| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Tiyatro Cef'in İlk Oyunu, İlerisi İçin Umut Vermiyor: Letafet Üstün Akmen Pop-Rock ve Blues tarzında türküler besteleyen-söyleyen bir sanatçımızdır Soner Olgun (1959). Kaan Erkam onlarca kez kendisiyle tanışmamı istemiş, ne yapmış ne etmişse olmamış, bugüne değin tanışamamışızdır. Evdeki CD’lerim (şimdilerde “yoğunçalar” diyorlar) arasında “Letafet” (1992), “Her Şey Değişmeli” (1994) ve “İyi Bayramlar” (1999) başlıklı üç albümü vardır ve her keresinde severek, keyiflenerek dinlerim. Aralarında, Nazım Hikmet’in “Davet”, Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum”, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Beni Unutma” şiirlerinden “mülhem” bestelerini sevmem ve de pek dinlemem. O da benim zevkim, ne edem? Devlet Tiyatrolarımızın saygın oyuncularından Hüseyin Avni Danyal, Zerrin Ongan ile 2008–2009 sezonunun hemen başında Tiyatro Cef’i kurdu. “Hayırlı olsun” demek, onları yüreklendirmek elbette boynumuzun borcu. Zaten, oyunun sahnelerimizde daha ikinci ayı dolmadan dere, tepe, köprü aşıp giderek oyunu izlemem bu borç “kefalet”inin bir parçası. İlk oyun olarak, aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro/Dramatik Yazarlık Bölümü mezunu da olan, ancak bizim müzisyen olarak tanıdığımız Soner Olgun’a gitmişler, oyun sipariş etmişler. Daha doğrusu “Letafet”in öyküsünü yaz demişler, “Letafet”in öyküsü yazılmış, Murat Karasu da sahneye koymuş. Soner Olgun, metni kâğıda dökerken her şeyin olduğu gibi, sevginin ve ilişkilerin de acımasızca tüketildiği günümüze kadın ağırlıklı bir bakışla ayna tutmayı amaçlamış. Unuttuğumuz hoşgörü, incelik, hoşluk gibi temalara göndermeler yapmak istemiş. Hazıra alışık; sevgiyi, hoşgörüyü, incelikli davranmayı, güvenmeyi rafa kaldırmış tüketim toplumunun altını çizmeyi hedeflemiş. Çaba sarf ederek, gerçekten hak ederek elde etmeyi kendisine zül sayan bir Tiki (Mert Yavuzcan) karakteri yaratmış. Tiki’nin karşısına “canı can yapan, candan öte sevgiler yaratabilmektir” diye(bile)n Derviş'i (Hüseyin Avni Danyal) oturtmuş. İkisini, gecelerden bir gecenin sabahına karşı bir sokak arasında rastlaştırmış. Günümüzde her şeyin, özellikle de sevginin ve ilişkilerin ne kadar acımasızca yok edildiğinin kanıtı olarak da Letafet’e (Zeynep Gülmez) imgesel ortamda can vermiş. Şimdi konuyu özetleyivereyim: Oyun bir sokakta, kendisini "çöp toplayıcısı" olarak tanımlayan orta yaşlı adamın, barınak olarak kullandığı mekânında geçmekte ve oyunun tamamı bu ortamda oynanmakta. Bir baskın sonucu Letafet'in randevu evinden yakalanmadan kaçmayı başaran Tiki (delikanlının adı neden Tiki? Takıldım bu ada), kendisini kovalayan komiserden (Galip Erdal) kaçarken Dervişin barınağına sığınır. Derviş Tiki’yi polislerden saklar. Derken, Derviş ve Tiki arasında kişilik, aşk, yaşam, mülkiyet, para, aidiyet, babalık, cinsellik gibi kavramlar sorgulanmaya başlanır. Oyunda sorgulanan diğer mekânsa Letafet’in evidir. Komiser Tiki’yi ararken, Derviş'in bulunduğu sokağa gelir ve sürekli Letafet'ten, onun güzelliğinden, büyüsünden, evinin içinde dönen dolaplardan ve elinden kaçırdığı adamdan (Tiki) söz eder. Kaçan adam, sıradan bir zampara mıdır, yoksa evin ortağı mı? Komiser de Letafet'e oyundaki diğer iki erkek gibi yoğun tutkulu bir ilgi, aşırı istek (Derviş’in: “Letafet’in koynuna gireyim de/Öleyim dersin” şarkısı) duymaktadır. Derken, Letafet sahneye imgesel bir biçimde gelir. Bu geliş, üç erkeğin bilinçaltları kaynaklı mıdır yoksa gerçek midir? (Letafet’in: “Bu gece şehir bir hoş/Gönlüm sanki bir cennet/Elimde bir şişe/Yanımda Letafet//Şehir derin uykuda/Gecenin yarısında/Bense sabahlamaktayım/Letafet'in koynunda” şarkısı). Sonuçta Soner Olgun düğümü çözer: Üçünün de Letafet’i aynıdır ve üçü de Letafet’tin gözlüğüyle kendilerine bakmaktadırlar. Diğer taraftan, Tiki'nin aşk hayatı sorgulanır. Tiki’nin karısı Sibel imgesel olarak çıkagelir (Sibel’i de Zeynep Gülmez canlandırmaktadır!). Tiki'nin karısı ile ilişkisine tanık oluruz. (Tiki’nin: “Sen var ya sen/ Ne güzel şeysin/Ömrüm, seni severek geçsin/Hem çok tatlı/Hem çok güzelsin/ Sen benim her şeyimsin” şarkısı). Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Tiki, kendisini birçok sorunuyla yüzleşmiş olarak duyumsar. Kaçmak için taksi aradığı yerden, bu kere müşteri bekleyen “boş” taksi geldiği halde ayrılmak istemez. Derviş, kendisinden yaşça küçük olan Tiki’ye bir şeyler öğretmiş, bazı gerçekleri göstermiş olmaktan dolayı mutludur. Yaşam sürer. (Yeniden Letafet’in şarkısı: “Bu gece şehir bir hoş/Gönlüm sanki cennet/Elimde bir şişe/Yanımda Letafet//Şehir derin uykuda/Gecenin yarısında/Bense sabahlamaktayım/Letafet’in koynunda”). Komiser çok yorulmuştur, üstelik kaçağı da yakalayamamıştır. Nöbeti bitmiştir ve evine dönmeye hazırlanır. Letafet’in üzerindeki giz perdesi gıdım aralanmaz (Letafet’in nedense Derviş ile ve de saksafon eşliğinde söylediği: "Ne kadar kazanırsan kazan,/ bütün kazandıkların olsa olsa kaybettiklerinin toplamı kadardır.//Sevişmek bir mucizedir,/mucizeler de ancak/hak edenler için vardır” şarkısı). Ve perde… Bu konudan oyun çıkar mı? Bence çıkmaz! Ama başarılı rejisörlerimizden Murat Karasu “çıkar” demiş ki kolları sıvamış, “Letafet”i sahneye taşımış. Ben: “Bu metinden oyun çıkmaz,” derken tekstin oyun yazma tekniği açısından zayıflığını göz önüne alıyorum. Tamam, Soner Olgun’un yaratıcılığı, konuyu yakalamışlığı olabilir, ama oyun yazma tekniği yazara çözümlemede yol gösteren en önemli unsur. Tiyatro metninin neredeyse olmazsa olmazı… Bu iki öğe, yani yaratıcılık ve teknik birbirini tamamlamazsa olmaz, olamaz. Anladığım, Soner Olgun bir yazar olarak tiyatro tekniklerini, sahne yapısını, oyunculuğu, rejiyi falan bilmiyor. O zaman da seyrettiğimiz tiyatro olmuyor, seyredene tiyatro lezzeti vermiyor. Çok şey söylemek, içindekileri dışındakileri olduğu gibi anlatmak istiyor, olmuyor. Sistemi tartışmak istiyor, konuyu açamıyor. “Çöp Toplayıcısı Derviş” ile sistemle hesaplaşmış bir adamın portresini çizmeyi deniyor, iyi anlatamıyor. “Derviş” payesini metafor olarak kullanıyor, tamam da sonuca varamıyor. Eğretileme nedir, açılmadığı için anlaşılamıyor. Derviş’e: “Kazanıyoruz diye her şeyi kaybettik” dedirtiyor ya, esasında oyuncularla, yaratıcı kadroyla, teknik ekiple birlikte kendi de kaybediyor. Yeni oyun yazarları çıkmasını elbette destekliyoruz, ama böyle durumlarda emeklere yazık oluyor. Dramaturg kullanmayan Murat Karasu, sözcelenmesiyle gelişiminin toplu tartımı iyi değil, hiç açıklanmayan metin içinde anlaşılan boğulmuş. Sahneleme, sadece herkesin anlamını kavrayabilmesi için temsilin havasını, çıplak sesle söylenen dört şarkıdan oluşan “cookie”leri vererek metnin sözcelenmesi değil ki! Kendi etmiş, kendi bulmuş Murat Karasu’nun, söyleyecek sözüm yok. Gene de sahneye koyarken, içinde sözlü olanla, sözlü olmayan arasındaki alışverişi iyi ayarladığını söyleyeceğim. Dramatik döngüde keşke, bir de bunalım ile umudu, alçalma ile iyileşmeyi birbiri ardına sıralasaymış diyeceğim, başka da bir şey demeyeceğim. Zuhal Soy’un dekoru olabildiğince yalın... Sokak lambası, tekerlekli çöp toplama torbası, çöp “container”i, musluklu su bidonu, falan… Zuhal Soy imzalı kostümlere gelince, Derviş’in pırıl temiz, neredeyse kolalanmış “mertebede” ütülü gömleğine, tertemiz uzun donuna değinmeden edemeyeceğim. Çöpte bulunmuş birinci el gitara ve de yeni parlatılmış saksafona da… Yakup Çartık’ın ışıkları bu kere de kusursuz da, Sibel’in evlilik öncesi geldiği ve Tiki ile Derviş’in birlikte Sibel’i yanıtladıkları tabloda, neden ışık değişimi olmuyor, doğrusu anlayamadım. Cihan Yöntem’in koreografisi “yeterli”. Soner Olgun’un şarkı sözleri değil, ama ezgileri güzel. Oyunculardan Mert Yavuzcan’ın coşku ve duyu belleği daha da gelişmeye müsait. Tiki’nin coşkularını seyirciye iyi yansıtıyor. Zeynep Gülmez, Oyun Atölyesi’nde izlediğim “Cimri”deki Mariane tiplemesi ertesi “eleştirmen amca” olarak söylediklerime sanırım “itibar” etmiş, Donkişot yapımı “Karmakarışık”ta Suzan Phillippe’yi belirginleştirmiş, sesinin parametrelerini değiştirme sanatında başarıya ulaşmıştı. “Letafet”te Letafet olarak bütünlük yanılsaması yaratan doğalcı oyunculuğunu alkışlayacağım, ama birinci perdedeki yüksek ses kullandığı tablolarda oyunculuğunun psikolojik ve davranışsal işaretlerden yoksun kaldığının da altını çizeceğim. Galip Erdal, Komiser’e başarıyla can veriyor. Hüseyin Avni Danyal ise oyunu sırtlayıp götürüyor. Kimse alınmasın, darılmasın, kırılmasın; ama bu satırların yazarı, üzülerek söylüyor, böylesine cılız oyunlarda ısrarcı olunursa Tiyatro Cef’in ilerisini pek aydınlık görmüyor. Üstün Akmen Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet KEREM GUL - ( 7/3/2012 ) 20 yıldır tıyatro ıle ugrasıyorum.. zerrın hanımla facede tanıstık sızlerın yanında kucukte olsa bulunmaktan seref duyarım |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|