| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Sidikli Kasabası Burası / Dünyaya Kendi Gözüyle Bakar Murat Örem Sidikli Kasabası Burası / Dünyaya Kendi Gözüyle Bakar Ama Müzikal Çok Uzaklarda / Masallardaki Kadar Tarih 6 Ekim 2012 Cumartesi. Yazdan kalma olmasa da güneşli bir Ankara günü. Devlet Tiyatrolarının birkaç yıl önce açılan Konutkent Cüneyt Gökçer Sahnesi yolundayız. Gözünüz hafta sonu trafiğinden yıldığı için arabanızı bırakırsanız bizim gibi , bitme ihtimali ufukta görünmeyen metro inşaatı nedeniyle, otobüs yolculuğuna mahkum olursunuz Konutkent Sahnesine gitmek için. Yakmayan ama üşütmeyen de Ekim güneşinde Kızılay’ın kenarındaki Meşrutiyet Caddesindeki otobüs durağında bekliyoruz kadim dostum Murat Altunkaynak’la birlikte. Duraktaki genç insanların önemli kısmı da tiyatro yolcusu olmalı çünkü ellerinde Ekim ayının kitapçığı var... Otobüs geliyor. Durağın biraz uzağında durduğu için o ana kadar kendince oluşan sıra yine kendiliğinden bozuluveriyor. Buraya kadar her şey alıştığımız gibi (! ) Türkiye’de yaşadığımız gibi... Yaklaşık bir futbol maçının devresi kadar geçen süre sonunda oyuna çeyrek saat kala Cüneyt Gökçer Sahnesi’ndeyiz. Ankara’nın bir çok sahnesinde çoğu çalışmayan Mybilet kiosklarından bilet bastırma telaşı var sırada. Oyunun biletleri günler öncesinden tükenmiş durumda. Seyircinin fiziki profili Ankara’nın diğer sahnelerinden daha farklı Konutkentte. Yaşlı ve bakımlı kadınlar dikkat çekecek kadar fazla. Son yıllarda Ankara’nın her yerine açılan sosyete pazarlarından alınmadım ben diyen pahalı ve hakiki kokular birbirine karışmış durumda. Dışarıdan bakıldığında kimileri için mermer kaplamasıyla bir tiyatro sahnesinden daha çok ihale zengini olmuş yeni bir şirketin merkez üssü görüntüsü veren Cüneyt Gökçer Sahnesinin içi de tuvaletleri de ışıl ışıl…Bir parantez olsun ki , oyun aralarında satılan hazır kahveler de , daha fazla özeni ve müşteriye saygıyı kesin olarak hak ediyor.... İstanbul Devlet Tiyatrosunun yalnızca bir haftalık sezon başı turnesi için Ankara’da sahnelediği Sidikli Kasabası müzikalini izlememiz için her şey hazır artık. Kapalı gişe sahnelenen her oyunda olduğu gibi bilet bulamasa da kapıdaki görevlilerin takdir edilesi iyi niyetiyle içeri alınan ve gelmeyen seyirci yeri umuduyla kenarda bekleyenlerin gözü de akrep ve yelkovanda. Ayaktakiler gözlerine kestirdikleri boş koltukları doldurmak için kendi çapında sprinter (!) olmaya hazır. Biletli koltuklarına çoktan oturanlar içinse boş kalan yerleri ayakta takibe alanların her birine acıyan gözlerle bakmak adı konmamış bir ritüel sanki. Tıpkı geçmişte hemen her esnafın duvarına astığı o garip ve kült resimdeki gibi her şey. Peşin satan veresiye satan tabelasını getirin gözünüzün önüne, ne demek istediğimizi anlamak için…. Oyunumuz müzikal değerli okur. Hem de tanıtım kitapçığında yazan bir çok ismin kaleminden okuduğumuz haliyle söylersek gençlerle ve onların yeni çalışmalarıyla bezenmiş iddialı bir Müzikal. Adı da şöyle ; Sidikli Kasabası Müzikali... Sidikli Kasabası ayrıca meşşşhurr Broadway müzikali de olmuş bir çalışma. Oyundaki polis memuru ve anlatıcıya oyun yazarları Mark Hollman ve Greg Kotis tarafından ebleh (!) seyirciler için defalarca tekrarlatıldığı gibi söylersek “metaforlarla zenginleştirilerek” sunulan bir müzikal Sidikli Kasabası. Oyunda defalarca ve hem tersten hem düzden döne döne tekrarlandığı haliyle aktarırsak bütün müzikaller gibi birazcık ‘soap opera’ Sidikli Kasabası da. Yazarların metnine, kurgusuna oyunculara tekrarlattığı tiratlara bakarsak büyük laflarla dünyayı değiştirmek gibi bir misyonu yok oyunun. Hatta ve maalesef bu olmadığı gibi, alt metinde inceden inceye püskürtülen mesaj da tiyatro tarihinde böyle sosyal derdi olan oyunların pek de bir işe yaramadığı vurgusu. Yani öyle büyük laflar etmediğini söyler gibi görünse de , boyuna posuna bakmadan hakikaten büyük laflar etmeye hazır bir müzikal karşımızdaki. Yazarlardan biri olan Mark Hollman ayrıca oyunun müziklerinin de sahibi. Sidikli Kasabası müzikalinin kitapçığına bakarsak oyun 2000 li yılların hemen başında sahnelenmiş ve ödüller de almış ABD’de….Bu tarihe dikkat etmek gerekir sevgili okur. Bu tarih ABD’nin kurt kuzu hikayesinde olduğu gibi ‘suyumu bulandırıyorsun’ diye diye Irak’ın tepesine binmeye yeminli olduğu ve 11 Eylül bilinmezi zamanlarının tam da ortası...Sonrasını biliyorsunuz zaten... Üç saatlik müzikalin konusunu üç beş satırla özetleme yanlışına (!) düşersek Woody Allen’in hızlı okuma dersleri sonunda ettiği cümlelere benzer komikliğe düşme ihtimalimiz yüksek. Hani çok bilinen rivayettir; Woody Allen Rus Klasiklerinden birini hızlı okuma tekniğiyle bitirmiş de ‘konu neydi’ diye sormuşlar kendisine. O da tuğla gibi kitaptan aklında kalanı şöyle özetleyivermiş; “Konuyu hatırlamıyorum ama olay galiba Rusya’da geçiyordu. “ Bu kıssadan hisseyi aklımızda tutarak özetlersek, Sidikli Kasabası müzikali de tipik bir ezilen ezen çelişkisi üzerine kurmuş oyunun çatısını. Ama bunu sıkıcı sosyal mesajlar vermeden anlatıyormuş gibi yaparak soğukkanlı adımlarla vermeye niyetlenmiş. Yönetmen Oğuz Utku Güneş’in oyunun tanıtım kitapçığında yazdığı sosyal içerikli ve ünlü bilimci Malthus’a bile atıflı uzun yazısının bir yerinde vurguladığı gibi aynı zamanda ‘bir alegoriymiş’ Sidikli Kasabası. Yazının bu kısmını mişli , muşlu, mışlı anlatıyoruz çünkü hiç de aynı fikirde değiliz ve oyun yazarları için söylersek ortada vasat bir metin, vasat bir akıl ve yine vasat bir oyun kurgusu var... Oyunculuklara ayrıca geleceğiz.... Meselenin özü ve oyunun çatısı şu şekilde; Evlerde defi hacet etme imkanının su kıtlığı nedeniyle kanunen yasaklandığı bir ülkede insanlar çişlerini bile parayla umumi helalarda yapmak zorunda kalınca olanlar olmuş. Ekonominin temel ve çok bilindik kuralına atıf yapılmış metinde ve drama kurgusunda . Bu su kıtlığı koşullarını paraya ve gözü doymaz biçimde sömürüye çeviren birileri şehrin ahalisini kibarca ve hukuken haraca kesmeye başlamış zaman içinde. Bunu yaparken de siyaset bezirganlarıyla işbirliği yapmaya devam etmiş. Oyunun buraya kadarki kurgusu bile hakikaten çok zekice değil mi ey okur ? Gel zaman git zaman işler içinden çıkılmaz noktaya gelince de şehrin ahalisi olan bitene başkaldırmaya teşne olmuş ve olaylar gelişmiş falan filan… Başkaldıran ahalinin kendiliğinden temsilcisi oluveren yakışıklıyla helalar kralı olan şahsın iş(l)etme okumuş kızının yarım kalan aşkı oyunun büyük zeka ürünü çatışmalarından biri. Hele hele, oyunun sonunda , helalar kralının taşeronlarından biri olan fakir muhitteki kadın hela işletmecisinin zengin kızın bir de annesi olduğunu itiraf etmesi falan da var ki , inanılmaz bir yaratıcılığın ürünü olan bu kurguyu ayakta alkışlamak lazım (!) Bu tür müzikalleri ve Sidikli Kasabası müzikalini oyun anında kahkahayla hayranlıkla izleyenlere “yahu bizim Yeşilçam filmlerinde bu tesadüflerin her biri vardı da yıllardır aşağılayarak izlerken dudaklarınızı büze büze bir hal olurdunuz” deseniz size öyle bir bakarlar ki ...Oyunun, her biri kendi çapında rol çalmaya aday trükleri ve atraksiyonları da var. Oyun yazarları Mark Hollman ve Greg Kotis işin bu tarafını da düşünmüşler akıllara seza bir zekayla. Mesela bastırılmış eşcinselliklerini yaşamak için çırpınan memurlar ve onların direklere tırmanma (!) sahnelerini koymuşlar çeşni olarak. İşe de yaramış olmalı ki bizim izlediğimiz 15.00 matinesinde ahalinin önemli kısmı buralarda pek neşeliydi. Aynı yazar ikili, konuşamayan bir kız çocuğunu bütün oyun boyunca “hebele hübele” sahnede tuttuktan sonra o kızın hayatın gri alanlarını birden görmesiyle ağzından kelimelerin bir çırpıda dökülüvermesini de akıl etmişler. Oyunun bir başka zeka unsuru rolü de , güvenlik memuru ve metaforlar dairesi başkanı (!) olarak da görev yapan anlatıcının “yancısı “ durumunda olan bir başka kız çocuğu veya kadını. Sidikli Kasabası kim ne derse desin en fazla ortalama bir zekanın ürünü oyun kurgusu ve metin olarak. Zaten oyun boyunca seyircinin gözüne ve kulağına sokula sokula “bu oyun büyük laflar etmez ama metaforları kullanarak büyük laflar edenlerle dalgasını geçer gibi yaparak daha da büyük laflar eder” demek bile vasat ve haddini bilmez bir akılla açıklanabilir. Böyle bir müzikali tercih etmenin , dilimize çevirmenin, sahnelemenin, çok paralar ve çok emekler harcamanın kriterlerini sorgulamak bizim gibi sıradan izleyicinin işi değildir elbette (!) Yine de biz de sorgulamıyormuş gibi yaparak bunu gündeme getirmiş olalım Sidikli Kasabasının yazarlarından ve zekalarından ilham alarak…. Bütün bunlar eni boyuna sorgulanmalı çünkü vasat akılların ortaya çıkardığı metnin ve müzikalin sonraki adımda iş sahnelenmesine gelince tüm bunların ayağa dolanmaması kaçınılmaz. Böyle bir metin üzerinden sahne alan isimler oyunculuk ve müzik yeteneği olarak kendilerini aşsalar bile ortaya çıkan en fazla ne olabilir ki ? O zaman hemen öne çıkan oyuncuların üzerinden de yapmaya devam edelim bu değerlendirmeyi.... Oyunun metaforlu (!) anlatıcı ve güvenlik memuru rolündeki isim(Doruk Şengün) kötü bir oyuncu ve dansçı değil ancak alması gereken yol hala çok...İşe önce sahnede konuşurken kelimeleri biraz daha tane tane artiküle etmeyle / boğumlamayla başlayabilir. Bilenlerden bunun yolunu öğrenebilir. Konuşurken bile ne dediği konusunda belirsizlikler olan birinin müzikalin içindeki yüksek ve anlaşılmaz ses çıkışlarını ayrıca anlatmaya ve yeniden uyarmaya gerek yok. Küçük Sally (Berfu Aydoğan) daha önce de yazdığımız gibi metaforlu (!) anlatıcının “ yancısı” konumunda ve ana rollerden birinde oyun kurgusu olarak. Bunu kötü mü yapıyor diye sorarsanız ‘evet kötü yapıyor’ demek kendisine haksızlık olur. İyi mi yapıyor diye sorarsanız ‘evet iyi yapıyor” demek de biz seyircilere haksızlık olur. Fakat ona da bir hatırlatmamız olsun; eğer oyundaki rolünde ağzını büze büze konuşması ısrarla dikte ettirilmediyse kendisine yönetmen tarafından, işin bu kısmından yol yakınken hemen vazgeçebilir Küçük Sally... Sidikli Kasabası müzikalinin diğer ana karakterleri de helalar imparatoru Cladwell , helalar imparatorunun kızı olan Hope Cladwell ve parasız işeme özgürlüğü için kendiliğinden ayaklanan ahalinin lideri durumunda olan Boby Strong. Cladwell rolünde oynayan isim aynı zamanda bu müzikalin çevirmeni de olan kişi. Oyunculuk yeteneği olarak baktığımızda sahneyi doldurma konusunda sıkıntısı yok genç Barış Arman’ın hatta iyiye yakın da denebilir. Helalar Kralı’nın kızını oynayan Hope Cladwell de ( Ceren Gündoğdu) sahneye yakışmayan bir isim değil danslar da dahil biçimde. Boby Strong rolündeki Nebi Birgi de müzikalin şarkı sözlerini dilimize uyarlamış aynı zamanda. O da genel olarak tiyatronun , sahnenin ve dansın yadırgayacağı bir oyuncu profili çizmiyor. Yakışıklı ve uzun boylu olmasını da mutlaka bir avantaj olarak görüyordur kendi kendine ama yine de sahnede çok daha elastik bir vücutla yer almanın çabası içinde olmalı...Bütün bir ömür bu rollerle geçmez çünkü. Oyuncular içinde yetersizliğiyle öne çıkan sırıtan bir isim yok genel olarak. Ancak aldığı küçücük rolü kendince öne çıkaran ve sahnede seçilen biri de yok. Eşcinsel eğilimleri daha ağır basan Memur Barrel rolündeki Efe Ünal da seyirciyi oyunculuk yeteneğiyle güldürdüğünü düşünerek farklı olduğuna inanabilir ama bizce bunu hiç önemsemesin. Maalesef bizim seyircimiz hala oyunculuk ustalığına hiç bakmadan bu tür rollere peşinen gülmeye teşne ne yazık ki .... İşin teknik kısmına gelirsek. İstanbul’u bilemeyiz ama Ankara’daki seyircilerin önemli bir kısmı şarkıların sözlerini duymakta zorlandı. Gözler altyazı aradı. Burada mikrofonların dengesizliği kadar oyuncuların artiküle/boğumlama konusundaki eksiklerinin de tartışılmaz payı vardı. Sahne düzenlemeleri orkestra şunlar bunlar da bir müzikalde olması gerekenin çok altında değildi ama “çok mu çarpıcıydı” diye soranlar varsa içinizden, onlara asla ve kat’a istedikleri cevabı veremeyiz . Kusura bakmasınlar... Belki de sorun kesinlikle şurada düğümleniyor sevgili okur. Sidikli Kasabası müzikali her şeyiyle ama her şeyiyle başka bir kültürün eseri üstelik bir de orta çaptaki vasat eseri, her ne kadar evrensel bir konusu ve dili olduğunu iddia etse de... İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun web sayfasına girerseniz göreceksiniz ki oyun karakterlerinin takma isimleri bile dilimize çevrilmiş olsa dahi “ben başka bir kültürün insanlarıyım” diye bağırıyor. . Hal böyle olunca ortaya çıkan ürünün ancak bu kadar olması çok şaşırtmamalı kimseyi. (http://www.istdt.gov.tr/turkce/oyunlar/oyun.asp?lngPlayID=361) Sidikli Kasabası bir müzikal. Bu oyunu izlemenin bile 3 saati bulduğunu, perde arkasıyla birlikte kalabalık ekibin de en az 50 kişiden oluştuğunu düşünürseniz müzikalin sahnelenmesi için harcanan ve defalarca çarpılan üç saatlerin korkunç bir yekuna ve onbinlerce saate ulaştığını görebilirsiniz. İşin parasal boyutuna hiç girmiyoruz daha. Bu müzikal bir klasik değil. Klasikleri aşarak yeni ve zeki şeyler söyleme kapasitesinde hiç değil . E o zaman “bunca emek, bunca çaba bunca paraya, dahası bunca beklentiye yazık olmuyor mu ?” diye sormamızı kimse yadırgamasın...Hatta yadırgayanlar bir adım ileri giderek ‘bu oyun sahnelendiğinden beri kapalı gişe ilerliyor sen neler söyleyip yazıyorsun ” demesin. Söylemek istediğimiz başka bir şey , bambaşka bir şey.... Bir de tabii, insan sinemada ve tiyatroda bugüne dek onlarca müzikali izleyince hatta hatta rahmetli Suat Derviş’in Ankara’da hala sahnelenen Fosforlu Cevriyesindeki oyuncuları bile üç kez izleyip her oyun bitiminde saygıyla ayağa kalktığını hatırlayınca aklına bunlar gelebiliyor... Yazımızın sonunda bütün bu eleştirilerden bağımsız olarak Sidikli Kasabası müzikali için iyi niyetleriyle emek harcayan, üç saatin sonunda kan ter içinde kalan herkese teşekkür etmek yine de boynumuzun borcu ama bu eleştirel bakışı “mahallenin delisi veya hariçten gazel okuyanı” olma pahasına dile getirmek de boynumuzun iki kez borcu, beş kez borcu... Bütün medeni dünyada olduğu gibi Türkiye’de de diğer kültür kurumlarıyla birlikte ödenekli tiyatroların da daima yaşaması ve devletin de bunun lokomotif gücü olması gerektiği yönündeki fikrimiz kesin... Yazılarımız arşivde duruyor. Dolayısıyla bütün bu eleştirileri yıkmak için değil bildiğimiz kadarıyla yapmak için yazıp söylüyoruz. Söylediklerimizin hepsi çürütülmeye ve eleştirilere de açık. Türkiye her ne kadar kendini ekonomik manada dev aynasında görüyorsa da , üç beş yılın hamlesiyle batının içine girdiği ekonomik türbülanstan da güç alarak bulutların üstünde yürüdüğünü sanıyorsa da gerçek bu değil. Ayrıca ekonomi bir ülkenin tek parametresi de değil. Aç kaldılar maaşsız kaldılar denilen batıda bugün bütün ödenekli tiyatroların müzelerin kültür kurumlarının arkasında yüzlerce yıl var. Hemen her evde bir ferdin çalabildiği enstrümanlar var. Türkiye gibi bir ülkede kamunun yani halkın kaynaklarıyla mal ve hizmet sunan bütün kurumlar kapatılma baskısını kesinlikle üzerlerinde duymamalılar ama öte yandan da kaynaklarını çok daha optimum kullanmanın sorumluluğunu KESİNLİKLE unutmamalılar... Sidikli Kasabası müzikalinin kitapçığında oyuna emek veren farklı isimlerce defalarca dile getirildiği gibi ‘gençlerin önünü açmak, onlarla işbirliği yapmak, her birini yüreklendirmek ‘ elbette güzel ve kıymet bilinesi davranışlar...Fakat gençlik tek başına yetmez...Yetmiyor... Bütün dünyanın korkarız ki adım adım ve hızlanan bir ivmeyle büyük bir alt üst oluşa gittiği şu zamanlarda hepimizin ülkemizin bu kültür kurumlarına onların dobra sesine ihtiyacı var ve gelecekte daha da çok olacak. Bu kurumlarımız da artık ayakları daha yere basan eserleri bulup çıkarmalı vasat adaptasyonlara yüz binlerce lira harcamak yerine. Dünyanın su kıtlığını yalnızca kendisine gösterilen pencereden görebildiği kadar anlatan isimlerin müzikalleri yerine neden Doğu Karadenizin ve hepimizin korkulu rüyası olan HES’lere ve onların çok kısa süre içinde yaratacağı tabiat tahribatına dair bir oyunu yok Devlet Tiyatrolarının ? Ne diyordu şair ; ‘Tavşan korktuğu için kaçmaz / kaçtığı için korkar....” Ben mesela üç saatlik müzikali izlerken “bu oyuna harcanan emek ve paralarla kaç tane Haldun Taner, kaç tane Adalet Ağaoğlu, kaç tane Memet Baydur , kaç tane Aristofanes, İbsen, İeneouscu .....oyunları DAHA çıkarabilirdi Devlet Tiyatroları” diye düşünmekten kendimi alamadım sevgili okur... Son bir notum da Sidikli Kasabası müzikalinin perde arasında diğer seyircilerin yadırgayan bakışları arasında ‘hiç bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyorum’ diye söylene söylene ikinci perdeyi izlemeyi reddederek evinin yolunu tutan hanımefendiye olsun. Söylenmeyin hanımefendi... Söyleyin. Oturun yazın. Oturun yazın ki bizler de okuyalım. Bu işin tek doğrusu bu çünkü ; söylenmek değil söylemek ve yazmak... Murat Örem / 8 Ekim 2012 / Ankara.... Yazarın Tüm Yazıları Oyun tanıtım sayfası: Sidikli Kasabası Müzikali Paylaş Tweet Güneş Fenercioğlu - ( 10/11/2012 ) Murat Bey size hiç katılmıyorum. Sizin mantığınızla Shakespeare-in oyunları da yeşimçam filmlerini aratmıyor diye düşünebiliriz. Oyunun anlattığı konunun sadece çiş mevzuu olduğunu düşündüğünüze, bu durumun çok amerikanvari olduğunu savunduğunuza inanamıyorum.Yurtdışından gelen, festivallerde oynanan pek çok müzikal izlemiş biri olarak Türkiyede böyle kalitede bir müzikalin devlet tiyatrosu bünyesinde hem de gençler tarafından kotarılmış olmasından dolayı onur ve kıvanç duyuyorum. Keşke çoğu yersiz,gereksiz, yapıcı değil yerici olan bu eleştrilerinizi bu şekilde dile getirmek yerine umut verici, destekleyici, yönlendirici bir tutum sergileyip zaten binbir zorluk yaşayan tiyatronun önüne bir ket de siz vurmasanız.Ayrıca en büyük ahkamı da söylemlerinizle siz kesmişsiniz. Bir de; anlatılanları anlayacak kapasitesi olmayanlar SIKILIRLAR! Taylan Göncü - ( 11/23/2012 ) Ben oyunu İstanbul-da izledim ama Cüneyt Gökçer salonunu da biliyorum.Orada da Kantocu-yu izlemiştim.Salon bence insanın tiyatroya geldiğini anlamasını sağlayan bir yapıda.O açıdan çok sevmiştim.Oyuna gelince:Metin üzerindeki eleştirilerinize katılıyorum.Bu kadar emek daha güzel bir text için kullanılsaydı keşke.Çok yavan ve klişelerle dolu.Asla bir klasik olamayacağı da kesin.Ama müzikallerin çoğu zaten basit konuları şarkıyla,dansla anlatmayı hedeflemez mi?Ben işte bu noktayla değerlendirince tatmin oldum.Oyuncuların hepsinin üzerlerinde textten kaynaklanan bir yapmacıklık vardı.Bu sebeple hiçbirisinin oyunculuğu bu textle ölçülemez.Fakat hepsinin şarkı,dans performansları oyunun izlenmesi için yeterli sebep bence.3 saat boyunca hoplayıp zıpladılar ve tek bir notada dahi detone olan yoktu içlerinde.Müzikal seven tüm izleyicilerin oyunu görmeleri gerektiğini düşünüyorum..Size de naçizane bir eleştirim olacak:-kötü oyuncu değil ancak...,kötü yapıyor demek haksızlık olur- türü cümleleri aynı yazıda fazlaca kullanmayın.Yazıyı okuyası gelmiyor insanın.Saygılarımla Fatih Küçükuysal - ( 1/24/2013 ) Güneş Fenercioğlu-nun yorumuna aynen katılıyorum. Sadece eleştirmek için eleştirmek ve müzikalde tiyatroda ulusalcılık yapmak sanata yakışmaz. sanat evrenseldir ve aklı zihni kalbi olan herkeste kıvılcım saçar. Oyunun müzikleri ve şarkıları çok keyifli. ses ayarlaması yapılsa ve denildiği gibi boğumlamalara daha çok dikkat edilse çok daha iyi olacaktır. ama genç oyuncuları ayakta alkışlıyorum :) |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|