MERYEM'İN VASİYETİ Walter Kerr Theatre'da perde açtı!
Ali Kemal Güven
Katolik derneklerin sert eleştirileri, tiyatro binasının önündeki protestoları, yazar, oyuncu ve hatta yönetmeni eşcinsellikle suçlayan basın açıklamalarına rağmen Meryem’in Vasiyeti 22 Nisan günü, New York’taki Walter Kerr Theatre’da perde açtı.
Hem de ne açmak!
Colm Tóibín’in novellası The Testament of Mary (“Meryem’in Vasiyeti”) Deborah
Warner’ın yönetmenliğinde, 90 dakikalık, içine kapılmamanın neredeyse imkansız olduğu bir fırtına.
Oyun önce performans sanatı olarak açılıyor. Sahnenin ortasında duran camdan kübe oyunun tek oyuncusu Fiona Shaw geliyor. Bildiğimiz ikonik Meryem kostümünü giyiyor ve bekliyor. Sessizce… Acı içinde… Bütün izleyiciler sahneye davetli. Fotoğraf çekmek serbest. Tabii uzaktan mekanik mi, gerçek mi olduğu belli olmayan, ayağı bağlı şahinin yanına yaklaşmaktan korkmuyorsanız.
Broadway’de 50’den fazla oyun izledim. Milyonlarca doların oluk oluk akıtıldığı, yüzlerce insanın çalıştığı, dev setlerin ve büyük ışıkların patladığı prodüksiyonlarda sıkıntıdan saatime baktığım oldu. Peki bir kadın, tek başına, nasıl üç kat insanı 90 dakika boyunca hikayesine hapsedebilir? Bence tiyatronun kalbi burada. Eğer kelimeler ve oyunculuk tam değilse hiçbir teknik numara, hiçbir kukla oyunu seyirciyi kandıramıyor.
Oyunda insanlardan sıyrılmış, tek başına yaşayan bir Meryem var. Patlamaya hazır bir bomba, evladını bir düşünce, bir inanç uğruna şehit vermiş her anne gibi öfkeli; kendine, oğluna, oğluna bunu yapanlara, oğlunu destekleyenlere, bu çılgınlığı başlatan, bitiren, şişiren herkese. Tanrı’dan çocuk doğuran bir kadın değil. Bizim gibi, normal biri sanki.
Hikayeler ve masallarla şişirilmemiş, sıradan bir kadın; en önemlisi bir anne. Tek isteği oğlunu korumak olan bir anne.
90 dakika boyunca oğlunun adını ağzına alamadığını söylemek isterim. Onca şok edici cümle ağzından dökülüyor da, ‘bebeğinin’ adını söyleyemiyor.
Meryem’in etrafındaki çılgınlığa şaşırmaktan başka çaresi yok. İnsanlar oğlunun yarattığı mucizelerden, suyun şaraba dönüşmesinden, ölülerin toprak altından çıkıp dirilmesinden bahsediyor. Meryem 2013 yılında yaşayan bir kadın gibi karşılıyor tüm bu hikayeleri; “Gözünüzle gördünüz mü?” diyor. Cevap hep aynı “Hayır ama gören birinden duydum.”
İş öyle bir hal alıyor ki, Meryem’in hikayelerini Meryem’e anlatıyorlar. “Ha sen böyle tepki vermiştin” diyorlar. Böyle duygusal olarak ağır bir oyunda çoğu zaman kahkahaların yükseldiğini not düşmek isterim. Fiona Shaw ne zaman güldüreceğini ne zaman dehşetten ağzımızı kuratacağını çok çok iyi biliyor. Ufukta ciddi bir Tony adaylığı var, haberiniz olsun.
Meryem’in oyunun sonunda söylediği cümle en az İsa’nın ellerine çakılan çiviler kadar can yakıcı; “Eğer,” diyor, “Oğlum bu dünyayı kurtarmak için onca acıyı çektiyse, tek diyebileceğim, değmezdi.”
Işıklar söner.
“Değmezdi.”
Üç, dört kere gidip geliyor Fiona Shaw selam vermeye.
İnsanlar takdir ve tebriklerini belirtmek için alkışlarını bir türlü kesemiyorlar.
Evet, öyle bir oyun bu.
Çırılçıplak kalıyor Fiona sahnede. Çırılçıplak oynuyor bir süre. Popomda selülit var mı, memelerim sarkık mı, kollarım güzel gözüküyor mu diye düşünmeden. Sosyal maskesini koparıp, sahneden aşağı fırlatıyor.
Bizim kuyu zannettiğimiz aslında devamı havuz olan kareye atlayıp, belli bir süre suyun altında nefessiz beklerken ben koltuğumda seviniyorum: iyi tiyatroya tanık olmak ne güzel.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...