Son yazdığım yazının ardından gelen maillerde “Hiç mi televizyon izlemiyorsunuz? Boş zamanlarınızda ne yapar ne edersiniz, sizi hayata bağlayan alışkanlıklarınız nelerdir?” gibi sorular soruluyor. Kısacası okurlar gazeteci kisvesine bürünmüştü adeta… Neyse…
Ve yine mail adresime gelen tiyatro oyunlarının tanıtımlarını takip ediyorum ve gitmeye çalışıyorum. Tiyatroya, sinemaya gitmenin yanı sıra tabii ki televizyon izliyorum fakat oldukça seçiciyim… Zira kaliteli programlar seçmek oldukça zor. Örneğin Nası Yani? (Ki bu programın adı Nasıl Yani olsaydı daha iyi olmaz mıydı ???!!!) ve Haydi Gel Bizimle Ol programını konuklara göre izliyorum. Kürşat Başar ve Metin Uca’nın programını ve belgeselleri izliyorum. Bu arada tiyatroya verdiği önemden, ilgiden dolayı izlediğim tek kadın programıdır Ebruli. Türküleri, rock, latin, klasik, enstrümantal, yabancı slow tarzındaki müzikleri dinlemeyi seviyorum. Seit Kaliyev ve Farid Farjad müptelasıyım diyebilirim.
Bazen İstanbul’un dar kaldırımlarıyla çevrili sokaklarına gidip özellikle çocukların ve yaşlıların fotoğraflarını çekmeyi seviyorum. Boş zamanımı değerlendirmek amacıyla gittiğim ve maalesef bırakmak zorunda kaldığım ve kısa süreli de olsa aldığım tasarım eğitiminin ardından, kara kalem portre resimler çizmeye başladım. Bu sanatsal eylem sonucunda ışığın ve gölgenin hayatımıza yansıyışının önemini kavradım. Bir romana başladım geçen yıl ve henüz bitmedi... Zira roman yazmak o kadar kolay değil ayrıntıları ve tasvirleri çok iyi belirtmeniz gerekiyor. Ne zaman biter ben de bilemiyorum? Şu sıralar ara verdim.
Birçok konuda fikir sahibi olduğunuz zaman sizi filozof ya da pskikologmuş gibi düşünüp derdini, sıkıntısını anlatanlarda oluyor, gelen maillerde... Örneğin kırılan kalpler, depresyon geçirenler mi dersiniz… Siz olsanız ne yapardınız? gibi sorular... Ne bileyim bu tip durumlarda ata binin, tenis veya bowling oynayın ya da yeni alışkanlıklar edinmeye çalışın, kendinizi işinize verin emin olun çabuk unutursunuz.
Fakat yinede kelin ilacı olsa sürer başına kafasını dönüştürür ormana… Neyse…
Ben hiç mi üzülmüyorum, kırılmıyorum sanıyorsunuz… Ben de sizler gibiyim… Bu abartı neden?
Bu işin en güzel yanı ne biliyor musunuz? Yazılarınızı okuyan kişilerin sizi tesadüfen gördükleri zaman “acaba o mu?” deyip yazdığınız cümleleri kullanıp güzel imalarda bulunma yoluyla emin olmaya çalışmaları… İşte o anda noktayı koyup çok mutlu oluyorum.
Teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki… Dünyanın birçok yerinde okunduğumun haberleri geliyor bana… Fakat yine de nasıl bir ortamda okunduğumu merak etmiyor değilim…
Belki bir trende…
Şehirlerarası bir otobüsün arka koltuğunda…
Bir gemide…
Bir şirketin ofisinde, dershanede, okulda…
Bir evin odasında…
Ya da bir kahvenin kokusuna eşlik ediyorumdur kim bilir?
Hayat içerisinde yaptığınız her şey, üstlendiğiniz görevler, edindiğiniz öğrenimler gelecekte çocuklarınıza bırakacağınız en anlamlı miras oluyor.
Cebime doldurduğum kırılmış kalbimin kırıntılarını mavi denizin dalgalarına bırakmak üzere gideceğim… Bu yüzden bir süre aranızda olamayacağım… Anlıyorum çoğunuz şaşırdınız.
Fakat ne yazık ki yumuşak yüreklerde kırılırmış…
Ve kıranlar hep katıymış…
Avucuma ekmek kırıntısı doldursam ve sevgiyle uzatsam…
Sizce…
Martılarda kalp kırar mı?
Anıl T. - ( 4/19/2009 )
Yine süper bir yazı olmuş sonu çok hazin bitse de... Elbette kırılmayan insan yok... Fakat bazıları hiç haketmiyor sizin gibi... Kim bu mükemmel yüreği feth edebilmişse o kişiyi tebirk ederim fakat kırdığı içinde kınıyorum. Bazı kişiler şanslı olduklarının farkına varmak istemiyorlar demek ki... Ben olsam bu yüreği onarmak için elimden geleni yapar kazanmaya çalışırdım... Buna değer birisiniz çünkü...
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...