Hatırlarsanız 27 Mart'ta tiyatro günüyle, yerel yönetim seçimleri denk gelmiş, o gün mevcut iktidar partisi büyük bir zafer kazanmış ve şimdiki başbakanımız, o tarihi yerel yönetimler bayramı ilan etmişti. Ne yazık ki sözkonusu bayram gerçekleşmiş, 27 Mart Tiyatronun yaş günü yerine, yas gününe dönüşmüştür.
Bazı yerel yönetimler ise, genel istek üzerine tiyatroları sessizce yıkarken, gözü yaşlı tiyatrocuların nerede kaldıklarını pek merak ediyorlardır herhalde. Geçen yıl tiyatromuz yıkılırsa yürürüz diyenler stretching bile yapmıyor, buldozerlerin altına yatacaklarını iddia edenler buldozerlere buldog olmuşlar.
Ne acı tesadüftür ki, birkaç yıl önce seçim bahanesiyle bir gün boyunca perdeler kapalı kalmış, tiyatrocuların gıkı çıkmamıştır. Barların, pavyonların kapalı kalmasını emreden yasalar, aynı statüde gördükleri tiyatroların kapılarına da kilit vurmuşlardır.
O kilit, gittikçe büyümüş, devletin zaten hiçbir zaman olmayan, sosyal demokrat iktidarlar döneminde de hiçbir zaman yasalaşmayan sanat politikası tiyatroyu destekleyeceğine, kapının önüne kazma kürekle dayanmıştır. Ne acıdır ki, bir dönemin muhalifleri ise artık bakan olmuşlardır. Bakmaktadırlar yıkılan tiyatrolara. Bakmaktadırlar sessizce yıktırılan heykellere.
Muhalifler bakar pozisyonundadırlar ama kimse görür pozisyonda değildir! Ülkemin tiyatro salonları alışveriş merkezleri, kongre merkezlerine peşkeş çekilmiş, mahkemeleri başbakan karikatürü çizen kişilerle dolmuş, hapishaneler karşıt yazı yazan kişileri karşılamaya hazırlanmışlardır. Trabzon'da, bir oyunda statükoyla ters düştüğü için "siz devlet memurusunuz" diye ihtar alan, oyunları sansürlenen ve yavaş yavaş Trabzon'dan komşu ülke Sovyetler Birliği (pardon değişti, komşu ülke Küba)'ya sürülmeye hazırlanan Avrupa Birliği Türkiyesinde yaşıyoruz.
Suya sabuna dokunmayan 27 Mart 2008 tiyatro bildirisini okuyanlar tüm bunların yaşanmadığı bir ülkede yaşıyormuş hissine kapılabilirler.
Hele bir de televizyonda göbek atanları, yarışma programlarında milyarlar kazananları, dizilerdeki mutlu azınlıkları izleyip, üzerine 27 Mart bildirisini okurlarsa,
kuşatılan kalelerin, vicdanlı ve sorumlu aydınların yüreğine dayanan buldozerlerin sadece bir komplo teorisi olduğunu sanabilirler.
2010 yılının kültür başkenti İstanbul'da tiyatroların yıkıldığına, tiyatrocuların kiralandığına, yazanların "yazsa yazsa ne yazar", okuyanların, "benim oğlum bina okur, döner döner plaza okur" diye aşapılandığına inanmak ne kadar güç değil mi?
Artık halkımızın Muhsin Ertuğrul'un uyarılarına kulak asarak, tiyatroda kabuklu yemiş yeme yasağını delme zamanı gelmiştir artık. Kabuklu yemişleri, muzları çürük domatesleri bir ülkenin hayat damarlarını tıkamak isteyenlere yedirmenin zamanı gelmiş de geçmiştir.