| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Tek Piyano Eşliğinde Müzikli Drama: Wolfgang ve Lorenzo Üstün Akmen İstanbul denilen anakentte yaşayanlar, üç yıldır operanın, balenin tadını unuttu, opera bale sevenin damağı kurudu. DVD falan var demeyin sakın, DVD MVD canlı icranın yerini alamazdı, alamadı. Heyula gibi Atatürk Kültür Merkezi (AKM) çürümeye terk edildi, için için çürüyor. Her önünden geçişimde içim eziliyor. 11 Ağustos 2010’dan bu yana on iki yazı yazdım, AKM’nin hangi nedenlerle tadil edilemediğini sorguladım. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın başkanı Şekib Avdagiç’e on üç soru yolladım. “AKM’nin tadili için ayrılan 75 milyonluk bütçeyi ne halt ettin” dedim. Mimar Murat Tabanlıoğlu, ekip başı olarak mühendislik hizmetleri karşılığı Ajans’tan tahsil ettiği 2 milyon 533 bin Türk Lirasını kimlere, nerelere, nelere ödedi diye meraklandım. Sonuç itibariyle, T. C. Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurumu yolladım. Bugüne değin herhangi bir yanıt alamadım. Bazılarımızın İstanbul’un şimdilerdeki tek opera binası olduğu “zehabına” kapıldıkları Kadıköy Süreyya Operası, opera binası değil. Evet, Süreyya İlmen Paşa 1927 yılında bu binayı opera, tiyatro ve balo salonu olarak yaptırmış, yaptırmış yaptırmasına da, ta ki Kadıköy Belediyesi’nin 2007 yılındaki restorasyon çalışmasına kadar sadece sinema olarak kullanılmış. Süreyya İlmen Paşa, opera temsillerine uygun bir bina yapmayı amaçlamış olsa da, sahne bölümü yapılamadığı, gerekli teknik donanım, kulis, sanatçı odaları ve benzer mekânlar tamamlanamadığı için Süreyya’da seksen yıl boyunca bir kez olsun opera sahnelenememiş. Arkası ve yanları olmayan “kutucuk” sahnede, “nohut içi bakla sofa” tabir edilen orkestra çukurunda opera yapılabilir mi ayol? Operetler sahnelenebilir, küçük Mozart operaları icra edilebilir, ama opera yapılmaz, yapılamaz. 2010’un Kasım ayında, Beşiktaş Belediyesi bir alışveriş merkezinin içinde salon açtı diye heyecan köpürttük. Ben yeni gördüm, girişi olamazcasına zevksiz, hastane koridorlarına benziyor. Yerler bembeyaz mermer, duvarlar morg beyazı, insanın gereksinim halinde “tuvalet nerede” diye değil de, “üroloji nerede” diye soracağı geliyor, ama salon güzel. 650 koltuk kapasiteli, sahnesi iki katlı, Yamaha marka bir konser piyanosu alınmış, Piyano ve akustik konusunda Fazıl Say'a danışılmış, dijital konser ses sistemi, 600 kişilik simultane sistem, film gösterimleri için digital surround sistem, engelliler için rampalar ve WC'leri var. Gel gelelim orkestra çukuru yok. O halde burada da yalnız konserler düzenlenebilir, kaliteli müzikallere salon açılabilir, ama opera-bale yapılamaz. Gene de, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’e ve Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a teşekkür borçluyuz. Bu arada, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan da yerinde saymamak için elinden geleni yapıyor. Artık anlaşıldı, AKM tadil edilmiyor, edilemiyor, edilemeyecek çünkü buna Başbakan izin vermiyor. Eee! Vermeyince Erdoğan, ne yapsın Suat Arıkan? Süreyya Operası ve Fulya Sanat’ta hiç değilse “mış” gibi yapıyor. Opera yaparmış gibi, bale yaparmış gibi... AKM için kimse kafa kaldırmıyor. Üç yıl önce AKM’nin önüne kurulan koskocaman podyuma çıkıp şarkılar türküler eşliğinde mangala üfürenlerden çıt çıkmıyor. Onca tiyatrocu, sivil toplum örgütü yöneticisi, üyesi, bestecisi, opera-bale sanatçısı, çalışanı, heykeltıraşı, köşe yazarı, müzisyeni, yazarı, şairi, çizeri susuyor. “İki Dahi Üç Opera (Boyut Yayın Grubu/1998) kitabıyla günümüzde sadece Mozart’ın metin yazarı olarak tanıdığımız Lorenzo Da Ponte’nin maceralı yaşamından yola çıkarak, üç operanın besteleniş öyküsünü, müzikal açıklamalarını ve döneminin perde gerisini bizlere aktaran Aydın Büke (1958) de işte bu ortamda sıkıntıyı yaşayan olarak masaya oturmuş. Kitabıyla müziğe ilgi duyan, on sekizinci yüzyılın bu dahi bestecisinin ve söz yazarının yaşamını merak eden herkesi ışıl ışıl aydınlatan, bu arada bilinmeyen pek çok şeye de ışık tutan Büke, bu kere tarihi gerçeklere yaslanarak bir kurmaca kurmuş. Aydın Büke’nin yazdığı “Wolfgang ve Lorenzo ya da Âşıklar Okulu”, Wolfgang Amadeus Mozart'ın (1756–1791) İtalyan metin yazarı Lorenzo Da Ponte (1749–1838) ile üç ortak çalışmasını konu almakta. Mozart 1780'lerin başında Viyana'ya yerleştikten sonra besteleyebileceği İtalyan operası librettosu arayışına girişiyor ve Viyana Sarayı'nda görevli şair Lorenzo Da Ponte ile tanışıyor. Mozart ve Da Ponte, birlikte üç operaya imza atıyorlar. Bunlar “Figaro'nun Düğünü”, “Don Giovanni” ve “Cosi Fan Tutte”. Aydın Büke, anlatacaklarını 1789 yılının son aylarına çekmiş. Mozart ve Da Ponte, “Figaro'nun Düğünü” operasının yeniden sahnelenmesi için opera üzerinde, dönemin gözde opera şarkıcısı Adriana Ferraresi del Bene (1755–1804)'nin istekleri doğrultusunda, bazı ufak düzeltmeler yapmaktadırlar. Ferraresi, aynı zamanda Da Ponte'nin sevgilisidir. “Figaro”nun yeniden sahnelenmesi Mozart ve Da Ponte'nin yepyeni bir opera siparişi almalarına da neden olur, konu böyle gelişir, gelişirken de Mozart'ın günümüzde en sık seslendirilen üç operasının müzikleriyle örülmüş şamatalı bir oyun çıkar ortaya. Oyunu Murat Göksu sahneye koymuş. Göksu, ilk kez 1789’da sahnelenmiş “Figaro’nun Düğünü”nün tınılarını kâğıda geçirirken Mozart’a neden 1790’larda keşfedilmiş kurşun kalemi kullandırtmış; Francesco Bussani karakterine seyirciyi güldürme uğruna neden “soğukluk” kattırmış; Bülent Atak’ı neden o denli abartılı oynatmış; Alp Köksal’ın ve Bülent Atak’ın, önde Gülbin Kunduz ve Pınar Ünker oyun verirken üç kapının arkasına yerleştirilmiş kuliste sarhoş tiplemeleriyle rol çalmalarını neden engellememiş bilememekle beraber, tüm oyuncularının oyunculuk yeteneklerini başarıyla öne çıkardığını söylemeliyim. Onların can verdikleri karaktere fiziksel olarak yaşam katabilmelerini sağlamış, gözlerinin ve yüzlerinin incelikli ifade araçlarını iyi kullandırtmış. Oyuncuların istisnasız tümü fiziksel ve psikolojik yönelimleri nasıl oluşturacağını bilmiş. Ferhat Karakaya’nın sahneyi enlemesine bölen üç kapı arkasına yerleştirdiği kulis iyi bir tasarım. Serdar Başbuğ imzalı kostümler de iyi, dönemselliği açısından giyilme-soyunma pratikliğiyse ayrıca kayda değer. “İyi” ışıkçı Bülent Darcan’ın ışık tasarımına ne diyeyim bilemiyorum. Ne diyeyim? Allah beterinden saklasın! Yukarıda da söylediğim gibi oyuncuların tümü genel anlamda başarılı. Operada müzik partilerini söylerken yapılan teatral ve müzikal aktiviteyle, rolün gerektirdiği sahne performansı, sanatçıda bulunması koşul olan güçlü kişilik ve karizmayla bir arada bulunmalıdır yolundaki savımı yineleyeceğim ve bu kez tüm seslerde bunu bulabildiğim için sevindiğimi söyleyeceğim. Tenor Engin Yavuz’u Francesco Bussani karakterine can verirken dinlemek/izlemek gerçekten keyif. Elif Tuğba Tekışık Dorotea Bussani’de hem pürüzsüz sesiyle, hem teatral yanıyla çok iyi. Özellikle Susanna’nın aryasında ne yalan söyleyeyim içimden alkışlamak üzere ayağa fırlamak geldi. Tenor Yoel V. Keşap, zor bir rol olan Vincenzo Calvesi karakterinde sesini ustaca kullanıyor. Soprano Pınar Ünker’in 2. Perde başındaki aryasında İtalyanca vurguları biraz kaydı, ama genelinde başarıyı yakalıyor. Tenor Zafer Erdaş Francesco Benucci karakterine derinlik ekliyor. Derinlik, olgular ve yönelimleri ortaya çıkarıyor. Aryalarını, tüm gamın ⅔’ünü göğüs sesinden cömertçe söylüyor. Luisa Villenevve’ye can veren Mezzosoprano Yeliz Çelikkol’unsa hiç kuşkum yok, gövdesini tamamen duygularının hizmetinde tutma yeteneği var. Fiziksel donanımıyla bilinç üstü görünmez duyguyu seyircisine iletebiliyor. Adriana Ferraresi’de Gülbin Kunduz’un solunum tekniği, vücudunu dengeli olarak bir çizgi üzerinde tutabilmesi, şarkılarını sağlıklı söylemesini sağlıyor. Kunduz’u dinlerken, bu kere de sözlü müziğin anlamının, sunan kişinin yüz ifadeleri ve vücut hareketleriyle ifade edilmesi gerektiğine bir kez daha tanık olmanın keyfini yaşadım. Da Ponte’de Alp Köksal, alt ve üst tonlarını aynı düzeyde tutmasıyla alkışı gerçekten hak ediyor. Basbariton Bülent Atak tek kelimeyle iyi… Paolo Villa’nın piyanosunu değerlendirmeye, “bu ahval ve şerait” içinde kimin ne hakkı var ki! Üstün Akmen Evrensel Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|