Bir Delinin Hatıra Defteri - Genco Erkal
Yurdagül Yurtseven
28 Kasım günü bir arkadaşımın daveti üzerine; Genco Erkal'ın ilk kez 1965 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu'nda 27 yaşındayken tek kişilik olarak sahnelediğ Nikolay Gogol imzalı "Bir Delinin Hatıra Defeteri" oyunundaydım. Sahne dekoru güzel hazırlanmış yani Gogol'un yarattığı dönemin ve mekanın yanı sıra karakterinde bir anlamda iç dünyası da diyebiliriz. Eskimiş masa ve sandalye, demir karyolalı bir yatak ve önünde yine eskimiş bir sandık. Masanın üzerinde bir defter ve kalem...
Oyunu izlerken, o dönemi hissetmek için oyunu yazan kişinin yani Gogol'un nasıl bir hissiyatla yazdığını anlamakda önemli.. Bunu anlatmak ve algılatmak işi de elbette oyuncuya düşüyor. Tek kişilik, absürd, trajikomik, ironik, günümüzede vurgu yapan oyunları tek kişilik bir orkestraymış gibi yansıtmak kolay değil. 77 yaşında olmasına rağmen Genco Erkal bunu hâlâ çok güzel başarıyor.
Oyun Çarlık Rusyası dönemini anlatıyor. Aksentiy Ivanoviç Poprişçin bir bakanlıkta memur olarak çalışan yoksul bir kimsedir. Genel müdürün kızına umutsuzca aşıktır. Çalışırken kimsenin görmediği, farketmediği bi takım ironik durumları anlamaya başlar. Yani soylu kişilerin içinde bulunduğu burjuvatik hayatlarındaki yapmacık, samimiyetsiz, yalakalık kokan davranışlarını, yoksulları küçümseyip, aşağıladıkları tavırları gördükçe kendini hayata karşı umutsuz ve mutsuz hissetmeye başlar. Fakat bi yandan bu durumları alay edercesine mizahi bir dille hatıra defterine aktarır. Bazen yaşadıklarınızın ve yaşayacaklarınızın farkında olmak sizi delirtebilir. Bu anlamda oyun bir delinin değilde delirmiş, delirtilmiş birinin hikayesini anlatıyor. Öyleki şizofrenik bir hale bürünerek köpeğiyle sohbet ediyor. Soyluları memur, işçileri ise köle olarak irdeliyor. Ve tam burada soylulara (hikayedeki müdürler, zengin memurlar, bakanlar, şefler..vb) dem vurarak "mesele yazı yazmakta değil mesele doğruyu yazmakta..." buradaki vurgu aslında şu "köpekler (yalaka soylular-burjuvalar) yazı yazamaz.." Oyun bu kısımdan sonra basın özgürlüğüne değiniyor. Doğruyu yazan işkence görüyor. Rüşvet yiyen memurlara atıfta bulunuyor "rüşvet ve yolsuzluk.. sansür nasıl izin veriyor bunlara..?!!" diyor. Bürokrasiyi komik bir dille eleştiriyor. Paraya tapan dindarlara ve yurtseverlere atıfta bulunuyor. Genel müdürün kostümü için "gizlice yaladım ama tuzluydu" diyerek dalga geçiyor. Aşık olduğu kızın kendi statüsünden biriyle evlendirileceğini öğrenince üzülüyor ve "neden?" diye soruyor. Burjuva hayatların içindeki soğuk, yapmacık ilişkilere değinerek "bana insandan söz edin, insan sıcaklığı istiyorum ben.." cümlesi delirme noktasının dramatik haliydi. Zenginlerin hayalleri gerçek olurken, yoksulların hayalleri yükseklerden gelen birileri yüzünden yıkılıyor. Bu yüzden yoksullar hayal kuramaz. "Onlar saray soylusu diye neden bizden farklılar onların bir 3.gözü yok ki.. onların farkı ne?" Sorularını soruyor kendi kendine... Son sahnede kendisini İspanya Kralı olarak görüyor. Oyun, kraldan çok kralcı olmak durumunu çok iyi anlatıyor.
"Her horozun bir İspanyası vardır."
Beyaz önlüğüyle akıl hastanesindeki sahne oyunun en can alıcı sahnesiydi.
"...her şeyin bir yönü var, yüzünü , sırtını döndüğü veya gittiği yön, yönsüzlük kadar belirsiz bir şey yoktur sanırım.. ne baktığın yön, ne durduğun taraf ne de gittiğin.. belli değil.. insana ait en ilkel şeylerin bile yönü var.. varacağı bir nokta var.. hatta varacağı milyonlarca nokta var.. bunları kendi ölçülerimizle tasvir etmeye çalışırsak, "sonsuz" sonucuna ulaşamayacağımızı bilmelisin.. ölçmek, bir standarda bağlanıyor mecburen.. her zaman nefret ettiğim bir şey.. beni delirtiyor. Korkuyorum bazen, tamamen delirmekten.. o zaman nereye giderim? Ne yaparım? Yönümü bilemem değil mi?"
"Anne beni al buradan, çok uzaklara götür, bu dünyada basacak bir noktam bile kalmadı anne"
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...