Geçtiğimiz hafta tiyatroda kuramsal ve kılgısal olarak tartışmanın yavaş yavaş yok olmak üzere olduğunu, son yıllarda dijital teknoloji ile üretilen eğlence kültür karşısında tiyatronun çağa uygun bir düzenekte bir tiyatro pratiğinin gerçekleşmesi ya da yaratılması için Türkiye’de konservatif zihniyetin sorgulanarak tartışılması gerektiğinden söz etmiştik.
Bu hafta, sorunu sayfadaki sınırlarımızı da gözeterek yeniden gündemde tutmaya ve ilgililerin dikkatine sunmaya devam edeceğiz.
Son yüzyılda teknolojik gelişmenin olanakları ile çeşitli işlevsellikle üretilen ürünler,toplumlarda ve insanlarda farklı bir eğlence meşguliyeti ve kültürü yaratmaya devam ediyor. İnsanlarda teknolojiye karşı oluşan bu hayranlık zamanla vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüşüyor. Televizyon , video kamera, çağrı cihazı, cep telefonu , ıpod , ve son olarak gerçekten son yüzyılın medarı iftaharı internet ve dijital teknolojinin, kullanıcısına eğlence ulaştıran en küçük aygıtı. ( bu ürünlerin kendi içinde yarattığı yabancılaşma, kültürel soysuzluk ve ahlaki dejenerasyon bir başka yazının konusu) Bu ürünlerle bir hayli çeşitlenen eğlence kültürünün , kendi biçimlerini de paketleyip formatlayarak biz farkında olalım ya da olmayalım itiraz edelim ya da etmeyelim hayatımıza duhul etmesini artık engellemek mümkün olmayacak.
Bu teknolojik kuşatılmışlıkla oluşturulan eğlence modeli, aynı zamanda kendi ekonomi politikasını, ideolojisini ve ahlakını da yeniden üreterek muazzam bir güç olarak yanıbaşımızda büyümeye devam ediyor. Bu türden dijital aygıtlarla, paketlenip tüketim ağında dolaşıma sunulan eğlence kültürünün döküman ve materyalleri, insanların ekonomik gelirleri ve kültürel düzeyleri, baz alınarak her bölgeye uygun koşullarda dağıtıma ve kullanıma sunularak insanların ‘boş zaman’larında vakit öldürdükleri uyuşturucu bir metaa gibi kullanmaları manipule ediliyor.
Dijital bu güç karşısında kendi varlığını koruma ve kıymetini yeniden kanıtlama telaşına düşmüş olan, gösterim sanatlarının en köklü geleneğe sahip temaşa sanatı tiyatro, yorgun ve hantal hali ile bu devasa gücün yanı başında eski ilgi ve etkisini diri tutmak için merhametli sahibini arıyor.
Evet tiyatro, eski zaman ritüellerinde olduğu gibi yeniden izleyicisi ve katılımcısını büyüleyeceği gecelerde uyuklayarak sırasını bekliyor. Peki tiyatro bu ötelenmişlik ve atıllaşmış pozisyonunu gidermek ve yeniden ‘yaşayan sanat’ olduğunu farkettirmek için hiç bir yenilik yapmıyor mu? Avrupa’da bu zorlu süreçle başa çıkmaya çalışan ve bu anlamda tiyatroya samimi olarak yeniden eski dirimselliğini yaşatacak kimi deneysel üretimler gerçekleştirliyor ancak bu yaratımlar kendi görsel dilini yaratamadan ve sürekli bir eyleme ve yaratıma dönüşemeden silinip yok oluyor.
Türkiye’de bu sancılı süreci atlatmak için bir kaç iyi niyetli akademisyen ve araştırmacının dışında kimsenin sorunu dile getirmek ya da çözüm üretme girişimine omuz verme gibi niyet ve düşünceleri yok. Diğer yandan pratik anlamda gerek kurumsal gerekse de kişisel olarak yeniyi yaratma uğraşında olan iyi niyetli girişimler var ancak bu çalışmalarda son kertede snop bir girişim olarak kalıyor ya da belli çevre içinde adlandırılmak isteğinden hareketle yapılmış ‘anlamsız’ bile olmayan içinde insanın olmadığı , tanımlanması güç, görsel bir dil yaratmaktan ve bir sorunsalı çağın dili ile tartışmaktan uzak, sığ ve felsefesiz , abuk ve aynı zamanda okunaksız bir kerametsizlik olarak çıkıyor karşımıza.
İstanbul 17. Uluslaraarası Tiyatro Festivali başlıyor bu tartışmalar bugün anlamında zorunlu ve güncel olarak tam zamanı. Haftaya görüşmek üzere...
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...