| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bir Oyuncu; Şebnem Köstem Pınar Çekirge - Yavuz Pak " Aşk yahu," derdi Yıldız Hoca.Haklıymış !" Nasıl oldu anlayamadım,o ışık dolu hayal bir an öylesine bir güçle beni sahneye doğru çekti ki,her şey,herkes bir anda anlamını yitirdi..gerçekle ilişkim koptu. Hatırlıyorum;Soğuk,ayazlı bir günsonuydu.Düşünceleri zehir benzeri akıyordu..eflatun,pembeye çalar lila sislerin indiği gözlerinde yaşlar vardı.Bitiş noktasındaydı Hedda Gabler.Sönüyordu.Hiçbir şeydi.Hiçbir yerdeydi. Rollerini öylesine sahici kıldı ki Şebnem Köstem,her anışımda tüm o karakterlere geri dönebiliyor, adeta garip bir özdeşimle ürperiyorum.Gizlemenin anlamı yok,Markiz de Mereuil ile nergis ve yankı gibiydik aslında.Hedda ile kan uyumum tamdı.Kösem Sultan'ı tanıyordum. " Evet,biz seninle asla sevgili olamayız çünkü iki hilekar aynı masada kumar oynamaz.." Hayatla ölüm birbirine değiyordu o an.İhanetin çizgisini ne kadar çabuk ve kolay geçebiliyorduk böyle.Yangınlı bahçelerde çiçek toplama zamanıydı.Solgun yaldızlar kalmıştı aynalara vuran..o sonsuz ışık kırımlarında dağılan içiçe geçmiş bedenlerin sevgisizliğiydi bu aslında.Sağalmayan yaraların ufunetiydi.Belleğimin ve hayallerimin derinliklerinde dolaşmakta Markiz de Mereuil,hissediyorum.Dahası,hayatın görünen yüzünden kaçıp Markiz de Mereuil'e sığındığımın farkındayım.Bir başka bedende dağılmak olsa gerek bu. Ses kaydedicinin düğmesine basıyorum: " Tiyatro onurunla,sahiciliğinle suya yazı yazmaktır.İçinde kendi felsefesini üreten tiyatroya inanıyorum ben.Tiyatro sözümüzü söylediğimiz yerdir,taa eski çağlardan bugüne.Sahne er meydanıdır aslında.Bütün hesaplar sahnede verilir çünkü... " Antik testleri çok seviyorum.Ne kadar sert,cesur,aradan geçen yüzyıllara rağmen güncelliklerini hep korumuş hayatları,olayları,duyguları kısaca en çıplak haliyle insanı ele alır o metinler.. " Şanslıyım.Cebimde biriktirdiklerimi kullanmama izin vermeyen yönetmenlerle çalıştım hep.Acı çekerek,en derinlere inerek,keskin kavşaklardan geçerek çıkarttım o rolleri her defasında.Gün oldu,doğru kimliği ararken,kendi hayatım adına gözyaşı döktüm. " Hedda Gabler'in prova sürecinde tıkandığım,acının doruğunda dolaştığım günler oldu.Psikoanalitik bakışla çıktık yola.Annemi kaybettiğim bir dönemdi.Nasıl desem,hayat yolculuğumda önemli bir kırılma noktasıydı.Istırap tırmanıştaydı..ruhumun bir parçasıyla, bedenimin bir parçası darmadağındı.İşte Hedda'yı böyle bir ortamda,adeta bir bulmaca çözer gibi oluşturdum...ayrıntılarına inerek,kimi parçalarda takılarak,psikolojik örgüsüne özen göstererek.Evet,bir savaşa girmiştim kendimle..saç biçimimi değiştirdim.Kısa uçuk sarı saç modelini uyguladım.Bir başka yüz,bir başka hayat,bir başka duygu çıkartma aşamasında fiziksel değişimlerden hiç kaçınmadım zaten.Örneğin,Sekiz Kadın da siyah kahküllü,kısa küt , Kafkas Tebeşir Tahtası nda kısacık kesilmiş saç kullandım. " Doğru hep güçlü kadınları yaşar kıldım sahnede.Farklı hikayeleri olsa da hepsi ayakta durabilen kadınlardı...en güzel yenilişleri,feda ettikleri,sorularıyla..kısaca hayatıma dokunan kadınlardı tümü. "Bilirsiniz,Hedda Gabler,tiyatro yazınında Hamlet'in dişi versiyonudur.O cinnet,o eylem,o uçusuz bucaksız delilik hali.." Orta ikinci sınıftayken, Türkçe Öğretmeni Moliere'in Zoraki Tabib'ini sahneye koyma kararı alıyor.Dilsiz kızı Şebnem ve Zehra dönüşümlü oynayacak.Zehra biraz çekingen, kararsız..hatta endişeli."Oynamasam mı acaba,"diyor."Oynama o zaman", diyor Şebnem ve rol ona kalıyor. Konservatuar Opera Bölümü'nde buluyor kendini.Bale mi, müzik mi, yoksa tiyatro mu..herşey karışık aslında.Yurt dışına mı gitse, yeniden mi başlasa ? Bale eğitimi..evet, baleye devam etmeli.. İşte tam da o günlerde Belkıs Aran ile çok uzun bir görüşme yapar.Bir tür içdöküştür bu.Belki de,bir tür kabuğunu kırıp,dışına taşma halidir. " Neden tiyatro yapmayı düşünmüyorsun," diyor Belkıs Aran.Tiyatro mu, yoksa Viyana'da opera eğitimi mi ? Tiyatro için sınava giriyor Şebnem Köstem.Yıldız Kenter " Caniko, niçin buradasın,niçin tiyatro ? " diye soruyor." Emin misin," diye ekliyor sonra.Evet,emin.Kuşkusu yok.Yüreğiyle,beyniyle tiyatroya ait o.Dahası,müziği, dansı tiyatroda özgürce kullanabilecek. Annesi, Belkıs Aran,Yücel Erten,Savaş Dinçel,Tomris İncer, Ayşe Nil Şamlıoğlu hayatında çok önemli kişiler.Şebnem Köstem'i her defasında yeni ufuklara taşıyan.Şebnem Köstem'in Şebnem Köstem'i yaratma sürecinde ona yardımcı olan..istikamet gösteren.Ve Yıldız Kenter,Başar Sabuncu.Her ikisi de çok farklı boyutlar katıyorlar Şebnem Köstem'e.Bir tür yeniden doğuşu hazırlayan donanımlar bunlar.Şebnem Köstem'i bugüne getiren o güçlü akarsuyu besleyen iki taşkın kaynak,desek daha doğru açıklayabileceğiz belki de. Defalarca izlediği Ben Anadolu.."İlle hocam olmalı,"dediği Yıldız Kenter.Ve ilk ders.Garip bir korku var içinde..az sonra kapı açılıyor Yıldız Kenter giriyor sınıfa: " Siz bu bölümü kazandınız..buraya geldiniz.." diye başlıyor söze.Upuzun bir monologla " en acımasız mesleğe" bir savaşçı gibi hazırlanılması gerektiğini anlatıyor.İşte o an aşık oluyor Yıldız Kenter'e Şebnem Köstem. " İyi ki hayatıma girdi Yıldız Hoca.Bu zorlu yollarda, ondan öğrendiklerimle yürüdüm..bir savaşçı olarak..yenilmeden, bükülmeden..ileri, hep daha ileriye." Haldun Dormen ile konservatuarda Müzikallere Selam projesinde yer aldı Şebnem Köstem.Bir isteği vardı İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda olmak.O kadroda yer almak. Gencay Gürün,öncelikle Evita rolünde düşünüyor Şebnem Köstem'i.Önder Bali ile Hüseyin Kaya ile çalışmalar. " Hayır,çok erken bir projeydi Evita..gerçekleşmediği iyi oldu.Çok gençtim çünkü..bu yaşımdaki deneyimden, birikimden yoksundum doğal olarak.. "Monserrat.Erol Keskin'in yönetmenliğinde çalışmak.Figürandım..herkesi izliyor, her sahneyi belleğime yerleştiriyordum." Eğitim devam ediyordu..hep öğrenci olacaktı.Yıllar sonra,bugün bile. "Başar Sabuncu ile Bir Ata Krallığım projesinde yer aldım..başrolde.Candan Sabuncu,Ayhan Kavas, Haldun Ergüvenç kimler yok ki kadroda ?" Turneler..alkışlar.Uluslararası Ohid Tiyatro Festivali'nden,yurt dışından gelen ilk ödül..sonrasında Zihni Küçümen Tiyatro Emek Ödülü,Büyük Behzat Tiyatro Emek Ödülü,Bedia Muvahhit En İyi Kadın Oyuncu, Afife Jale En İyi Kadın Oyuncu ödülleri.Ve bir de sinemadan gelen, ÇASOT En İyi Kadın Oyuncu ödülü. Konservatuvarda teorik olarak okuduğu Epik Tiyatronun içinde olmak istiyordu.Gruşa ile bambaşka bir yolculukta artık.Yücel Erten imzalı Kafkas Tebeşir Tahtası farklı bir dönüm noktası oldu Şebnem Köstem için.Derken,Büyülü Göl,Kedi ile Palyaço adlı çocuk oyunu. Sersem Kocanın Kurnaz Karısı.Melih Kibar bestelerini yorumluyor Şebnem Köstem.Savaş Dinçel'den çok şeyler öğrendiği bir süreç..artık daha ileriye sıçrama zamanı.Belki biraz da ceza olsun diye, Sekiz Kadın projesinde buluyor kendini.Öylesine büyük bir başarıya daha imza atıyor ki..Artık Şebnem Köstem gerçek bir oyuncudur.Katışıksız,safkan bir oyuncu.Hayatını bir adak gibi sunduğu tiyatroda başarıdan,başarıya koşmaktadır.Çocukluk hayallerini bile aşan bir başarıdır bu.Sanatın derinlikten yoksun sığlıklarına hiç prim vermeyecek,tecimsel değerleri hep gözardı edecektir. " Bugün aynı proje,aynı kadro denilse koşarak kabul ederim bu çalışmayı..harikulade bir kulis yaşamıştık, Sekiz Kadın'da." Bir başka zorlu maraton.Hayata ve mesleğe yepyeni bir açıdan bakış;Medea,Gayri Resmi Hürrem. Ardından, unutulmaz Beyazıd.Baccahalar.Aleksandar Popovski'nin yönettiği Tehlikeli İlişkiler. " Utanmanın da acı çekmek gibi sadece bir defaya mahsus olduğunu" çok yakında öğreneceğimizi bize hatırlatan Markiz rolünde,bir kez daha soluk kesiciydi Şebnem Köstem.(Yüzünün çizgilerinde kırılıp tuzla buz olmuş bir gülümseyiş.)Olağanüstü bir yıldız oyuncu...bir sanatçının varabileceği sayılı doruk noktalarından birindeydi yine.Müthişti.Eşsizdi.Dev aynaların birinde kendimle göz göze gelivermiştim.Korktum o an.Hazır değildim belki.Markiz mi,Valmont mu daha lekesizdi ? Yoksa en kirli olan ben miydim ? O replik: " Aşk insanın kullanacağı bir şeydir,kuma saplanıp kalacağı bir şey değil.."Sözcükler belleğimi dağlamıştı.Bir an Markiz ile yok olup,onunla var olduğumu ayrımsadım.Kendi tenhalığıma çekildim usulca.Korktum çünkü..dedim ya, korktum! Ödenekli tiyatronun yanında fırsat buldukça özel tiyatrolarda da görev aldı Şebnem Köstem.Her proje yeni bir deneyim oldu onun için.Tiyatro Stüdyosu'nda Ahmet Levendoğlu ile Bağla Şu İşi, ardından Bana Mastika Çalsana müzikali.Kadınlar Devleti.İzmit Kocaeli Şehir Tiyattrosu'nda şamani öğlerin kullanıldığı,Emre Koyuncu ile adlarının ilk kez bir araya geldiği Irk Bitig adlı, ses kullanımının öne çıktığı bir deneysel çalışma.Tiyatro Oyunevi'nde Mahir Günşiray ile Lorca'nın en sert,adeta kendi derinliklerinde savrulduğu Beş Yıl Geçince adlı oyunu.Bu arada Şehir Tiyatrosu Orkestrası ile tangolar, tiyatro şarkıları.Açık Radyo da Lorca Üçlemesi.Birkaç televizyon dizisi, sinema filmi. Çocukluğu Almanya İkinci Vatan'da geçiyor Şebnem Köstem'in.Annesinin yönlendirmesiyle bale dersi alıyor orada.Balede çok başarılı..derken ani bir karar.Geri dönüş.Annesi, kız kardeşiyle yeni bir hayatın içindeler artık.Almanya'da eğitim gördüğü okuldan verilen o mektup:" Bu çocuk mutlaka sanatın içinde yer almalı..".Evet, de nasıl.Bombaların patladığı sokaklarda,konservatuvara nasıl gidecek..kararsızlıklar.Korkular..ve birden bale için artık geç kalındığını gösteren takvim yaprakalrı.Yeni yol ayrımları.Hesabını verebileceği bir hayat kurma telaşı. "Baleydi, operaydı bütün bu duraklar bir gün tiyatro sahnesine hazırlamış beni.En güzel yapımlarda, en usta yönetmen ve oyuncularla çalıştım bugüne kadar. Zorluklar,düş kırıklıkları,ödüller,çekilen sıkıntılar,sağalmayan duygusal yaralar,yorgunluklar,sevinçler..senelere yayılan bütün o hatıralar.İncelikli mimikler,dengeli,ayrıntılı içe işleyen bir yorum.Oyunculuk gösteriminin her defasında virtüöziteye dönüşmüş hali.Bütün duyguları kucaklayan,saran bir oyunculuk tekniği...sahnede kimbilir kaç hayatı yeniden yaratan o oyunculuk.O büyülü,ahenkli ayin.Ruhumuzun düğümlerini tek tek çözdürten..en tehlikeli sapaklardan geçmemiz için zorlayan. Derler ya, 'Sanatçı Olunmaz... Sanatçı, sanatçı olarak doğar' .Şebnem Köstem öyle birşey... yıllardır sadece oyuncu.Dileği zaman, dilediği noktada olabilecek biri...Köstem'in ki bir yaşam biçimi aslında.Öyle nefes alıyor, öyle hayatta kalıyor.Düşünüyorum da,Bağla Şu İşi 'de Karen..Evet Karen'i, Hedda'yı herhalde onun gibi kimse yaşar kılamazdı.Evet,her oyunu heyecanla karşılanmış,düzeyli tiyatroyu özlemiş seyirciyi mutlandırmış,olumlu eleştiriler almış..niteliği hep gözetmiş Şebnem Köstem.Rolüyle kurduğu olağanüstü ilişkiyle her defasında doruklarda dolaşmış.Hayata dair söylenecek sözü ve özü olmuş.Ödünsüz tutumundansa hiç vazgeçmemiş. AKIL ve ESTETİĞİN YETENEKLE BÜTÜNLEŞTİĞİ ZİRVE: ŞEBNEM KÖSTEM Baleden operaya, müzikten tiyatroya kadar, sanatın pek çok dalında eğitim almış bir sanatçı Şebnem Köstem. Bu coğrafyada eşine ender rastlanabilecek bir değer. Küçük yaşta aldığı bale eğitimi sonrası Türkiye’de opera alanındaki yetersizlikler ve kendisini buldukça bedeninde ve aklında oyunculuğu keşfedişi, gerçekte yaşamı boyunca sürdürdüğü arayışların sonucu. Sanat yolculuğu salt o muhteşem yeteneği ile sınırlı kalmamış en başından beri. Bu yeteneğe eşlik ederek onu yücelten bir bilgi birikimi, hakikat arayışı, etik ve estetik kaygılarını besleyen felsefi bir duruşu var yaşama ve sanata dair. “Vodvillerde bile bir felsefik yol vardır aslında. Kendi adıma, felsefi duruşunu önemsediğim yönetmenleri tercih ediyorum.” diyen Köstem’i şu satırlar açıklıyor belki: “Sanatın görevi açık kapıları yıkmaktan çok kilitli kapıları açmaktır. Sanatçı hakikati keşfettiği zaman bunu yalnızca kendisi için yapmaz; bunu başkaları için de, nasıl bir dünyada yaşadıklarını, nereden gelip nereye gittiklerini öğrenmek isteyenler için de yapar. Bir toplum için yaratır. Kapitalist dünyada unutulan bu gerçek, Antik Yunan’da herkesin benimsediği bir düşünce idi.”(1) Köstem’in Yunan tragedyalarına çok özel bir ilgisi var. Yunan sanatı ve destanı ile toplumsal gelişmenin belli biçimleri arasındaki ilişkiyi görmek güç değil belki; güç olan, Köstem gibi, o yapıtların bugün bile sanattan aldığımız tadın kaynağı olması, bazı durumlarda ise erişilmez bir düzey ve örnek olarak sürüp gitmesini kavramak belki de. Tragedyalar insana, yaşama ve dünyaya dair sorgulamalar içeren metinlerdir özünde. İnsanın bedensel gereksinimleri ile fiziksel sınırlılık ve sonluluğu çerçevesinde arzuların ve dürtülerin onun varoluşu üzerindeki etkilerini, insan doğasındaki çelişkileri irdeleyen tragedyalar, ilahi olanla dünveyi olanın çatışmalarını resmederler. Tarihsel olarak, felsefenin, tam da tragedyaların sorgulamaları, içerdikleri çözümsüzlüklerin ve çelişkilerin sorunsallaştırılması üzerinden geliştiği söylenebilir. “Platon’dan Aristotales’e kadar büyük filozoflar, tiyatro konusundaki görüşlerini kendi felsefeleri içinde açıklamışlardır. Tiyatro düşüncesi, felsefeden bağımsız olarak açıklanamaz. Antik Yunan tiyatro düşüncesi, çağın sanatı, felsefesi ve toplum yaşamı ile bir bütün oluştururken tiyatro düşüncesinin evrimi sürecinde çok önemli bir tarihsel öneme sahiptir.” (2) Yunan tragedyaları aynı zamanda sanat felsefesi ile yakından ilişkili metinler oluşu, Köstem’in, antik tekstlere olan yakınlığını da açıklıyor kuşkusuz. Ne yazık ki, Köstem’in üzerinde sanatını icra ettiği bu coğrafya, O’nun özlemini çektiği özgür, akılcı ve üretken bir sanat anlayışından giderek uzaklaşıyor. Türkiye’de genel olarak yaşanan yozlaşma ve cehaletin, bir üstyapı kurumu olarak kültür ve sanat alanına da yansıması Köstem’in en çok dert edindiği şeylerden biri. “Sanatçı yaftasıyla boy gösterenlerin büyük çoğunluğunun okumaktan, araştırmaktan, sorgulamaktan, kendilerini geliştirmekten uzak, tam da konjonktürün dayattığı gibi “hakikatle sorunları olmayan, ışıltılı bir dünyanın yapay ve geçici figüranları olduklarının farkına varamadıklarını” söylüyor. Cilaları kısa sürede dökülen, ışıltılı dünyanın fiziksel özellikleri ve sınırlı yetenekleri ile parlatılan popüler ikonları için “O ışığın altına geçip İbiş gibi göründüğünün farkında bile değil! Işık istiyorlar ama hiçbir fikirleri yok ve ne yazık ki etikten ve estetikten nasiplenememiş insanlar” diyor. Zira Köstem için kabul edilebilir sanat, hakikatlerin felsefi gözetimi altında, meramı içkinliğe terk edilemeyecek bir duyu öğretimidir ve normu bilgidir. Yetkin bir sanatsal görüye ulaşmış, bilinçle “gören” ve “gösteren” her gerçek sanatçı gibi, Köstem’in mimesis ile ilgili duruşu, sanatı eşyanın değil, hakikat etkisinin bir benzeri olarak tanımlayan bir felsefi duruşu ifade ediyor. Bu noktada, tiyatromuzun duayenlerinden Zeliha Berksoy’un sözünü anımsamak gerek: “Sanat, yaşamın içinde eleştirel bir yerde duruyor. Özellikle tiyatrocuların dili uzundur, fazla sevilmezler. Müzisyenler, dansçılar, orkestralar bir yere kadar sevilir ama iş tiyatroya geldi mi, tiyatro dilli düdük. Felsefe ve tarih bilmezseniz tiyatrocu değil, komik olursunuz.“ Köstem, akıl ile sanatı bütünselleştiren yaklaşımı ile evrensel sanat kriterlerini içselleştirmiş bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor. Biliyoruz ki, sanat eserinin ilk muhatabı duygularmış gibi algılansa da, gerçekte sanat eserinin ilk muhatabı akıldır ve sanat, evrensel bir kriteri yakalamayı amaçlıyorsa akla dayanmalıdır. Köstem’in bu duruşu, Antik Yunan’ın belki de en önemli filozofu olan Platon’un yaşamı akılcı, üretken, yaratıcı bir faaliyet olarak tanımlayışını anımsatıyor. Platon, “yaşamak, nefes alıp vermek değildir; yaşamak insanın kapasiteleri elverdiğince üretmek, emeği ile yaşamı ve dünyayı dönüştürmek için eylediği bir süreçtir” diyordu. Bu sürecin önceli olan, “insanın kapasitelerinin farkına vararak eyleyişi teorize etmesi”, Platon’un dediği gibi,” insanın kapasitelerini keşfederek kuvveden fiile geçişi, yaşama ve yaratıcılığa dair teorik-pratik bir bütünselliği yakalaması” süreci tam da Şebnem Köstem’in oyunculuk kariyerindeki yolculuğunu anlatıyor. Ve tüm veçhelerine bilginin, aklın eşlik ettiği bu yolculuk, Platon’un, her faaliyetin “mükemmelliğe göre” yaşama geçirilmesi olarak nitelendirdiği “arete” tanımlamasında ifadesini buluyor: Düşünce ve bilgi birikimi ile bütünleşen insan emeğinin kapasitesinin, yaşamı ve doğayı değiştirme, dönüştürme faaliyetinde ortaya çıkan “bilgi-eylem” diyalektik bütünselliği… Tarih boyunca, aklı ve bilgiyi insan yaşamının merkezinden uzaklaştıran anlayış, Platon’u da, sanatı şehirden kovmakla, O’nu sanatı küçümsemek, hatta yok saymakla itham etmiştir. Oysa Platon, Köstem’i özetler bir biçimde, bilgiye, hatta sanatsal yaratıcılığın bilgisine sahip olmadan, sadece doğal yetenekleri üzerinden haz ve hedonizmle bağlantılı bir yaratıcılık faaliyetinin, yaratıcılığın kendisine ihanet olduğunu söyler. Sanatın; “bilgi temelinde, mükemmelliği mümkün kılacak, iyiyle bir ve aynı olacak bir yaratıcılığa gereksinim duyduğunu” ve bu anlamıyla “bilgece bir faaliyet” olduğunu savunan Platon, bir bakıma, cilalı popülizmi yererek Köstem gibi sanatçıları yüceltir. Köstem, rol aldığı oyunlarla, kendisine ve hakikat arayışına dair uzun bir yolculuğa çıktığını belirtiyor. Yücel Erten, Savaş Dinçel, Ayşenil Şamlıoğlu, Ljupço Gorkievski, Başar Sabuncu, Ahmet Leventoğlu, Mihai Maniutiu, Aleksander Popovski vb. ünlü yönetmenlerle birlikte unutulmaz rollere imzasını atarken, herbirinden çok şey öğreniyor. “Ne mutlu bana hayatıma değdiler. İyi rejisörlerle, iyi ekiplerle, iyi roller oynadım. Hesabını verebildiğim işlerin içinde durdum hep onun için de mutluyum. Çok şey öğrettiler ve ne kadar şanslıyım ki çalıştığım yönetmenler benim cebimde biriktirdiklerimi kullanmak istemediler. Her biri ceplerimi boşaltıp yeniden doldurmamı sağladılar. Her rol, yepyeni bir dünyaya girmek, başka tarihte başka mekanlarda başka hakikatlere taşıdı beni” diyor gözleri ışıldayarak. Nitekim tiyatro, Badiou’nun dediği gibi, “bir metin, bir yer, bedenler, sesler, kostümler, ışıklar, bir izleyici kitlesinin bir araya geldiği bir olay değildir sadece, tiyatro sanatı dediğimiz şey bir “düşünce olayı ve hakikat arayışıdır. Bileşenlerinin bir araya gelerek fikirler ürettiği bir eyleyiştir.” (3) Köstem için “estetiği sanatının yaşamsal boyutu olarak algılayan bir sanatçı” tanımlaması yapmak çok isabetli olacaktır. Şebnem Köstem, kariyerindeki bale, opera ve müzik deneyimleri ile tiyatro sanatına çok yönlü katkıda bulunan ender rastlanan bir oyuncu. Oyun provaları esnasında, oyunun ruhuna uyacak bir Schubert’in bir senfonisini ya da bir aryayı önerebiliyor yönetmenine; rolüne bir balerinin estetiğini katabiliyor ya da sahnede çok iyi bir müzisyen gibi şarkılar seslendirebiliyor. “Habermas’a göre, sanatsal bilgi, insanın pratik etkinliğinin amaçlı olarak biçimlendirilmesini sağlar. Sanatsal faaliyet, her türlü bilginin, nesnel gerçekliğin insan bilincinde yansıması kuramı üzerinden, gerçekliğin estetik bir çözümlenişi olarak tanımlanabilir.”(4). Brecht gibi, öğreticiliğe büyük önem veren bir sanatçı bile, izleyiciyi yalnız akıl yoluyla, düşüncelerle değil; duygularla, sezgi yoluyla da etkilemeyi önemser. Seyircinin karşısına bir sanat yapıtıyla çıkmakla kalmaz, onları estetik bir dünyanın içine alır. Köstem için estetiğin önemi tam da buradadır. O’nun için estetik bilgisinden mahrum bir sanatçının sanatsal eyleyiş içinde yeri yok. Zira estetiğin kaynağında Köstem’in sürekli dile getirdiği sorgulamalar bulunur. Nitekim, Pythagoras, estetiği “görüneni ve görünenin ardındaki yapıyı sorgulamak” olarak tanımlar. Güzelliğin arayışı ve ona ulaşma çabası olarak estetik, aslında Köstem’in kendisine düstur edindiği, ustaların ustası Yıldız Kenter’in o meşhur “aşk yahu!” sözünü anımsatıyor. “Şölen adlı eserinde, ruhun ölümsüzlük dürtüsü ve “eros” adını verdiği, güzele yönelme gücü ile, sanat eseri arasında güçlü bir bağ kurar. Sanatçı, güzeli arayan, yaratma istediğini güzelde ürün vererek doyurmaya çalışan insandır. Sanat eros öncülüğünde salt güzele erişmek, onda doğurmak, onda yaratmaktır.” (5) diyen Platon, bin yıllar öncesinden adeta sahnede estetik bir büyü yaratan Köstem’e sesleniyor gibidir. Kendisini kuşatan nesnel dünyayla insanların gündelik alışverişleri içerisinde kurdukları, gerçeklik ile ideal arasındaki bu karşılıklı ilişki, gerçekliğin estetik özümlenmesinin temelidir. Köstem, oyunlarında estetik bir heyecanla canlandırdığı karakterlerle gerçekliği ve ideali sorgulatıyor bize. Tıpkı Kagan’ın şu sözlerindeki gibi: “Gerçek bir nesnenin dolayımsız, duygusal algısı ile ideal arasında belirli bir ilişki kurulmasıyla birlikte böyle bir şey ortaya çıkmış olur. Nesnenin somut estetik değerlendirilişi yani o nesnenin güzel ya da çirkin, yüce ya da bayağı, trajik ya da komik olarak görünmesi, gerçeklik ile ideal arasındaki ilişkinin nasıl kurulmuş olduğuna bağlıdır. İdeal ile ilişki içinde olmaksızın, gerçek dünya, estetik hiçbir değer taşımaz.” (6). Köstem, günümüzde tiyatronun içinden geçtiği krizin önemli bir veçhesinin, toplumsal yozlaşmaya eşlik eden, estetik algının küçümsenmesi süreci olduğunu vurgularken bize Ranciere’nin sözlerini anımsatıyor: “Estetiğe karşı geliştirilen lanetleme ve küçümseme, sadece sanata dair sorunlara değil, bugün dünyamızın sahip olduğu ve iktidarların meşruluğunu onayladığı algılama tarzlarına dokunur.” (7 Şebnem Köstem, genellikle çok güçlü, özgür, cesur, bazen sert ve acımasız, bazen sivri dilli ama kişiliği sağlam, kendi ayakları üzerinde duran kadınları canlandırdı tiyatroda. Euripides’in Medea’sını, Brecht’in Kafkasya Tebeşir Dairesi’ndeki Gruşa’sı, İbsen’in Hedda Gabbler’i vb… Farklı kadın karakterler üzerinden farklı hakikatleri sahneye taşıyan bir oyuncu oldu. Oynadığı rollerde, karakterleri bir yandan psikanalitik analize tabii tutarken diğer yandan felsefi bir temele oturttu hep. Aristotales “tiyatro bir arınmadır” demişti. Freud ise “sanat yapay bir utkudur” diyordu. Yapay utku yapay tehlike demektir aslında. Tiyatroda seyirci, ortada bir ateş bulunmadığından emin olmak için ya da yangının kendi evinde değil de başkalarının evinde olduğundan emin olmak için kendi kendisine ateşle oynama zevkini verir bir bakıma. Bu zevki tatmak için biraz risk alır izleyici, rahatsız olur, kuşku duyar kendisinden ve dünyasından. Buradan kendisine ve dünyaya dair soru işaretlerinin türediği bir keyfe yol alır çoğunlukla. Köstem’in ustalıkla sergilediği aykırı ve güçlü karakterler, izleyicilerine böylesi bir zevki de tattırıyor. Belki de bu yüzden canlandırdığı karakterlerin uyandırdığı zevke ve oyunculuğunun büyüsüne kapılmak için O’nun oyunlarını birkaç kere izlemekte tereddüt etmiyorlar. Bu coğrafyada Güllü Agop ile başlayan ve Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet tiyatrosu olarak tanımlanabilecek temel kesitler halinde devam eden ve iki asra yakın zamandır devam eden tiyatro yolculuğunun bize en güzel “armağanlarından” biri Şebnem Köstem. Franz Kafka, "Biliyorum, güçlü değilim, yazmasını da beceremiyorum şimdi, biliyorum uzun sürmeyecek, ama dayanamam; kişi yürek çarpıntısız yaşayamaz, yüz çevirdiğin sürece çarpmaz yüreğim Milena..."diyor. Düş kırıklıkları, yalnızlıklar, bir yerlerde tüketilen umutlara rağmen sahnede yüz çevirmediği sanatıyla bir doruktan diğerine koşuyor Şebnem Köstem. Hedda, Markiz ya da Kösem Sultan fark etmiyor. Hepsinde bir maraton koşucusu, her oyunda bir başka sahne dehası O… Antik Yunan'dan "bıc tua res agitur" (senin işin buradadır) diye haykıran sanatın, tiyatronun çığlığını bugüne taşıyan bir sanatçı!!! Olimpos'tan kovulan tiyatro tanrısı Dionysos'un, gökyüzünden yeryüzüne ateşi taşıyan Prometheus'un, müziğiyle doğayı sarsan Orpheus'un üretken, cesur ve aydın kızı... Aklı ve yeteneği estetikle bütünleştirerek bu uzun yolculuğun bize sunduğu gerçek bir sanatçı… Pınar Çekirge / Yavuz Pak Kaynakça: 1) Fischer, Ersnt. Sanatın Gerekliliği, Sözcükler Yayınları, İstanbul, 2012, s:244 2) Şener, Sevda. Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi,Ankara, 2010, s:18 3) Badiou, Alain. Başka Bir Estetik, Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s:88 4) Çalışlar, Aziz. Ansiklopedik Kültür Sözlüğü, Altın Kitaplar, İstanbul 1993, s. 360 5) Sevda, Şener. a.g.e, s:25 6) Kagan, S. Moissej. Estetik ve Sanat Dersleri, Ç: Aziz Çalışlar, İmge Kitabevi Yayınları,İstanbul,1993, s:78 7) Ranciere, Jacques. Estetiğin Huzrsuzluğu, İletişim Yayınları, İstanbul, s:20 Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|