| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Ankara Devlet Tiyatrosu Kostüm Tasarımcısı 'İnci Kangal' Röportajı Ulya Altıntaş Kostüm Tasarımcısı İnci Kangal ile Devlet Tiyatroları’nın Ankara’daki Atölyeleri’nde görüştük. Kendisiyle tanışıklığımız 2010 yılında vefat eden genç ve başarılı oyuncu Deniz Gönenç Sümer sayesinde olmuştu. Inishmaan’ın Sakatı oyunu Ankara da turneye geldiğinde izleme imkanı bulmuştum ve daha sonra dakikalarca ayakta alkışlanan bu oyunun aslında Sevgili Gönenç Sümer’in ilk profesyonel oyunu olduğunu öğrenmiştim. Tıpkı Inishmaan’ın Sakatı’nda olduğu gibi, Devlet Tiyatroları’nda günler öncesinden biletleri tükenen oyunların kostümlerinin yapılış sürecini hep merak ediyorduk ve nihayet izledik. Çizim aşamasından renklendirmeye, dikimden düğmesine, çorabından perukasına kadar giysilerin bin bir itinayla ve koşuşturma süreciyle nasıl hazırlandıklarını gördük. Terzilerin kalıpla dikişle uğraşması, çizilen kostümlerin provaya gelen oyuncuların üzerinde denenmesi, erkek terzilerin , kadın terzilerin sohbetler eşliğinde incelikle diktikleri kostüm eserleri, itinayla boyanan kuklalar… Hiç bıkmadan yorulmadan bizi gezdirip Atölyeleri gösteren genç ve başarılı tasarımcı İnci Kangal bakın daha ne detaylar anlattı bu güzel tiyatro sahneleri’nin perde arkası’ndan… Tasarımlara başlama süreciniz nasıl gelişti çocukluktan gelen bir ilgi var mıydı? 5-6 yaşlarında anneannemin yönlendirmesiyle moda tasarımıyla ilgili bir şeyler yapmaya karar vermiştim. Anneannem ve teyzem ressam. Ben de küçükken hep resim çizerdim. Anneannem bana resim çizmeyi teknik bilgilerle gösteriyordu. En çok elbise resimleri çizdiğimi fark edince bana “sen stilist ol, modacı ol” diyerek ilgimin artmasını sağladı, yoksa kumaşla bez bebekle uğraşan bir çocuk değildim. Yıllar geçse de fikrim değişmedi ve üniversite de moda tasarımı okumaya karar verdim, bunun için de güzel sanatlar sınavlarına hazırlık amacıyla kurslar aldım. 2 sene farklı yerlerde çizim kurslarına gittim. Ankara’da o yıl moda tasarımı bölümü olan bir üniversite yoktu. İstanbul’u aklıma koydum ve oradaki iki okulun sınavına girdim. Daha sonra Yeditepe Üniversitesi’nin Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nü yarı burslu olarak kazandım. MODA TASARIMI’NIN TAHMİN ETTİĞİMDEN DAHA TİCARİ OLDUĞUNU GÖRDÜĞÜMDE KOSTÜM TASARIMINA YÖNELDİM 2007’de Yeditepe Üniversitesi’nden 3.lükle mezun oldum. Ama 3.sınıftayken moda tasarımının tahmin ettiğimden daha ticari ve müşterinin isteklerinin ön planda olduğu bir alan olduğunu düşündüm; ben ise yaratıcılığımı ve hayal gücümü daha özgürce kullanabilmek istiyordum, o sebeple de master’ımı kostüm tasarımı üzerine yapmaya karar verdim. Önce İstanbul’daki okulları araştırdım, o sıra elime Lion King Müzikali’nin bir broşürü geçti. Julie Taymor’un tasarladığı kostümler olağanüstüydü. Ben de bu işin eğitimini neden Avrupa ya da Amerika’da almayayım diye düşündüm. Amerika’daki 40 tane okula mail attım, başlık kısmına da “help!” yazdım. CV’mi ve portfolyomu ekleyerek burs aradığımı ve kostüm tasarımı üzerine master yapmak istediğimi söyledim. Bazısı burs vermiyor bazıları da yüz yüze görüşmek istiyordu. Git gel yapamazdım. Portfolyomun orijinalini isteyen yerlerde oldu ama onu da riske edemezdim çünkü birkaç okula birden başvurmak istiyordum. 5 okula başvuru yaptım, bu süreç 1 yıllık bir zaman diliminde gerçekleşti. 5 okuldan 2 tanesi burs vermeyi kabul etti. Ve en son tercih ettiğim okulla telefonda yarım saat kadar süren bir mülakat yaptık, sonuç olumlu oldu. 2007 yılında Seattle’a, University of Washington’a gittim. Kostüm tasarımı bölümüne senede 2 ya da 3 tane öğrenci alınıyormuş. Ben de ilk yabancı öğrencileri oldum. Bu bölümü okurken mesleğin bütün ayaklarını görmemiz sağlandı. Hem çalıştım hem okudum. Bir dönem kostüm atölyesinde terzilerin yanında, bir dönem kostüm deposunda, bir dönem de lisans öğrencilerine ders vererek görev yaptım. Okulda okurken derslerin yanı sıra 5 farklı oyunun kostüm tasarımını yaparak tecrübe edindim. Okulun 3. ve son senesinde tez yazmamız ve 3 aylık bir staj yapmamız gerekiyordu. Ben stajımı Hollywood ya da Broadway’de yapmayı çok istedim. Fakat sahne sanatları ve film dünyası çok farklı. Hollywood’dan istediğim tasarımcılarla iletişime geçme imkanım olmadı. Fakat Broadway isteğim gerçekleşti ve New York’a gittim. Tony ödüllü tasarımcı Martin Pakledinaz’ın asistanlığını yaptım. Martin’le ilk görüşmemde o portfolyomu görmeyi beklerken ben ona Türkiye’den getirdiğim bir paket lokumu hediye ederek onu çok şaşırtmış ve güldürmüştüm! Kendisi 3 ay içinde 7 oyunun kostüm tasarımını yapmak üzere görevliydi ve birçok asistanı vardı, ben de onun oyunlarından 4 tanesinde görevliydim, biri de Broadway oyunuydu. Stajım bittikten sonra kısa bir süre daha Martin Pakledinaz’ın yanında çalışmayı sürdürdüm. 2010’da Türkiye’ye döndüm ve aynı yılın Eylül ayında Devlet Tiyatroları’nda ilk oyunumu aldım. İlk oyunum “3 Yönetmen 3 Oyun”du. Oyunların kostüm seçimlerinde süreç nasıl işliyor? Sahnelenecek olan oyun ve oyunun yönetmeni belli olduktan sonra Sanat Teknik Müdürümüz hangi oyunun tasarımını kimin yapacağına karar veriyor. Seçimler yapılıp bize söylendiğinde oyunun tekstini alıp okuyorum. Her şeyden önce karakter analizlerini yapmak gerekiyor. Tasarıma başlamadan önce de yönetmenle oturup konuşuyorum. Yönetmenler veya yazar oyuna çok farklı bir yorum katabiliyor. Mesela bir Shakespeare oyunu oluyor ama günümüzde geçebiliyor. Ülkemizde maalesef yönetmenlerle oyunun tüm tasarımcıları çok sık bir araya gelip toplantı yapmıyorlar. Işık tasarımcısı, kostüm tasarımcısı, dekor tasarımcısı, varsa koreograf ve tabii yönetmen bir araya gelip bütünlük içinde bir şey yapmak için bir arada toplantı yapmalı; çünkü yönetmenin bir kararı veya tasarımcılardan birinin tek bir renk seçimi bile diğer her şeyi etkileyebiliyor. Yönetmenin genel bir yönlendirmesi varsa onu değerlendirerek araştırmalara başlıyorum. Dönem oyunuysa kitaplardan, internetten, tablolardan araştırma yapıyorum. Eğer çekildiği dönemde geçiyorsa filmleri de araştırma kaynağı olarak kullanıyorum ama başka bir dönem tasvir edilmişse yorum katıldığı için onları çok tercih etmiyorum. Üniformalar için müzeleri geziyorum ya da kaynak kitaplardan yararlanıyorum. Bazen bir araştırmamız yönetmene de ilham verebiliyor. Araştırmalardan sonra, ilk olarak karakalem çizimlere başlıyorum, daha sonra renkler giriyor devreye. Sahnede yan yana göreceğimiz kostümlerin bir arada oluşturduğu renk bütünlüğüne ve tüm bunların dekorun renkleriyle olan uyumuna dikkat etmek gerekiyor. Çizimleri yaparken hangi renkleri kullanacağınızı önceden belirliyor musunuz? Ayrıca kostüm yapılış aşamanız nasıl geçiyor? Bazı tasarımcı arkadaşlarım renk seçimlerini kumaş baktıktan sonra yapmayı tercih ediyor. Benim için bu süreç oyundan oyuna değişiyor. Son oyunum Yaşlı Kuklacı’da çizimlerimi kumaşlara bakmadan önce renklendirdim. Çizimlerimi bazen elde bazen de bilgisayarda boyuyorum. Küçük kumaş parçaları şeklinde numuneler topluyorum ve terzilere getiriyorum, onların da fikirleri oluyor. Zaten tasarım için kaç metre kumaş gerekeceğini terzilerimiz belirliyor, kumaşlar kararlaştırılınca satın alma memurları kumaşları alıyorlar. Kesim aşamasında mutlaka terzilerle bir arada oluyorum çünkü terzilere kostümle ilgili aktarmam gereken bir sürü detay oluyor. Mesela oyuncunun sahnede 10-15 saniyede kostüm değişimi yapabileceği bir kıyafete ihtiyacı oluyor, hızlı davranmak adına dıştan düğmeli olarak görünen ama içeriden farklı detaylarla diktiğimiz kostümler oluyor yani terzilerle birlikte buna çözüm yolları üretiyoruz. Oyuncu sahnede dans ediyor mu, dizinin üstüne düşse kumaş yırtılacak bir kumaş mı gibi her şeyi düşünmek gerekiyor, bu açıdan aslında provaları izlemek çok faydalı ama Ankara dışındaki oyunların provalarını göremiyoruz. Bu son oyunumda yönetmenim Erzurum’daki oyun provalarının videolarını mesaj yoluyla göndererek bana büyük yardım sağlamış oldu. Düğme seçiminden etek boyuna kadar terzileri ben yönlendiriyorum ve daha sonra oyuncular Ankara’daysa üzerlerinde kostüm provaları yapılıyor. Sahne üzerindeki kostümlü provalar için prömiyerden 1 hafta önce kostümleri teslim ediyoruz. Bir aydır çalışılan oyuna o hafta ilk defa kostümle çıkan oyuncu için de bir alışma süreci oluyor. Devlet Tiyatrolarının çok büyük bir kostüm deposu var, bazı oyunlar için o depoda önceden başka oyunlar için dikilmiş ya da satın alınmış olan kostümleri üzerlerinde gerekli tadilatları yaparak kullanıyoruz. Oyuncunun sahnede giyeceği ayakkabıdan çorabına, takısından peruğuna, şapkasına kadar tüm dış görünüşünün tasarımından biz sorumluyuz. İnci Kangal’ın tasarımını yapmaktan mutluluk duyduğu bir tiyatro oyunu oldu mu? Evet, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Sırça Kümes isimli oyunu çok severek çalıştığım bir oyundu. Yönetmeni de Abd’li Jason Hale’di. Oyun 1930’lu yıllarda geçen güzel bir oyun. Dönem oyunları dışında çocuk oyunlarını da severek tasarlıyorum. Erzurum Devlet Tiyatrosu’nda daha önce çalıştığım Yürüyen Taşlar isimli oyun da kendi işlerim arasında başarılı bulduğum bir oyundu. Orda ki oyuncuları tanıyor olmam ve zamanımın fazla olması, ayrıca atölyelerin sakin bir zamanına denk gelmemle tüm süreç çok verimli geçmişti. Dizi çalışmalarınız da oluyor onlarda nasıl bir işleyiş var? 2 tane dizide asistanlık yaptım. Günümüzü anlatan dizilerde zaten hazır kıyafetlere sponsor bulunarak giden bir işleyiş söz konusu. Sıfırdan bir tasarım çok fazla üretilmiyor. Dönem dizilerinde dikim yapılıyor. Benim çalıştığım diziler de günümüz dizileriydi. Ben daha çok düğmesine varana kadar her bir detayının bana ait olduğu işlerde çalışmayı seviyorum. Kendiniz için hiç kostüm tasarladınız mı? Şimdiye kadar kendim için hiçbir şey diktirmedim, bir sürü oyuncuya bir sürü arkadaşıma tasarladığım şeyler dikildi ama kendim için kısmet olmadı. En son ablamın düğünü için kendime bir elbise diktirmeye niyetlendim. Ama tasarımı çizdikten sonra ona çok benzeyen bir elbiseyi bir mağazada görünce alıp çıkmayı tercih ettim, zaten zamanım da kısıtlıydı. Sinema Filmleri’nde de çalıştınız onlardan da bahsedelim istiyorum… 3 tane Sinema Filminde kostüm tasarımcısı olarak görev yaptım. 2011 yılında Toprağın Çocukları isimli film de yönetmen Ali Adnan Özgür’le çalıştım. Köy Enstitüleri ile ilgili bir iş idi. Benim ilk sinema filmi deneyimimdi, tüm ekip gönüllü olarak çalışıyordu. Daha sonra Lâl filmi, yönetmeni Semir Aslanyürek, önümüzdeki aylarda vizyona girecek, 1970’li yıllarda geçen bir yol hikayesi. En son olarak da bu günlerde kurgusu yapılmakta olan Kümes filminde çalıştım. Onun yönetmeni de Ufuk Bayraktar’dı. Devlet Tiyatrolarında olduğu gibi, istediğim kumaşı alıp dikim yaptırma şansım olmadı tabii ki. Eski kıyafet ihtiyacımızı köylerde kapı kapı dolaşarak köylülerin eski kıyafetleri isteyerek giderdik. Bize çuvallar dolusu kıyafet verdiler, tabii onun da ayrı bir zevki vardı. Her filmde farklı bir çalışma süreci vardı ve hepsinden farklı tecrübeler edindim. ANNEANNEMİN TABLOLARI SAYESİNDE AMERİKA’YA GİDİŞİM VE PEK ÇOK MASRAFIM KARŞILANDI Anneannenizle başlayan bir serüven olmuş tasarımcılığa girişiniz, onunla ilgili güzel bir anınız var ondan da bahsetmek ister misiniz? Zevkle. Anneannemin ismi Suphiye Atakan. 1921 doğumluydu, 1997’de vefat etti. Vefat ettiğinde ben ilkokuldaydım. Resim öğretmenliği yaptığı yıllarda Anadolu’yu dolaşmış, 40lı yılların sonunda Ticaret Bakanlığında Dış Fuarlar dekoratörü olarak çalışmaya başlamış ve oradan emekli olmuş. Otuz yıl boyunca yurtdışı fuarların bina ve dekorasyonlarını yapmış, ödüller almış. Dikiş diker, şapka, çanta, resim yapardı, çok marifetli ve yaratıcıydı. Daha uzun yaşasaydı, ondan çok şey öğrenebilir, tecrübesini paylaşabilirdim… Amerika’ya master’a kabul edildiğimde burslu olarak kabul edilmiş olsam da uçak biletim, orda yeni bir ev açmak, kalmak… Bunlar maddi olarak bir hayli yüktü. Kaygılar yaşarken annemin aklına anneannemin evinde yıllardır asılı duran pek de dikkat etmediğimiz iki tablo geldi. Anneannemin nasıl veya nereden aldığını bile bilmediğimiz bu tablolar Amerika’ya gidişimi ve pek çok masrafımı karşıladı. Bu mesleği yapma kararımda olduğu gibi eğitimime başlamamda da yine anneannem yardım etmiş oldu. İşinizi çok seviyorsunuz peki bu iş de en çok sevdiğiniz, size enerji veren şeyler neler, ve tabii sizi yoran yönleri… Bu işin farklı bir sürü aşaması var. Çizim, araştırma, kumaş bakma, uygulama, giydirme ve bunu sahne de görme aşamaları. Her yeni oyun yeni bir başlangıç ve bu durum bana çok büyük keyif veriyor. Bir oyunda 1930’ların İngiliz kadınlarını araştırırken bir başka oyunda hayvan kostümleri tasarlarken buluyorum kendimi. Monotonluk kesinlikle yok. Özellikle fikir üretme kısmı beni çok heyecanlandırıyor. Zorlayan kısmı ise; kaprisli oyuncuları idare etmek. Tabii asla genelleme yapmıyorum. Bana çok güvenen ve çok sevdiğim oyuncu arkadaşlarım var ama bazı oyuncular oyun provalarında kafasında bir kostüm hayal ediyor ve benim getirdiğim kostüm kafasındakinden farklıysa memnuniyetsizlik oluşuyor. Oyuncunun memnuniyeti önemli çünkü benim işim oyuncuya karakterin inandırıcılığını kostümle birlikte desteklemek. Yani yarattığı karakteri daha gerçekçi kılmaya yardımcı oluyorum. Ama tasarımı yaparken tek etken karakterin inandırıcılığı veya oyuncunun rahatı değil tabii ki, bir sürü etkeni bir arada düşünerek hareket ediyorum. Yoksa tüm oyuncular kendi karakterine kendi tarzına göre kıyafeti seçip onunla sahneye çıkardı. Burada tablo gibi bir şey yarattığımız için bunu bütün olarak görmek benim işim. Bu tür durumlarda oyuncuları ikna etmek ve memnun etmeye çalışmak can sıkıcı oluyor tabii ki. Aslında tek istediğiniz daha rahat çalışabilmek ve uyum sağlamak… Aynen öyle. Çünkü tasarımı bana bırakmayan, aklındakini realize etmemi isteyen yönetmenle ve oyuncuyla çalışmak keyifsiz oluyor bu hepimizin rahatsızlık duyduğu bir durum. Aslında diğer büyük bir sıkıntı da çok kısa zamanda işleri yetiştirmeye çalışmak. Araştırma ve çizime zaman tanınmadan uygulama başlıyor. Hep pratik çözümler bulmaya çalışıyoruz öyle olunca da her zaman en güzeli ve en doğrusu olamıyor. AMERİKADA OKURKEN KENDİMİZİ SANATÇI GİBİ HİSSEDEBİLİYORDUK Bu tür tavırlarla karşılaştığınızda kendini sanatçı gibi hissedebiliyor musun? Hayır kesinlikle; çünkü işimi istediğim gibi yapamıyorum. Amerika da okurken kendimizi sanatçı gibi hissedebiliyorduk. Fikirlerimize daha çok saygı duyuluyor ve destekleniyorduk, her şey programlıydı. Tabii okul ve iş dünyası birbirinden farklı ama benim Amerika’da staj yaparken ve çalışırken gözlemlediğim kadarıyla tasarıma ve tasarımcıya verilen değer buradakinden çok daha fazlaydı. Tasarladıktan sonra çok beğendiğiniz kıyafetleri giyip çıkmak gibi bir düşünceye daldığınız oluyor mu? İyi terzi olduğu zaman bizim işimiz iyi oluyor. Kesim ve kalıp da çok önemli tabii. Çok beğendiğim kostümleri deneyip fotoğraf çektirdiğim oluyor. Ama oyuncu olmayı hiç düşünmedim. Tasarım yaparken gözlem sizin için ne derece önemli mesela sokaktaki insanın ne giydiği de sizi etkileyebilir mi? Araştırma faslına başladığım anda sürekli beynimin köşesinde o sırada çalıştığım oyun olduğu için ister istemez algıda seçicilik başlıyor. Mesela 70’ler oyunu yaparken sanki herkes o yılların kıyafetleriyle dolaşıyor gibi görüyorum çünkü dönemin belirgin özelliklerine dikkatimi yoğunlaştırıyorum. Sokakta gördüğüm birinin kıyafeti veya otobüste gördüğüm bir kıyafetin kumaşı ilham olabiliyor. Henüz yeni başladığınız bir moda tasarımı işi de var aslında? Evet, lisans eğitimim moda üzerine olduğu için, aklıma gelen bir fikirle çocuklar için kıyafetler tasarlamaya başladım, zaten çocukları da çok seviyorum. Diktiğim kıyafetlerin üzerine çizimler yapıyorum ve çocuklara renkli kalemlerle birlikte gönderiyorum. Böylece onlar da kendi giysilerini kendileri boyamış oluyorlar. Boyama kitabından esinlendim ve çocuklar da çok eğlendi. Daha da geliştirmeyi düşündüğüm bu işten çok keyif alıyorum. Sahnede kostümlerin en son halini görmek neler hissettiriyor? Oyuna bir hafta kala kostümlü provalar oluyor. Geç saate, bazen sabaha kadar süren provalar beni çok yorsa da prömiyerde seyirciyle birlikte oluşan büyülü ortamda bütün yorgunluğum gidiyor. Bu çok büyük bir gurur. Prömiyer günü Devlet Tiyatrosu tüm tasarımcıları ve teknik ekibi sahneye davet ediyor ve seyircinin bakışlarındaki mutluluk bize de çok iyi hissettiriyor. Deniz Gönenç Sümer’in sizin için ne kadar değerli olduğunu biliyoruz, neler söylemek istersiniz? Gönenç’i kaybetmek büyük bir travma oldu benim için ve elbette sonrasında hayata bakış açım değişti. En acılı dönemimde hemen çalışmaya başlayarak dolup taşan duygularımı işime vermek doğru bir kararmış diye düşünüyorum. Gönenç, işine sonuna kadar kendini veren, yeteneğini var gücüyle kullanan çok başarılı bir oyuncuydu. Tiyatroya ilgimin artmasında ve bu mesleği seçmemde Gönenç’in etkisi büyük. İkimizin de hayali onun oynadığı bir oyunun kostümlerini yapmamdı ama kısmet olmadı. Gönenç’in gidişinden sonra onun ışığından etkilenip benimle tanışmak isteyen bir sürü güzel arkadaşlarım oldu. Sizi de tanımış olduğum için çok mutluyum ve her şey için teşekkür ediyorum. Ulya Altıntaş Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|