Bir yaz günü,bir tatil köyünde, ben bundan daha küçük bir kızken,tonton bir amca kapıdan içeri girdi. Babacan bir gülümsemeyle "nasılsın kızım, şu koltukta biraz dinlenebilir miyim?" dedi. "ne demek, lütfen buyurun" deyiverdim heyecanla. Televizyondan onu tanımayan yoktu ve o karşımdaydı. Aynıydı, beyaz camın ardına gizlenmiş başka yüzlülerden biri değildi. İçecek bir şey ikram etmek istedim, istemedi.Sadece hazır kimse yokken bir sigara içip içemeyeceğini sordu, ardından ekledi "bana yasak, Gönül yokken 1 tane içivereyim, bıraktım aslında ama aramızda kalsın ha" İşbirlikçisi olmanın sevinciyle "tamam, merak etmeyin siz, kimseye söylemem söz" dedim. Benim incecik sigaralarımdan birini içti, sonra bana bir kaç kez teşekkür ederek hazır olan odasına doğru yol aldı. O Gazanfer Özcan'dı ve ben onunla tanışmakla kalmamıştım, artık bir de sırrımız olmuştu, sadece ikimizin bildiği... Gönül Hanımla birlikte tatil köyünde kaldıkları 1 hafta içinde "ne ben ünlüyüm" diyen bir edaya rastladım üzerlerinde, "ne bana önem gösterin" diyen bir tavır yüzlerinde...Bizdendiler, benim ailem nasılsa öyleydiler...Yani hep olması gerektiği gibiydiler... Şu kısa yaşamımda hayatın bana getirdiği bu tanışma anı için gururluyum. Şimdi sırrımı sizlere anlatıyorum, sırrımız onun gibi sonsuzluğa karışsın diye...Işıklar içinde yatmanı diliyorum Gazanfer Amca... Gönül Hanım'a ve yakınlarına sabır, sevenlerine baş sağlığı diliyorum... Bir de onu unutmamamızı...
Her ölüm yaşama neden daha sıkı sarılmadığımızı hatırlatıyor bize, ya da neleri ihmal ettiğimizi? Hatırlatıyorsa...Telafisiz pişmanlıklar, ertelenen ziyaretler, tutulmayan sözler sarmamış mı her yanımızı? Daha kaç ölüm gerekiyor bize? Daha kaç ölüm gerek silkelenmek için? Durup, ıskaladıklarımızı, kaçırdıklarımızı anlamak, çağın sunduklarının kölesini olduğumuzu anlamak için kaç kayıba daha razıyız? Kayıpları bile kaybettiğimizin ne kadar ciddiyetindeyiz? Magazin muhabirlerinin bir ölümün ardından bile yine de görevini yapmaya çalışmasının suçu sadece muhabirlere mi biçilmeli? Amerikan Hastanesi'nin önünde bekleyen kameraların başsağlığına gelen ünlü insanları markaja alıp, bir kuru "başınız sağ olsun"u lütfedip bir kaç soru sorabilir miyiz demelerini acaip buluyor muyuz? Bulmuyor muyuz yoksa? Birini kaybetmişken biri bana oynadığım diziyle ilgili soru sorsa bana bu kadar sakin kalabilir miyim bilemiyorum.Biz nasıl bu hala geldik? Ne zaman bu kadar boşaldı içimiz? Ölümlerin bile anlamı olmadığı bir dünyada yaşıyorken ne kadar yaşıyoruz gerçekten? Ya hatırlamak? Daha doğrusu unutmamak. Yaşarken zaten ihmal ederken, öldükten sonra ne kadar sahip çıkacağız hatıralara, verilen hizmete? O da bir muamma...Çok değerli bir sanatçıyı daha yitirdik işte... Daha kaç kayıp gerek bize?
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...