| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Öfke kusan bir -Şölen- Rengin Uz Bu sezon 20. yılını kutlayan Tiyatro Stüdyosu’nun yeni oyunu, aynı zamanda oyuncu ve yönetmen olan Moira Buffini’nin yazdığı Dinner/Şölen. Tiyatro Stüdyosu’nun kurucularından Zuhal Olcay’ı yıllar sonra yuvaya döndüren oyun ülkemizde ilk kez sahneleniyor. Hazmı hiç kolay olmayan bu şölenin -oyunun çevirmeni ve yönetmeni, Ahmet Levendoğlu. Şölen’in genç oyun yazarı Moira Buffini’nin anne babası İrlandalı da olsa, İngiltere’de doğup büyüdüğü ve yaşamının büyük bölümünü orada geçirdiği için kendisini İngiliz sayıyor. Yazar, seyirciyi bir ‘Şölen’e davet ediyor. Ama nasıl bir şölen! Ev sahibesi Paige, mönüsünü öyle her restoranda bulamayacağınız bu sıra dışı yemek davetini yazar olan kocası Lars’in ‘İnancın Ötesinde’ adlı yeni kitabının onuruna veriyor. Şölenin konukları; Televizyon spikeri Sian, onun mikrobiyolog kocası Hal, ressam Wynne ki son anda kavga etmeseydi sevgilisi Bob da masada yerini alacaktı. Konuklara, o aksam için Paige tarafından özel olarak tutulan garson hizmet ediyor. Konuklarına havadan bakan kibirli mi kibirli, hayatında hiç çalışmamış, hiçbir şey üretmeden kocasının peşine takılmış Paige, geceler boyu uykusuz kalarak oluşturmuş ‘Şölen’in mönüsünü: İlkçağ Çorbası, Istakozun Sonuncu Faslı, Dondurulmuş Atık ve Peynir Tahtası! Bu kadarla kalsa iyi, ıstakoz masaya çiğ olarak servis ediliyor. Yüreği kaldıran canlı ıstakozu alıp mutfaktaki kaynar suya atıyor, sonra da bir güzel yiyor. Ona yaşam hakkı vermek isteyen de bahçedeki tuzlu suya atıyor. Yani ya öldür ya bırak! Paige’in ıstakozu büyük bir iştahla yediğini bilmem söylemeye gerek var mı. Bu masada her an kıyamet kopabilir, bu kadın şöleni cehenneme çevirir diye düşünürken, beklenmeyen bir konukla gece daha da hareketleniyor. Kamyonetiyle evin önünde kaza yapıp, telefon etmek için evin kapısını çalan, üst orta sınıfın yabancısı olduğu genç şoför Mike, yemeklerini değil de birbirlerini yemek üzere ‘Şölen’de buluşmuş konuklara katılıyor. Oyun, varlıklı denen sınıfın tüm ahlaksal kofluğunu, tüketim ve yeme aşırılığını, mutsuzluğunu, kendine güvensizliğini, kibar ve saygın geçinenlerin doğasındaki yozlaşmayı, Tanrıcılık oynayanların aslında ne kadar zavallı olduklarını çok çarpıcı ve eleştirel bir tiyatro dili ile anlatıyor. Son yıllarda çoğumuzun bir yerinden bulaşıp ‘acil şifa aradığı’ modern felsefe adı altında sunulan kitaplara ve haberlerin süs bebekleri ile yumuşatılmasına da eleştirel bir bakış getiriyor. Erkeklerin sığlığı, ne denli yozlaştıkları, kadınlara olan aşağılayıcı bakış açıları Lars ve Hal karakterleri üzerinden gösteriliyor. Büyük bir güvensizlik ortamında, kaygan bir zeminde kendinle ve diğerleriyle hesaplaşma oyununa, dünyanın halleri üzerine çeşitlemelere ve giderek gerilimli bir toplu terapi seansına dönen ‘Şölen’de farklı görüşler çarpışırken, Ölüm üzerine de vecizeler sıralanıyor. Seyirciyi sarsan asıl sürpriz ise finalde geliyor. Yazar, acınası insanların çırpınışlarını sivri dilli, çarpıcı, alaycı bir dille harmanlamış. İngilizceye Türkçe kadar hakim olan Ahmet Levendoğlu bu zor oyunun çevirmeni olarak metne sadık kalarak kelimesi kelimesine çevirmiş. Kendilerine ve birbirlerine öfke dolu bu gösterişçi, tam bir tükeniş içindeki yitik ve açgözlü insanlar topluluğu devamlı küfür ediyor. Yaşamın bir parçası olduğu için doğal ama bana fazla geldi. Ahmet Levendoğlu da bu kadar özene bezene çevirirken, değil tek küfürüne tek virgülüne bile dokunmak ve bize uyarlamak istememiş. Böylelikle ortaya biraz yadırgayacağımız, duymaya alışık olmadığımız türden küfürler çıkmış. Ama her şeye rağmen çevirmene saygı duyuyorum. İnsan kendi çevirisi olan, her bir kelimesi için gecesini gündüzüne kattığı oyunu daha mı çok mu sahiplenerek sahneye koyar? Bu soruyu kendi kendime sordum ve yine kendime kendime evet diye yanıtladım. Çünkü Ahmet Levendoğlu çevirideki titizliğini rejide de göstermiş. Öncelikle, böylesine nitelikli oyunculardan oluşan bir kadroyu bir araya getirdiği için peşinen bir kutlamayı hak ediyor. Program dergisinden edindiğim bilgiye göre Şölen, En İyi Komedi dalında ‘Olivier Ödülü’ kazanmış bir oyun. Ancak Ahmet Levendoğlu’nun yorumunda daha ağır bir havaya bürünmüş. Kara komedi iyice kararmış ki oyunu ağır bulanların aksine ben bu yorumu sevdim. Zor çözümlenen karakterlerin söze dayalı, az aksiyonlu sahnelerini, yemek masasını döner bir platformun üzerine oturtarak oyunu rahatlatmış. Film karesi izler gibi, oyuncuları çok değişik açılardan seyredebiliyorsunuz. Sıkıcı olabilecek uzayan bazı sahneler böylelikle akıcılık kazanıyor. Sahneleme tekniği olarak çok iyi çözümlenmiş ve tüm oyuncular da buna çok rahat ayak uydurmuş. Yine de tek perde olsaymış ve biraz da kısaltılsaymış Şölen’in zevki daha iyi çıkardı diye düşünüyorum. ‘Şölen’de özellikle kadın oyuncuların ‘şölen’i var. Zuhal Olcay, güzel, akıllı, öfkeli, soğuk, mutsuz, itici, hayatta hiç üretmemiş, kocasının işini kendine iş edinmiş nefret dolu Paige’de, oyunculuk malzemesinin ne denli çeşitli, renkli ve sonsuz olduğunu ve onların her birini nasıl yerli yerinde kullandığının dersini veriyor. İçinden fışkıran doğal oyunculuğu ile Paige’e hayat veriyor. Ressam Wynne rolünde Funda İlhan’ı sahnede ilk kez seyrettim. Yıllar önce ev sahibi Lars’la kısa bir ilişki yaşamış, sedece sebzeyle beslenen, kadınları cazip bulan eski feminist ressamda çok sahiciydi. Acınası ama aynı zamanda şefkat uyandıran karakterin gülünç yanlarını da çok iyi vurguladı. Sian’da Ayça Bingöl, haberleri süsleyen haber bebeği olarak oyunu süslemenin çok ötesine gidiyor ve aşkla, gözleri ışıl ışıl, ışık saçarak sürdürüyor rolünü. Kendi hayatının tanrısı, içi kof, popüler felsefe kitabı yazarı Lars’da Payidar Tüfekçioğlu, cok sade bir oyun tarzını benimsediği için inandırıcıydı, tıpkı mikrobiyolog Hal’de Özgür Yalım’ın olduğu gibi. Şöför Mike’ı oynayan Gökçer Genç, enerji doluydu. Güçlü Yalçıner, garsonda oyundaki gizli gücünün her an farkında olan bir oyun sergiledi. Behlüldane Tor, yaşamları yemek, tüketmek üzerine kurulu ev sahiplerine ve konuklara çok uygun, mor tonlarında şık bir dekor tasarımı yapmış. Oyunun odak noktası olan yemek masasının üzerine kocaman bir avize yerleştirmiş. Tor’un dekor tasarımı şölen’e zenginlik katıyor. Funda Çebi’nin giysi tasarımına söylenecek bir şey yok. Özellikle Paige’in yani Zuhal Olcay’ın kırmızı tuvaletini çok beğendim. F.Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımı da, yönetmenin yarattığı gerilim atmosferini başarıyla destekliyor. Şölen’i ya seversiniz ya da gittiğinize pişman olursunuz. İkisinin ortasına pek rastlamadım. Ben sevenler grubuna giriyorum. Evet, hazmı zor bir mönüden oluşuyor, dolayısıyla seyirci olarak da hazmetmesi kolay değil. İnsana kendini, dünyadaki yerini sorgulatan, her birimizin içimizden geçirmekle kalmayıp çoğu kez haykırmak istediğimiz öfkeleri kusan, canımızı acıtan bir kara komedi. Bana bu gastronomik şölenden buruk bir tat kaldı. Şölen, çok emek verilmiş, iyi yazılmış, iyi sahnelenmiş, tüm oyuncularının ayrı ayrı iyi olduğu, günümüzün mutsuz, sevgisiz insanına ayna tutan modern bir toplum eleştirisi olarak sezonun sivrilen oyunlarından. Rengin Uz Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|