| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Moldova İzlenimlerim - Gagauz'larla 4 Gün… Tuncer Cücenoğlu 4 Haziran’da THY uçağı ile Moldova Kişinev Havaalanı’na bir saat on dakika gibi kısa bir sürede indiğimizde şaşırmadım dersem yalan olur. İstanbul’a bu kadar yakın bir mesafede olduğunu bilmiyordum doğrusu Moldova’nın. İlk kez geliyordum bu ülkeye… Kişinev’de önemli bir şirketi olan Mehmet Emin Sürer’le de pasaport denetimi sırasında tanıştık. Mehmet Emin Kültür eski Bakanlarımızdan İstemihan Talay’ın danışmanlığını da yapmış Mersin’li bir arkadaş. Şirketinin genel müdürü İrina ile tanıştırıyor beni. Havalimanı’nda Mihail Çakir adına Gagauz Ulusal Devlet Tiyatrosu aktörlerinden Mihail ve “Boyacı” oyunumun Rus yönetmeni Aleksey Mogutenko karşıladı beni. Mihail’in Türkçesi çok iyi. Mihail bir Gagauz çünkü. Zaten soyadı da Gagauz. Mehmet Emin hiç olmazsa bir çay içmemiz için oradaki Cafe’ye davet ediyor bizi. O kadar içten biri ki, ısrarla “Benim davetlim ol en güzel otelde ayırtayım yerini,” diyor. Sıcak ısrarı karşısında “Bir dahaki gelişime,” diyorum. “Yerim ayrıldı önceden ve onlara bağlıyım.” Çaylarımızı içiyoruz ve İrina ile Mehmet Emin’i ertesi gece yapılacak galaya davet ediyorum. Vedalaşıp ayrılıyoruz onlardan ve Belediye Başkanı Gheorghi Marangoz’un benim için tahsis ettiği arabaya biniyoruz. Yol boyunca sonuna kadar açtığı radyodan popüler parçalar dinliyor genç şoförümüz. Yeşilin egemen olduğu, alabildiğine boş ancak işlenmiş, engebesiz toprakların arasında ilerliyor arabamız trafiğin yoğun olmadığı boş yolda. Çadır-Lunga’da Lenin Sokağı’nda bulunan Mihail Çakir adına Gagauz Ulusal Devlet Tiyatrosu’nun da oyunlarını sergilediği Kültür Merkezi’nde tiyatronun genel sanat yönetmeni Mihail Konstantinov karşılıyor bizi. Kültür Merkezi’nin önünde kocaman bir büst süslüyor Merkezi. Bu, adı gene Mihail olan Çakir’in heykelciği. Zaten tiyatro da Mihail Çakir adına. Mihail Çakir onların ulusal bir değeri. Edebiyatçı, şair ve düşünür. Aynı zamanda papaz. Hemen otele geçiyoruz. Otele giden caddede Lenin Heykeli’ni görüyorum. Otel gerçekten de ilginç. İçinde internet cafe’si, disco’su da olan bir yapı. Odalarda sigara içilmemesi için uyarılar süslüyor duvarları. Katlardaki balkonlarda içiyorsunuz sigaranızı, eğer tiryakiyseniz. Hemen yerleşiyoruz Mogutenko ile odalarımıza ve bizi bekleyen Mihail Konstantinov ve diğer aktör Mihail’le birlikte arabaya binerek ilginç bir restoran’a geçiyoruz. Ve M. Konstantinov’un deyimiyle akşam ekmeğimizi yiyoruz ve söyleşiyoruz. Artık sabah ve öğle ekmeğimizi de bu restoranda yiyeceğiz. Oldukça sevimli biri olan Konstantinov bana Çadır-Lunga’nın oluşumunu anlatıyor. Ataları Balkanlardan 5 çadırla gelmişler ve şimdi artık olmayan Lunga Deresi’nin yanında konuşlanmışlar. Lunga Deresi kurumuş artık, yerinde yeller esiyor ama adı hala yaşıyor… “Neden Boyacı’yı seçtiniz?” diye soruyorum Konstantinov’a. “Bizi anlatıyor oyun,” diyor. “Geçinmek amacıyla türlü işler çevirmeye kalkan küçük insanların hikayesi bizim de hikayemizdir aslında. Çünkü bizim parasızlığımızı, zor yaşam koşullarımızı anlatıyor oyun. Oyunu Rusça’sından okuduk ilkin. Sonra da bizim başrejisörümüz de olan Aktör İlya Haci Gagauz diline çevirdi. Rejisörümüz Rus olduğundan yönetmesinde bir sıkıntı olmadı. Zaten oyunu Rusça da oynuyoruz. Ana dilimiz gibidir Rusça.” Saygılı ve güven telkin edici Rus rejisör Mogutenko, Kişinev’de yaşıyor. Enstitüde rejisörlük dersleri veriyor. Ve serbest rejisör olarak da ülkenin her yerinde oyunlar koyuyor sahneye. Benim Rusya’nın Krasnodar kentinde sahnelenmekte olan Çığ (Lavina) oyunum nedeniyle oradan yeni geldiğimi öğrendiğinde ise benim için tam bir sürpriz olan şu açıklamayı yapıyor: “Ben Krasnodar doğumluyum. Ama kenti hiç bilmem. Çünkü henüz bebekken Kişinev’e yerleşmişiz.” Aslında bu açıklama pek şaşırtmıyor beni. Öylesine iç içe ki bu halklar… Yüzyıllardır birlikte yaşamayı başarmışlar. Kaynaşıp bir olmuşlar nerdeyse… Etle tırnak gibi… “Umarım Krasnodar’da da bir oyunumu sahnelersin,” diyorum Mogutenko’ya… “İsterim,” diyor içtenlikle. Konuşurken gözlerinin içi sevecenlikle gülüyor hep. “Nasıl çıktı oyun,” diye soruyorum. Konstantinov ve Mogutenko “Yarın göreceksiniz, karar sizin,” diyorlar. * * * 5 Haziran gecesi yapıldı gala. Oyunu salonun orta sıralarında Devlet Başkanı Mihail Formuzal’ın yanında oturarak izledim. Aynı sırada Kültür Bakanı Dimitri Kambur ve Belediye Başkanı Ghigorghi Marangoz da yer almışlardı. Gene önemli biri, Prof. Dr. Stepan Stepanoviç Kuroglu da gelmişti Kişinev’den. Diğer önemli sürprizse aynı zamanda ressam da olan, at yetiştiricisi Kosti Keleş’le tanışmam oldu. Oyunun aktörleri Anatoliy Radulov, Lidya Ormanji, İlya Haci, Mihail Konstantinov, Natali Lazareva, Elena Danaji, Mihail Gagauz, İvan Popov, Dimitriy Stefoglo, E. Jelezoglo ve Anna Jelezoglo’nun üstün performanslarıyla nefis bir Boyacı uygulaması izledik. Oyunun müziklerini gerçekleştiren İ. Hergeledji, dekorunu yapan D. Stefoglo, giysilerini tasarlayan N. Konstantinova’nın başarılı çalışmalarıyla da taçlanmıştı oyun adeta. Kuşkusuz bu başarıda Rus Rejisör Valeriy Mogutenko’nun payı büyüktü. Oyunun çok beğenilip dakikalarca alkışlanması ve sahneye çağırılmam sonrasında yaptığım kısa konuşmada da beğenimi belirttim ve iki ülkenin yakınlaşmasının hepimizin yararına olacağını vurguladım. Ve şunu ekledim konuşmama “Kiev Üniversitesi’nden Doç.Dr. Tudora Arnaut benim dostumdur. Hepiniz tanıyorsunuz onu. Bana diyor ki Sen bizim en pahalı Gagauz’umuzsun. Beni kendinizden bilin. Yani tescilli bir Gagauz’um ben de…Ve Tudora Hanımın selamlarını getirdim hepinize “ Büyük alkış aldı konuşmam. Sırasıyla Devlet Başkanı Mihail Formuzal, Kültür Bakanı Dimitri Kamber ve Belediye Başkanı Ghigorghi Marangoz’un ülkemize verdikleri önemi ve oyunu öven konuşmaları beni ve rejisörüm Mogutenko’yu oldukça mutlu etti. Sonrasında ise Başkan Formuzal, Kültür Bakanı Kambur ve Belediye Başkanı Marangoz bana ve rejisöre armağanlar verdiler. Oyunculara çiçekler sundular. Tam bir şölendi yani… Verilen Kokteyle de katıldı yönetim kadrosu. Kokteylin gerçekleştirildiği salonda duvarı Mustafa Kemal’in fotoğrafı süslüyor. Ve Mustafa Kemal’i sanatçılar başta olmak üzere tüm insanlar seviyor ve saygı gösteriyor. Bu yaklaşım özellikle mutlu ediyor beni. Prof. Dr. Stepan Stepanoviç Kuroglu’nun yanıma gelerek Tudora Hanım’la ilgili övücü sözler söylemesi de beni ayrıca çok memnun ediyor. Daha sonra hele hele Başkan Formuzal’ın özellikle “Otelinizden memnun musunuz? Bir isteğiniz var mı?” diye defalarca sorması da beni oldukça duygulandırıyor. Sonra da ekliyor “7 Haziran saat üçte sizi bekliyorum.” * * * Ertesi gün Kosti’nin At Çiftliği’ne gittik. Çocukları gibi büyüttüğü atlarını tanıttı bana ve Mogutenko’ya. Onlarla adeta konuşuyordu. Atları onun parçasıydı sanki. Evliydi Kosti. İyi eğitim almış çocukları da vardı… Ama atları da yaşamının ve ailesinin ayrılmaz bir parçasıydı. En sevdiği atı ölünce hemen oraya bir anıt mezar yaptırmıştı. Mermeri, atının başını gösteren bir eskizle süslemişti ve atının doğum ve ölüm tarihlerini de yazmıştı üstüne… Bu atla ilgili ilginç bir yaşanmış öykü de anlattı bizlere. Söz konusu At, babası ve torunu çıkmışlardı bir gün yarış alanına ve yarışmışlardı. Torun hepsini geçmişti… Sonra dedi ki Kosti “Torunlarımız hep geçmeliler bizi, yaşamın gerçeği budur çünkü… Ve ilerleme buna bağlıdır…” Mihail Konstantinov da ilginç bir yaşanmış hikaye anlattı Kosti’yle ilgili. “Sovyetler Birliği henüz dağılmamıştı. Moskova’daki bir yarışmaya katılmıştı Kosti ve büyük ödülü kazanmıştı atı. Beş bin dolar da parasal karşılığı olan bir ödüldü bu. Büyük para yani. Kosti bu paranın iki bin doları ile karısına ve çocuklarına armağanlar almıştı Moskova’dan. Ama üç bin dolarla da atlarına yem… Karısından da bu gerçeği saklamıştı.” Konstantinov ekledi sonra “Kosti’ye Almanya ve Rusya’dan inanılmaz paralar önerildi at yetiştirmesi için. Ama kabul etmedi bunların hiçbirini.” Ben de dayanamayıp niçin kabul etmediğini sordum Kosti’ye. Kosti ne dedi biliyor musunuz? “Her şey para değildir.” dedi. “ Ve ben bu toprakları ve yurdumu seviyorum Dünyaları verseler başka yerde yaşayamam.” Kosti’nin resimleri Fransa’da ve İtalya’da takvimleri süslüyordu. Ve tek övündüğü şey de aldığı ödüller ve övgülerdi Kosti’nin. Kosti’nin yetiştirdiği bu güzelim atları beş yüz ile bin dolar arasında bir ücretle alabiliyorsunuz. Bunu duyduğumda iyice şaşırdım ve gariptir ki aklıma hemen, ikisinin de atlara olan tutkusunu bildiğimden olsa gerek, ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından Rıdvan Dilmen ve Sergen Yalçın geldi. “Peki,” dedim “Türkiye’den talep olsa nasıl götürülecek atlar oraya?” “Odesa’dan gemiye yüklenirse kazasız belasız götürülür İstanbul’a,” dediler. * * * Gagauz’ların dünyadaki tek müzesini de gezdirdiler bana. Dimitri Karaçoban tarafından oluşturulmuştu Müze. Dimitri Karaçoban bu müzenin kurucusuydu. Şimdi bu müzede adıyla yaşıyordu. Müze Komrat Kenti’ne bağlı Beşalma köyündeydi. Komrat önemli bir kent. 1905 yılındaki büyük Bolşevik direnişine de katılmış buranın halkı. Ancak Konstantinov’un deyimiyle bu “kalkıntı” şiddetle bastırılmış. (Konstantinov “kalkıntı” sözcüğünü isyan, direniş anlamında kullanıyor. Öz Türkçe bir sözcük, ne güzel… Konstantinov’un kullandığı deyimlerden biri daha ilginç geldi bana. “Kazanca gitmek”. Bu deyimi başka ülkelerde çalışıp para kazanmak anlamına kullanıyor Konstantinov.) Gene Komrat Kenti’nde gördüğümüz Atatürk Kütüphanesi de beni oldukça duygulandırıyor. TİKA’nın girişimleriyle oluşturulmuş bu büyük kütüphaneye tüm Türkçe kitaplarımı imzalayıp veriyorum. Ve oradaki bayan yöneticiye Türk Edebiyatının önemli roman, şiir, öykü ve tiyatro oyun kitaplarını ileteceğim sözünü veriyorum. * * * Mihail Konstantinov’un beni ve Mogutenko’yu öğle ekmeği için evine davet etmesiyse unutulmaz anlar yaşamamıza neden oluyor. Tek katlı evin altı mahzen. Orada şarap üretimi yapıyor Konstantinov ve eşi… Bahçede büyükçe bir masada hemen her türlü yerel yiyecek var. Biraz sonra da iki erkek kardeşi geliyor. Yaptıkları nefis şaraptan da içerek öğle ekmeğimizi yiyor ve söyleşiyoruz. Küçük kadehlerde ikram ettikleri şarabı bir dikişte içmemi öneriyorlar. Bir yandan içiyorlar bir yandan da “İlaçtır bu şarap” diyorlar. “Her derde devadır.” Onlara, bizim büyük mizah yazarımız Aziz Nesin’e bir Sovyetler Birliği dönüşü “Neler gördünüz?” diye sorduğumuzu ve Sevgili Aziz Nesin’in de bize “Gökyüzünü gördüm. Çünkü sürekli kadeh kaldırıp içtik” dediğini anlatıyorum. “Bu nedenle bana bir dikişte iç demeyin, yoksa gökyüzünden başka bir yer göremeyeceğiz,” diyorum. Bu çok hoşlarına gidiyor. “Siz yudumlayın o zaman,” diyorlar. Biz öğle ekmeğimizi ilaç eşliğinde yerken arada bahçe kapısına birileri geliyor ve Konstantinov onlara mahzenden şarap getiriyor. Kendi ürettikleri şarabı kendileri satıyorlar yani… “Neden bu güzel şarabı bütün Dünyaya pazarlamıyorsunuz?” diye sorduğumda ise ilginç bir yanıt veriyorlar “Biz ticareti bilmeyiz. Buna göre şekillenmedi beyinlerimiz.” Konstantinov’un kardeşlerinin evleri de yan yana… “Hepiniz evli misiniz?” diye soruyorum bunu öğrendiğimde. Biraz da şaşırarak “Evet evliyiz,” diyorlar. “Peki evlerinizi yan yana konuşlandırmayı nasıl başardınız? Eşleriniz karşı çıkmadı mı size? ” diye soruyorum. Konstantinov güvenle: “Herkes kendi işine bakacak dedik birlikte,” diyor. “Kararlı olursan bir sorun yaşamazsın,” diye ekliyor kardeşlerden biri… “Biz bu evleri Sovyet döneminde birer yılda yaptık. O zamanlar her şey çok kolaydı. Parti hep kollardı Gagauz’ları…Şimdi böyle bir evi 4 yılda yapamazsın!” Konstantinov ekliyor:”Babamız farklı biriydi. Asla korkmazdı… İçinden geçeni söylerdi çekinmeden. Stalin döneminde ilginç bir şey yaşamış… Komsomolska Gençlik Örgütü “Stalin bizim babamızdır!” diye bağıra çağıra şarkı söylerken gelmiş yanlarına ve Ananızı mı s…ti Stalin? diye sormuş onlara… Bu olay Moskova’da da duyulmuş. KGB’ciler gelmişler hemen… Babamı arıyorlar… Babamı kaçırmış arkadaşları, bağlarda saklamışlar uzun süre…Allahtan Stalin o sırada ölmüş de babam kelleyi kurtarmış..” Gülüşüyoruz hep birlikte… Konstantinov’la ilgili bir sürprizi de öğreniyorum bu arada. Tiyatroya ait minibüs’ü de kendisi almış taksitle. Cebinden ödüyor taksitleri yani… Konstantinov’a olan sevgi ve saygım giderek büyüyor… * * * 7 Haziran gecesi büyük parkta yapılan yortuya katıldık. Ortaya büyük bir sahne yapmışlardı ve müzik grupları şarkılar söylüyor, halk en güzel giysilerini giymiş, çoluk çocuk ayakta izliyordu onları. Yanda pistte gençler arasında halter kaldırma yarışmaları düzenleniyordu. Tam bir şenlikti yani… Havlu üretimi yapan yaşlıca biri geldi yanımıza. “Benim üretim yerini yakmışlar,” dedi. “Kim?” diye sordum. “Bilmiyorum,” dedi. “Her şeyim yandı…” “Peki ne yapacaksın?” diye sordum. “Yeniden yapacağım,” dedi güvenle. Belediye Başkanı ödüller verdi birçok kişiye… İzmit Belediye Başkanı da gelmiş. Belediye Başkanı Ghiorghi Marangoz bizi de davet etti yemeğe ertesi gün için… “Sayın Mihail Formuzal’a gideceğiz. İşimiz bitince geliriz,” dedik. * * * Son gün Başkan Formuzal’a gittik. Hükümet Konağı’nın önündeki Lenin Heykeli ile fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedim bu arada. Bizi içtenlikle buyur etti sevecen ve güler yüzlü Başkan. Sonuçta söylediği şuydu: “Türkiye bizim için çok önemlidir. Bu ilişkileri geliştirelim.” Kültür Bakanı Dimitri Kamber de gelmişti. Vedalaştık Başkanla ve Bakanın Makamına gittik. Ona İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu’ndan söz ettim. İlişki kurmalarının yararlı olacağını söyledim. Tiyatroyla yapılan telif sözleşmesini de onayladı Dimitri büyük bir içtenlikle… Emeğin en yüce değer olduğunun bilincindeydi yani… Sonrasında ayaküstü de olsa İzmit Belediye Başkanı’yla da görüştüğümüzde aynı şeyleri ona da söyledim. * * * Ertesi sabah beni havaalanına özel aracıyla götürdü Ghiorghi Marangoz. Konstantinov da gelmişti. Üstelik bir kutu çukulata, bir küçük el yapımı halı ve iki şişe de ilaçla… Yani o güzelim Moldova şarabıyla… Vedalaştık. * * * Bu tertemiz insanların oluşturduğu ülkeyle ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. “Biz ticareti bilmeyiz. Buna göre şekillenmedi beyinlerimiz.” Diyen bu güzel halk için harekete geçmeli ciddi iş adamlarımız. Yapılacak o kadar çok iş var ki Moldova’da çünkü. Uçak havalandığında içimi bir hüzün kapladı ilkin… Ama sonradan bu hüzün yerini mutluluğa bıraktı. İyi ki oyunlarım birçok ülkede sahneleniyor ve ben o ülkelere gidip, farklı insanları tanıma olanağı buluyordum. Şanslı olduğumu düşündüm. Evet şanslıyım ben… Uçak iyice yükseldiğinde ise tek düşündüğüm, sosyalizmin kapitalist dinamizmi yakalayamadığı için böyle geçici bir yenilgiye uğradığı gerçeğinde yoğunlaştı. Tuncer Cücenoğlu Not: Bu yazı 27.06.2010 tarihli BirGün Gazetesi’nin Pazar ekinde yayımlanmıştır. tcucenoglu@hotmail.com cucenoglutuncer@gmail.com www.tuncercucenoglu.com Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet Fikri Yılmaz - ( 8/23/2010 ) Hocam çok duygulandım..Facebook kullanan dostlarımız Orada bir tiyatro var uzakta grubunu ziyaret ederlerse seviniriz.. salih saruhan - ( 5/23/2014 ) duygusallıktan boya badanadan başka bir şey yok.lenin heykelleri ve yeni yetişen gençligin ana dillerinin rusça oluşu ve türkçe hiç bilmemeleri her şeyi çokj açık bir şekilde anlatıyor.asıl amaç pembe günler yaşamaksa[alkol,kızlar v.s}ayrı konu.bence bunlardan bu memleketin,milletin parası daha degerli.duygusallık ve pembe gözlük takmayla büyük devlet olunmaz olsa olsa üçbeş çapulcuya malzeme olunur.lütfen |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|