| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
SEVİNÇ ERBULAK: İnsafsız Bir Demirin Soğuk Keskinliğindedir Yaşam Pınar Çekirge Gece durgun ve sessiz.Gri lacivert bir ışık süzülüyor salona." Denizde bir balıkçının oltasındadır yaşam", diye mırıldanıyor Altan Erbulak." Küçücük bir demirin soğuk keskinliğinde. Çırpınmak kurtulmak mıdır denizden ? Her mavi başka mavidir ister istemez.Ve okyanusları denizlerden bu maviler ayırır.Ayırır yaşanmamış zamanları maviler.Ve balıkçının oltasında insafsız bir demirin soğuk keskinliğindedir yaşam.Oysa akvaryumda yaşamaktansa denizde ölüm, doğumdur.." On sekiz yıl önce bir Ağustos akşamında tanımıştım Sevinç’i.Bal rengi gözlerine hayran kalmıştım o an.Telaşlıydı, yerinde duramıyordu.Dahası tıpkı benim gibi, noktasız, virgülsüz konuşuyordu.Kedilere tutkundu.Sokak kedilerine..yaz güneşinde, iskele parklarında, terk edilmiş kedi yavrularına.Daha ilk karşılaşmamızda sevdik birbirimizi.Çok sevdik. Dünün "Kırmızı Başlıklı Meryem"i, defalarca yılın en iyi kadın oyuncusu ödüllerini kazanmış bir aktris artık.Yüzünde Macbeth’in kanlı tutkusu, Nihal'in dışlanmış ıssızlığı, Ophelia’nın kanpıhtısı yalnızlığı, Necla’nın dizginsiz arzuları, Meryem’in çıkışsızlığı, Seniha’nın savurgan özentileri ve daha onlarca karakter.Diyebilirim ki, sadece “ Kelebekler Özgürdür" de yaşar kıldığı Jale kompozisyonu bile o'nun dünya standartlarındaki oyunculuğunun tartışılmaz bir belgesiydi. Seneler önce " Soytarılar Okulu" adlı oyunda palyaço giysileri içinde sahneye girdiğinde, iri puanlı papyon kravatı, şapkası, kırımızı burnu, koskoca papuçlarıyla Altan Erbulak'ı görür gibi olmuştum karşımda.Ve Füsun Erbulak'ın " Zorba" daki replikleri dökülmüştü yanaklarıma usulca.Daha geçen ay " İstanbul Efendisi" ni izlerken..Sevinç'in sahnede çoğaldığını fark etmiştim.İşte Birsen Kaplangı, işte Nisa Serezli, işte Füsun Erbulak, işteAyfer Feray, Nevra Serezli, İrma Toto Karaca, Şevkiye May..hepsi ve Sevinç bir aradaydılar.Karşımda.Gözlerim kamaşmıştı. 1996 yılının soğuk bir Mart öğleden sonrasıydı, hatırlıyorum.Seneler önce Füsun'un Ayberk Çölok'un sahne aldığı salonda Sevinç'i " Bozuk Düzen" de alkışlamıştım.Spotlar yanmıştı.Bir ışık seli içindeydi.Çokta uzak olmayan bir gelecekte ‘La Divina’larımızdan biri olacaktı, hissediyordum.Sahnede, kuliste, dekorların arasındaydı zaten küçüklüğünden beri Miki Sevinç...günün birinde Ali Poyrazoğlu sahneye itivermişti onu.Babasıyla aynı sahnedeydi..ufacık rolleri vardı.Bakkala giden, pencereden seslenen, elinde pankartla dolaşan küçük kız gibi.1998' yılında annesiyle paylaştı aynı sahneyi." Kelebekler Özgürdür" de anne kız dakikalarca ayakta alkışlandılar. Ve şimdilerde de " Sonbahar" dizisinde. Tam on yıl önce bana "Tiyatroda bin yüzüm olmalı," demişti." Asla evin küçük kızı Sevinç olarak tanınmak, tek bir tiple sınırlandırılmak istemiyorum.Ben bir oyuncuyum her şeyden önce ve oyunculuk ilginç, heyecanlı bir serüven.Bir öğrenme süreci.Bu işin eğitimini almak bir artı kuşkusuz.Benim karşısında olduğum, gerçekten oyunculuğun yanından bile geçmeyecek, ne sesi, ne duruşuyla, hiçbir biçimde bu mesleğin insanı olmayacak kimselerin adeta ahkam keserek oyunculuğa el atmaları.." Çolpan İlhan, Eşref Kolçak ile karşılıklı sahnelerini hatırlıyorum Sevinç'in.Sinan Çetin'in yönettiği " Ağaçlar Ayakta Ölür" de.Büyü gibi, metafizik gibi yüreğe dokunan sahnelerdi.Sevinç olağanüstü bir başarıya daha imza atmıştı o filmde. Sevinç Erbulak “Süper Baba”, “Baba Evi”, “Kuzenlerim” gibi uzun soluklu dizilere rağmen asla bir televizyon personası olarak kalmadı.O tiyatrocuydu.Oyuncuydu.Genleriyle, yeteneğiyle, içgüdüleri, eğitimiyle. Tatsız tuzsuz bir hayata, rengi atmış duyarlılıklara ses ve ton katan bir oyuncu.Bir usta. “ Küçükken, annemi babamı çok özlerdim.Onlara bana bakması için birini tutmayın, yanınızda çanta gibi dolaştırın dediğimi anımsıyorum…” Sahne kurmak, diyalog yazmak bunca zor olmasaydı Esat Mahmut'un" Çölde Bir İstanbul Kızı"nda, Güzide Sabri'in " Nedret", "Yabangülü", Claude Anet'in " Mayerling Faciası" , Frances Kazan’ın “ Halide’s Gift” ama mutlaka Refik Halid'in " Nilgün" romanlarından yola çıkıp, Sevinç için senaryolar kaleme almak isterdim. Hep o gölgeli romantizm.Hep o suç ortağı melodramlar.Kırılışlar.Hüzün çalığı bir gülümseyişe, bir vehme berdel edilen hayatlar.Sönük, ölgün ışıklarla gölgelenen yalı bahçesi.Erguvanlar.Gün batmış, akşam inmekte.İlle kreşendo sahneler.Yabangülleri, kurumuş funda dalları.Hüzünle elem arasındaki o çılgın medcezir ilişkisi. Dedim ya , Sevinç’i ilk kez “ Bozuk Düzen" de izlemiştim.Sonrasında " Çalıkuşu”, "İstanbul'un Gözleri Mahmur", " Derya Gülü", " Aşk- ı Memnu", " Yaprak Dökümü", “ Sefiller”, “ Meraki”, Kelebekler Özgürdür", “ Kiralık Konak”, " İstanbul Efendisi", " Tekrar Çal Sam"..o küçücük kız sahnede büyüyor, büyüyordu. Öğrencilik yıllarında, amatör bir ruhla, canla başla, büyük keyif alarak hazırladıkları " Şeksi" yi, yaşar kıldığı Ofelya rolünü hala özlemle andığını, hiç unutmadığını biliyorum. " Deniz ülkesinde yaşayan bir kız" olmalıydı Sevinç.Tül perdeleri sıkı sıkıya kapalı taş evlerin birinden çıkıp gelmeliydi Annabel Lee.Gözlerinde hep o kül rengi pırıltılar, yakamoz ürperişleri. Dışarısı zifiri karanlık ; ay, bir bulut kümesinin ardına gizlenmiş.Teybin düğmesine basıyorum.Kırmızı ışık sönüyor. Uzun kirpiklerinin gölgelendirdiği bakışlarında bir defa daha Annabel Lee ile karşılaşıyorum.Kafamın içi karmakarışık.Sevinç mi Annabel Lee ? Annabel Lee mi Sevinç çıkaramıyorum. Bana armağan ettiğin, iki adet BARBİE vitrinde kristaller, gümüşler arasında yolunu gözlüyor desem.Seni belli ki çok özlemişler desem. İçimde bir şeyin koptuğunu, paramparça olduğunu, cam gibi dağıldığını hissediyorum.Yaşım kaça vurursa vursun hala o oyunların, o yıldızların ışığıyla var olduğumu anlıyorum. Denizin üzerinden bir martı uçuyor.Rüzgar kitabın sayfalarını açıyor.Tabağına dantel örtü konulmuş buğulu bir bardakta, buz gibi bir gül şurubu. Hatırlıyorum, Sevinç Nihal kimliğinde. Yüzünde paramparça bir acı.Yaşlar kirpiklerinin ucuna kadar gelip, duruyor.Bihter’e duyduğu öfke içini kanatıyor, biliyorum. Birazdan gece kuşlarının kanat sesleri duyulacak.Açık pencerelerde uçuşan tüller.Hafif bir rüzgar, toparlanıp gitmeye hazırlanan günün kokusunu, erguvan sağnaklarının ılıklığını getiriyor arada bir. Kapı aralanıyor usulca.Bir palyaço bu.Ayağına büyük gelen, ucu kalkık papuçları, kırmızı saçlarıyla.Gülümsemeye çalışıyorum.Palyaço ağlıyor.Hem de hıçkıra hıçkıra, ağlıyor.Gölgeler güneşin battığı yere doğru yürümeye başlıyor o an.İçini çekiyor palyalço, biraz dah Ayaşlı, biraz daha yalnız hissediyor kendini.Son replikler kırılıp yere düşüyor.Hüzünle sarılmış yumaktan bir parça daha çözülüyor..Bütün hepsi bu ! “ Baban haklıydı Sevinç” diye mırıldanıyorum. “ Akvaryumda yaşamaktansa denizde ölüm doğumdur..” Pınar ÇEKİRGE Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|