adnan azar 'öldü'; 'bir kış günü bir taksi gelir ve geri gelmez ömrümüz'
Murat Örem
Tarihi hatırlamıyorum…
Artık yakın tarihi karıştıracak kadar yaşlanıp kocaldım ben de…
Hadi ben hatırlamıyorum ama küçük oğlum Arda da emin değil…
Tarihi hatırlamıyorum/z ama siz deyin bu yılın bahar ayları , ben diyeyim en fazla 2012’nin sonbaharı….
Güneşli bir gün…
Güneşli bir akşamüzeri…
Baba oğul oynadığımız ve tabi ki benim yendiğim(!) masa tenisinin ardından Karanfil Sokakta bulunan Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi Piraye Kafe’de çay kahve içme zamanı …
Ben çayımı kahvemi içeceğim ve hiç de özenilecek bir şey değil ama sigaramı tüttüreceğim, Arda da Piraye Kafe’ye özel bazlamalı tostunu yiyip ayranını içecek…
Tostun üzerine kel tiryakiler gibi bir de kahve söyleyecek Arda…
Bu hayallerle huzurlu bir avluya ilerlerken biz baba oğul, bilenler bilir ki üç beş adımla kültür merkezine ait binanın da önünden geçeceğiz Arda’yla…
Afişlere bakacağız belki içerideki dergileri karıştıracağız…
Saniyeler içinde akarken zaman bir ses duyduk Arda’yla önünden geçtiğimiz binanın penceresinden uzanan yüze ait…
“Buraya radyo prodüktörlerini almıyoruz…
biliyorsunuz değil mi…”
O, gevremiş tandır ekmeğine benzeyen ve bir yerlerden çok iyi hatırladığım karakteristik sese doğru yöneldim ve kaldırdım kafamı…
Baktım , güngörmüş bir Anadolu kuyusu gibi manalı bakan iki göz…
Baktım , her zamanki o kalender ve dostça ve biraz da hınzırca bakan yüz…
Baktım, radyo prodüktörlerine Piraye Kafe’yi yasak etmeye (!) karar veren Adnan Abi bu…
Adnan Azar bu…
Çok yıllar önce gepgenç toptoy bir adamken bile şiirlerini okuduğum, kitaplarını aldığım, ismini yıllar öncesinden bildiğim şair Adnan Azar…
Sonraki yıllarda Ankara Radyosu koridorlarında sohbet ettiğim, odamda onurla çay ikram ettiğim, odasında çayını içtiğim Adnan Azar, Adnan Abi karşımdaki…
Saniyeler içinde geçerken aklımdan bin bir düşünce hiç yapmadığım bir şeyi yaptım Adnan Abi pencerede, Arda’yla ben kapının ağzındayken…
Hem laf yetiştirdim Adnan Abime “sen öyle diyorsan , bizi almıyorsan buraya , boynumuz kıldan incedir..” diye sonra da Arda’nın elini kavradığım gibi merdivenleri bir adımda çıkıp içeri girdim…
Adnan Abi nasılsın dedim yanına varınca…
Arda’ya döndüm “hayatındaki tarihi anlardan biridir oğlum, Adnan Azar’ı selamladım ben demek büyüdüğünde…” diye tanıştırdım onu da….
Bilenler bilir…
Hiç sevmem öyle cılk muhabbetleri…
Sarılmaları…
Gereksiz saygı cümlelerini…
Ama yıllardır görmediğim Adnan Azar, yine Adnan Abi olarak çıkınca karşıma hayatım boyunca çok az yaptığım bir şeyi yaptım ve “abi” dedim “sizler güzel insanlarsınız , eğilip bükülmeyen adamlarsınız ve sayınız çok çok az artık…biliyorsun değil mi…” cümlesini kurdum …
Adnan Abi boynunu hafifçe eğdi , her zamanki güngörmüşlüğüyle teşekkür etti ve “siz de az kaldınız…” dedi gevrek sesiyle…
“Azı çoğa sayacağız artık Adnan Abi …” dedim…
Güldük…
Sonra havadan sudan insandan söz ettik üç beş dakika içinde…
Sonra baktım ki , Arda yiyeceği bazlamalı tostun hayali içinde kıvranmaya başlamış, izin istedim Adnan Abi’den….
Sonra dikkatlice baktım Adnan Abi’nin yüzüne “abi ben seni hakikaten çok özlemişim, kaç yıl oldu değil bir araya gelmek birbirimizi bile görmeyeli , gözünü seveyim iyi bak kendine …” dedim ve ömrü hayatım boyunca çok az yaptığım bir şeyi yaparak saygıyla sarıldım Adnan Abiye…
Sonra araya hayat girdi…
Sonra tarih 11 ocak 2014 oldu…
Bir sabah saatinde açtığım haber sitesinde gördüm Adnan Azar öldü diye…
Sonra kocamannn bir has..tir çektim…
Sonra gün akşama dönerken oturdum bir sigara yaktım
ve bu yazıyı yazdım…
Şimdi benim için yeniden şiir okuma zamanı…
Şimdi benim için yeniden “unutmak suları…” zamanı…
( murat örem / 11 ocak 2014 / ankara…)
-başlıktaki dize / adnan azar....-
yedigunyazilari@blogspot.com.tr
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...