Buyruk Dinleyen Sanat, Sanat Değilse Peki Bu Ne?: Koca Sinan
Üstün Akmen
Hem yönetici, hem sanatçı olarak Türkiye’de müziğe büyük hizmetler vermiş olan Bas Arda Aydoğan başkanlığındaki İstanbul Boğaziçi Kültür ve Sanat Platformu yapımı “Koca Sinan”, nihayette perde açtı. “Koca Sinan”ı tiyatro, reklam, sinema, dizi oyuncusu ve yönetmen Hakan Altıner (afişlerde, oyun kitapçığında falan yazmıyor, ama) F. H. Çorbacıoğlu’nun aynı adlı eserinden almış, orasını burasını eğmiş bükmüş, sahneye koymuş.
CAMİNİN DOĞUŞ ÖYKÜSÜ BÜYÜLÜ MERCEK ALTINA SIĞMAMIŞ
Daha doğrusu sahneye koymak amacıyla iyi niyetle yola koyulmuş, her ne kadar Mimar Sinan’a oyun içinde “buyruk dinleyen sanat, sanat değildir” repliğini okutmuşsa da, gişenin buyruğunu göz önünde tutmuş. “Puzzle”lar da oyunda yerlerine oturmamış. Metin içindeki kavram kargaşalarını falan kısa keseyim diye atlıyorum, ama gerek Çorbacıoğlu’nun ve gerekse Altıner’in amaçladıkları Süleymaniye Camii’nin doğuş öyküsü anlatımı çerçevesinde ballandırılacak sanat-iktidar ilişkisi teması, ne yazık ki “tiyatronun büyülü merceği” dışına oturtulmuş.
Süleymaniye Camii’ni Kanuni’nin bizzat kendisi ve Hürrem Sultan için yaptırdığı tarihçiler tarafından ısrarla tevatür edilirken, Sultan’ın Mimar Sinan’a neden ve hangi gerekçelerle bunca kin-nefret-hırs üçgeninde karşı çıktığını ola ki herkes anlamıştır da ben anlayamamış olabilirim. Tamam, işin o tarafını/taraflarını atlayayım, dokunmayayım, ama bırakın hiç değilse şu soruyu Hakan Altıner’e göğsümü gere gere sorayım: Oyun boyunca acaba tempoyu neden dondurmuş?
MİMAR SİNAN’DA ANKSİYETE BOZUKLUĞU MU VARDI
Hakan Altıner, yönetirken sahne trafiğini falan da hiç umursamamış. Yahu, karakterler padişahın arkasından dolanıyorlar! Osmanlı’nın sarayında bu durumun mümkün olabileceği savunulur mu? Mimar Sinan’ın Burak Sergen tarafından, özellikle birinci perdede anksiyete bozukluğu içinde bir karakter olarak çizilmesi doğru mu? Vezir-i Azam Rüstem Paşa’nın Hürrem Sultan’ın elini Fransız usulü şapadanak öpmesi olur mu?
YÖNETMEN ELİ VE GÖZÜ DEĞMEMİŞ OYUNCULUKLAR
Neyse, ama Mimar Sinan’da Burak Sergen’in, Hürrem Sultan’da Dilek Türker’in, Vezir-i Azam Rüstem Paşa’da Atilla Pekdemir’in, İbrahim’de Hilmi Özçelik’in, Kanuni Sultan Süleyman’da Tarık Papuçcuoğlu’nun, Hattat Karahisari’de Ayberk Atila’nın, Mimar Sinan’in ikinci karısı Gülruh’ta Elif Çakman’ın, diğer rollerde Fahri Öztezcan’ın, Bertan Dirikolu’nun, Diler Öztürk’ün oyunculuklarına da yönetmen eli değmemiş.
AMAN ALLAHIM, O DEKOR NE ÖYLE!
Karikatürize edilmiş İstanbul kenti çirkinliği ve Sultan Süleyman’a ait olmayan (kimin olduğunu çıkaramıyorum, ama kesin olarak Sultan Süleyman’ın değil) tuğranın üzerine çakılan o çirkin ve sakil kırmızıyı hangi ışık tasarımcısı tasarladı bilmiyorum, ama ışık düzeni insanı (eleştirmen de bir insandır) çileden çıkaracak kadar kötü. Her bir şeyiyle kötü üstü olan dekorun ve kostümlerin pek çok başarılı yapıma imza atmış Türkan Kafadar’a ait olabileceğine inanamıyorum, ihtimal dahi veremiyorum, vermek istemiyorum. Gel gelelim söylemeden de duramıyorum.
TARİHİ OYUNDA DANDİK KAVUKLAR
Ayol o ne kavuklardır öyle!
Haydi diyelim, Osmanlı’da Sadrazamın üstü dar dörtlü silindir şeklinde kavuğu, Kanuni’nin sorguçlarla süslü “mücevveze” olarak adlandırılan kavuğu kullandığını bilmiyoruz, bu oyunda o dandik kavukları yutacak mıyız yani! Diğer taraftan, 17. yüzyılın ortalarına doğru Barok stilinde kullanılan doğru çizgilerden meydana getirilen süslemeye karşı tepki olarak doğmuş rokoko motifli bez ile kaplı podyumun sakaleti ne öyle!
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...