| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Anüs Ağzındaki Yangın Parkan Özturan “Bir gerçek var ki, Ferhan Şensoy sıra dışı olmayı değil ama sıra dışı yazmayı seviyor” demiş, üstat Üstün Akmen. Yazdıklarına katılırım katılmam ayrı dava ama son dönem tiyatro eleştirmeni diyebileceğimiz nadir kalemlerden biridir kendisi. En azından ben içim rahat, böyle tanımlayabiliyorum kendisini. Çünkü bizde eleştirmen zaten az, ama tiyatro eleştirmeni neredeyse hiç yok. Eleştirmen deyince benim aklıma Fethi Naci gelir. Ne konuda eleştirdiği önemli değil. Eleştirmen tanımına uyacak, bir eleştirmen. Bu tanımın ne olduğunu soranlara cevabım da şu olacak. Önce bir sözlük bulup, bakın. Sonra da Eleştirmen gibi eleştirmenleri okuyun. Ne dediğimi anlayacaksınız. Dahası ücrete tabi. Geçmişte oyuna gitmeden, oyun eleştirisi yazan eleştirmenler, kitapların arka kapağını okuyup, roman eleştirisi yapanlar gördüm. Maalesef bunlardan çok var. Hadi bunları geçtim, söylenilmişi söyleyip, hiçbir özgün fikri olmayanlar da cabası. Üstadı mümkün olduğunca okumaya özen gösteriri ve bundan keyif alırım. Ara sıra aklımı da karıştırmıyor değil. Belki de keyifli olan noktası da bu. Yine böyle bir cümle işte. “Bir gerçek var ki, Ferhan Şensoy sıra dışı olmayı değil ama sıra dışı yazmayı seviyor”. Yaşadığını yazarsın en nihayetinde. Yazının icadından beri, bu böyle. O zaman sıra dışı olmadan, nasıl sıra dışı yazılabilir? Çok yıllardır tanıdığım, çıraklık etmekten son derece mutlu olduğum, “tiyatro adamı” Ferhan Şensoy sıra dışı değilse, sıra dışı kim? Sıra dışı olarak tanımlanan kişilere baktığımda, ister istemez şu cümleyi kuruyorum. “Manyaklık başka bir şey, sıra dışı olmak başka bir şey”. Donla İstiklal caddesinde dolaşmak sıra dışılık değildir. Ama “aha… evet yahu böyle de bakılabilir. Neden benim aklıma gelmedi” dedirtmek, sıra dışılığın ta kendisidir. Bunu dedirtmek için, hayatı bir başka yaşamak gerek. Başka başka yerlerden bakmak gerek ki, ak kağıda şizofren kalemle, harfleri sıraya sokabilesiniz. Siz ne dersiniz Üstün ağabey? Yukarıda ki cümleler Ferhan Şensoy ile Tiyatral Dergisi için yapılan bir röportajın başına, alıntı olarak konulmuş. Orada okudum. Takıldım kaldım. Aslında benim derdim, röportaj için yazmak ama bu alıntı da takıldı takılası aklıma.Aynı alıntının sonunda da şöyle diyor, ağabeyimiz. “Türk Tiyatrosu’nda kendine özgü bir yerde oturuyor”. Buna katılmamak mümkün değil ama kendine özgü bir yerde oturmak için, başka bir boyutta yaşamak, sıra dışı olmak gerekmez mi? Gerekir elbet. Röportajı yapan da şöyle bir not düşmüş, sayfanın sonuna. Ben o notun tamamını değil, Başında ki bir kaydı alacağım. “Röportaj yapmayı zaman kaybı olarak gördüğünü bildiğim için…” Otuz yıldır tanıdığım kadarıyla, ustanın röportaja karşı olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Benimde çok katıldığım bir şeye karşı. Aptallığa. Röportaj yapmak, sadece soru sormak değildir. Ben sorayım, sen söyle. Bu çok tutar. Kardeşim, ben söyleyeceksem, oturur söyler ya da yazarım zaten. Sözlerimin arasına senin kılçık atmana ne gerek var. Bizde küme düşmüş bir yazı biçimidir röportaj. Bunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Çünkü geçmişte bunun düzgün örneklerini gördüm. Hem de çok iyi örneklerini. Röportaj deyince benim aklıma Ayşe Arman’dan çok, Yaşar Kemal, Fikret Otyam gelir. Başka örnekleri de var ama ilk etap da benim aklıma bunlar gelir. Buda benim aklımın saçmalığı işte. Röportaj, yapılmadan önce oturulup ders gibi çalışılacak bir şeydir. Ferhan Şensoy ile röportaj yapacaksam eğer, oturup onu çalışmalıyım. Oyunlarını bilmeliyim. Seyretmeliyim. Metinlerini okumalıyım. Kitaplarını okumalıyım. Hayatından izler taşıyan, daha önce ki sözleri bilmeliyim ve daha bir sürü. “Sizinle röportaj yapmak istiyorum” diyorsam, ilk cümlem “Sizin bir oyunuz vardı, “Şıhlarıda Vuracaklar” şeklinde girmemeliyim lafa. Çünkü o oyunun adı “ŞAHLARI DA VURULAR”. Biz size Güler Kazma diyor muyuz? Demiyoruz. Ne ayıp. Sizin adınız Güler Kazmacı. Yıllar önce, iki arkadaş Atila İlhan’ı arayıp bulmuştuk. Derdimiz onunla röportaj yapmaktı. Hem de öyle böyle değil. Bugünlerde pek moda olan “nehir akışı” tarzında. Adamcağız kabul etti ve başladık. Her sabah saat onda, Bulvar Kafe’de hazır bulunuyoruz. Üstat tam onda kapıdan içeri giriyor. Her zaman oturduğu masaya geliyor, oturuyor. Ezberlemişiz yazdıklarını. Şiirlerini, romanlarını, makalelerini. Bir eksikliğimiz var. kült bilgiler olarak biliyoruz, onun yazdıklarını. Yani sözleri bizde yaşamıyor. Bunu o zaman da tam hissedemiyorum. Ama bir eksiğim olduğunun farkındayım. Ne olduğunu bulamıyorum ve bu bende bir rahatsızlık yaratıyor. Basıyorum teybe, soruyorum. Ama yolunda gitmeyen bir şeyler var. Birgün bir isim geçiyor sözlerinin arasında. “Aliş kaptanoğlu”… Kim yahu bu adam? Deyip duruyorum içimden. Üstad da anlatırken, başka birinden bahseder gibi anlatıyor. Soramıyorum da. Sorsam, “a ne yaıp sen Ali kaptanoğlu kim bilmiyor musunu” diyecek ve masadan kalkıp gidecek gibi geliyor bana. Ne yapacağımı bielemdim, şaşırdım kaldım. Birgün bir yerde yakaladım ismi. Meğer Ali Kaptanoğlu, üstadın müstear ismiymiş. Gençler için söylüyorum. Müstear isim takma ad demek. Nasıl utandığımı anlatamam. O gece sabaha kadar, gözüme uyku girmedi. Çok ama çok utandım. Ertesi gün üstadla buluşmaya gittiğimde, aramızda şöyle bir konuşma geçti: -Efendim, biz bu röportaja uzun bir süre ara verebilir miyiz? -Neden? -Ben boyumdan büyük işlere kalkmışım. Özür dilerim. Ben daha Ali kaptanoğlu’nun kim olduğunu bilmiyorum. Ne hakla böyle bir çalışmaya başlıyorum… dedi. Ustaların ustası. Müthiş bir olgunlukla gülümsedi. -E, bende bunu bekliyordum… dedi. Biri gözüme sokmadan, dersimi almış olmamı övdü. Daha sonra isteğimi memnuniyetle karşıladı. Ama bağları da koparmadı. Beni Sanat olayı dergisinin toplantılarına çağırdı. “Çok yakışır, çok tutar” tavrıyla birini konuşturursanız, bu röportaj değildir. Saçma bir şeydir. Üstad buna kızar. Röportaj içinde de teziniz, söyleyeceğiniz, nedenleriniz, sonuçlarınız yoksa, o yaptığınız röportajdan başka her şeye benzer. İşte bu yüzden günümüz gazetecileriyle bir röportaj yaptığınız zaman, siz “Çanakkale Boğazı” dersiniz, onlarda ertesi günü , anüs ağzındaki yangın” diye yazar. Parkan Özturan Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|