| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bir Delinin Hatıra Defteri - Ankara Devlet Tiyatrosu Taner Can “Uyarlama”, tiyatro terminolojisindeki en hassas kavramlardan biridir. Tiyatro dışındaki edebi eserlerin sahnelenmeye uygun hale getirilmesi anlamına gelen “uyarlama”, farklı edebi türler arasında uyum sağlanmasını gerekli kılan kaygan bir zemin üzerine oturur. Yönetmen bir yandan orijinal metnin anlam bütünlüğünü korumaya çalışırken; bir yandan da sahne metninin gerektirdiği değişiklikleri gerçekleştirmelidir. Metni, yazı dilinden konuşma diline aktarmalı; ona ses ve hareket kazandırmalı; kurgunun akışını bozmadan kısaltmalar, eklemeler yapmalı; kısacası yeni bir metin oluşturmalıdır. Peki, sahnelenmeyi bekleyen sayısız tiyatro oyunu dururken uyarlamaya niçin gerek duyulur? Klasik romanların iki-üç saat süren uyarlamalarını izleyen tiyatro severlerin, hareketsizlikten uyuşmuş bedenlerini biraz olsun rahatlatmak için koltuklarında sağa sola dönerlerken bu soruyu kendi kendilerine sorduklarından eminim. Ne yazık ki bu sorunun yanıtı çoğu zaman kısır bir sanatsal bakışın izlerini taşır. Sahnelerimizdeki –özellikle devlet tiyatrolarındaki– uyarlamalara baktığımızda, öğretici bir tutumun benimsendiğini görürüz. Buradaki amaç, tiyatro izleyicisini edebiyat klasikleriyle buluşturarak tiyatroyu bir eğitim ve kültürel aydınlanma aracı olarak kullanmaktır. Çözümleyici, yorumlayıcı bir yaratıcılıktan daha çok, metni eksiksiz olarak sahneye taşıma kaygısının ağır bastığı bu tür oyunlar, hantal dekorları ve gösterişli tarihsel kostüm tasarımlarıyla sinema setlerini andırırlar. Geleneksel sahneleme anlayışına sahip bu oyunların, sinema karşısında yenilgiye mahkûm olduğu gerçeği ise çoğu zaman gözden kaçırılır. Oysa uyarlama, yönetmene tanıdığı geniş oyun alanıyla tiyatronun ihtiyaç duyduğu yenilikçi arayışlara cevap veren, önemli sanatsal açılımlar sunar. Yönetmeni farklı edebi türlere ait metinleri tiyatroya uyarlamaya iten de eğreti bir öğreticilik anlayışı değil, sanatsal bir meydan okumaya ve kışkırtıcılığa sahip bu oyun alanı olmalıdır. Geçen sezon hizmete giren Ankara Stüdyo Sahnesi, faklı sahne tasarımıyla tiyatromuzun ihtiyaç duyduğu yenilikçi açılımlara ev sahipliği yapabilecek önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Bu yargıya varmamızı sağlayan sadece sahnenin fiziksel tasarımı değil kuşkusuz. Sahnenin ilk konuğu olan Bir Delinin Hatıra Defteri adlı oyun, “geleneksel”e olan mesafeli duruşuyla uyarlama oyunlara duyulan ihtiyaç konusunda yazının hemen başında sorduğumuz soruya verilebilecek en iyi cevaplardan birini ortaya koyuyor. Oyunun öne çıkan bir diğer özelliği ise Devlet Tiyatroları’nda görmeye pek de alışık olmadığımız deneysel yaklaşımın başarılı örneklerinden biri olmasıdır. Rus ve dünya edebiyatının en büyük yazarlarından Nikolay Vasilyeviç Gogol’un kaleme aldığı kısa öykü, Çar I. Nikolay devrinde yaşamış küçük bir devlet memuru olan Aksenti İvanoviç Popriçin’in ruhsal gelgitlerle başlayan ve akıl hastanesine kapatılmasıyla sonuçlanan yaşamını konu alır. Sıradan bir memur olan Popriçin’in hayatı, şube müdürünün kızına aşık olmasıyla değişir. Günlerini Sofi’yi takip ederek geçirmeye başlayan Popriçin’in tek istediği genç kızın, kendi varlığından haberdar olmasıdır. Ancak, aralarındaki sınıf farkı Popriçin’i umutsuz bir aşka mahkûm ederek ruhsal bozukluğunun derinleşmesine neden olur. 1840’ların Petersburg’unu esir alan bürokrasinin sert bir eleştirisinin de yapıldığı öykü, kimi eleştirmenlerce Gogol’un sıradan bir memurun gözünden Çarlık Rusya’sının çarpık düzenini resmettiği bir alegori olarak kabul edilirken, kimilerine göre ise öykü, şizofreninin edebiyattaki bilinen ilk yansımasından ibarettir. Öykünün, birinci tekil şahıs kullanılarak Popriçin’in ağzından aktarılması, eseri daha çok şiirde kullanılan, ancak temelinde tiyatro olan “dramatik monolog” tekniğine yaklaştırır. Öykünün günlük şeklinde kaleme alınmasından kaynaklanan bu özelik, eserin sahneye uyarlanmasını kolaylaştıran en önemli etkendir. Öyküde yer alan diğer karakterlerin Popriçin’in ağzından betimlenmesi eserin, tek kişilik bir oyun olarak kurgulanmasını sağladığı gibi, küçük bir sahnede, yalın bir dekor ve kostüm tasarımıyla sergilenmesini de mümkün kılar. Bu olumlu yönlerinin yanında, öykünün uyarlama açısından taşıdığı bazı zorluklar da mevcut. Eserin akli dengesini yitirmiş bir karakterin ağzından aktarılması, oyunculuk; karakterlerin anlatı boyunca hareket halinde bulunması ise mekân ve ışık tasarımı konularında bazı zorlukları beraberinde getirir. Kısacası, Bir Delinin Hatıra Defteri, bir yandan tiyatroyla örtüşen anlatı tekniğiyle sahneye göz kırparken; bir yandan da sahneye direnç gösteren anlatı özelikleriyle zorlu bir sanatsal serüvene davetiye çıkarır. Tiyatroda özgünlüğü yakalamanın peşinde olan yönetmenlerin böylesi bir davete kayıtsız kalması pek mümkün değil kuşkusuz. Oyunun birçok ülkede farklı yorumlarla sahnelenmiş ve halen sahnelenmekte olması bu gerçeğin en somut kanıtı. Gogol’un davetine bir yanıt da 2007–2008 sezonunda ülkemizden, Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan geldi. Proje tasarımını ve yönetmenliğini Cem Emüler’in, oyunculuğunu ve yönetmen yardımcılığını ise Erdal Beşikçioğlu’nun üstlendiği oyun, uyarlama konusunda incelikle hazırlanmış bir ders niteliğini taşıması bakımından özel bir öneme sahip. Orijinal metnin ana izleğinden sapmadan özgün ve yaratıcı tiyatronun izini süren oyun, tiyatronun görselliğin esiri haline dönüşen günümüz insanını hâlâ büyüleyebileceğini ispatlayan bir başyapıt. Hazırlık döneminde oyuncu yönetmen işbirliğinden fazlasıyla yararlanıldığı anlaşılan oyunun, bu yönüyle de geleneksel ayrımlardan uzak bir sanatsal sürecin ürünü olduğunu söylemek doğru olur. Seyircileri, sahnenin ortasına yerleştirilmiş, sisler içinde bir iş asansörü karşılıyor; kendi etrafında üç yüz altmış derece dönebilen ve tiyatronun tavanına kadar yükselebilen bir iş asansörü bu. Popriçin (Erdal Beşikçioğlu) ışıktan bir kafesin içindeki asansörün üzerinde hareketsiz yatıyor. Aynı renkten altlı üstlü, kışlık iç giysileri var üzerinde, eli yüzü yara bere içinde, bileklerinde intihar denemelerinin acı izlerini taşıyor. Zorlanarak konuşuyor ilkin. Ayağa güçlükle kalkarak bakanlıktaki görevinden, diğer memurluklarda dönen dalaverelerden söz ediyor. “Onlarca kabloyla bağlandığınız hayatta her gün aynı hat üzerinde gidip gelen sizler, benden çok mu farklısınız?” diye sorar gibi bakıyor gözlerimizin içine. Sonrası malum. Özgürce konuşuyor Popriçin, ortodoks düşüncenin paradigmalarına Don Kişotvari bir yıkıcılıkla saldırarak. Onu bağlayan, hareketlerini, söylemini denetim altında tutan kurallar yok. Sonuçsuz bir serzeniş onunkisi, dinleyenlerin, içlerindeki hayal kırıklıklarıyla eşlik ettikleri bir yenilgi türküsü. Dekor seçimi, oyunun sadece metni ön plana çıkaran “aktarımcı” bir bakış açısıyla ele alınmayıp, özgün bir dramaturgi çalışmasıyla “yorumlanarak” sahneye taşındığının ilk işareti. Oyunun dekor ve giysi tasarımından sorumlu Serter Çetiner, çalışmasını Gogol’un sade ama bir o kadar da güçlü kaleminin evrenselliğinden hareketle oluşturduğunu belirtiyor: “Dekorun; eserin yazıldığı dönemin güç ve statü dağılımdaki eşitsizliğin günümüz koşullarında katlanarak çoğalmasının yanı sıra yaşanan teknolojik gelişme, sanayileşme ve makineleşmenin yarattığı – çağdaş – sorunların eklenmesiyle büyüyen sevgisizlik, ilgisizlik ve yalnızlığın yaratabileceği delilik temalarını bir bütün olarak yansıtması ve konunun önüne geçmeden onu destekleyebilecek bir konsept taşıması gerekliliğinden yola çıkarak; eserin kaleme alınışındaki yalın anlatımın altındaki derin anlamı vurgulayacak aynı sadeliği ve derinliği koruyacak basit ama etkili bir dekor oluşturmayı amaçladım.” Çetiner’in isabetli yorumu, oyunu kitap sayfalarından çekip çıkararak yaratıcı sürecin ürünü bir görsellikle buluşturmuş. Dekor tasarımındaki bu faklı yaklaşım, izleyicileri, mekân ve tema arasında bağlantı kurmaya yönelterek, onları pasif birer alıcıdan, düşünsel düzeyde aktif katılımcılara dönüştürmesi bakımından da önem taşıyor. Işık tasarımı ve aksesuarlar (Seyhun Ayaş/Zeynel Işık) iş asansörüyle sağlanan görselliği tamamlayarak, sahnede istenilen atmosferin yaratılmasına yardımcı oluyor. Zaman zaman tuvalet, zaman zaman bir generalin miğferi olan teneke kova, pelerine dönüşen eski bir pardösü, bir şemsiye, asansörün küçük platformunu, sınırları Popriçin’in hayal gücüyle çizilmiş devasa bir oyun alanına çeviriyor. Aksesuar seçiminde benimsenen bu basit ama akılcı tutum, hızla akıp giden anlatıda mekân değişikliği için dışarıdan bir müdahaleye gerek bırakmayarak, oyunun bütünlük içinde ilerlemesini sağlıyor. Işık tasarımı için de benzer şeyler söylemek mümkün. Sahnenin dört bir yanına yerleştirilen ışık düzeneği, oyunda mekân ve zaman değişimlerini imlerken; Popriçin’in yaralı bedenine derinlik kazandırarak, izleyiciyi oyunun ilk dakikasından itibaren etkisi altına alan çok boyutlu bir porteyi resmediyor. Oyunun bütünlüğüne katkıda bulunan bir diğer öğe ise ses/efekt tasarımı. Müzik yok Popriçin’in dünyasında. Kafasında yankılanan sesler var sadece. Ne zaman bu sesleri duysa, tehlike karşısında kabuğuna çekilen bir hayvan gibi yere kapaklanıyor. Kafasındaki sesler çoğalıyor, çoğalıyor ta ki Popriçin tekrar ayağa kalkıp onlara haykırarak cevap verinceye kadar. Oyunun seyirci üzerindeki etkisini artıran önemli bir ayrıntı da Beşikçioğlu’nun sesinin tüm salonda rahatlıkla duyulmasını sağlayan ses tasarımının, oyuncunun sesini mekanikleştirmeden, tüm doğallığıyla vermesi. Yazımızın başında da söz ettiğimiz gibi oyunun uyarlama konusunda taşıdığı zorluklardan biri ve belki de en önemlisi, Popriçin’in mantık sınırlarının dışında dolaşan, gerçeklikle hayal arasında gidip gelen muğlâk anlatısı. Nereden bakarsanız bakın toplumun, toplumsalın dışında Popriçin. O bir akıl hastası; genel kanıya göre bir şizofren. Bürokratik, ahlaki ve toplumsal kurallar kadar dilsel hiyerarşiyi de altüst eden bir düşünce gücüyle yazıyor günlüğünü. Şizofren bir belleğin ürünü olan anlatı, oyunun basit bir komediye dönüşmesine sebep olabilecek tuzakları barındırıyor bünyesinde. Nitekim, oyunun bazı yorumlarında metindeki absürdlüklerin birer komedi öğesine dönüştürüldüğünü görüyoruz. Erdal Beşikçioğlu’nun kusursuz performansıyla hayat bulan Popriçin, bu tuzaklardan uzak durmayı başarıyor. Sahne tasarımının tanıdığı olanaklardan sonuna kadar faydalanan Beşikçioğlu, Popriçin karakterini izleyicilerin içine sızarak yaşıyor. Oyun boyunca temposunu bir an olsun kaybetmeyen Beşikçioğlu’nun tavana monte edilmiş profillerin üzerinde gezinerek seyircinin arasına indiği final sahnesi, hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bir etkiye sahip. Oyuncunun bu müstesna başarısı akıllara hemen Uğur Polat’la hayat bulan Ruhi Bey karakterini getiriyor. Uğur Polat, “Ben Ruhi Bey Nasılım?” oyununu her sezon yeniden görmek isteyen bir seyirci kitlesi yaratmayı başarmıştı. Benzer bir seyirci kitlesi de Erdal Beşikçioğlu’yla birlikte Ankaralı tiyatro seveler arasında oluşmaya başlayacak gibi görünüyor. Bu sezonun da adından en çok söz ettirecek oyunlardan biri olan Bir Delinin Hatıra Defteri, uyarlama metinlerin özgün bir yaklaşımla ele alındığında ortaya çıkabilecek başarıların en güzel örneklerinden birini sunuyor. Gerçek anlamda yaratıcı bir dramaturgi altyapısına sahip oyunda, gereksiz hiçbir öğeye yer verilmemiş. En basit aksesuardan, ses ve ışık tasarımlarına kadar her öğe, oyun içindeki işlevi düşünülerek, uyum içinde kullanılmış. Erdal Beşikçioğlu’nun izleyenleri kendine hayran bırakan performansıyla taçlandırdığı oyun, Stüdyo Sahnesi’nin adına yakışır deneyselliğiyle, izleyicileri geleneksel tiyatro anlayışından farklı bir seyir keyfiyle buluşturuyor. Popriçin’le olan randevunuza geç kalmamanız dileğiyle, iyi seyirler. NOTLAR * Taner CAN: Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü doktora öğrencisi. E-posta: taner_can@hotmail.com ** Dramatik monolog (dramatic monologue): Konuşmacının sessiz bir dinleyiciye hitap ederek başından geçen bir olayı anlattığı lirik şiir türüdür. Konuşmacı sadece kendisini değil öyküde yer alan diğer kişiler, mekân ve zaman hakkında da bilgiler verir. Robert Browning’in “The Bishop Orders His Tomb,” “My Last Duchess,” Coleridge’ın “The Rime of the Ancient Mariner” ve T. S. Eliot’ın “The Love of J. Alfred Prufrock” adlı şiirleri türün başlıca örnekleri arasında yer alır. Taner Can Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet İrem - ( 1/31/2010 ) Elinize sağlık yazı güzel olmuş da bir yanlışı düzelteyim dedim. Popriçin, şube müdürünün kızına değil, genel müdürün kızına aşık oluyor :) seza erkal - ( 1/19/2011 ) aman allahım etkisinden hala kurtulamadım.o ne perfonmans,o ne oyun gücü.Kendimi deli gibi hissedip oyunun içindeydim sanki |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|