| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Savaş Bezirganları için: -Korku ve Sefalet- ile -Savaş ve Barış- Üstün Akmen 1966 doğumlu İngiliz oyun yazarı Mark Ravenhill’in biri radyofonik on sekiz oyunundan oluşan epik tiyatro oyununun (oyun zinciri de denilebilir), yani “Vur/Yağmala/Yeniden (Shoot/Get Treasure/Repeat)”in Dot Tiyatro tarafından projelendirilerek yeni tiyatro sezonunda sahnelenmeye başlandığını biliyorsunuz. Projenin üçüncü ve dördüncü oyunları da geçtiğimiz günler içinde sahne ışıklarına kavuştu. Gittiniz mi, gördünüz mü diye sormuyorum, nasıl olsa gideceksiniz diye umduğumdan, oyunları önce “seyirci gözü”yle anlatmaya koyuluyorum. Yirmişer dakikalık iki oyun için salona girdiğimizde birbirini seven, ancak iç huzur dışında her şeye sahip olduklarını anlayacağımız Harry (Uğur Polat) ve Olivia’yı (Veda Yurtsever İpek) baş başa yemek yerken bulduk. Genç çift, kâbuslar görmekte olan küçük Alex’in anne ve babasıydı. Anne-baba, Alex’in kâbuslarını savaş haberlerine bağladılar. Bu arada cinselliği de sorguladılar. Harry bir ara: “Beni üç şey korkutur,” dedi, “senin bir zenciyle s…şmen, vajinanı yıkamaman, memenin birini aldırman”. Oysa cinsellik, cinsel “iştiyak”, aşk falan değildi sorunları, her şeyden korkuyorlardı. Masanın ortasındaki çocuk odası ses dinleme aygıtından uykudaki Alex’in horultuları, hırıltıları gelmekteydi ve çift çok tedirgindi. Olivia: ”Güvenlik bu hayattaki en önemli şey,” dedi. “Yangın alarmını yarın yeniden kontrol ettirmeliyim, yangın çok önemli” diye seslendi Harry. Alex’in kâbuslarındaki kafası kopmuş asker, onları daha da endişelendiriyordu. “Anlaşılan savaş, politikanın başka araçlarla devamı,” diye düşündüm o an. Ravenhill’e bir kez daha hak verdim ve anladım ki, tüm fiziksel ve moral olanaklarını tüketmemiş hiçbir güç savaşmayı asla terk etmeyecekti. Seyircilerin oturduğu platformun altından savaş giysileri içinde gaz maskeli asker sürünerek hücuma geçmeye hazırlandı. Kadın ile erkek fevkalade çelişkili, yüksek gerilimli, kavgalı, ne yapacaklarını bilemez durumdaydılar. Bu durum, anladığım kadarıyla önemli bir kırılma eğilimine işaret ediyordu. Kısacası, Ravenhill’in bu oyununda da savaş, barış, otorite, özgürlük, demokrasi, suç, ceza, hastalık kavramlarından yola çıkılarak günümüz kargaşasının altı bu kere de Harry ile Olivia aracılığıyla çizilmişti. İkinci oyun “Savaş ve Barış” adını taşımaktaydı. Yedi yaşındaki Alex (Cem Özeren), odasında bir çöl savaşı askeri olan imgesel arkadaşıyla (Tuğrul Tülek) birlikte savaşı, savaşılanı, sınıf ayırımını, zamanın değiştirdiklerini ve değiştiremediklerini tartıştı. Alex ve imgesel arkadaşının söyleşileri, bana iktidara tapınmanın bireylerin başını döndürdüğü bir dönemin içinde olduğumuzu düşündürttü. Başkasının ölümüne duyulan istek ve bunun doğurduğu zalimlik, artık toplumun hücrelerine sirayet etmiş vaziyetteydi. Faşizm niceliklerle iş görürken, insan ölümleri, sanki bir borsa endeksi gibi günlük olarak izlenebilir duruma gelmişti. Yanımızda, ötemizde, berimizde ölümü isteyen insanlar kol gezmekteydi ve istenilen ölümdü… Daha çok ölüm… Sadece ölüm… Ardı arkası kesilmeksizin ölüm… Nasılsa “şehitler ölmüyordu”. İnsan hayatını önemsiz hale getiren bu zalimlik, tastamam “vatan” idealinden besleniyor; idealler, sonu gelmeyen iktidarlar üretiyordu. “Bunun için Alexleri ve imgesel askerlerini sürekli gözetleyen mekanizmaların olması gerekmiyor mu,” düşüncesi aklımdan geçti. Söylemler zaten zihinlerde kodlanmış durumdaydı, tıpkı Alex’in ve imgesel askerin belleklerinde olduğu gibi... Efendim, şimdi de oyunun değerlendirmesine geçelim derim. Peki, geçelim!.. Yönetmen Murat Daltaban’ın her iki oyunda da seyirciyi sahnenin içinde tutması, hiç kuşkum yok ki seyirciyi bir anlamda rollerle özdeşleştirmiş. Özdeşleşme sonucunda haz kazanımı sağlanmış oluyor. Bu, Murat Daltaban’ın seyircisine gerçek anlamda kendisini işin içine sokma riskine girmeksizin, yani bir anlamda “vekâleten” serüven yaşatmasının hazzıdır. Seyirci kurmaca alanında gereksinim duyduğu görünümlerin çoğulluğuyla karşılaşıyor. Olivia’nın Harry’e attığı tokat, sanki benim sol yanağımda şaklıyor. Alex kadar savunmasız duyumsuyorum kendimi. İmgesel asker, Alex’in değil benim gırtlağımı sıkıyor. Harry’nin çevresine olan güvensizliği içimi yakıyor. Çöl savaşı askeri gibiyim. Tehlikenin verdiği haz ve gerçek anlamda risk üstlenmemiş olmam, bir kurmaca meraklısı olarak sahne üzerinde “psiko-patalojik kişilerin” temsil edildiğini görmekten haz aldığım bir özdeşleşmeye götürüyor beni. Çoğu zaman bastırdığım ve sahne üzerinde yapıntının nesnesi olduklarına göre artık sansür koymak gereğini duymadığım itkilerin sahnelenişine katılıyorum. Dolayısıyla “Ben’in farklı parçalarının bir yasaklama olmaksızın sahne üzerinde devindiğini duyumsamanın” doyumunu yaşıyorum. Beni bu doyuma ulaştırdığı için yazara ve Murat Daltaban’a teşekkür ediyorum. Ya onlara? Onları da, yani bu projeyi diğer imzalayanları da saygıyla selamlıyorum. Yeşim Bakırküre’nin minimale indirgediği dekorunu ilk oyunda seviyorum da, gene de ikinci oyunda neden değiştirmediğini sormak istiyorum. Kemal Yiğitcan’ın, sahne durumuna ve oyun tarzına göre belirlediği ışık tarzını kutluyorum. Seyirci-ışık bağlantısında göz-ışık uyumunu sağladığı için ayrıca alkışlıyorum. Oyunculara gelince… İtiraf ediyorum, ben bu gençlere her geçen gün biraz daha fazla hayran oluyorum. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun deneyimli oyuncusu Uğur Polat, gövdesini dışsal ifade çizgisi boyunca nasıl çalıştırıyor, inanılacak gibi değil! Benim bildiğim, eğitimli bir gövdenin ve kaslarının mekanik alışkanlıkları çok güçlü ve inatçı olur. Yani öyle derler, ne bileyim ben! Hiç de öyle değilmiş meğer. Uğur Polat’ta son derece gelişmiş bir kassal bellek seziyorum. Harry’nin yaşanmış coşkularının kışkırttığı içsel yönelimlerinin derin içsel özünü duyumsuyor, duyumsadıklarını bedenini de aksiyona dâhil ederek seyredene estetik bir buket olarak aktarıyor. Veda Yurtsever İpek, yaratıcı iradesinin özlemlerini, fiziksel aksiyon biçiminde partneri Uğur Polat’ın önüne seriyor. Amacı birlikte içgüdüsel, doğal bir dürtü ortaya çıkarmak… Başarıyor. Hareket ve diksiyon hâkimiyeti sayesinde Tuğrul Tülek ve Cem Özeren, eylemleri gibi oyun metninin de bir anlam kazanacağı olası sözceleme durumlarını nasıl da güzel tasarlamışlar, işte bu anlatmakla olmuyor, oyunu mutlaka izlemeniz gerekiyor. Sahneyi ve rolü açıklayan kimi belirtileri Murat Daltaban bulmuştur, olabilir; tamam, da, hangi işaretlerin seçileceğine karar verme işleminin sorumluluğunu eminim onlar yönetmenle birlikte üstlenmiş. Gidin, Tuğrul Tülek ve Cem Özeren’i de dikkatle izleyin… Seyircinin, oyuncuyu algılayabilmesi için hareket, yüz ve sese ilişkin belirtkelerin hangi ölçeğe sahip olması gerektiğini Tuğrul Tülek ve Cem Özeren’de seyredin. “dotbilsarda”nın “Vur/Yağmala/Yeniden” projesini (hiç önemli değil) neresinden yakalarsanız orasından başlayarak izleyin. Sonrasında bana hak verin. Üstün Akmen Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|