| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Cem Özer Söyleşisi Onur Şimşek Aslında bu röportajı yapmayı daha öncesinde planlamıştık fakat karşılıklı iletişim aksaklıkları sonucu iptal olmuştu. Karşılaştığımızda ‘röportaj yapacaktık bir ara’ diyip, hiç beklemediğim ‘e hadi o zaman’ cevabını aldığımda, hem bu kadar kolay olacağını bilseydim o kadar uğraşır mıydım’ın cevabını düşündüm, hem de hazırlıksız biçimde röportaja gitmenin nasıl olacağını. Tabii hep hazır sorular vardır ama röportaj bittikten sonra keşke on dakikadan daha fazla hazırlanabilseydim dedim. Çünkü giderken; aklımdaki Cem Özer portresiyle, konuştuktan sonraki Cem Özer portresi birbirlerinden bir hayli farklı. Öncesinde ne bekliyordum tam emin değilim ama sonrasında gördüğüm psikolog-gönül adamı-mahalle abisi karışımı hoşsohbet bir adamla karşılaşmayı ummuyordum açıkçası. Bunda Anadolu kültürüyle beslenmiş olmasının etkisinin olduğu muhakkak. Evet, yine en keyiflilerden birisi oldu. -Cem Özer deyince akla, ilk talk-show’u yapan adam geliyor. Nasıl başladı, sizin fikriniz miydi? Benim değil, kanalın fikriydi. Ben ilk kabare yaparken Star televizyonundan gelip biz senle çalışmak istiyoruz dediklerinde ben sit-com yapmak istiyordum 91 yılında. Ama sit-com deyince anlatamadık derdimizi, o zaman sit-com diyorum estağfurullah siz sit-com diyorlar. Nedir sit-com filan anlatamadım ne olduğunu. Televizyon tiyatrosu dedim hadi canım televizyonda tiyatro olur mu, biz zaten tiyatroları çekiyoruz dediler. Tam düşündüğümüz talk-show’u senin yapacağını düşünüyoruz dediler. Çünkü ben kabare yaparken izlemeye gelen ünlüleri sonunda sahneye alıp sohbet ediyordum, oradan mizah üretiyordum. Arkamdan ittiler yani, benim tercihim değildi. Aslına bakarsan ben de o zaman çok toyum, 31 yaşındayım. Yani ne konuşacağım ben ne yapacağım sohbeti tatlı bir herif de değilim ki daha demlenmemişim, etmemişim. Çayı koyarsın demlenmeden bir an önce içersin ya kötüdür tadı, öyle bi heriftim yani. -Ama sonra tuttu… Oldu yani, bir şeyler oldu denk geldi. -Neden bıraktınız? Daraldım. Konuk skalası değişti. Her gün bir tane popçu çıkıyor. Geliyor, söyleyecek lafı yok. Ben adamla sohbet etmeye çalışıyorum, adam albümünü anlatmaya çalışıyor. Ya kardeş, albümünü pazarlama, kendini pazarla. Yani kimse senin albümünü merak etmez, seni merak ederse albümünü alır. -Yeniden yapsam diyor musunuz ara sıra? Bilmiyorum yani çok da emin değilim. Ne kadar doğru verilerdir bunlar bilmiyorum ama- hani internet günümüzde kimi zaman veri olarak kabul ediliyor kimi zaman canım internet bir şey değildir falan deniliyor- her gün Facebook sayfamda en azından on tane ‘hadi ne olur, özledik!’ ‘konuk bulamazsan çık bi sandalyeye otur, bu işi yeter ki yap’ diye talep geliyor. Ama bu ne kadar doğru taleptir, ne kadar benim kendi fanımın talebidir ya da ne kadar benim fanımın olmasa da geniş kitlenin, özleyenlerin falan onu bilmiyorum. -Kimleri beğeniyorsunuz şu anda bu işi yapanlardan? Valla şu anda benim kafamdaki talkshow gibi talkshow göremiyorum çok fazla. Çünkü ya sadece sohbet var ya sadece şov. Biraz Okan bunu yapmaya çalışıyor ama onun da son iki üç haftadır gözlemlediğim şey çok bıkkın ve sıkkın görüyorum Okan’ı. Sanki kulağının ucuyla yapıyor, bana öyle bir hava geliyor. Aman şurada üç saati geçirsek de… Benim bırakmamın bir sebebi de bu, 12. Yılına girmişti. Bir de yaz-kış yaptım bu işi, bunlar yazın dinleniyorlar. Bir süre sonra ağızda laf büyümeye başlıyor konuş konuş. Amerika’da herif 25 sene yapıyor bunu ama ben gittim gördüm David Letterman’ı da Jay Leno’yu da. 250 kişi çalışıyor adam için, sadece 50 tanesi yazar. Adama espri yazıyorlar, her biri yarım espri üretse zaten 25 esprisi oluyor herifin her gece. Bizde 250 kişi bir televizyon kanalında çalışıyor. -Programla ilgili anılar hala gündemde, bir de birinci ağızdan dinleyelim… Tabii hatırlayanlar bilir, 7. veya 8. programda İzmirli Nara Benek diye şair bir kadın vardı. Bu dünya televizyonlarında olmuş bir şey değil, prime time’da programa transparan bir bluzla çıktı. Yanında da Aylin Livaneli, o da mini etekli eteğini çekiştiriyor. Dedim ki Aylin’e ya git değiştir ya çekiştirme. Ben buna illet olurum, giyme kardeşim. Öbürü de gayet rahat her şeyi ortada, siyah bir bluzla oturuyor. Dedim nasıl şiir yazıyorsun yani ilham mı geliyor, her an yanında bi kâğıt kalem var o an aklına bir şey geliyor da mı yazıyorsun. O nasıl sorusunu yanlış anlayıp çıplak yazıyorum dedi. Nasıl çıplak yazıyorsun dedim, biraz da erotikti şiirleri. Dedim çıplak olunca böyle yazıyorsun tabii. Yok, ondan değil dedi. Ya? dedim. Şiir yazarken çok enerji yükleniyorum, çok ısınıyorum, terliyorum ve soyunuyorum dedi. Bende fırlamalık olsun diye hadi o zaman bize bir şiir yazsana dedim. Yazmaya başladı üstünü çıkardı her şey ortada, biz programda böyle kaldık. Bu Amerika’da birkaç haber kanalında “Türkiye’de özel bir TV kanalında talk show sırasında bir kadın göğüslerini açtı “diye yayınlandı. Bundan daha ilginç bir şey olmadı. Bir de Spice Girls grubu geldiğinde içlerinden bir tanesi bacağını kırmıştı, ama o programda olmadı benim eve giderken oldu. (Kahkahalar) Dolayısıyla bir şey olmadı yani. İLKOKULDA MUCİT OLMAK İSTİYORDUM, İCATLARIM VAR! -İlk ne zaman ‘tiyatro’ yapmalıyım dediniz? Lise iki! Ali Poyrazoğlu’nun kurslarına eğitime gittim ve okulda derhal tiyatro kulübüne gittim sigara içebilmek için. -Küçükken de var mıydı aklınızın bir köşesinde, sonradan mı oluştu? Hayır, ilkokulda mucit olmak istiyordum hatta icatlarım vardı. Uçan denizaltı falan bayağı çizmiştim yani. Uçan denizaltı yetmiyor bir de matkap karayı da deliyor aynı zamanda falan böyle tasarımlarım vardı, hala da var bir sürü tasarımım araba park etmek üzerine falan. Yani öyle bi fen tarafım da var. Sonra lisedeyken aynı zamanda avukat olmak istiyordum Petrocelli vardı- avukat dizisi- çok etkisinde kalmıştım. Ama ilkokulda çocuk şiirleri sahneliyordum müsamerelerde. -Sonra bir hukuk eğitimi girdi araya… Tiyatro eğitimimle hukuk eğitimimi aynı zamanda aldım zaten. -Alaylılara karşı bakış açınız nasıl? Ben de alaylıyım, alaylılık bir eğitim biçimidir zaten; eğitimsizlik değildir. Hatta bir gün Savaş Ay’ın bir programında oyunculuk nedir ne değildir diye konuşuluyor. Ferhan Şensoy üstat da orada –bize dut yemek düşer onun yanında- Esin Moralıoğlu diye bir manken var-sonradan oyunculuk denedi- O dedi ki ‘ama ne var yani biz de alaylıyız’. Ferhan abi de dedi ki hangi alaydansınız? Yani alaylılık bu anlamdadır, bir tiyatroda bir ustanın yanında eğitim görmek. Zaten sanat usta-çırak ilişkisiyle giden bir iştir. Konservatuara da gidince konservatuarlıyız demezler, Yıldız Kenter’in , Müşfik Kenter’in öğrencisiyim derler. Yani birinin öğrencisi olursun, bir okulun değil. Dolayısıyla ben de Ali Poyrazoğlu’nun, Ferhan Şensoy’un, Levent Kırca’nın, Altan Erbulak’ın, Ahmet Gülhan’ın, Müjdat Gezen’in öğrencisiyim. -Ne kadar zaman oldu tiyatroya ara vereli? 2005-2006’ydı galiba, Nurgül’le birlikte Sen Olmasaydın diye iki kişilik bir oyun oynamıştık. Ama dizilerden dolayı bayağı kısa sürmüştü. -Neden bu kadar çok ara verdiniz? Ben yaptığım işlerde çok seçiciyim. Hakikaten evliliklerimde de öyle oldu, çıtam çok yüksek, kriterlerim çok yüksek. Çok içime sinmesi gerekiyor, kendimi bulmam gerekiyor. Hep şu soruyu soruyorum bana bir öneri geldiğinde, benim bu role ihtiyacım var mı, bu rolün bana ihtiyacı var mı? Rolün bana muhtaç benim de role muhtaç olmam gerekiyor ki egom beslensin. Ya da tuzak sorularım var. Ben hayır dedim, kimi düşünüyorsunuz? Mutlaka vardır kafalarında biri, o verdikleri cevap beni tatmin etmiyorsa kabul etmiyorum. -Peki, neden Sadri Alışık Tiyatrosu? Daha önce iki kere refüze ettim onları. İlk önerdiklerinde benim zamanım yok, gelemem dedim. Onlar biz idare ederiz dediler, dedim ki ben idare edemem! Sonra iş başlamış, başları sıkışmış biraz. Daha önceden görüştükleri oyuncular Pir Sultan Abdal’da biraz güçlük çekmişler. Provaların 45. günü beni aradı Kerem, Cuma günüydü. ‘Abi Pazartesi günü provalara başlayalım ne olur, oku teksti beğenirsen.’ dedi. Baktım ki sıkışmış, bir de gelen rol Pir Sultan Abdal. Hayatında kaç kere bir insana böyle bir rol gelir ki? Büyük bi challenge var, neden? Çünkü ben çok medyatik bir tipim, insanların Cem Özer’den sıyrılıp orada Pir Sultan Abdal’ı izlemeye başlamaları –onu yaratabilirsem- gerekiyordu, önemli bir işti benim için. Bunu yaratabildiğimi söylüyorlar, tamam işte. Böyle seçiyorum oyunları. KENDİMİZİ ÖNEMSEDİĞİMİZ İÇİN İNSANLARA KIRILIYORUZ -Oyuna hazırlanış aşamanız nasıl oldu? 3 hafta! Öncesinde vardı zaten biraz. Ben zaten Anadolu kültüründen çok beslenmiş biriyim. Uzaktan bakınca tip olarak öyle durmuyorum. Sanki ben çok batıcı, çok kolejlerde okumuş gibi göründüm. Öyle zannediyor insanlar beni, tipten mi kaynaklanıyor, ekrana ilk gözlükle çıkan adam olduğum için mi, giyimimden kuşamımdan mı bilemiyorum. Ama ben tamamen Anadolu kültüründen beslenmiş bir insanım. Pir Sultan oynamadan çok önce lise yıllarımda Pir Sultan, Yunus Emre, Hacı Bektaşi okumuştum zaten. Öyle edebiyat dersinde değil, basbayağı edebiyat hocamdan rica edip külliyelerini okumuştum, felsefelerini almıştım. Caferiliğin de felsefesini biliyorum, Aleviliğin de felsefesini biliyorum- ki dilerdim Alevi olmayı, çok beğendiğim bir felsefedir çünkü insan kaynaklı bir felsefe, her şey insan içinden yola çıkar. Zaman zaman bunaldığımda etrafımdakilere onu söylerim, Hindistan’a gitmeye gerek yok. Yunus okuyun, Pir Sultan okuyun. Kendinden vazgeçmeyi bilebilirsen, kendini önemsemediğin zaman ne üzülüyorsun ne kırılıyorsun. Sadece kendimizi önemsediğimiz için kırılıyoruz inan bana. Kendimizi çook önemli görüyoruz. -Oyunda genel olarak ne anlatılıyor? İlk Anadolu isyanını, bundan 500 yıl önce bir başkaldırıyı, bir anarşisti anlatıyor. Pir Sultan’ın daha ziyade anarşist tarafını, tabii ozan tarafıyla birlikte… Halk için ayaklanmasını, idamı göze almasını anlatıyor. -Nasıl gidiyor turneler, seyirciler vs.? Gayet güzel, gayet memnunuz. En son Londra’daydık. Bu bir onurdur, gazetede bizim ayrılığımıza, boşanmamıza değer verdiğiniz kadar buna da değer verin, bu da değerli bir şey çünkü. Gittiğin tiyatro sıradan bir tiyatro değil, bir müze. Charlie Chaplin oynamış o sahnede, dünyanın en büyük oyuncularından birinin oynadığı sahneye çıkmışım. Dizlerim titredi ya, beni biraz yalnız bırakın dedim ağladım bir süre. Maracana stadına çıkmış futbolcu gibiydim, Hackney Empires’de oynuyorsun yani sıradan Türk kültür derneği salonu ya da düğün salonu değil, hiçbir yerde yazmadı. Şimdi 20 Mayıs’ta çıkıyoruz bütün Avrupa. Ülke içi çok olamıyor çünkü çok maliyetli, 35 kişi. Buradaki salonların kapasitesi belli- 400-500 kişi. 1000 kişi olmalık ki bütçe dönsün. Hackney Empires -Daha önce 72. Koğuş film yapıldı, Pir Sultan Abdal’da da var mı böyle bir ihtimal? Bunda yok, bu olmaz film. Ama Kerem’le başka projelerimiz var. Önümüzdeki sene Türkiye’de rahat dolaşabilecek üç kişilik bir komedi oyunun haklarını aldık. Oğlum Çiçek Açtı diye maço bir babanın gay bir ilişki yaşayan oğlunun evine yerleşmesini anlatıyor. Büyük bir ihtimal Kerem ile ben oynayacağız, diğer kişiyi bilemiyorum. Ben sahneye koymayı planlıyorum. Harici olarak film yapmayı düşünüyoruz, stand-up var, başlıyorum bu ay. -Sosyal ağlarla aranız bayağı iyi anladığım kadarıyla, bu kadar etkin olmanın bir zararını görüyor musunuz? Kullanıyorum, bir zararını görmedim. İletişim kuruyorum, insanlar inanmıyorlar. ‘Siz gerçek misiniz?’ diye soruyorlar sürekli. Başta ikna etmeye çalışıyorum, en son ‘bu kadar gerçekçi olma biraz hayallerinin peşinden koş’ dedim. Sahte Cem Özer olsam bu kadar dürüst olur muyum, kusura bakma ben sahtesiyim mi diyeceğim? Ne cevap bekliyorsun ki bu soruyu soruyorsun? Sahte de olsam ‘evet, gerçek’ diyeceğim. Asistanınız mı işletiyor sayfayı diyorlar, hayır asistanım işletecekse niye ben o sayfayı açayım. Şunu bilmiyorlar çünkü; 91-92 yılları ben televizyona yeni başlamışım. O zaman böyle internet filan yok, bildiğin postadan mektup geliyor. CC3003 Mecidiyeköy/İstanbul diye bir posta numarası vermişlerdi, postacı her gün iki çuval mektup getiriyordu ve ben günün en güzel saatlerinde, herkes gittikten sonra oturup 3-4 saat hızlıca o mektupları cevaplıyordum. Çoğu sizi çok seviyoruz, bana bir resim yollar mısınız? Bunları geçiyordum hızlıca. Aradan o kadar güzelleri çıkıyor ki, besleniyorsun ondan. Diyorsun ki ‘ya güzel bir şey yapıyorum galiba’ Ustalarımız bize derdi ki “her gün bütün salona oynama, bir kişiye oyna” Bir kişi de anlasa tamamdır. Onun için hoşuma gidiyor oralarla ‘ben’ ilgileniyor olmak, yoksa fan sayfası açarım var da zaten ama oradaki kişi sayısı bendekinin onda biri. Röportaj: Onur Şimşek onrsimsek@yahoo.com Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|