Öncelikle şunun ayrımına varmamız gerekli, tiyatro kurallarını kuramcılar değil; sistemler belirler. Bu da demektir ki, tiyatro ve yönetim sistemleri birbirinden bağımsız değil, aksine iç içedir. Bu yadsınamaz bir gerçektir. Böyle olması doğru mudur? Kesinlikle yanlıştır.
Geçmişten günümüze tiyatro metinlerini dönemlerine göre incelememiz gerekir. Antik Yunan tragedyalarına baktığımızda, “erdemli ol”, “ölçülü ol”, tanrıların isteklerini ancak bu şekilde yerine getirebilirsin. İnanmıyor musun? Bak Oidipus’a, bak Antigone’ye onlar tanrıların koyduğu kuralları çiğneyerek cezalandırıldılar. Ey seyirci, sakın ha sende bu “yanlışlıkların” içine düşme, sonun böyle olur! Antik Yunan tragedyaları seyircisini “korku ve acılardan” bu şekilde arındırılıyordu. İşin aslının bu olmadığı aşikar, işin aslı yönetim vatandaşlarını bu şekilde terbiye ediyordu. Bu terbiye şeklini kuramlaştırmakta Aristoteles’e kalmıştır. O da Poetika adlı eserinde “katharsis” kavramını bu şekilde açıklamıyor mu? Tiyatronun günümüze kadar gelen ilk kuramsal kitabı Poetika, bununla yetinmemiştir, çünkü sistem bununla yetinmedi. Tragedya karakterlerini halk kesiminden seçmiyorlardı. Nedeni ise “tragedya kahramanının ortalamanın üzerinde” olması gerekliliğiydi. Ortalamanın üzerindeki karakterin yıkımı her zaman daha etkilidir. Bu teorim belki ilginç olacaktır ama yine de açıklamaya çalışacağım. Psikolojik olarak her zaman yüksek kademedeki insanların yıkımı daha etkili olur. Bir köle’nin yıkımı mı etkilidir, yoksa bir kralın mı? Bu sorunun cevabı açıktır… Seyirci “bir kralın başına bunlar geliyorsa, bizim başımıza neler gelmez” bu kabaca bir tabir olabilir; ancak alt tabaka insanların terbiyesi için her zaman etkili yöntemlerden biridir.
Ortaçağ karanlığında da bu değişmemiştir. Bu karanlık dönemde, kilise önceleri tiyatroyu günah saymış, sonra da kilisede tiyatro oyunları sahneletmiştir. Tiyatronun etkileme gücünün farkına varan din adamları, tiyatro oyunları ile “inananları” daha çok etkilemek için mucize oyunları vb. gibi oyunlarla terbiye etmişlerdir. Bu dönemde kilise dışı oyunlar yasaklanmıştır. Bu yasağın dışına çıkanlar aforoz ediliyor ya da çarmıha gerilme gibi çeşitli cezalara çarptırılıyorlar. Hatta daha da ileri giderek idam ediliyorlardı. Dönemin “Mimus” oyuncuları bu cezalandırılmalardan en çok nasiplenenlerdendir. Mimus oyuncularının sahneledikleri oyunlar, kaba güldürü üzerine kurulmuş olsa da çıkış olarak kilise karşısında politik bir duruştur…
Bu Rönesans döneminde de, klasik dönemde de bu şekildedir. Günümüze tiyatro anlayışı da değişik değildir. Günümüz tiyatro metinleri olsun,sahnelenen oyunlar olsun yaşadığı dönemin politik duruşundan farklı değildir. Çoğu oyun yazarı bir dramatik tasarıma başlarken sistemi üzmemek kaygısı güder. Bu oyun yazarının kişiliksizliğinden kaynaklı değildir. Çünkü o da farkındadır “sistemin belirlediği” kuralların dışına çıkarsa, piyasadan aforoz edilecek, ya da yazar için çarmıha gerilmekle aynı gördüğüm seyirci ile buluşturulmama ile cezalandırılacaktır. Mutlaka bunun aksine hareket eden yazarlarımız da var ama emin olun onların adına rastlamamak başarısızlıklarından kaynaklı değildir. Olsa olsa sistem onları “ölçüsüzlükle” suçlayarak “piyasanın” dışında tutmayı başarmıştır…
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...