- dedirtebiliyor. Düşündürüyor bizi.. Ve bence müthiş bir sınama tekniği kullanıyor. Sırf okuyucuyu düşündürmek için. Nermin Şirin - ( 8/1/2010 ) Bu kızın hayranıyım tek kelimeyle muhteşem. Yazılarını okuyup kötü yorum yazanların kendini ezik büzük kopleksli hissettiklerini düşünmeye başladım. Cümlelerin ardındaki asıl anlamı anlayamayıp küçümseyenler, beğenmiyorsanız okumayın. Biz beğeniyoruz. Saadet Dinçer - ( 8/2/2010 ) Yazarımız genç. O yüzden tarihsel hatalar yapabilir. Ancak yinede müziğimiz konusunda fikir sahibi olması,merak edip araştırmış olmasıda güzel. Şu cümle yazarın kendisini çok güzel ifade ediyor -fakat Âşık Veyselin uzun ince yolundan gitmeden, Frank Sinatranın my wayine saparsan yozlaşırsın.- böyle düşünen gençlerimizle gurur duyuyorum. Yolunuz açık olsun. Berkay Ercan - ( 8/3/2010 ) Yazı Belki Güzel Ama Ferdi Tayfur 87 de Degil 68 yılından 2010 yılına Kadar İsmi Duyurmuş Ve Kitleleri Kendine Hayran Bırakmıştır.. Türkiyede Verilen En Büyük Konsere (150.000kişi Gülhane) İmza Atmıştır Ve Hala Bu Konserin Rekoru Geçilememiştir.. Üstelik En Fazla Satış Rakkamına Sahip(Prangalar 1992) Albüm 4 milyon Üzerinde Satmıştır.. Mesamın Ve Müyapın Arşivlerinde Tamamı Yer Almaktadır.. |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|