| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Tiyatroda Oyun Seçimi ve Anlamı Üzerine bir Deneme… Melih Anık TEB Oyun Dergisi’nin Kış 2010 sayısında “Dramaturg Kimdir”i yazan Selen Korad Birkiye demiş ki: “2009-2010 tiyatro sezonu için şöyle bir yol izledik: DT genel müdürlüğünün belirlediği “60 yılında 60 hiç oynanamamış yerli oyun” üst başlığı altında İstanbul DT sanat yönetmeni Şakir Gürdamar’la “Cumhuriyet’in Kırılma Noktaları” temalı bir konsept belirledik ve seçtiğimiz ilk tur oyunlarında iki noktaya dikkat ettik. Birincisi Cumhuriyet tarihinin son 10 yıl içinde yazılan oyunlarda yorumlanması ve yazarların bu yüzleşmeyi ne tür bir bakışla yaptığının ortaya çıkarılmasıydı. İkincisiyse Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı Lozan’dan başlayarak (M.Baydur,Lozan), mübadele(Meltem Yıldırım , Fesleğen Çıkmazı),6-7 Eylül olayları(G.Dilmen,Kuzguncuk Türküsü), 1980 darbesine giden süreçten izdüşümler(B.Güçbilmez,Kül Bellek),AB süreci ve bünyesi: Batılılaşmayı reddeden bir erkek toplum olarak azgelişmişlik(Kod adı Kongo),eski solcuların yeni neoliberallere dönüşmesi ve erkek kadın ilişkisi(B.Ak,İki Çarpı İki) üzerinde bir yakın tarih yüzleşmesi üzerinde durduk.İkinci turdaysa çoğunluğu yabancı oyunlar vasıtasıyla,gerçeklerden kaçarak içine kapanan,ama bir taraftan da sömürüsüne devam eden burjuvanın yok oluşu(B.Vian,İmparatorluk Kuranlar),medeni görünüşümüzün arkasına sakladığımız ,ama ilk fırsatta bizi ele geçirmeye çalışan şiddet(Y.Reza, Vahşet Tanrısı),sırf etnik kimliği yüzünden yok edilen milyonlarca insan(G.Tabori,Annemin Cesareti),törelerin yarattığı zulüm ve tragedya(T.Özakman,Töre),başkalarının çıkar hesapları üzerinden savaş alanında canını veren askerlerin isyanı(I.Shaw,Ölüleri Gömün) öne çıktı. ” Bu ifade bana ilginç geldi. Her şeyden önce neyi nasıl anladığımı açıklamam gerek: Devlet Tiyatrosu gibi kaynakları ve repertuvar havuzu en geniş olması gereken bir kurumda yapılan seçimlerin anlamı var. Zira onlar “Cumhuriyet tarihinin, son 10 yıl içinde yazılan oyunlarda yorumlanması ve yazarların bu yüzleşmeyi ne tür bir bakışla yaptığının ortaya çıkarılması” amacını koymuşlar ve de ortaya çıkan oyunları seçmişlerse “var olan oyunlar arasında en iyisi onlardır” anlaşılır. Yabancı oyun seçimleri için bir zaman kısıtlaması yok anlaşılan. Yabancı oyunlar, daha geniş bir zaman diliminde yazılan ve DT repertuvarında olan oyunlardan seçilmiş. Birkiye’nin ifadesinin açılımı bize bazı konularda ışık tutacak niteliktedir. Son 10 yıl , yani 2000-2010 arasındaki “yüzleşme” , birkaç yönden ilginç. Ama neden son 10 yıl ? İfadeden “genç yazarlar” anlaşılmıyor. Zaten listede Güngör Dilmen de var , Meltem Yıldırım da. Ama yazarların son 10 yılda yazdıkları denilince daha özel bir dikkate ihtiyaç var. Bu hususta sorular sorulabilir : Daha önce yok da ondan mı ? Son 10 yıldaki değişim çok mu dikkat çekici ? Yeni yazılmış oyun olsun istendi de ondan mı ? Yeni bir bakış açısı mı umut edildi ? Benim hissim, ortaya çıkan bu durumun toplumun geldiği düzey ile ilgili olduğu kadar yaşanan olaya olan zamansal mesafenin de rolünün var olduğunu söylüyor. Yani toplumlar yaşadıkları olaylar hakkında -nedeni ne olursa olsun- olay henüz “taze” iken reaksiyon veremiyorlar. Acaba olayın “bayatlama” süresi (hazmedilme süresi de denebilir) ne kadardır? Ve bu süre toplumdan topluma farklılık gösterebilir mi? Gösterirse bunun anlamlı bir sonucu olabilir mi ya da nedir? Mesela, toplumun çağdaşlık düzeyinin ölçülmesinde bir araç olarak kullanılabilir mi ? Yasalarla da sınırı çizilmiş olan bu reaksiyon süresi , sanat dalları arasında nasıl değişir? Aslında benim birinci merakım bu! Benim için ilginç olan, toplum sanat (tiyatro) yoluyla tarihe ne kadar süre sonra rahatça ve doğrudan (somut) reaksiyon verebiliyor sorusunun cevabını aramaktır. O sürenin kısaltılmasında tiyatronun rolü var mıdır , varsa ne kadardır, nasıl ölçülür? Benim görebildiğim kadarıyla bizde olayın üzerinden en az 25 yıl gibi bir sürenin geçmesi gerekiyor. O zaman bile oyunlarda kullanılan anlatım dilinin soyut olması ile belirginleşen bir geçiş dönemi var ki bu da doğal. Ayrıca galiba söylemi oluşturmaya uygun, yerel "tiyatro dili"ni bulmak da zaman alıyor. Belki de oyun hazır ama zamanını bekliyor,"dilini" arıyor. Bu çerçevede eğer tarihi etkileyen olay hakkında sanat yoluyla oluşturulmuş yerli bir söylem yoksa tiyatromuz , yabancı eserlerden yararlanıyor. Bir de yerli oyunlar ile bizi başkaları üzerinden anlatma çabaları var. Yabancı eserlerden yararlanma , “dünyayı izleme” gibi nispeten daha pasif , “kültürlü olmanın” bir göstergesi mi yoksa ülkedeki olaylara gösterilen dolaylı reaksiyonun bir ifadesi midir? Ama acaba “tersten” bakarak yabancı eserlerin sahnelenmesine , toplumda neler somut olarak konuşulamıyor diye de bakabilir miyiz ? İkinci merakım da bu ! Benim şu andaki gözlemim , iktidar, şiddet, seks, marjinallik, etnik kimlik sorunları , asker ve savaşın “yabancı” üzerinden anlatılabildiği ya da yabancı oyunlar aracılığı ile topluma sunulabildiği yolundadır.Söylem de genellikle doğrudan olayın kendisine odaklanmıyor , olayı yaşayan ve örselenmiş insanla sınırlı. Bugün 12 Eylül ile ilgili söylem rahatlamasında “bayatlama süresi”nin nispeten kısa olduğunu , bu konuda tiyatronun , esen rüzgarların peşine takıldığını ama doğrudan oluşmasına katkı vermediğini düşünüyorum. Bunda kişisel sansürün ya da söylem “fakir”liğinin(yaratıcılık) de rolü de var. Bu anlamda tiyatromuz ,"dilini" yaratmak için başka sanat dallarından yeterince yararlanmıyor. Grafik , fotoğraf, sinema , müzik, resim, heykel, karikatür, şiir, folklor , kukla, gölge , seyirlik, performans vb den yararlanılarak ortaya çıkarılan oyun sayısı çok az . Uzman ortaklıklar kurulamıyor ve bunun getireceği sinerji kullanılamıyor. Çağdaş tekniklerden yararlanılamıyor. Işık, ses, malzeme, renk, kinetik/statik vb bilgilerdeki eksiklişkler sahne dilini zenginleştirmiyor. Tiyatromuz , “yapıcı-yaratıcı” etkisini kullanmayı denemiyor. Empati kullanamıyor. Zıtlıklar penceresinden bakmayı seviyor. Konuyu anlatmaya kalksa şematik, slogancı bir yaklaşım ortaya çıkıyor. (Bizim gençlik dönemlerimiz, bu slogancılığın etkisinde çok kaldı.) "Ortak algı"nın oluşturulmasına katkı vererek,toplumun üyelerini birbirine bağlamada çok önemli bir rolü olabilecekken , tiyatromuz , kendi içindeki dertleri de çözemediği için verimsiz ve yetersiz kalıyor. Bu arada belirtmem gerekir ki tiyatromuz üstünde oturduğu hazinenin farkında değil. Dünyadaki en önemli uygarlıkların yeşerdiği ve yaşadığı Anadolu’yu yeterince tanımıyor ve anlatamıyor. Anlatmaya çalışırsa bu çok "Batılı" gözüyle oluyor. Bunda da temel eğitimin eksikliği var. Dünya düşünürlerini bilen toplum , onların karşı ya da tamamlayıcısı olan tezleri /yerli düşünürleri bilmiyor. Önemli bulduğum bir tesbit, tiyatrocunun hem ülkesini hem de dünyayı tanımasındaki (kavrama) eksikler yanında düşüncesini özgürleştirememesidir. Ama en temel olan eksiklik , eksikliğin farkında olmamaktır. Örneğin türban takan da takmayan da tiyatro seyircisi değil mi? Tiyatronun en temel işi , iyidir kötüdür demek değil anlamaya ve anlatmaya çalışmak. Örneğin kendi kardeşi türbanlı olan emniyet görevlisi üniversite kapısında türbanlı bir genci içeri sokmamakla görevli ise içinde bulunduğu durumun fiziksel ve ruhsal çözümlemesi nedir ? Çözüm önermekten de vazgeçtim , tiyatro bu konuda düşünmüş müdür ? Görmediği kesin de… O zaman,“sloganlaştırmadan nasıl anlatacağız ?”a gelinemiyor bir türlü. Bu Shakespeare ya da Çehov’u anlatırken sorunu kavramamıza ve "yerlileştirme"mize de engel oluyor. Somut yerine soyutun peşinde “İnsanın 7 Çağı” ,”Değişimin sürüklediği aydınlar” , ”Kalbe yolculuk”,”Soğuk bomboş odalar , kimsenin yürümediği koridorlar”,”sosyal sınıfların sınırları”,”değişmekte olan siyasal sistem ve sınıfsal değerlerin yarattığı uzlaşmaz çelişkiler” diyerek “köy yaşamına sıkışmış aydınlar” ve “her şeyin olası olduğunu hatırlayan uşaklar ve köylüler” üzerinden bu topluma ayna tuttuğumuza , görevimizi yaptığımıza inanıp; yaptıklarımıza bir de “yeni” olmayan “entelektüel” süsler giydirip “rahatlıyoruz”. “İlham veren şehrimizi” bile turistik bir söylemin ötesine taşıyamıyoruz. Bunu yaparken düştüğümüz bir yanılgı var. Topluma özgü koşulları unutuyor ve yaşanmış tarihin aynen tekrar edeceği varsayımına kapılıyoruz. Eğer bu sosyal oluşum ise, o oluşumun her ülkede benzer şekilde tekrar edeceğini düşünme yanılgısına kapılıyoruz. Oysa ki ülkenin geleneksel yapısı farklı ve verilen “ilaç” ayni etkiyi yapmıyor. Ama her şey , tüm ülkeyi ve üstündeki her şeyi sevmek ve anlamaya çalışmaktan geçiyor. Bazen sahneden gösterdiğimiz yurt dışı örneklerle toplumları şekillendirme riskini unutmuş görünüyoruz. Bazen çıkış noktasını , yazılma nedenlerini yanlış anlayıp , metindeki yanlışı ,”yorum”la düzelteceğimizi düşündüğümüz oyunları ( alkışladığımız,ödüllere boğduğumuz oyunları) sahneliyoruz. Sahneyi kişisel bir "show alanı" olarak kullanma eğilimindeyiz. Tiyatro dikkatle kullanılması gereken bir ilaç ve sorumsuz , bilgisiz doktorlar elinde tehlikeli olabiliyor . Tiyatronun güzel tarafı , toplumu yansıtması. Değişime katkısı uzun zaman alabilir. “Taşı delen su damlası” olmak zorundadır. Özellikle iyi "okunabilirse" , hem toplumun emniyet sibobu gibi hem de geleceğin göstergesi gibi anlaşılacak mesajlar verilebilir. Ama bu mesajı alabilmek için halkın katıldığı ve tiyatronun daha “naif” yapıldığı , “saf çığlıkların atıldığı” sahneleri de takip etmek gerek. Türkiye’de tiyatro ödüllerinin de bir tür “yönlendirme” olarak "kullanıldığını" hissediyorum. Bir kısım çevreler , tiyatro sanatının temel özelliklerini değerlendirmeyi ikinci plana atarak,ödüller yoluyla bazı konulara vurgu yapmaya ve dikkat çekmeye çalışıyorlar. Sanat açısından kötü de olsa mesajı için ödül verilen oyunlar var. Bu karşılıklı olarak bilindiği için de dar çevreler içinde tuhaf bir “al gülüm ver gülüm” ve "biz ve onlar" yaratılmış oluyor. Tiyatro açısından yararı ise -bence- yok. Gündem oluşturur, kişilere yarar sağlar ve sonra da unutulur gider , o kadar. Ödüllere bir de bu yönden bakılsa iyi olur. Toplum ödüller üzerinden “konuşmaya,dert anlatmaya” çalışıyorsa bir yerlerde yanlış yapılıyor demektir. Tiyatro dünyamız kendisi soru sorabilse ; (cevaplardan geçtim) soruları ile gündem yaratsa ve sorular ile toplumda yeni soruların doğmasına neden olsa, her şey başka olacak. Melih Anık http://melihanik.blogspot.com Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet Anıl Ayvalıoğlu - ( 4/20/2010 ) Acaba Selen Korad Birkiye mi Şakir Gürdamar diye yazdı yoksa siz mi öyle yazdınız merak ettim. M. Ergün Işıldar - ( 4/20/2010 ) Melih Bey, Heiner Müller bir şiirinde -insanlar kendi aralarındaki sorunları çözemediklerinde ölüler ters ramplardan belirir ve oyuncular aracılığıyla kendi öykülerini anlatırlar- der. Dediğiniz gibi, bir bilim adamının dindar biri olabileceği gibi, solculuğuyla bilinen, bilimsel görüşten yana olan bir yazarın veya bir yorumcunun da -kendisi tarafsız olmasa bile- olaylara nesnel bir açıdan yaklaşması, seyircisini seçmemesi beklenir. Öylesi bir tür -kendin söyle, kendin işit- yaklaşımı olurdu. Sezgileriniz bence çok değerli. Aslında yabancı bir yapıtı seçip yorumladığınızda bile, o eser o anın Türkiyesine bir bakış oluyor. Sorun ana nasıl baktığımızda bence... Saygılar. savaş aykılıç - ( 4/21/2010 ) Şu ana kadar okuduğum en güzel yazınız olmuş bu. Umarım hakettiği ilgiyi görür ve tartışma ; konuşma ; diyalog başlatır... |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|